En başında, musalla taşında buluyorsun kendini. Gozyaşları arasında acmak uzeresin dunyaya gozlerini. Ağlayan sen değilsin. Bu defa, sevenlerin ağlıyor, sen guluyorsun. Tersinden doğuyorsun dunyaya. “Doğum gunu”nde, sevenlerinin huzunlerine tanık oluyorsun. Cenazendekilerin gozlerinde okuyorsun ne kadar gozde olduğunu. Hıckırıklarla olcuyorsun eşinin ve cocuklarının kalbindeki yerini. Duyar duymaz cenazene koşacak kadar samimi, tabutunun altına girecek denli vefalı dostlarının omuzlarında evine donuyorsun. Hayatının ilk gununde, asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu iliklerine kadar hissetmiş olarak donuyorsun eve. Herkesin canı gonulden hakkını helal ettiği gun, ilk nefesini almaya başlıyorsun. Goğsunde kalbin bir iki tekliyor. Cok gecmeden ilk nefesini alıyorsun. Uzerindeki beyaz kefeni usulca cıkarıyorlar. İlk elbiselerini giyiyorsun. Yurumeye başlıyorsun. Muhtemelen emeklisin. Etrafında dostların, cocukların, hatta torunların beliriyor. Hatıralarınla birlikte doğmuş olduğunu fark ediyorsun. Anlatacağın o kadar cok şey var ki… Susuyorsun. Tatlı hatıraların gun gectikce gercek olacağını bilerek daha bir tatlı yaşıyorsun. Ne mutlu ki, her gunu nostalji tadıyla yaşayacaksın. “Olumu tatmış bir nefis”le doğduğun icin ucarılıklardan, şımarıklıklardan vazgeciyorsun. Namazı kılınmış biri olarak dunyaya geldiğini bilerek, namazlarını giderek tazelenen bir heyecanla kılıyorsun. Topraktan henuz yeni geldiğini bilerek mutevazı yaşıyorsun. Buyuklenme yok. Nasıl buyuklenesin ki, gun gectikce seni tanıyanlar azalıyor, itibarın eksiliyor.

Gun gectikce gencleşiyorsun. Doktorlarla randevuların giderek seyreliyor. Sağlık tavsiyelerine ihtiyacın kalmıyor. Damarların her gun daha bir genişliyor. Kalbin gittikce zindeleşiyor. Kasların guc kuvvet kazanıyor. Kilolarını hızla atıyorsun.

Goz acıp kapayıncaya kadar emekliliğin bitiyor. Seni işe alıyorlar. İlk gun işinin en kıdemli noktasında buluyorsun kendini. Etrafında daha genc calışanlar beliriyor. Tecruben zirvede. Şevkle calışmaya başlıyorsun. Calıştıkca garip bicimde deneyimlerin azalıyor. Gencleşme pahasına, sahip olduğun makamları bir bir boşaltıyorsun. Servetin giderek azalıyor. Maaşın her ay biraz daha kırpılıyor. Onca taksitle aldığın evi elden cıkarıyorsun. Cok gecmeden arabanı da geri alıyorlar. Kefenden cıkmış bir adam olarak hic aldırış etmiyorsun eksilenlere, azalanlara, terk edenlere, uzaklaşanlara.

Evde de işler iyi gidiyor gibi. Giderek taze bir heyecanla seviyorsun eşini. Her yıl yeni bir şey kaybediyorsunuz ama daha da mutlu oluyorsunuz. Evden arabadan oluyorsunuz; birbirinizin huyuna suyuna yavaş yavaş yabancılaşıyorsunuz ama daha bir sıkı sarılıyorsunuz birbirinize. İşler seyreldikce, daha cok zaman ayırıyorsun eve. Bir de evlenip uzaklara gitmiş cocukların bir bir eve dondukce keyfin nasıl da gıcır gıcır oluyor. Arada bir torunlarınız ortadan kayboluyor ama onların yokluğu hic dokunmuyor sana ve eşine. Sanki hic yokmuş gibi, hic olmamış gibi onlarsız da yaşamaya devam ediyorsunuz.

En sonunda, bir sozlu mulakat sonrası, hic kimsenin tanımadığı, yeni mezun bir delikanlı ya da genc kız olarak, elinde kısacık ozgecmişinle, kariyerini sıfırlamış olarak kapının onune bırakılıyorsun. Moralin hic bozulmuyor. Az sonra diplomanı da elinden alıyorlar. Okula gidip gelmeye başlıyorsun. Okuldaki ilk gunun diploma toreniyle başlıyor. Bir kenara koyduğun kitapları taze bir heyecanla eline alıyorsun. Okudukca cahilleşiyorsun. Giderek, bildiğin yabancı dilleri konuşamaz hale geliyorsun.





Kan ter icinde girdiğin OSS sınavından sonra liseye başlıyorsun. Sevdiğin kız ya da oğlan yok ortalıkta. Buna da takılmıyorsun. Yuvanın yerinde yeller esiyor olsa da ne gam. Senin başında kavak yelleri giderek şiddetleniyor.

Ne zamandır gormediğin babacığın yanı başında bitiyor. Sana harclık vermeye başlıyor. Elinden tutuyor sonra annen, ilkokula goturuyor. Giderek etrafındaki yazıları okuyamaz hale geliyorsun. Alfabeye yabancılaşırken, lunaparklar, sokak oyunları, cizgi filmler daha cok dikkatini cekmeye başlıyor. Onca serveti kaybetmiş biri olarak, kumdan kaleler yapmaya başlıyorsun. Kumdan kalelerini buyuklerin oyun ve oynaş yeri olan dunya hayatında kazandıklarından daha değerli ve kalıcı goruyorsun. Daha az şeyle mutlu oluyorsun. Daha kucuk kazanclarla seviniyorsun. Umurunda değil dunya. Cocuk saclarını ruzgÂrda savurdukca, dilindeki kelimeler azaldıkca, kaygıların azalıyor, gozlerindeki hayret artıyor. Yalan konuşmayı unutuyorsun birden. Gıybet edemez oluveriyor dilin. Elin harama uzanamıyor hic. Dudağına gunah değmiyor. Yırtıp attığın masumiyetini yeniden giyiniyorsun. Eskitip yıprattığın doğruluğunu, duruluğunu yeniden kazanıyorsun. Affedilmiş, hic gunah işlememiş bir kul oluveriyorsun birden. Aklın ermiyor gunaha. Ellerin gitmiyor isyana.

Ve birden, hic kimsenin seni ozlemediği, yolunu gozlemediği, eksikliğini cekmediği bir boşlukta buluyorsun kendini. Annenin babanın yuzune bakıyorsun boş yere. Hatırlamıyorlar bile seni. Hic olmamışsın gibi sensiz de yaşamaya devam ediyorlar. Adın yazılı değil bir defterde. İsmin okunmuyor hicbir yerde.

Sadece bir ses duyuyorsun kulağa kesilmiş ruhunun dort bir yanından: “Hatırla ki şimdi hatırlanmaya değer bir şey değilsin.” Dunyada iken unuttuğun ilk sozunu butun ruhunla soylerken buluyorsun kendini: “BelÂ...” “Elbette ki…” Verdiğin cevabın sorusunu ise daha sonra duyuyorsun: “Ben senin Rabbin değil miyim?”

__________________