Etrafımıza bakacak olursak asık suratlı cok fazla insan olduğunu goruruz. Gunumuzde insanların buyuk bir bolumu kucucuk bir olaydan dahi sinirlenip, kotu sozler sarfebilmektedirler.

Bu olumsuz ruh hali sosyal medyada da kendini gostermiş, bunalıma giren insan moduna cokca rastlamaktayız. “Cok canım sıkılıyor”, “Bıktım artık bu hayattan”, “Cok mutsuzum” gibi ifadeler sosyal medyada cokca karşılaştığımız sozlerden. Peki neden boyle olmaktadır? Bu olumsuz ruh halinin temel ve gercek nedeni imandaki boşluktur. İmanın insana sunduğu guzelliklerin farkında olmayan kişiler omrunun buyuk bir bolumunu huzursuzluk, sıkıntı ve mutsuzluk icinde gecirirler.

"Kim de Benim zikrimden yuz cevirirse, artık onun icin sıkıntılı bir gecim vardır ve Biz onu kıyamet gunu kor olarak haşredeceğiz." (Taha Suresi, 124)

Bu sıkıntılı insanların yaşamlarına bakacak olursak, hedeflerinin sadece dunyadan sağlacakları menfaat olduğu gorulecektir. İman etmenin ve Allah’a teslim olmanın guzelliğini bilmeyen bu insanlar, arzuladıkları dunya hayatından da bekledikleri zevki alamamaktadırlar. Asıl, imanın insanın hayatını guzelleştirdiğini bilmemektedirler. Ruhi sıkıntıların yanında bedenen de yaşadıkları hastalıkların temelinde imani zafiyet vardır. Oysa bu ruh halinden kurtulmak Allah’ın izni ile cok kolaydır.

İmani zafiyet icinde olan insanlar mutlu olabilmek icin kendilerine suni vesileler ararlar. Bunun icin kimileri zengin olabilmeyi, kimileri kariyer yapmayı, kimileri unlu olmayı vs. hedeflerler. Cevrelerindeki her olaya bu bakış acısı ile bakan insanlar, detaylardaki guzellikleri goremedikleri icin mutluluğu bir turlu yakalayamadıklarından yakınırlar. Cunku elde etmek istedikleri şeyler gecicidir. Evet hedefledikleri şeylere sahip olduklarında mutlu olurlar. Ancak mutluluklarını tamamen buna dayandırdıklarından, bu hedeflerin ellerinden cıkması durumunda buyuk bir boşluğa duşerler. Orneğin guzel bir ev almayı hedefleyen kişi, bu evi elde ettiğinde kısmi bir mutluluk ve neşe yaşar. Ancak bu evin kişide oluşturduğu etki gecicidir. Bir zaman sonra beğenerek aldığı bu ev kişiyi mutlu etmeye yetmeyecektir. Yada buyuk cabalarla aldığı ev, bir yangın sonucu kul olduğunda kişi bunalıma girecektir.

Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dunya hayatına sevindiler. Oysaki dunya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında gecici) bir meta'dan başkası değildir. (Ra'd Suresi, 26)

Samimi imana sahip insanların ise neşeleri ve mutlulukları sureklidir. Nimetlerin azalması, hastalık yada başka zor gibi gorunen olaylar dindar insanların neşesinin kacmasına neden olmaz. Mutlu olmak icin buyuk nedenler aramazlar. İlk başta Allah’ın iman nasip etmesi en buyuk mutluluk sebebidir. Dunya hayatının geciciliğini cok iyi kavradıklarından, nimetlerin en mukemmel hali ile cennette olduğunu bilirler.

İmani boşluk icinde olan insanlar ise her zaman ellerindekiler ile yetinmemiş, daha fazlasını istemişlerdir. Elbette bir insanın daha guzel bir araba, daha guzel bir ev yada daha guzel giyecekler istemesinde yanlış olan birşey yoktur. Onemli olan nimetleri Allah yolunda kullanmak icin istemek ve şukretmektir. İman zafiyeti yaşayan insanlar bu yuzden her zaman kendilerinde var olan nimetlerden daha guzelini başkalarında gorduklerinde kıskanclık duymuşlardır. Ancak sahip olunan nimet ne kadar guzel olursa olsun, kişi şukretmediği ve Allah’ı anmadığı muddetce nimetlerden zevk alabilmesi mumkun değildir.

Gercek mutluluk insanın taklit edemeyeceği bir guzelliktir. Cunku gercek mutluluğu, neşeyi ve huzuru Rabbimiz iman eden kullarına vaad etmiştir. Elbette Musluman mutlu olmak icin Allah’ı anmaz, yakın olmaya calışmaz. Bu, Rabbimiz’in inanan kullarına bir lutfudur. Allah inanan kullarını dunyada guzel bir hayatla yaşattığı gibi cennette de muhteşem guzellikteki, eksikliklerin ve acizliklerin olmadığı nimetler icinde yaşatacaktır. Hepsinden onemlisi Kendi rızasını bahşedecektir.

Hayır, kim (guzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar icin korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)
__________________