Yeni milÂdî bir yılda. Omur sayfalarından bir yaprak daha eksildi. Ebediyet Âlemine doğru yuruyuşumuz hızlı adımlarla devam etmektedir. Birey olarak amelimiz, ibadetimiz, faaliyetimiz programımız Âhiret sermayesini hazırlamaya yeterli midir? Peki ummet olarak işin neresindeyiz? Bize yuklenen misyonun, sorumluluğun, farkında mıyız?

2009 yılına girerken derin bir muhasebeye, engin bir tefekkure, teferruatlı bir eleştiriye, geniş bir sorgulamaya şiddetle ihtiyacımız vardır. Vasat(mutedil) ummet olarak, ÂdÂlet adına, hak-hukuk adına, zulum, şiddet, baskı ve katliamları onleme uğruna ne yaptık, ne urettik, neyi başardık; neyi yapamadık ve başaramadık?


Dunya coğrafyasında en fazla zulmun, şiddetin, baskının, terorun ve butun bunların turevi olan her turlu katliamın yaşandığı yerler, bolgeler, hic şuphesiz, Muslumanların bulunduğu mekanlar ve topraklardır. Vatanları işgal, ocakları tarumar, namusları paymal edilen, can ve cananlarına kıyılan Muslumanlardır.

Dunyaya barış, demokrasi getirmeyi vaat edenler ve insan haklarını hakim kılma iddiasında bulunanlar ya da kendilerini barışın ve insan haklarının temsilcisi gorenler maalesef katliamı bizzat kendileri yapmakta veya seyirci kalarak yalancı timsah gozyaşları dokmektedirler.

İslÂm topraklarında yaşanan katliamın binde biri Hıristiyan topraklarında yaşansaydı, hemen haclı ruhunun dirildiğini ve ittifak hareketinin oluştuğunu gorurduk. Ne de olsa olen, vatanı işgal edilen, namusu heder edilen ve yerin altındaki petrolden kanı daha değersiz gorulen Musluman’dı. Neydi bu Musluman’ım diyen insanların sucu? Bu kadar haksızlığa, insanın ar damarını catlatacak gayri insani muamelelere maruz kalmalarının sebebi neydi? İsterseniz Kur’Ân’ın ezelden ebede uzanan ve aynı zamanda bir karakteri analiz eden mesajını hep birlikte okuyalım:

“De ki: Ey kitah ehli! Sadece Allah’a, bize indirilene ve daha once indirilmiş olan (ilah&#238 kitaplara inandığımızdan ve coğunuzun da fasıklar olmasından oturu bizden hoşlanmıyorsunuz.” (5/59)

Hz. Musa’nın mucizesini gorup “Musa ve Harun’un Rabbi olan Âlemlerin Rabbine inandık”(7/121-122) diyerek imanlarını acıklayan ve secdeye kapanan sihirbazlara Firavun, kendisinin izni olmadan boyle bir harekete curet ettikleri icin başlarına cok kotu şeylerin geleceğini soyler. “Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı caprazlamasına keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!” (7/124) diye tehditte bulunur. Bunun uzerine sihirbazlar “Biz zaten Rabbimize doneceğiz. Sen sadece Rabbimizin Âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız icin bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, musluman olarak canımızı al, dediler.” (7/124-125)

Burûc sûresinde ateş hendeklerine atılarak yakılan ve işkenceye tabi tutulan muminlerden bahsedilir. İnancları uğrunda ateş hendeğinde yakılan muminlerin gunahı neydi? Kime zulmetmişlerdi? Kimin vatanını işgal etmişlerdi? Hangi katliamı yapmışlardı? Kimin namusuna dokunmuşlardı? Kimin cocuklarını, kadınlarını, yaşlılarını, eli silah tutmayanlarını oldurmuşlerdi? Bu konuda Kur’Ân’ın ifadesine bakalım: “Onlardan sırf, goklerin ve yerin mulku kendisine ait olan, azîz (mutlak guc sahibi) ve hamîd (ovulmeye layık) olan Allah’a iman ettikleri icin intikam aldılar. Oysa ki Allah her şeyi gorur.” (85/8-9)

Kur’an, mu’minlere yapılan baskı, zulum ve işkencenin sebebini acıklıyor. Mu’minlere karşı olanların onlara kızmasının, nefret etmesinin, intikam almasının nedeni, sadece Allah’a, O’nun gonderdiği son peygamber Hz. Muhammed(s.)’e ve ona indirilen Kitaba(Kur’Ân’a) iman etmeleridir. Bugun dunya uzerinde Muslumanlar aleyhinde işlenen butun curumlerin, soykırımların ve katliamların temelinde bu gercek yatmaktadır.

İman cercevesinde Kur’Ân’ın acıkladığı bu hakikati, başka turlu yorumlamanın imkanı yoktur. Cunku bu anlatımı ve karakter bozulmasını, Âlemlerin Rabbi olan ve insanı kendi namına yeryuzune halife gonderen Allah yapmaktadır. İnsanı en iyi tanıyan sadece O’dur. İnsan hakkında O’nun beyanlarından daha acık, mufassal ve belirleyici bir izah olamaz. Zira insan, O’nun kÂinat icerisinde varlığına ve kudretine en buyuk delildir. Biz insanın karakterini ve ozelliğini, en doğru şekilde yalnız O’nun acıklaması ile kavrar ve anlarız.

Kur’Ân, mu’minlere bu konuda şu onemli ikazı ve bilgilendirmeyi yapmaktadır:

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Cunku onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya duşmenizi isterler. Gercekten, kin ve duşmanlıkları ağızlarından (dokulen sozlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (duşmanlıkları) ise daha buyuktur. Eğer duşunup anlıyorsanız, Âyetlerimizi size acıklamış bulunuyoruz. İşte siz oyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, butun kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında “inandık” derler. Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uclarını ısırırlar...” (3/118-119)

Gorulduğu gibi Âyetlerde cok onemli bir karakter tahlili yapılmıştır. “Sizin dışınızdakiler” cumlesi, mu’minlerin dışında olan ehl-i kitabı, munafıkları, putperestleri, ateistleri ve kısaca Kur’Ân’a ve onu tebliğ eden Hz. Muhammed(s).’in peygamberliğine inanmayan her ceşit grubu icine almaktadır. Allah TeÂl bu Âyette, kendisine, gonderdiği butun peygamberlere ve kitaplara inanan kimseleri uyarmakta ve onemli malumatlar vermektedir.

Kur’Ân,“...Onlar, size fenalık etmekten asla geri durmazlar...” acıklaması ile, otekilerin, Muslumanlara olan tavrını, niyetini ve tarihî surec icerisinde uygulamalarını ortaya koymaktadır. Kur’Ân’ın yaptığı bu değerlendirmeyi ve tespiti, yaşanan acı gerceklerle doğrulanmıştır. Yarın da ve kıyamete kadar da bu boyle olacaktır. Bu, Kur’Ân’ın Âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından gonderildiğine bir işarettir. Yine aynı şekilde Yukarıdaki Âyette, “Sizin dışınızdakiler, sizin sıkıntıya duşmenizi isterler” ifadesiyle onemli bir konuya da dikkat cekilmiştir. Onlar, muminlerin zulme, baskıya, tehdide, katliama uğramasına, vatanlarının işgal edilmesine, evlerinin, ocaklarının yıkılmasına, namuslarının ciğnenmesine, anarşi ve fesat icerisinde huzursuz olmalarına, toplum duzenlerinin bozulmasına aldırış etmezler, bilakis bu felaketlerle kıvranmalarını ve hayat surmelerini isterler. Bunun canlı şahidini, bugun dunyada Musluman coğrafyada yaşanan tedhiş, sindirme ve işgal hareketlerine goz yuman hatta destek olan sozde demokrasi, barış ve insan haklarının hakim kılınması icin onculuk ettiklerini iddia eden ulkelerden ve o ulke insanlarının vurdum duymaz tavırlarından gormekteyiz. Haşa!... Kur’Ân yalan mı soyluyor? Yoksa biz mi yanlış tahlil yapıyoruz? Ya da duşuncemizde bir aşınma mı var ki, meseleleri doğru algılayamıyoruz? Şayet boyle bir problem varsa, Muslumanların iman noktasında, kendilerini yeniden sorgulamaları gerekir kanaatindeyiz.

Irak, Filistin, Keşmir, Afganistan, Cecenistan vs. de işlenen insanlık sucunu komun halinde icra edenler, Batı dunyası ve onun din, kultur ve medeniyet ortakları değil midir?

Kur’Ân yukarıdaki Âyetleri ile yine uyarıyor ve bilgilendiriyor. Onlar, yuze gulerler; insan haklarından, barıştan, demokrasiden bahsederler. Zaman zaman Muslumanlara olan kinleri, ceşitli vesile ve vasıtalarla ortaya cıkar. Bunu aleni olarak yapmaktan cekinmezler. Ancak menfaatlerinin olduğu yerde barışın havarileri kesilirler. Cok ılımlı ve centilmen tavır sergilerler. Ote taraftan acıkca Muslumanları etnik, mezhebî azınlıklara bolmeyi hedeflerler ve bunu bazen doğrudan bazan de dolaylı olarak gundeme taşırlar. Fakat bir araya geldiklerinde, kapalı kapılar ardında yaptıkları ozel goruşmelerde ve hazırladıkları gizli projelerde Muslumanlara karşı olan kinleri daha buyuk ve kapsamlıdır.

Muslumanların, Kur’Ân’ın onlar hakkında ortaya koyduğu “Size karşı kalplerindeki olan duşmanlıkları ise daha buyuktur.” tespitine yurekten inanmaları ve bunun dışındaki yorum, goruş ve uygulamanın asla doğruyu yansıtmayacağına kanaat getirmeleri, imanın bir gereğidir. Cunku bu Allah tarafından Muslumanlara verilen bir beyannamedir. Ote yandan Allah’ın kelamına itimat, imanın vazgecilmez bir şartıdır.

“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana cekileceksiniz; sizden once kendilerine kitap verilenlerden ve muşriklerden bircok uzucu sozler işiteceksiniz...” (3/186)

Âyette belirtilen eziyeti, bugun Muslumanlar fiilen işitmekte, yaşamakta ve muşahede etmektedir. Evet, Batılı Paganist Ehl-i Kitap bugun, kim ne derse desin Muslumanlara eziyet ediyor. Ne Ehl-i Kitab’ın din adamlarından, ne ilim erbabından, ne duşunce dunyasından ve ne de siyaset camiasından gur bir ses, cıkmadı. Kimse Felluce’deki katliamı, Filistin’deki soykırımı, Cecenistan’daki etnik temizlemeyi, Afganistan’daki insanlık dramını gormedi, gormezlikten geldi.

Kur’Ân doğru soyluyor, yanıltmıyor, gercek bilgiyi sunuyor ve butun mu’minleri irşat ediyor. O halde Kur’Ân’ın tasvir ettiği karakterleri iyi tanımak, dostu duşmanı iyi tespit etmek, canımızı, malımızı, namusumuzu guveneceğimiz kimseleri, toplulukları, Kur’Ân’ın verdiği malumatlar cercevesinde tayin etmek zorundayız. Butun bu konularda Muslumanların cok yonlu muhasebe yapması zorunludur. Unutmayalım dost başka, insani ilişkiler başkadır.

Dunyada gorulen olumsuzluklara ozellikle Muslumanlara uygulanan insanlık dışı hareketlere karşı Musluman nasıl tepki gostermelidir? Ne yapabilir? Etkin bir şekilde tavrını nasıl ortaya koyabilir? Umidini kaybetmeden ve caresizliğe duşmeden duyarlı ve kararlı bir şekilde mazlumların yanında ne şekilde yerini alabilir?

İsterseniz butun bu sorulara cihadın tarifini yaparak cevap arayalım: Cihad, butun gucunu, imkanını kullanarak doğrudan, ya da sozle ve gucun yettiği şeylerle (dolaylı olarak) harbe iştirak etmek, anlamındadır.1 Ceşitli Âyet ve hadislerden hareketle cihadın daha kapsamlı tarifi şu şekilde de yapılabilir: “Allah yolunda bizzat savaşa katılmak veya mal ile yardım ederek veya cihadı destekleyici ve teşvik edici şekilde goruş acıklamak, kalabalık oluşturmak ve benzeri hususlarla savaşa destek olmak suretiyle butun gucunu sarf etmek.” Demek ki, Allah TeÂlÂ’nın insanlığın kurtuluşu icin vazettiği değerler manzumesini (İslam’ı) yuceltmek, mazlumları korumak, katliamı onlemek, insan hakları ihlallerine mani olmak icin oluşturulan cephelerde ya doğrudan savaşa iştirak ederek, ya da her turlu imkanları seferber ederek dolaylı olarak yardımcı olmak, cihadın ana gayesini oluşturmaktadır.

Bugunku şartlarda Muslumanların ve mazlumların katliama uğradığı yerlere bizzat gitmek mumkun olmadığına gore, dolaylı yoldan ve cihadın ana iskeletini oluşturan yardımcı vasıtalarla mazlumlara destek olmak, buyuk onem taşımaktadır. Cihadın bu kısmı da hayati onem taşımaktadır. Cesur ve yılgınlık taşımayan gur bir seda, tepki, kınama ve goruş acıklama, dun de bugun de onemini muhafaza etmektedir.

Musluman, dunyada gelişen hadiselere sessiz kalamaz, haksızlıklara goz yumamaz, zulumlere rıza gosteremez, tepkisiz olamaz; Muslumanların ve mazlumların katledilmesine ilgisiz davranamaz, İslam coğrafyasının haclı ordusu tarafından işgal edilmesine kayıtsızlık gosteremez.

Bugun Muslumanların, şiddetli bir tepki ile seslerini yukseltmeleri, cağdaş barbarlara karşı nefret yumağını bir kartopu gibi gunden gune buyutmeleri gerekmektedir. Musluman barışın adamıdır. Ancak o, “...Dikkat edin! Zalimlerden başkasına duşmanlık ve saldırı yoktur.” (2/193) Âyetinin bildirdiği gerceği asla goz ardı etmemelidir. “...Allah zalimleri sevmez...” (3/57). Bu ilahi hakikate inanan Musluman zalimleri sever mi?

“...Dikkat edin! Allah’ın laneti zalimlerin uzerine olsun”(7/44). Evet bu ve benzerî Âyetlere gonul veren mumin, zalimlere rahmet mi okur dersiniz? Ya okursa ne olur? İman ve Allah sevgisi ile boyle bir eylem celişir mi? O halde derinden bir duşunmeye, oz eleştiriye, kendi kendimizi iman atmosferi icerisinde ve Kur’Ân ikliminde sorgulamaya ne kadar ihtiyacımız vardır? Hic olmazsa şu hassasiyette olmamız gerekmiyor mu?

Kanayan bir yara gordum mu yanar t ciğerim.

Onu dindirmek icin kamcı yerim, cifte yerim.


Adam aldırma da gec git diyemem, aldırırım:

Ciğnerim, ciğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.2




Dipnotlar

1 İbn Manzûr, LisÂnu’l-Arab, Beyrut, 1999, II, 397

2 Mehmet Akif Ersoy, Safahat (Altıncı Kitap, Asım) İstanbul, 1977, s. 400

KERİM BULADI
__________________