Evlerimiz varsa, yıkılabilir. Huzurumuzun sutunları devrilebilir. Umutlarımızın catısı cokebilir. Ozlemlerimizin tul perdeleri yırtılabilir. Mutluluğumuza acılan kapılar kapanabilir.
Sevdiklerimiz varsa, gidebilirler ve gidebiliriz. Yolumuzu ayrılıklar kesebilir. Kalbimizden kan cekilebilir. Goğsumuzde aşk sonebilir.
Paramız varsa, tukenebilir. Eksilebilir elde ettiklerimiz. Ayakkabılarımız cekilebilir ayaklarımızın altından. Yokluğun kollarına duşebilir bileziklerimiz. Yangına kaptırabiliriz şehrimizi.
Canımız varsa, cıkabilir. Yaralanabiliriz her olum haberinde. Huzun toprağına bulanır ruhumuz toprağa verdiklerimizin donuk gozlerinde. İsmimiz silikleşebilir omur defterinden yuzumuzdeki her kırışığın centiğiyle.
Yıkılmışsa evimiz, devrilmişse huzurun sutunları, kaybedebiliriz diye uzerine titrediklerimizin prangasından kurtarırız kalbimizi. Ne suyun kesilmesi uzer bizi, ne kahvaltının keyifsizliğine takarız. Tek bir nefese indirgenmiş varlığımızı yeniden keşfederiz tukenmişliğin avuc iclerinde. Kuflu raflar arasında hic umulmadık zamanda bulunmuş bir mucevher gibi pırıl pırıl bir huzurun dizi dibinde buluruz kalbimizi. Koşeyi donduğumuzde bir teselli bekler belki bizi. Hep yuruduğumuz sokakta sek sek oynayan kız cocukları. Epeydir selamlaşmadığımız komşumuzun telaşsızca caddeye acılan penceresi. Azıcık urktuğumuz sokak kopeğinin hırıltısı. Yan daireden sızıveren kızartılmış ekmek kokusu. Mutluluk olduğunu unuttuğumuz mutluluklar taze bir bebe cığlığı olup yeniden doğar bıkkınlığın rahminden. Sutunları ayakta tutmaya calışırken unuttuğumuz, odamızı genişletme arzusuyla bir kenara ittiğimiz kuru ekmek tadını yeniden keşfederiz. Yıkılabilir olan yıkılmışsa, yıkılacakların korkusuyla yaşamaktan kurtuluruz. Yıkılmışlıktan sıyrılır ruhumuz.
Cekip gitmişse sevdiklerimiz, yitirmişsek yitirilecekleri, yalnızlığın buzdan odasında goğsumuzu inip kalkarken gorduğumuzde, belki ilk defa yaşatıldığımızı fark ederiz. Sayabiliriz nefeslerimizi. Gurultuler bittiğinde, koşturmalar kesildiğinde, camurlar silinip tozlar dağıldığında, bir yudumcuk soğuk suya hazırlandığını hissederiz catlak dudaklarımızın. Belki ilk defa su iceriz.
Cokmuşse duvarlar, dağılmışsa oyuncaklar, ezilmişse şehrimizin yuzu bir titreyişte, titreye titreye yeniden eve doneriz. Sabaha ertelenmiş sıradan bir opucuk serinliği, duymazdan gelinmiş oylesine bir “anne!” cağrısı, nasılsa vakit var diye yuz ustu bırakılmış tek kırıntılık bir sevgi ifadesi, hic yoktan eve gec kalındığı icin ıskalanmış bir kapı arkası kız cocuğu neşesi yaldızla yazılır sıradanlığın defterine. Buyuttuklerimizin ustunu cizeriz bir anda, kucuk gorduklerimizin altı cizilir gonlumuzde. Ters yuz ettiğimiz dunya duzelir. Alt ust ettiğimiz onceliklerimiz hak ettikleri yere yerleşir.
Paramız gecersizse artık bir olumun eşiğinde, ne pazarlık iştahımız kalır ne kaybetme endişemiz. Paranın hayat etmediğini goruruz ilk defa. Biriktirme hevesi kayıp gider parmaklarımızın arasından. Sahip olma arzumuz kullenir dudak uclarımızda. Coğaltma hırsımız cansız duşup yığılır ayak diplerine. Tuz buz olur guvendiklerimiz. Toza camura bulanır allayıp pulladığımız hayallerimiz. Delik deşik olur inandıklarımız. Yeni baştan yazarız kalbimizi. Paraların cekildiği boşlukta, hırsların supurulduğu koşede, kaybedilecek hicbir şeyin kalmadığı ıssızlıkta, nefesimizle baş başa kalırız. İlk defa.
Can cekilmişse tenden, bir heveslik arzu kalmamışsa gozlerde, bir nefeslik durak kalmamışsa yuzde, ne guzel teslim ederiz toprağa sevdiklerimizi. Bir gun bizim de toprağa guzelce teslim edilesi “sevdikler”den olacağımızı hesaba katmadan severiz, sevilmeyi bekleriz.
Sevdiklerimize acı ve beklenmedik bir “sensizlik” coğaltıyoruz her adımımızda. Evlerimizde hazin yıkıntılar, urkutucu viraneler ağırlıyoruz yiyip ictikce. Ceplerimize ellerin iteceği, gozlerin savuracağı gecersiz paralar koyuyoruz her defasında. Canımızı acıta acıta kopacağımız, yureğimizi yırta yırta ayrılacağımız bağlılıklar buyutuyoruz tattığımız her mutlulukta.
Yıkılmasından korktuklarımızın yıkılmasının uzerinden, yitirilmesin diye uzerine titrediklerimizin yitirilmesinin ardından nice sabahlar gecti. Ve o sabahtan bu sabaha, her sabah bir melek kulağımıza şoylece fısıldadı: “lidû li’l mevti, vebnû li’lharÂb.”*
Bir bilebilseydik keşke, “gercek bizi ozgur kılar.”
( *) “Olmek icin doğuyorsunuz, harab olsun diye binalar yapıyorsunuz.”

__________________