Mezhep sozluk anlamı olarak” gitmek, izlemek, gidilen yol” demektir. Terim anlamı olarak ise, dinin aslî (inanc) veya fer’î (ibadet-muamelat) hukumlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hukum cıkarıp yorumlamakta otorite sayılan Âlimlerin (muctehid) ortaya koyduğu goruşlerin tamamı veya belirledikleri sistem manasına gelmektedir.
Mezheplerin, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz doneminde olmaması gayet doğaldır. Efendimiz (S.A.V.) hayatta iken sahabeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul ve furuunda sahabelerden bazısının anlamadığı bir mesele cıkarsa, Hz. Peygamber (S.A.V.)’e sorar, O da acıklardı.
Fakat Efendimiz (S.A.V.)’in vefatından ve bilhassa Hz.Ebubekir ve Hz. Omer donemlerinden sonra cıkan ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilk siyasi ve bidat mezhepler ortaya cıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dini kisveye burunmuşlerdi.
Şunu belirtelim ki akaidde ihtilaf zararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid’at ve sapıklığa goturur. Sapıklık da buyuduğu zaman kufre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ummetinin birliğini bozar, dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara guzellikle tabi olan selef Âlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna asla cevaz vermemişlerdir. Cunku ummetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifak etmek sağlar. Kamil imanın muminleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başka hic bir şey birleştiremez.
Fıkıhtaki ihtilaflar, itikattaki ihtilaflar gibi bid’at ve delÂlete goturmez. İtikadî ile amelî hukumdeki ihtilaf arasında buyuk fark vardır. İslÂm dininin akaidinde kesin delilsiz ihtilaf haram, bid’at ve dalalet sayılırken fıkhi meselelerde ictihadların farklılığı rahmet sayılmıştır. Boylece zaman ve mekÂnlara gore ummete geniş imkÂnlar sağlanmış olur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Muaz İbn Cebel’i Yemen’e vali olarak gonderirken ona sordu. “Ne ile hukmedeceksin?” O da “Allah’ın kitabıyla” “-Onda bulamazsan.” Muaz: “Rasulullah’ın sunnetiyle hukmederim” dedi- “Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın.” diye sorunca, Muaz: “O zaman re’yimle (goruşumle) ictihad ederim.” dedi. Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak “Rasulunun elcisini, resulunun razı olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun ” dedi.1 Boylece Rasulullah Kitap ve Sunnet’te hukmu bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi. Fakih sahabiler de Muaz b. Cebel’in yolunu takip ettiler.
Abdullah (R.A.) den rivayete gore Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Muslumanların guzel gorduğu birşey, ALLAH katında da guzeldir”2 buyurmuştur.
Bu sebeple muslumanların dini varlıklarını temsil eden butun muctehitlerin bir mesele hakkında aynı goruş ve kanaatta bulunmaları, o mesele hakkında şer’an muteber bir delildir, bir huccettir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, muctehidin ictihadında isabet ederse, iki sevap, iyi niyetle Allah rızası icin yaptığı ictihadında hata ederse, bir sevap alacağını ifade etmiştir.3
Mezheplerin Kuruluşu
Hicri 1. yuzyılın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, akaid ve fıkıhtaki goruşlerini beyan ederler, meselelerin hukumlerini acıklarlardı. Bunlardan okuyanlar ve yazanlar, sozlerini ve ictihadlarını duyan insanlar, bunların goruş ve acıklamalarına uyarlardı. Boylece bu zatların goruş ve ictihadları halkın anlayışlarında bir mezhep olarak yerleşip kalmıştır. Mezhep sahibi olan bu buyuk Âlim ve imamlar hic bir zaman, biz bir mezhep kuruyoruz, bize uyunuz, diye halkı goruşlerine uymaya cağırmazlardı. Hukumdar, emir gibi kimselerin davet ve emriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdi.
Mezheplerin ortaya cıkışına neden olan sebepler olarak şunlar zikredilebilir:
İnsanların anlayış-zeka seviyelerin farklı olması; insanların arzu ve isteklerinin uyuşmaması; metod ve olculerin farklı olması, mesela mutezile aklı esas almış, ehlisunnet ise nakli esas alırken aklı destekleyici olarak gormuştur. Kuranda muhkem ve muteşahih ayetlerin bulunması, Muteşabih nasların belirlenmesi ve bunların tefsir ve te’villerinin ihtilafa yol acması; hadislerin, zabt edilme ve senedi konusunda konulan şartlar sebebiyle sahih, hasen ve zayıf kısımlarına ayrılması, zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği gibi meselelerin ihtilafa yol acması; Arapca’nin belagat ve gramerinin tum incelikleriyle bilinememesi; hilafet cekişmeleri, ırkcılığın gelişmesi, fethedilen yeni yerlerde yeni kulturlerle karşılaşılması, orf ve adetlerin değişiklik gostermesi gibi nedenler mezheplerin ortaya cıkmasına sebep olmuşlardır.
Mezhepler Bidat midir?
Bugun mezhepleri bidat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bidat; bazı kimselerin dinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer’î imiş gibi gostermeleri ve bununla Allah’a ibadeti kastetmeleridir.
“Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu, binaenaleyh bid’attir” diyenler yanılgı icindedir. Asr-ı Saadet’te Mushaf (Kitap şeklinde Kur’Ân) da yoktu. Mushafa da mı bid’at diyeceğiz? Mushaf Kitabullah’ın metninin, İlÂhî nazmın tamamını bir araya getirmiştir; fıkıh mezhepleri de Kur’Ân’ın ve Sunnetin hukumlerini bir araya getirmiştir. Hicbir kimsenin hakkı ve haddi yoktur ki kendi kafasından bir hukum koyabilsin.
Mezhepler rahmettir
Bugun dort buyuk mezhep, muslumanlar hakkında bir ilahi rahmettir. Bunlar dort temel delilden dini hukumleri cıkarmış, muslumanlara takip edecekleri yolu acıkca gostermişlerdir. Artık bunlardan her hangisinin mezhebine uyan bir Musluman hak bir mezhebe intisap etmiş, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in yolunda bulunmuş olur.
Bu pek muhterem muctehitlerin hepsi de dini meselelerin esasında ittifak etmişlerdir. Aralarında bir ayrılık yoktur. Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım fer’î (ayrıntılı) meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Fakat guzelce incelenirse gorulur ki, bunların bircoğu da gorunuşte bir ihtilaftan başka şey değildir. Cunku bu meselelerin bircoğunda bu mubarek zatlardan biri, bir azimet ve takva yolunu, diğeri de bir ruhsat ve musaade yolunu tercih etmiş, bu şekilde ummet-i merhumenin onunde geniş bir rahmet sahası acık bulunmuştur. İşte Abdullah ibn-i Abbas (R.A.) den rivayet edilen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: “Ummetimin ihtilafı bir rahmettir.”4 hadis-i şerifi ile buna işaret buyrulmuştur.
Dinimizin bir ilÂhî yonu, bir de insanların anladığı ve uyguladığı yonu vardır. Mezhep, bunlardan ikincisine karşılık gelmektedir. Dolayısıyla mezhep, bir veya birkac meselede kendine has bir anlayış geliştirip başkalarına muhalefet eden kimsenin oluşturduğu basit bir olgu olmayıp İslÂm’ı benimseyen bir zumrenin butun fikir ve amel tarzları ile tore, Âdet ve geleneklerinin butununu ifade eder.
Bir Mezhebe Tabi Olmak Zorunluluk mudur?
Dinin temel kaynaklarından hukum cıkarmaya gucu yetmeyen kimselerin bu işin ehli olan muctehid kimselere tabi olması, Allah TeÂlÂ’nın kesin bir emridir. Cenab-ı Hak şoyle buyuruyor: “…Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre, bilenlere sorun.”5

Ayet-i Kerimede gecen “ehl-i zikir”den maksat Âlimlerdir. Bu emirden de anlaşılmaktadır ki: Muminler, bilmediklerini bilenlere sormakla mukelleftirler. Bu nedenle herkes tabi olduğu mezhebe gore hareket etmeli ve bundan sorumlu olacağını bilmelidir.
Evet… Duşunmeli ki, muslumanlıkta ibadetlere, muamelelere ve diğer konulara Âit ne kadar cok meseleler vardır. Bunların hukumlerini, Kur’an-ı Mubin ile hadis-i şeriflerden ve ummetin icmÂından bulup meydana cıkarmak oyle her musluman icin kolay birşey değildir. Bu pek buyuk bir ihtisas işidir.
İşte bu yuksek muctehidler, bu vazifeyi sadece Hak TeÂlÂ’nın rızası icin yapmış, muslumanlara lazım olan butun meseleleri acıkca bildirmiş, her asırda milyonlarca ehli islama rehber olmuşlardır.
dipnot
(1) Ebû DÂvud; Akzıye:11; No:3592; 2/327; Tirmizi; Ahkam:3; No:1332; 3/62; NesÂî; Kuzat:11; No:5334; 8/230; A. b. Hanbel; 5/230
(2) Hakim, el-Mustedrek: 3/78, A,b.Hanbel, 1/379, Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 9/112
(3) Buhari, el-İ’tisam, 21; Muslim, el-Akdıye, 6
(4) Deylemi, Firdevs; No:6497; 4/160; Ebû Nuaym, Hılyetu’l-Evliya;7/119
(5) Nahl Sûresi:43
__________________