ALLAH'in CC SELAMI,RAHMETI,BEREKETI ve MAGFIRETI UZERINIZE OLSUN !


Sinelerin duşmanlığa yenik duştuğu, ruhlarda bulantıların yaşandığı, kinin, nefretin butun butun azgınlaştığı, herkesin birbirinin kurdu hÂline geldiği şu meş'um ve kapkara gunlerde bizim, sudan, havadan daha cok sevgiye, merhamete ihtiyacımız olduğu acıktır.
Şimdilerde sevgiyi unutmuş gibiyiz; şefkat de sozluklerde muracaatcısı olmayan garip bir kelime.
Yok birbirimize merhametimiz, insanlara sevgimiz.
Acıma hislerimiz korelmiş gibi, yureklerimiz kaskatı ve ufkumuz duşmanlık duygularıyla simsiyah.. Ve simsiyah goruyoruz herkesi ve her şeyi. Hoşgoruden nefret eden bir suru tiran bozması var her koşe başında. Diyaloğa lÂnet yağdıranların sayısı da az değil.
Coğumuz surekli kavga vesilesi arıyor; yalan, iftira ve tezvirlerle birbirimizi karalıyor; dişle, penceyle veya kan kokan sozlerle kendimizi ifadeye calışıyoruz.

Fertler arasında da, yığınlar mabeyninde de urperten bir kopukluk var; "biz", "siz", "otekiler" diye başlıyoruz başlarken soze.
Bitmiyor parcalayıp bolme hıncımız.
Gece televizyon ekranlarındaki gaseyanlarımızı Arap'ın "YÂ Leylî"si gibi gunduz devam edeceğiz imalarıyla noktalıyor, hezeyana boğduğumuz hissiyatları "arkası yarın" der gibi yeni bir cedelleşme randevusuyla olduren gerilimlere emanet ediyoruz.
Kopuğuz birbirimizden ve her hÂlimize aksediyor bu cozulup dağılmalar. Bağı kopmuş tesbih taneleri gibi sacılmışız sağa sola; cekiyoruz birbirimizden, cekmediğimiz kadar gÂvurlardan.

Aslında, biz Allah'tan koptuk, O da bizi birbirimizden kopardı.
İnanıp sevemedik O'nu, sevilmesi gerektiği kadar;
O da sokup aldı ruhlarımızdan sevme hissini.
Şimdilerde, O'nsuzluğa mahkum o bomboş sinelerimizde, surekli bencillik hırıltıları, "sen", "ben" homurtuları, "murteci", "kufur yobazı" lakırdıları ve oturup kalkıp birbirimizi tepeleme projeleri uretiyoruz.
LÂnetlenmiş gibi bir hÂlimiz var; hepimiz sevme-sevilme fakiriyiz; acız şefkate, merhamete, muruvvete.
Sevmemişiz ki O'nu, aldı elimizden sevgiyi, saygıyı.
Şu anda olsun donup de O'nu sevebilsek, sevdirecek O da bizi birbirimize. Ama uzağız sevginin asıl kaynağından; yuruduğumuz yollar bizi O'na goturmuyor; belki daha da uzaklaştırıyor.
Yıllar var ruhlarımıza sevgi yağmıyor; bir zamanlar o sağanak sağanaktı. Gonullerimiz kupkuru coller gibi; ic Âlemimizde bir suru boşluk..
Boşluklar da Âdeta yılan-cıyan yuvası.

Butun bu olumsuzlukların bir devası var; o da, Allah sevgisi...

Allah sevgisi her şeyin başı ve butun sevgilerin de en saf, en duru kaynağıdır.
Hep O'ndan akar gelir, akıp gelecekse sinelerimize şefkat ve muhabbet. O'nunla olan alÂkamız sayesinde guclenip pekişecektir her turlu insanî munasebet.
Allah sevgisi bizim dinimiz-imanımız, odur cesetlerde canımız. Yaşadığımızda hep onunla yaşadık.
Gunumuzde de eğer yaşamayı duşunuyorsak ancak onunla yaşariz.
Varlığın ozu, esası O'nun sevgisidir; neticesi de Cennet şeklinde o ilÂhî muhabbetin bir acılımı.
O sevgiye bağlı yaratmıştır yarattığı her şeyi ve sevilme zevk-i ruhanîsine raptetmiştir varlık ve insanlarla munasebetini.

Muhabbetin tecellî alanı ruhtur; biz onu nereye ve neye yonlendirirsek yonlendirelim o hep Allah'a muteveccihtir; kalbteki dağılma ve kesrette boğulmaların ızdırabı ise bize ait, bize rÂcidir.
Her şeye karşı duyduğumuz ve duyacağımız sevgi ve alÂkayı tamamen O'na bağlayıp aşk u muhabbeti gercek değerine ulaştırabildiğimiz takdirde, hem değişik dağınıklıklara duşmekten kurtulacak hem de dış yuzleri itibarıyla sevilip alÂka duyulan şeylerden oturu şirke duşmemiş olacağız; Ve butun varlığa karşı muhabbet ve munasebetlerimizde doğru yolda yuruyenler gibi kalacağız.
Putlar, onlara tapıldıkları icin putperestlerce mabud telakki edilegelmişlerdir;
Allah ise Allah olduğu icin mabud ve mahbubtur.
O'nun ulûhiyeti de, rubûbiyeti de bizim O'na ubûdiyetimizi gerektirmektedir.
Biz her zaman Hakk'a kullukta bulunur, O'nu sevdiğimizi dillendirir; mazhariyetlerimizin şukrunu eda eder ve her hÂlimizle O'na karşı alÂka, irtibat ve munasebetlerimizi seslendirmeye calışırız.

Mecazî muhabbetlerde cemal, kemal, şekil, şekilde tenasub, ululuk, ihtişam, servet, iktidar, makam, mansıb, ikbal, evlad u iyal, soy-sop.. gibi hususlar birer sevgi vesilesi kabul edilegelmişlerdir.
Bazen bunlara karşı duyulan aşırı muhabbet ve alÂka ile şirke girenler de olmuştur ki, buyuk olcude butun putperestliklerin arkasında boyle bir inhiraf soz konusu olabilir. Boyleleri cok defa cemale meftun olur, kemali alkışlar, eda ve endama vurulur, ululuk ve ihtişam karşısında zillet gosterir; servet ve iktidar uğrunda insanlık ve hurriyetlerini feda eder, makam-mansıb hırsıyla el-etek oper..
Ve her an değişik ihsan ve iltifatlarıyla, teveccuh ve ikramlarıyla kendini bize tanıttıran gercek cemal ve kemal sahibi, ululuk ve azamet tahtının biricik sultanı, Ganiyy-i Mutlak ve Muktedir-i ale'l-ıtlak ZÂt'a karşı gosterilmesi gereken sevgiyi ve alÂkayı bir suru Âciz mahlukata dağıtarak muhabbet gibi bir cevheri bÂd-i heva harcamanın yanında, cok defa karşılık goremeyeceği bir mÂşukun alÂkasızlığı, değmezliği, vefasızlığı, onu avucunun icine alması, ona baş eğdirmesi, kul kole hÂline getirmesiyle olur olur dirilir.

Mu'minlere gelince onlar, evvelen ve bizzat Allah'ı severler ve şayet duyacaklarsa O'ndan oturu başkalarına karşı alÂka duyarlar.
Hakk'ın tecelli ve teveccuhlerinin hatırına herkesle ve her nesneyle bir ceşit munasebete gecer, O'nun namına onlara takdirler yağdırır ve aşk u alÂkalarını ilan ederler.
Aslında O nazar-ı itibara alınmadan şuna-buna, şu nesneye-bu objeye duyulan alÂka darmadağınık, gelecek vadetmeyen, kararsız, neticesiz bir sevgidir. Mu'min herkesten ve her şeyden evvel O'nu sevmeli, diğer butun sevimli şeylere de O'nun isim ve sıfatlarının değişik renk, değişik desen ve değişik edada birer tecellisi olarak alÂka duymalı, takdirlerle alkışlamalı ve O'ndan oturu opup opup yuzune-gozune surmeli ve her temÂşÃ‚ ettiği şeyde "Bu da Senden" deyip Âdeta bir vuslat faslı yaşamalıdır.
Ne var ki, bunu boyle gorup boyle duymak icin de;

CemÂlini nice yuzden gorem diyen diller,
Şikeste Âyineler gibi pÂre pÂre gerek.
(Anonim)

fehvasınca hep bir beyt-i Hud gibi tertemiz kalabilmiş gonullere, her simada Hakk'ı okuyacak aşina dillere ihtiyac vardır.
Zatında, okuyabilenler icin her varlık mucell bir ayna ve manzum bir kasidedir; hele sırr-ı RahmÂniyet'i aksettiren insan siması..

Seni Hak Âyine-i ZÂt etti
ZÂt-ı YektÂsına mir'Ât etti.
(HÂkÂn&#238

sozleri ayn-ı hakikat ve insana konumunu hatırlatan onemli bir irşattır.
Bu itibarla insan eğer o gizli guzelliğin sırlı bir aynası ise -ki oyle olduğunda şuphe yok- hep gonul gozleriyle O'na muteveccih olmalı, her zaman pusuda bekleyip tecelli avlamaya calışmalı ve kendini daha derin sevgi iklimlerine alıp goturecek esintiler beklemelidir; beklemeli ve O'na ulaşmak veya O'nu hoşnut edip sevdikleri arasına girebilmek icin kurbet yolunun butun argumanlarını kullanmalı, O'nun teveccuh vesileleri arasında, buldum/bulacağım umidiyle hep koşturmalı ve gonlu her zaman o "Kenz-i Mahfî"nin kilidinde bir anahtar gibi donup durmalıdır.
Bu suretle, eğer muhabbet bir Suleyman, gonul de taht-ı revÂn ise, er gec sultanın gelip tahtına oturacağı muhakkaktır.

Bir de tahtla Suleyman buluştu mu artık insan hep O'nu duşunur, ic mulÂhazalarında O'nunla hasbıhal eder, yudumladığı suda, ciğnediği yemekte, teneffus ettiği havada gayet acık ve net olarak hep O'nun teveccuhlerini duyar; O'nun yakınlığının sıcaklığıyla oturur kalkar.
Kurbet-sevgi arası gel-gitler munasebeti daha da kızışır ve sinesi ocaklar gibi yanmaya başlar.
Yer yer aşk u muhabbetle alevlenir, zaman zaman vuslat iştiyakıyla yanar tutuşur; ne var ki, aşkını da, iştiyakını da O'ndan gelen bir armağan bilir ve kat'iyen gam izhar eylemez; gam izhar edip ağyarı Âhından ÂgÂh eylemez. İcten ice fırınlar gibi yanar; fakat, ne alev cıkarır ne de duman..
Namus gibi saklar aşk u iştiyakını ve sır vermez halden anlamayan nÂdanlara.

Bu yol herkese acık olsa da yolcunun samimi ve kararlı olması şarttır. Herhangi bir mu'min butun cemallerin, kemallerin, azametlerin, ululukların, ihtişamların, ihtişam ustu ihtişamların O'na ait olduğunu gorup hissedebildiği takdirde butun bu vesilelerin gonulde hasıl ettiği alÂka, muhabbet ve iştiyakla O'na yonelir ve O'nu zatına munasip bir sevgiyle sever ki işte bu tutku -ve tabir yerindeyse- bu sevda O'nadır ve tevhid edalı bir aşk u iştiyak kaynağıdır.
Zaten, tevhide kilitli ve İslÂmî esaslara bağlı bir sinede sevgi inhirafı da duşunulemez..
Ve hele asla muhabbet kaymaları olmaz , olamaz.
Bir muvahhid O'nu O olduğu icin sever ve sevgisini de dunyevî-uhrevî hicbir mulÂhazaya bağlamaz.
O, her zaman gonlunde kopurup duran sevgi fevvarelerini, aşk u iştiyak cağlayanlarını Kur'Ân'la, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-EnÂm (aleyhi ekmelu't-tehÂyÂ)'nın vaz'ettiği dusturlarla filtre ve test eder ve bunları insanî heyecanlarla yuruduğu yollarda birer bariyer gibi kullanır, aşk ateşiyle cayır cayır yandığı zamanlarda bile hep istikamet soluklar; O'nu her şeyin gercek mÂliki, sahibi, gorup gozeteni, esmasıyla mÂlum, sıfatlarıyla muhat bir ZÂt olarak kendine has munezzehiyeti, mukaddesiyeti, mubecceliyeti icinde derin bir aşkla sever; severken de kat'iyen şatahat ve laubaliliğe girmez.
__________________