Fotoğraflar niye heyecan verir insana? Neden ozenle secilir pozlar? Nicin inceden inceye duşunulerek bakılır objektife? Fotoğrafının cekildiği ana ozenilir. O duruşa, o bakışa itina gosterilir. Cunku o sabitleşecektir, ebedî kalacak gibidir. Hicbirimiz ozensizce alınmış pozumuzun dondurulmasına razı değiliz. Hic kimse habersiz cekilmiş tuhaf bakışların, komik durumların fotoğraf makinesinde kalmasından hazzetmiyor. Cercevelenip duvara asılacak bir fotoğrafımız olacaksa, yıllar sonra da bakılacak bir pozumuz ortaya cıkacaksa, ille de ozen, ille de secicilik, ille de ince eleyip sık dokumalar...
Yazı da bir nevi fotoğraftır. İnsanın ic aleminin fotoğrafı gibi. Kelimelerin secimi de dudağın duruşu gibi ozenle belirlenmeli. Cumleler de boy fotoğrafları gibi guzelce giyinmiş olmalı. Oyle her "hı", her "ha!", her "şeyyy..." cıkmaz yazıya. Yazarlar, tıpkı fotoğrafları gibi-ama herkesin fotoğrafı da boyle değil mi-inceden inceye planlanmış, cercevesi, ışığı, golgesi guzelce ayarlanmış sozler bırakırlar sayfalara.. Nasıl ki, herkes her zaman fotoğraf olacak pozlar icinde değilse, yazanlar da her zaman yazılacak şeyler konuşmazlar, konuşamazlar. Yazmaları konuşmaları gibi değildir. Fotoğraflardaki gibi. Secilmiş bir bakış. Ozenilmiş bir duruş.. Belirlenmiş bir mekan... Seslerini plağa yahut CD'lere bırakanlar da aynı kaderi paylaşır. Sessiz bir studyoda, ozel bir mikrofonda, nice hazırlıktan sonra ses verir sanatcı. Boğazını temizlemeler, nefesini yetirememeler, kekelemeler itina ile temizlenir... Geriye sesin de fotoğrafı kalır.
Yıllar sonra kendi fotoğraflarıma-ama ozellikle bakılacak fotoğraflarıma, ozellikle objektife bakılması gerektiği gibi baktığım fotoğraflarıma-bakınca, şu an, o zamanlar bir fotoğraf cekimi icin yaşadığım o an'ın uzerinde bir yere gectiğimi farkettim. Hep "ben" diye yaşadığım hayat akışının icinden cıkıp, kendimi "o" yani, kendi dışımda bir "nesne" olarak da gorebildim. O fotoğrafın başına geleceklere ve gelmişlere bir tur razılık var bende şimdi. Kendi başıma gelmişleri hic cekinmeden gorebiliyorum o fotoğrafta. Benden daha genc bir adam, gorduğum "o" ben. Benim dışımda bir yerde duruyor. Nasıl bir başkasının fotoğrafına, orneğin gazetede cok korkunc bir kaza yahut cinayet haberinin kenarında bile olsa hic aldırışsız bakabiliyorsam, kendimi oyle bir haberin detayı olabilecek bir cerceye soktuğumu goruyorum dehşetle. O fotoğraf, kendi elimde tuttuğum, icinde "benim olan ben"i taşıyan, ozenle secilmiş bakışların ardında kendimi gorunur kıldığım, dokunulmaz bildiğim, başkalarının gozune şoyle bir takılıp gecebilecek sıradanlıkta bir "nesne" yapıvermiş beni. Elimde tuttuğum "o" ben, artık bir başkasının elinde tuttuğu kaza kurbanı fotoğrafı olabilir. Kendimi onemseyerek, inceden inceye ozenerek objektife bıraktığım o goruntu, kimi cenazelerde, yakalara takılan ve acınarak bakılan fotoğraflardan biri olmaya aday. Benim fotoğrafım olduğu icin, ben bakıyorum icinden diye, yakalara takılmaya, haber detayına iliştirilmeye mani olacak hicbir ozelliği ve ayrıcalığı yok.. Fotoğrafımı bırakarak kadere teslim olmuşum meğer. Akışa bırakmışım "o" beni...
İnsanın kendini, başkalarını sıradanlaştırarak baktığı, duyduğu, okuduğu "başkasına ait" bir yazıya, goruntuye ve sese donuşturebiliyor olması ne kadar garip! Oysa, fotoğrafımızı cekenler, sesimizi kaydedenler, yazımızı bir yerde basanlar bizi onemser gibiler. Ama biliyorum ki, benden sonraya kalanlar olacak şu Âlemde. Yazım da, fotoğrafım da, sesim de beni ceyrek gecen bir vakitte gorulecek, okunacak, işitilecek. İşte o zaman herkes gibi bir "başkası" olacağım. Olumu beklenir biri. Gitmesi kanıksanmış biri. Hicbir yerde beklenmemesine alışılmış biri. Hickimsenin arama ihtiyacı duymadığı biri. Unutulmuş. Unutulmuşluğu da unutulmuş. Oylesine biri. Kalabalık bir istatistikte onemsiz gorulen bir rakam oluvereceğim. "Başkası...."
Her kayıtta bir başkası olmaya doğru suruyoruz kendimizi. Her fotoğrafın başına gelebilecek, başına geldiğinde de normal karşılanacak, hic şaşırılmayacak, asla itiraz edilmeyecek o kaderin akışına bırakıyoruz kendimizi. "Ben" ben değil; "o" ben oluveriyoruz. Fotoğrafımızın cekildiği, sesimizin kaydedildiği, yazdıklarımızın okunur olduğu anlarda olmuyor mu sanki bu teslim ediş, bu vazgeciş, bu bırakış...
Hic ozenmediğimiz anlarda da, hic kaygısızca bağırıp cağırdığımız za1manlarda da, kayıtta değiliz diye keyfimizce konuştuğumuz koşelerde de, ozenle hazırlanmış, her koşesi itina ile secilmiş, her nefesi sayılarak verilmiş bir omur surmuyor muyuz? Dudağı, damağı, teni, sesi, yuzu, mimikleri, elleri, parmak ucları, kirpikleri, kaşları, sacının her teli, ilk ve son defa yaratılırcasına gorulmeye değer, dokunmaya değer, işitilmeye değer kalitede hazırlanmış biri olarak geciyor değil miyiz omrun ortasından?
Şimdi derhal kendinin eski bir fotoğrafını bul. İyice bak o delikanlının, o genc kızın gozlerinin icine. Yıllar sonra sen bakacaksın diye nasıl da ozenerek bakmış objektife "o" sen. Oyleyse şimdi "sen" sen ol, her anında, senden sonrakilerin gozune değmeye değer fotoğraflar vermeye bak. Sadece dışının değil, icinin de goruntusunu duzeltmeye bak. "Sen" sen ol da, "ben" ben olayım da, birlikte, sonların kendisinde son bulduğu, herkesten ve herşeyden sonraya kalan o "kutlu nazar"a, o "ebedî bakış"a nefesimizden, sesimizden ve niyetimizden secilmiş, ozenilmiş izler bırakalım.
"Hatırla ki bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey değildin..." diye sana hatırlatan o kutlu bakış sahibi, hatırlanmaya değer olduğun, hatırının sayılır olduğu şu zamanlarda, O'ndan başkasının seni hatırlamaya değer bulmayacağı, "o" sen olduğun o zamanların pozunu, ozunu, sozunu ve izini ozenle bırakmaya cağırıyor.
__________________
fotoğraftan cektiklerim...
Dini Sohbetler0 Mesaj
●34 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Sohbetler
- fotoğraftan cektiklerim...
-
12-09-2019, 09:05:35