HADİS İNKÂRCILIĞI, USÛL-U HADİS İLMİNDEN YUZ CEVİREREK VARLIK İDDİASINDA BULUNUR!
Hadis inkÂrcılığında gayr-i ilmî metod; zÂhiren yani dış gorunuşu itibariyle Kur'an'a aykırı sanılan Hadislerin "uydurma" olduğunu soylemektir. Hadislere, ilimsizce olan bu yaklaşım tarzına, "Hadis Mealciliği" denmektedir. Hadis inkÂrcıları, "Hadis Usûlu" ilmini kabul etmezler. Usûl ilmini kabul etmedikleri icindir ki, pek cok Hadisin Kur'an'a aykırı olduğunu soylerler! Oysa o Hadislerin, alimler tarafından yapılmış meşru te'villeri (acıklamaları) bulunmaktadır. Hadislere usulsuzce yaklaşanların yaptıkları, Peygambere ait olan sozleri -parcacı mantıkla- cımbızlayarak, onlara kendi anladıkları şekilde anlamlar vererek, onların Kur'an'a aykırı olduğunu iddia etmekten ibarettir. Âdeta onlar, Peygamberimizin Hadislerinin anlamları konusunda, Rasûlullah'ın niyetini okurcasına cur'etkÂr davranmaktadırlar! Fakat Hadis kitaplarında, o Hadis'in altında yer alan, şerhlere bakmaya tenezzul dahi etmemektedirler. Zira onlara gore ilim; Ku'an'ın metni uzerinden "zÂhiricilik", meali uzerinden de "mealcilik" yapmaktan ibarettir! Onlar, ummetin alimlerinin ve tum Ummet-i Muhammed'in yolunu terk ederek, Kur'an'ı kendi anlayışlarına uydurmaya calışmaktadırlar! BÂtıl olan bu yolda Hadis, Hadis Usûlu, Tefsir, Tefsir Usûlu, Fıkıh, Fıkıh Usûlu, AkÂid gibi ilimlerin hicbir kıymeti yoktur! Onlar, "ilim sadece Kur'an'dır" derler! Gerekce olarak da, korunmuş tek kaynak olduğunu soylerler. Elbette ki, Kur'an'ın metni korunmuştur. Peki, insanların akılları da korunmuş mudur? Zira o Kitabı, kendi akıllarıyla yorumlamaktadırlar! Allah'ın Kelamı olduğunda şuphe olmayan o mubarek Ayetlere, Allah'ın muradına aykırı anlamlar yuklemek, o Kitabın Ayetlerini tahrif etmek/bozmak ve neticede de Allah'ın Ayetlerine iftira etmek değil midir?
Sormak lazımdır... Allah, gonderdiği Kitabının pratiğini Peygamberinin şahsında gostermemiş midir? Gostermişse -ki Kur'an bunu acıkca ifade ediyor ve o Peygambere uymayı da emrediyor- ; bu durumda o Peygamberin, Kur'an'ın canlı pratiği olan Sunneti delil değil midir? "Peygamberin ornekliği, o gunun insanları icin delil idi; bugun itibariyle, onun Hadislerine ve Sunnetine bÂtıl şeylerin karışmış olma ihtimali vardır" deniliyorsa; deriz ki: Allah, o gunun insanlarına ayrı, daha sonraki asrın insanlarına -hÂşÃ‚- ayrı bir din veya ayrı bir şeriat mi gondermiştir? Ya da Allah, Peygamberimiz doneminde farz kıldığı ve Ashaba oğrettiği dini, daha sonraki asırlarda korumaktan Âciz mi kalmıştır! Yahut da Allah, Peygamberini gondererek ilk başlarda gecerli kıldığı dinin tamamlayıcı parcası olan Sunnet-i Seniyyeyi, -hÂşÃ‚- korumaktan Âciz kaldıktan sonra, gecersiz kılarak, -el-Hakîm ismine zıt bir yaklaşım olarak- hikmetsiz bir iş mi yapmak zorunda kalmıştır? Hadis munkirleri bu ve bunun gibi sorular uzerinde Allah icin tefekkur etsinler!
Son olarak, Peygamberi sadece "Allah'ın Postacısı" olarak gorenlere sorarız: Sahabe-i Kiram da, sizin gibi, Rasûlullah'a sadece postacı gozuyle mi bakıyorlardı? "Evet" diyecek olursanız, bu durumda onların tum hayatlarını, Rasûlun hayatına benzetme cabalarının anlamı ne idi, diye sorarız!
Ayrıca, Allah, neden postacı olarak bir insan gonderdi? Kitabını, bir insan aracılığıyla olmadan gondermekten Âciz miydi? Ve bu Kitap neden parca parca 23 yılda tamamlandı. Peygamberimiz, sadece bir postacı olsaydı, postacılık vazifesini yerine getirmekte acele etmesi gerekmez miydi? Allah niye bu kadar uzun bir zaman diliminde parca parca Ayetlerini indirerek, Peygamberine boylesi bir vazife yukledi? Bu vazife ne idi ki, boyle uzun surdu? Bu sure icinde başka sorumlulukları mı vardı acaba?
Rabbimiz, İsr Sûresinin 95. Ayetinde, eğer kendilerine Peygamber gonderilenler melekler olsaydılar, o zaman onlara "melek peygamber" gondereceğini haber vermektedir: "De ki: Eğer yeryuzunde yerleşmiş yuruyen melekler olsaydı, Biz onlara gokten melek bir Peygamber gonderirdik." (İsrÂ: 95)
İnsana, "insan peygamber" gonderilmesinin hikmeti nedir o zaman? ...
Bir Ayet-i Kerime ile bitirelim, inşÃ‚Allah...
Rabbimiz şoyle buyurmuştur: "Nitekim aranızda size Ayetlerimizi okuyan, sizi tertemiz yapan, size Kitap ve Hikmeti oğreten, bilmediğiniz şeyleri size bildiren sizden bir Peygamber gonderdik." (Bakara: 151)
Bu Ayette, Peygamberimizin vazifeleri sayılıyor:
1- Allah'ın Ayetlerini okumak,
2- İnsanları tezkiye etmek (temizleyip, arındırmak),
3- Onlara Kitabı oğretmek,
4- Onlara Hikmeti oğretmek,
5- Bilmedikleri şeyleri onlara oğretmek.
Peygamberimizin bu vazifelerinin tamamına kısaca Kur'an'ı insanlara ulaştırıp, kenara cekilmek anlamı vermeye calışmak ne kadar buyuk bir cehÂlettir?
Gorulduğu gibi; Ayetleri okumak ayrı bir gorev, Kitabı oğretmek ayrı bir gorevdir. Bunun yanında Hikmeti oğretmek, insanların bilmedikleri şeyleri onlara oğretmek ve neticede de onları arındırmak vazifelerini hep aynı anlama hamletmek nasıl mumkun olabilir?
Kaldı ki, Usûl ilminde bir kÂide vardır:
اِخْتِلافُ الأسْمَاءِ يَدُلُّ عَليَ اِخْتِلاَفِ الْمَعْنَي
İsimlerin farklı olması (yani farklı kelimeler kullanılmış olması), mananın da farklı olduğunu gosterir...

Yusuf Semmak


alıntıdır:




__________________