Bazı arkadaşlar yanlış yerlere konu acıp milleti meşgul ediyor. Bu yuzden Orucun Yasakları adı altın bir kac şey yazmak istedim. ki sizinde yorumlarını bekliyorum

Yemek, icmek ve cinsel ilişkide bulunmak orucu bozan şeylerdir. Bunların hangi durumda sadece kazÂ, hangi durumda kaz ile birlikte kefÂreti gerektirdiğini gorelim.
a) Kaz ve KefÂreti Gerektiren Durumlar
Orucu bozup hem kaz hem de kefÂreti gerektiren durumların başında rama-zan gunu oruclu iken yapılan cinsel ilişki gelmektedir. Zaten Peygamberimiz oruc kefÂreti hukmunu, o zaman vuku bulan boyle bir cinsel ilişki olayı uzerine ver-miştir. Oruc kefÂreti konusunda eldeki tek ornek ve delil de budur. Bu bakımdan butun fıkıh mezhepleri, ramazan gunu oruclu iken bilerek ve isteyerek normal cinsel ilişkide bulunmanın, hem kaz ve hem de kefÂreti gerektireceği konusunda goruş birliği etmişlerdir. Bir şey yiyip icmenin kefÂreti gerektirip gerektirmediği konusu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Hanefîler, bilerek ve isteyerek bir gıda veya gıda ozelliği taşıyan her turlu maddeyi almayı da bu hukme kıyas ederek, bu durumda da hem kaz hem de kefÂret gerekeceğini soylemişlerdir.
Peygamberimiz zamanında cereyan eden ve oruc kefÂretinin gerekcesi olan olay şudur:

Bir adam "Mahvoldum" diyerek Peygamberimiz'e gelmiş ve ramazanın gunduzunde eşiyle cinsel ilişkide bulunduğunu soylemiş, bunun uzerine Peygamberimiz;

- Kole Âzat etme imkÂnın var mı?

- Hayır, yok.

- Peş peşe iki ay oruc tutabilir misin?

- Hayır. Bu iş de zaten sabredemediğim icin başıma geldi.

- Altmış fakiri doyuracak malî imkÂnın var mı ?

- Hayır.

Bu sırada Peygamberimiz'e bir sepet hurma getirildi. Peygamber bu hurmayı adama vererek yoksullara dağıtmasını soyledi. Adam "Bizden daha muhtac kimse mi var?" deyince Peygamberimiz gulumseyerek "Al git, bunları ailene yedir" diyerek adamı gonderdi (BuhÂrî, “Savm”, 30; Muslim, “SıyÂm”, 81; Ebû DÂvûd, “Savm”, 37).

Bilerek ve isteyerek kacınılması gereken uc şey (yeme, icme, cinsel birleşme) dışında bir sebeple orucun bozulması durumunda kefÂret gerekmeyip sadece kaz gerekir.

b) Sadece KazÂyı Gerektiren Durumlar

Oruc yasaklarının başında yeme ve icme geldiğini, oruclunun kasten yiyip icmesinin kaz ve kefÂreti gerektirdiğini biliyoruz. Buna ilÂve olarak Hanefî fakihleri, beslenme amacı ve anlamı taşımayan ve esasen yenilip icilmesi mûtat (normal, alışılmış) olmadığı gibi insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip icilmesi durumunda da orucun bozulacağını, fakat bunun kefÂreti gerektirmeyeceğini soylemişlerdir. Ciğ pirinc, ciğ hamur, un, ham meyve yemek veya fındık, badem ve cevizi kabuğuyla yutmak boyledir. Bunlar yiyecek maddesi olmakla birlikte, bunların bu şekilde yenilmesi normal değildir ve hem de bunlar bu halleriyle insanın iştah duyacağı ve yemek isteyeceği şeyler değildir. Fakihler, şehvetin normal cinsel birleşme dışında tatmin edilmesinin de aynı kapsamda değerlendirileceğini belirtmişlerdir.

Fakihler ağza giren yağmur, kar veya doluyu isteyerek yutmayı, su icme kapsamında değerlendirerek orucu bozacağını; fakat, kişinin kastı olmaksızın boğaza inen yağmur, kar ve dolunun orucu bozmayacağını soylemişlerdir.

Kusma, kasten yapılmadığı durumlarda orucu bozmaz. Kasten yapıldığında ise, sadece ağız dolusu olması halinde bozar.

Baştan beri ortaya koymaya calışılan oruc tutma esprisi ve orucun anlam ve amacıyla pek bağdaşmayan muhtemel butun davranışları ve olayları tek tek sıralamak mumkun olmadığı icin bu konuda şoyle bir acıklama getirmek doğru olur: Orucun anlamı, Allah rızÂsı icin, gerek beslenme gerekse tat ve keyif alma kasıt ve arzusu iceren yiyip icme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, ozetle nefsi iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmektir. Bu yasağın ihlÂli sayılan her davranış orucun mÂna ve gayesine aykırıdır. Yeme, icme ve cinsel ilişki sayılan her davranış orucu bozar, kaz edilmesini gerektirir. Kasıtlı olarak yapılırsa hem kaz hem kefÂret gerekir.

Bayılma ve delirmenin orucu bozan şeylerden sayılması, esasen oruc yasaklarının ihlÂli ile ilgili olmayıp, butun mukellefiyetlerde on şart olan bilinclilik halinin gecici veya surekli olarak yitirilmesi ile ilgilidir. Bu halin kapladığı gunlerin kaz edilmesinin istenmeyişi de aynı sebebe bağlıdır.

Unutarak bir şey yemek ve icmekle oruc bozulmaz. Peygamberimiz oruclu olduğunu unutarak yiyip icenlerin oruca devam etmelerini, onları Allah'ın yedirip icirdiğini soylemiştir (BuhÂrî, “Savm”, 26; Muslim, “SıyÂm”, 17). Fakat yanlışlıkla (hata) yiyip icmek bundan farklı olup Hanefîler'e gore orucu bozar. MeselÂ; bir kimse oruclu olduğunun farkında olduğu halde kasıtsız olarak yanlışlıkla bir şey yese veya icse, diyelim ki abdest alırken ağzına aldığı sudan yutsa veya denizde yuzerken su yutsa orucu bozulur ve kaz lÂzım gelir.

ŞÃ‚fiîler orucu bozma kastı bulunmadığı icin yanlışlıkla bir şey yiyip icmenin orucu bozmayacağını soylerken, MÂlikîler orucun anlamının (imsak) ortadan kalkmış olduğu gerekcesiyle, ister unutma isterse yanlışlık sonucu olsun, bir şey yiyip icmekle orucun bozulacağını soylemişlerdir.

Sabah vaktinin girip girmediği konusunda şuphesi bulunan kimse yiyip icmeye devam ederken o esnada ikinci fecrin doğmuş olduğu ortaya cıksa oruc bozulur ve kaz etmesi gerekir, kefÂret gerekmez. Ayný þekilde guneşin battığını zannederek iftar ederken guneşin henuz batmadığı anlaşılsa yine kaz gerekir. Hanefî mezhebinde aðýrlýklý goruþ boyledir. Ancak, bu durumda kefaretin gerekeceðini soyleyenler de vardýr. Zira kişi, her iki durumda da zannı ile hareket etmiş ve yanıldığı ortaya cıkmış ise de zanların kuvvet derecesi aynı değildir. Birinci durumdaki zan gucludur; cunku aslolan gecenin devam ediyor olmasıdır. İkinci durumdaki zan ise, bunun tersine zayıftır; cunku aslolan gunduzun devam ediyor olmasıdır. Bu bakımdan guneşin batıp batmadığından şuphe eden kimse hemen iftar etmemeli, durumun netleşmesini beklemelidir. İmsak ve iftar vakitlerini gosteren bir takvim ve saatin bulunmadığı durumlarda kişi, kendi bilgi ve tecrubesiyle ictihad ederek ona gore davranır.

Unutarak yiyip ictikten sonra orucunun bozulmuş olduğu zannıyla veya gece niyetlenemeyip gunduz niyetlendikten sonra, gunduz yapılan bu niyetin niyet sayılmayacağı zannıyla gunun geri kalan kısmında bilerek bir şey yiyip icmek veya cinsel ilişkide bulunmak orucu bozar.

Orucu bozacak fakat kefÂreti de gerektirmeyecek bir davranıştan sonra, kişinin yiyip icmeye başlaması halinde, kural olarak kefÂretin gerekmeyeceği belirtilmişse de, burada aslolan kişinin oruc tutma veya bozma konusundaki gercek niyetidir. Amellerin niyetlere gore olduğu şeklindeki genel dinî ilkenin anlamı da budur.

Bir şey yiyor veya iciyorken imsak vaktinin girdiğini anlayan kimse derhal yemeyi ve icmeyi bırakmalıdır. Bile bile yemeye veya icmeye devam etmesi halinde Hanefî imamlara gore bu kişiye kefÂret gerekir.

c) İlÂc Kullanmanın ve İğne Yaptırmanın Hukmu

Ağızdan alınacak hap, şurup ve pastil gibi şeylerin orucu bozacağında goruş birliği bulunmaktadır. Cunku bunlar doğrudan mideye inmekte, esasen tedavi amaclı olsa bile dolaylı olarak beslenme niteliği de taşımaktadır.

Goze, burun veya kulağa damlatılan ilÂcın orucu bozup bozmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Kimi Âlimler, goze damlatılan ilÂcın orucu bozmayacağı, kulak ve burna damlatılanın bozacağı goruşunde ise de, bunlardan burun icinin yemek borusuyla ve mideyle doğrudan bağlantısının bulundu-ğu, gozun dolaylı olarak boğaza acıldığı, kulağın ise mideyle boyle bir bağ-lantısının bulunmadığı duşunulurse, bunlardan sadece buruna konan ilÂclar hakkında ihtiyatlı olmak gerektiği sonucu cıkar. Boyle olunca, burna enfiye cekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su cekmek gibi davranışlar orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedavi amaclı ilÂc ve damlalar ise orucu bozmaz. Cunku bu son sayılan davranışın yeme ve icme, yani beslenme ve oruca karşı direnc kazanma faaliyeti sayılması isabetli olmaz.

İğne yaptırma meselesine gelince: Deri altına veya adaleye zerkedilen veya damardan yapılan iğnenin orucu bozup bozmayacağı konusu, ilk fakihlerin, yaralayıp vucuda giren bıcak vb. katı cisimler ile derin yara uzerine surulen merhemin orucu bozup bozmayacağına ilişkin tartışmalarına gore belirlenmeye calışılmıştır. Şoyle ki;

a) Ebû Hanîfe'nin “derin yara uzerine surulen ve karın veya beyne ulaşan ilÂcın/merhemin orucu bozacağı” yonundeki goruşunu alanlar, iğneyle vucuda bir şey zerkedilmesi durumunda orucun bozulacağını ileri surmuşlerdir. Bu goruşte hareket noktası, tabii yollar dışından da olsa vucuda bir şeyin girmiş olmasının orucu bozacağı fikridir. İğne veya damar yoluyla alınan ilÂc, serum veya aşı vucudun icine akıtılmış olmakta ve butun vucuda yayılmaktadır. Beslenme sayılıp sayılmayacağı tartışılsa bile, bunların vucudu guclendirdiği ortadadır. Bu şekilde alınan ilÂc, gerek ağızdan alınsın gerekse iğneyle zerkedilmiş olsun, hicbir şekilde kefÂret gerektirmese de orucu bozar ve kazÂyı gerektirir. İlÂc almak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimselerin ya o gun oruc tutmamaları ya da ilÂc almayı ve iğne yaptırmayı sahur ve iftar vakitlerine almaları gerekir.

b) Buna mukabil Ebû Yûsuf ve Muhammed'in “derin yara uzerine surulen merhemin orucu bozmayacağı” yonundeki goruşunu esas alanlar ise iğneyle vucuda bir ilÂcın zerkedilmesi durumunda orucun bozulmayacağını soylemişlerdir. Ebû Yûsuf ve Muhammed, oruca "normal yollardan vucuda bir şey almaktan kacınmak" şeklinde bir anlam yukledikleri icin yaraya surulen merhemin, karna veya beyne ulaşmış olmasının bir onemi olmayacağını, dolayısıyla bu durumda orucun bozulmayacağını soylemişlerdir. Eskiden fetvahÂne ve daha sonra 1948 yılında Ezher Universitesi Fetva Komisyonu tabii delikler dışından vucuda giren bir şeyin orucu bozmayacağı yonunde fetva vermiştir. Cunku bu tedavi yonteminin, ağız yoluyla ilÂcın yutulmasına benzemediği acıktır. Bu noktadan hareketle, astım ve nefes darlığı sebebiyle ağıza sıkılan spreyin zerrecikler halinde iceri gittiği doğru olsa bile bunların akciğerden oteye gecmediği ve mideye ulaşmadığı, gıda ve susuzluk giderme ozelliği de taşımadıkları; bu sebeple bunların da orucu bozmayacağı ileri surulmuştur. Ayrıca belli hastalıklara karşı korunmak maksadıyla yapılan aşıların hukmunde de tartışma bulunmakla birlikte, bu tur aşılarla vucuda mikrop verilerek bağışıklık kazandırmaya calışıldığı, dolayısıyla bunların beslenme amaclı olmadığı soylenerek oruca zarar vermeyeceği goruşu ağırlık kazanmıştır.

Hangi goruş alınırsa alınsın, burada inisiyatif, tercih, karar ve tabii ki sorumluluk mukellefe ait olacaktır. Soz konusu olan şey bir ibadettir ve Allah rızÂsı icin yapılmaktadır. Bu bakımdan, oruc tutan bu şuurdaki insanların gerekmediği halde, hic aclık, susuzluk ve sıkıntı hissetmeden oruc tutmak icin bu yola tevessul edeceklerini duşunmek son derece anlamsızdır. Cunku aklı olan herkes gayet iyi bilir ki iceriği boşaltılmış ve anlamı yozlaştırılmış ve gostermelik hale getirilmiş bir ibadetin hicbir faydası olmadığı gibi, boyle yapan kişi sonucta sadece kendi kendisini kandırmış olacaktır. Esasen dinimiz hasta olan veya tedavi surecinde olan kişilerin oruc tutmamasına ruhsat vermektedir. Bu bakımdan ilÂc kullanmak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimseler, hem iyi bir tedavi gorup sağlığına kavuşmak, hem de ibadetlerini ileride huzûr-ı kalp ile ve ice sinerek yapabilmek gayesiyle tedavileri tamamlanıncaya kadar oruc tutmayabilirler. Bu tamamıyla kendilerinin karar vereceği bir konudur. Bununla birlikte bu kimseler, ramazan ayında herkesle birilikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve bu ibadet ayının mÂnevî havasından kopmak istemiyorlarsa, oruc icin başka bir engelleri de yoksa, ikinci grup fakihlere ait olan ve ağırlıklı bulunan fetvayı esas alabilir, oruclu oldukları halde tedavi ve aşı amaclı iğneleri yaptırabilirler.

Diyanet İşleri Bakanlığından ALINTIDIR.
__________________