Filistinliler Toprak Sattılar mı?



Filistin meselesinde bir cok insan şunu soyluyor : "Onlar Osmanlı'ya olan ihanetlerinin ve para icin topraklarını satmalarının cezasını cekiyorlar?" Acaba ben bu şekil duşunen bir insana nasıl karşılık verebilirim?
Sami
Filistinlilerin Osmanlıya ihanet ettikleri ve kendi elleriyle toprak sattıkları bu yuzden de bugunku musibetlerin başlarına geldiği iddiası yıllardan beridir kullanıla gelen bir anti-propaganda malzemesidir. Bu malzemeyi en cok da siyonist işgal gucleri kullanmaktadır. Biz inşallah bu konuyu ileride cok daha ayrıntılı olarak ve tarihi gerceklerle de aydınlatacak şekilde ortaya koymaya calışacağız. Ancak bu konularda cok sık sorular sorulması sebebiyle burada bazı noktalara parmak basarak ozet bilgilerle izah etmeye calışacağız:


Birinci olarak: Siyonist lobiler Amerika'da: "Filistin boş bir araziydi, bir colden ibaretti. Biz girdik ihya ettik. Dolayısıyla orası bize aittir" diye propaganda yapıyorlar. İslam alemine yonelik olarak ise: "Filistinliler kendi topraklarını kendi elleriyle sattılar, biz de buyuk paralar verip satın aldık" diye propaganda yapıyorlar. Burada cok acık bir celişki dikkat cekmektedir. Cok fazla tarihe gitmeye gerek yok. Bugun yaşanan vakıa her iki iddiayı da yalanlamaktadır. Bugun Filistin'in icinde dort, Filistin'in dışında ise beş milyon civarında olmak uzere dunyada toplam 9 milyon Filistinli yaşamaktadır. Filistin'in dışındakilerin tamamına yakını, Filistin'in icindekilerin de yarıya yakın bir kısmı multeci durumundadır. Yani tehcire tabi tutulmuş, goce zorlanmışlardır. Filistin topraklarının toplam yuzolcumu 28.220 km2'dir. Bunun bir bolumunu Nakab colu oluşturmaktadır. Burası hala ihya edilmemiştir ve ihya edilmeye de musait değildir. Sadece bazı bolumleri otlak olarak ve kucuk caplı tarım icin kullanılmaktadır. Bir de İsrail bu colu Filistinli tutsakları atmak icin kurduğu bazı zindanlar ve meşhur Dimona nukleer santralı icin arsa olarak kullanmaktadır. Fakat bununla birlikte Nakab colunu de dahil ederek nufus yoğunluklarına bir bakalım: Dunyadaki tum Filistinli nufus halen burada yaşıyor olsaydı, tehcire tabi tutulmasaydı ve dışarıdan yahudi gocu olmasaydı, bu topraklarda km2 başına 318 kişi duşuyor olacaktı. Turkiye'de km2 başına ortalama 80 kişi duşmektedir. Yani Filistin'deki nufus yoğunluğu Turkiye'dekinin 4 katına tekabul ediyor olacaktı. Halen de nufus yoğunluğu buna yakındır, cunku goce zorlanan Filistinli sayısına yakın sayıda yahudi dışarıdan goc ettirilmiş, bunların bir kısmı intifada donemlerinde tersine goc etmiştir ve şu anda 5 milyon civarında yahudi nufus bulunmaktadır. Peki nasıl oluyor da boş araziye mensup nufus bu kadar buyuk bir yoğunluk oluşturabiliyor? Zaten Lubnan'da, Suriye'de, Urdun'de, Gazze'de ve Batı Yaka'da kurulan multeci kamplarında yaşayan Filistinlilerin sayısı siyonistlerin soz konusu iddialarını yalanlamıyor mu?


İkinci olarak: İşgalci siyonistler, Filistinlilerin arazilerini kendi elleriyle sattıklarını ve kendilerinin de buraları almak icin buyuk paralar odediklerini soyluyorlar. Peki sattıkları araziler karşılığında buyuk paralar alanların bugun gittikleri ulkelerde mulk edinmiş ve rahat bir hayata kavuşmuş olmaları gerekmez miydi? Bunların hepsi de herhalde o kadar buyuk miktarlarda paraları birkac gunluk zevkleri icin carcur edecek ya da kumarda kaybedecek kadar aptal değillerdi. Oysa Filistinliler zikrettiğim yerlerde kurulmuş multeci kamplarında tam anlamıyla sefalete mahkum durumdadırlar ve uluslararası yardım kuruluşlarının ellerine bakmaktadırlar. O insanların yaşadıkları hayatı ben gozlerimle gordum. Arzu edenler gidip gorebilirler. Bir insan kendi oz mulkunu kendi eliyle satıp da sefaleti tercih eder mi? Bu durum o insanların, arazilerini satarak değil de tehcire zorlanarak topraklarını terk ettiklerinin akli bir delilidir.


Ucuncu olarak: Filistin'den dışarıya toplu goc 1948 Savaşı'nda başlamıştır. Bu tarihten once toplu goc olmamıştır. Bu olay Filistin dışına cıkan Filistinlilerin yurtlarını, topraklarını satarak değil de savaş yoluyla ve kendilerine karşı şiddete başvurulması sebebiyle terk ettiklerinin delilidir. Cunku yahudi orgutleri toprak satın alma konusunda en yoğun calışmalarını 1948'den once yurutmuşlerdir. Bu tarihten sonra tehcir yoluyla zaten geniş arazilere el koymuşlardır.


Dorduncu olarak: İsrail işgal devleti, goce zorlanan Filistinlilerin arazilerini yahudi gocmenlere vermek amacıyla "terk edilmiş arazilerle ilgili kanun" başlığı altında bir kanun cıkardı. Bu kanuna dayalı olarak yuz binlerce donum arazi yahudi gocmenlere peşkeş cekilmiştir. İşgal devletinin zaten 55 seneden ibaret olan tarihini objektif bir bakış acısıyla incelerseniz bu kanun ve uygulanması hakkında bilgi edinmeniz mumkundur. Şimdi burada bir celişki ortaya cıkmıyor mu? Madem ki Filistinliler arazilerini kendi elleriyle sattılar; neden buralar "terk edilmiş araziler" hukmune girdi.


Beşinci olarak: İsrail bugun multeci durumundaki Filistinlilerin geriye donme haklarını red konusunda oldukca ısrarlı davranıyor. Bakın en son "Yol Haritası" planını kabul ederken de multecilerin vatanlarına donuş haklarının reddini şart koştu. Peki neden bu insanların yurtlarına donme haklarını red konusunda bu kadar ısrarlı davranıyor? Eğer o insanların topraklarını parayla satın almış olsalardı, ellerindeki satış belgelerini ve tapuları gosterir, geriye donen multecileri de bir yerlere istif ederlerdi. Ama oyle değil. Goce zorlanan insanların arazilerine "terk edilmiş arazilerle ilgili kanun" yoluyla el koyduklarından multeciler yurtlarına donduklerinde o terk edilmiş arazilerin gercek sahipleri ortaya cıkacak ve işgalcilerin buralara satın alma yoluyla değil de gasp yoluyla sahip oldukları anlaşılacak. İşte butun mesele bu. Sadece bu gercek bile siyonistlerin "Filistinliler topraklarını sattılar" iddialarını yalanlamaya yetebilir.


Altıncı olarak: Yahudilerin Filistin topraklarında mulk edinmelerinin tarihine bir bakalım: Filistin toprakları 28 milyon donumdur. 1948'de İsrail işgal devleti kurulduğunda yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon donumdu. Yani tum Filistin topraklarının % 7'si.
Bunun 650 bin donumunu Osmanlı devleti doneminde mulk edinmişlerdir. O donemde mulk edinmeleri ise ta Kanuni zamanında başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi'nin Kanuni'yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye golu civarında bazı arazileri bağışlamıştı. İşte bu olayla başlayan mulk edinme cabalarıyla 1917'de Filistin'in işgaline kadar ki sure icinde toplam 650 bin donum arazi edinmişlerdir.
300 bin donumunu İngiliz işgalciler onlara bağışlamışlardır. Şoyle ki İngilizler, Filistinlilere ağır arazi vergileri uyguluyor, bu vergileri odeyemediklerinde de mulklerine el koyuyor ve sonra buraları yahudi gocmenlere peşkeş cekiyorlardı.
200 bin donumunu yine İngiliz işgalciler, yahudilere gostermelik bir şekilde parayla satmışlardır. Bu şekilde satılan arazilere de zikrettiğimiz vergi oyunuyla el konulmuştu ve satım işlemi de sembolik paralarla gercekleşti.
600 bin donumu de kendileri Filistin dışından olan, Lubnan ve Suriye'de ikamet edip Filistin'de mulk edinmiş bazı Arap kokenlilerden satın almışlardır.
Buraya kadar ki kısımda Filistinlilerin herhangi bir dahlinin olmadığını goruyoruz. Yani yahudilerin 1948'e kadar edindikleri arazilerin 8'de 7'sinde Filistinlilerin mudahalesi soz konusu değildir.
250 bin donum araziyi de Filistinlilerden satın almışlardır. Yani Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının % 0,9'una (binde 9'una) tekabul ediyordu. Arazilerini satanlar da halktan cok şiddetli tepkilerle karşı karşıya kaldıklarından Filistin'i terk etmek zorunda kalmışlardı. Şimdi satılan arazilerin tum topraklara oranıyla onları satanların genel nufusa oranlarını denk kabul ederek duşunelim: Bir halk hakkında hukum verirken % 0,9'un tavrına gore mi yoksa % 99,1'in tavrına gore mi hukum verilir? Filistin halkının en az % 99'u gocmen yahudilere arazi satmama konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu kararlılığa bağlı kalmayanları da iclerinde barındırmamışlardır. Her halkın icinde mutlaka o halkın genel tavrına muhalefet edenler, kararlılığa uymayanlar cıkar. Eğer yahudi gocmenlerin, yahudi gocunu teşvik eden orgutlerin butun teşviklerine, cazibeli fiyat tekliflerine rağmen 30 yıl icinde satılan toplam arazi miktarı binde dokuzda kalmışsa bu, Filistin halkının bu konudaki dayanışmasını, kararlılığını ve ustun mucadele azmini gosterir. Ama ne yazık ki Filistin halkı butun bu kararlılığına rağmen iftiraya uğramıştır. Bu tıpkı iffetini koruma konusunda oldukca dikkatli bir insana fuhuş iftirasında bulunulması gibidir.
Yahudi gocmenlerin 1948'den sonra gayri menkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve goce zorlama yoluyla olmuştur. Goce zorlanan Filistinlilerin arazilerine el koymak icin de yukarıda zikrettiğimiz kanunu kullanmışlardır.


Yedinci olarak: Filistinlilerin arazilerini sattıkları iddiasını bu halk aleyhine bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya calışanların da itiraf ettikleri gibi arazilerini satanlar Filistin topraklarını terk etmişlerdir. Yukarıda da zikrettiğimiz uzere Filistin halkının oldukca basit bir kısmını teşkil eden bu insanların, ya aldıkları paralarla başka yerlerde mulk edinmek amacıyla ya da şiddetli tepkilerle karşılaşmaları sebebiyle Filistin topraklarını terk ettikleri bir gercektir. Yani bugun Filistin topraklarında yaşamaya devam edip de o toprakların İslami kimliğini savunanlar, her turlu zorluğa katlanarak, surekli olumu başlarının ucunda hissederek direnenler, toprak satanlar veya onların cocukları değildir. Bu durumda bu insanların başlarına gelenlerin, arazilerin yahudilere satılmasından kaynaklandığının iddia edilmesi Allah'ın adaletine bir iftira olmaz mı?


Sekizinci olarak: Kur'an-ı Kerim'de iki onemli iftira olayı uzerinde durulmakta ve bu olaylarla ilgili ayetlerde Muslumanların iftira konusunda nasıl bir hassasiyet gostermeleri gerektiği hakkında cok onemli olculer verilmektedir. Bu iki iftira olayı Hz. Yusuf (a.s.)'a atılan iftira ile Hz. Aişe (r. anha)'ya atılan iftiradır. Her iki olayla ilgili ayetleri de dikkatlice ve uzerinde derinlemesine duşunerek okuyun. Goreceksiniz ki ispat edilmemiş bir iddiadan dolayı bir kimseyi suclu gormek buyuk bir sorumluluk ve vebal yuklemektedir. Şunu da unutmayın ki bir halka iftira atılmasının sorumluluğu bir ferde iftira atılmasının sorumluluğundan cok daha buyuktur. Cunku bir halka iftira atıldığında binlerce bazen milyonlarca insan haksızlığa uğramaktadır.


Dokuzuncu olarak: Aslında şu anda Filistin'de mucadele edenlerin ve multeci kamplarında mağdur edilenlerin soz konusu iddiayla hicbir ilgilerinin olmadığını yeterince ortaya koyan delilleri sıraladık. Zaten o insanların şu anki durumları da bu gerceği ortaya koyan bir vakıadır. Fakat bir farz-ı muhal olarak oyle bir şey varsayılsa bile o insanların şu an işgale karşı tavır koymaları ve işgal altındaki vatanlarını kurtarmak icin mucadele etmeleri hatalarından donduklerini ve doğruyu sectiklerini gosterir. Kufurden imana donmuş bir insanın bile gecmişindeki kufurden dolayı suclanması soz konusu değilken herhangi bir hatadan dondukten sonra hala ısrarla o hatadan dolayı suclu gosterilmesi mantıklı bir şey olur mu? Kaldı ki biz bunu sadece Filistin halkının davasına ilgisiz kalınmasına gerekce olarak kullanılan iddiaların her yonden tutarsız olduğunu ortaya koymak icin bir farz-ı muhal olarak zikrediyoruz. Gercekte bu davaya sahip cıkan direnişcilerin, buyuk bir mucadele azmiyle vatanlarına sahip cıkan o insanların iddia edilenlerle hicbir ilgilerinin olmadığını bir kez daha vurgulayalım.


Onuncu olarak: Siyonistlerin soz konusu iddiaları ortaya atmalarının temel amacı Musluman halkların Filistin davasına ilgilerini zayıflatmak ve Filistin halkının mağduriyetine bigane kalmalarına sebep olmaktır. Ne yazık ki bu konuda amaclarını kısmen gercekleştirdiklerini de goruyoruz. Cunku Filistin davasına ilgisiz kalanlar genellikle "toprak sattılar" iddiasını kendilerine gerekce gosteriyorlar. Oysa İslam tum Muslumanları kardeş ilan etmiştir. Bir kimse kardeşini herhangi bir hatasından dolayı canavarın onune atmaz. Siyonizmin Filistin halkına layık gorduğu zulum bir canavarın yaptığından farksızdır. Bu durum karşısında o insanların mazlumiyetlerine ve mağduriyetlerine bigane kalmamıza, "toprak sattılar" iddiası gerekce teşkil edebilir mi? Kaldı ki bu iddia, yukarıda ifade ettiğimiz uzere şu an Filistin topraklarında varlık mucadelesi verenleri ilgilendiren bir iddia olmadığı halde o insanlar uc ayrı zulme maruz kalıyorlar: Bir: Topraklarını gasp eden işgalcilerin zulmune. İki: Kendilerinin işlemedikleri bir hatadan dolayı iftiraya maruz kalma zulmune Uc: O hatayı işlemiş olanların zulmune. Buna bir de Muslumanların o hatayı gerekce gostererek davalarına bigane kalmalarını eklerseniz o insanların her yonden mağdur oldukları sonucuna varırsınız.


On birinci olarak: Filistin davası kuru bir toprak meselesi değildir ve sadece Filistinlilerin omuzlarında taşımaları gereken bir dava da değildir. Bu dava tum ummeti ilgilendiren ve inancla bağlantılı bir davadır. Bu konuda bizim "Filistin Davasının İslami Temelleri" başlıklı dosyamızı okuyabilirsiniz. Dolayısıyla Filistinlilerin tamamı bu davayla ilgilerini kesseler bile yine İslam ummetinin Filistin davasına sahip cıkması ve siyonist işgale karşı mucadele etmesi gerekir.
Filistinli Multeciler Siyonistlerin İddialarının İftira Olduğunun Canlı Belgeleridir

Bugun muhtelif multeci kamplarında sefalet icinde yaşayan Filistinliler ve onların yurtlarından cıkarılmalarının, geride bıraktıkları mulklerine el konulmasının oykusu de işgalci siyonistlerin "Filistinliler topraklarını sattılar" iddialarını yalanlayan canlı belgelerdir. Bu yuzden bu konuya da biraz temas etmekte ve multeciler dosyasını biraz acmakta yarar goruyoruz.
Bugun dunya uzerinde Filistinlilerin sayısı 9 milyonu bulmuştur. Bu nufusun sadece 4 milyonu Filistin toprakları icinde yaşamaktadır. 5 milyonu ise Filistin toprakları dışında onların da coğu multeci kamplarında yaşıyorlar. Filistin icinde yaşayanların yarıdan fazlasının da asıl mekanları değiştirilmiş, multeci kamplarına yerleşmek zorunda bırakılmışlardır. Yani Filistin halkının % 75'ine yakın bir kısmı ikamet ettikleri yerlerden silah zoruyla ve şiddet yoluyla cıkarılmışlardır. Bu vakıa siyonist işgalin sebep olduğu tehcir gerceğini gozler onune sermektedir. O insanların bu şekilde tehcire zorlanmaları topraklarını satmama konusunda gosterdikleri kararlılıktan kaynaklanıyordu. Aksi takdirde topraklarını satarak buyuk paralar alabilir ve Filistin dışında rahat bir ortama yerleşebilirlerdi.
Filistin topraklarına yerleştirilen yahudilerin % 78'i, bu topraklar uzerine işgalcilerin kurduğu şehirlerde ikamet ediyor. Bu şehirlerin yerleşim alanları ise Filistin topraklarının tumunun % 15'ine tekabul etmektedir. Kalan % 22'lik nufus ise Filistin topraklarının % 85'ine tekabul eden bolgelerine yayılmışlardır. Bunların yayıldıkları arazilerin toplamı ise 17 milyon 325 bin donumdur. Onların kullandıkları araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle ve daha oce sozunu ettiğimiz terk edilmiş topraklarla ilgili kanunun işletilmesi suretiyle işgalcilerin eline gecmiştir. Netice itibariyle bugun multeci kamplarında yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin yahudiye dağıtıldı. İşgal devleti bu multecilerin yurtlarına donmelerini engellemek icin var gucuyle calışıyor ve herhangi bir "barış (!)" anlaşması imzalanabilmesi icin goce zorlanan bu beş milyon Filistinlinin yurtlarına donuş haklarından kesinlikle vazgecmelerini şart koşuyor.
Filistinlilerin goce zorlanması sebebiyle 531 koy tamamen boşaltılmış bunların da % 90'ı işgal devletinin askeri gucleri tarafından tamamen yıkılmıştır. Bu boşaltma ve yıkım işlemi de goce zorlama politikasında kullanılan bir metottu. Eğer ki Filistinliler topraklarını elleriyle satmış olsalardı işgalcilerin boyle bir metoda başvurmalarına gerek olmayacaktı.
Filistinli multeciler maruz kaldıkları butun zorluklara rağmen vatana donuş haklarından vazgecmemekte ısrarlıdırlar. Multeci kampları belki onlar icin adeta birer bekleme salonları olmuştur. Onlar belki isteselerdi biraz daha iyi ortamlarda yaşamanın yollarını araştırıp yurtlarına donuş haklarının peşine duşmeyebilirlerdi. Ancak sırf bu haklarından vazgecmemek icin oralarda beklemeyi ve onca zorluğa katlanmayı tercih ediyorlar. İsrail işgal devletinin ve onun arkasında duran emperyalist guclerin butun entrikalarına rağmen vatana donuş haklarından vazgecmediler ve vazgecmeyeceklerini de ısrarla soyluyorlar. Eğer ki topraklarını satmış olsalardı boyle bir haktan soz etmeleri bile mumkun olmazdı. Topraklarına sahip cıkma hassasiyeti taşımasalardı multeci kamplarında beklemek yerine siyonizme destek veren uluslararası guclerin sunduğu imkanlardan yararlanarak bir yerlere yerleşmeyi tercih ederlerdi. Onları goce zorlayan şey, vatanları konusunda duyarsız olmaları değil Muslumanların kendilerini yalnız bırakmaları ve İslam coğrafyasında ortaya cıkan kukla yonetimlerin işgalcilerin arkasında duran emperyalistlerle işbirliği yapmalarıdır. Zaten her savaşta bu tur toplu goc olayları olur. Cunku kalabalık kitlelerin butun fertleri savaşma gucune sahip değildir.
Yahudilerin Filistin'e Yerleşmeleri

Aslında burada problem yahudilerin Filistin topraklarında ikametlerinden ziyade siyonizm ideolojisiyle birlikte gelen işgal olayından kaynaklanmaktadır. Osmanlı doneminde normalde yahudilerin legal yollarla ve herhangi bir tehdit oluşturmayacak şekilde Filistin topraklarına yerleşmelerine engel olunmuyordu. Ancak Basel konferansından sonra siyonizmin teşkilatlı bir hale gelmesinden ve Filistin topraklarından bir devlet kurma calışmaları başlatmalarından sonra Osmanlı sultanı II. Abdulhamid yahudilerin Filistin'e yerleşmelerini ve buralardan toprak satın almalarını engellemiştir. Ne var ki İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ihanetiyle onun bu konuda aldığı tedbirler kaldırıldı. Zaten soz konusu cemiyetin mensuplarını incelerseniz bircoğunun yahudi veya donme olduğunu gorursunuz. (Bu konuda bizim Turkiye'de Yahudi Lobiciliği başlıklı dosyamızda ayrıntılı bilgiler mevcuttur.) Sultan II. Abdulhamid'in tahttan indirilmesinin en onemli sebebi de siyonistlerin Filistin'le ilgili emellerinin onune set cekmesidir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1908 ihanetinden sonra yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmeleri kolaylaştırıldı. Fakat buna rağmen yine de yahudi gocunde soze gelir bir artış olmadı. Sonra İngilizlerin 1917'de bu toprakları işgal etmeleriyle yahudi gocunun hızlandırılması icin onemli teşvikler oldu. Daha once de zikrettiğimiz uzere İngiliz işgalciler, vergi zulmu yoluyla Filistinlilerden zorla aldıkları arazileri yahudilere bedava dağıttıkları halde yine de gocte istenilen oranda bir artış olmadı. En buyuk goc dalgası 1933'te Avrupa'da Nazi fırtınasının estirilmesinden sonra başladı. (Bu konuda da bizim Gizli Dunya Devleti ve Siyonizm başlıklı dosyamızı okumanızı tavsiye ediyoruz.) 1933'e kadar İngiliz işgalcilerin tum teşviklerine rağmen Filistin topraklarına yerleşen yahudi sayısı 150-200 bin civarındaydı. Bunların da epey bir kısmını Osmanlı doneminde yerleşmiş olanlar oluşturuyordu. Nazi tehdidinden dolayı Filistin'e goc eden yahudilerle 1947'ye kadar bu nufus 800 bine cıktı.
Gelen yahudilerin hepsi tabii ki toprak sahibi olarak gelmiyorlardı. Filistinliler o zaman yahudi akınına karşı mucadele ettiklerinden oyle kırsal alana pek yayılmıyor daha cok şehir merkezlerinde veya Siyonist orgutlerin kurduğu yerleşim merkezlerinde toplanıyorlardı. Bugun bile Filistin topraklarına yerleştirilmiş yahudi nufusun % 78'i şehirlerde ikamet etmektedir. O donemde siyonist oluşumlar gocmen yahudilerin genclerini kullanarak ceşitli teror orgutleri kurdular. Bu teror orgutlerinin gercekleştirdiği katliamları Filistin tarihiyle ilgili kitaplardan okumanız mumkundur. Butun bu katliamların ve saldırıların amacı Filistinlileri yıldırmak ve uzerlerinde bir tehdit gucu oluşturmaktı. Ancak yaptıkları butun saldırılara rağmen bir "İsrail" devleti kurulmadan once Filistinlileri goce zorlama konusunda başarılı olamamışlardır.
"İsrail" devletinin ortaya cıkması ise siyonist teror orgutlerinin başarısıyla değil, emperyalist guclerin yardımlarıyla ve Arap ulkelerindeki kukla yonetimlerin ihanetleriyle olmuştur. İşte bu ihanetin sonucunda bir işgal devleti ortaya cıkmış ve Filistinlilerin goce zorlanması da o devletin ortaya cıkmasıyla başlamıştır. İşte yahudilerin geniş mulkler edinmeleri, buyuk arazilere el koymaları bundan sonradır.
Filistinliler Osmanlı'ya İhanet Etmediler

Filistin halkına yapılan en buyuk haksızlıklardan ve atılan en onemli iftiralardan biri de bu halkın Osmanlı'ya ihanet ettiği iddiasıdır. Burada Suud ailesinin onculuğunde Hicaz bolgesinde cıkarılan Vehhabi isyanları, Mekke şerifi Huseyin'in (bugunku Urdun kralının dedesinin dedesi) İngilizlerle işbirliği yaparak gercekleştirdiği ihanet, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa ile onun oğlu İbrahim Paşa'nın ihanetinden kaynaklanan gelişmeler, Yemen isyanları ve Arabistanlı Lawrance'ın kandırdığı birkac kabilenin cıkardığı isyanlar hep birbirine karıştırılıp corba yapılarak toptan Filistin halkının uzerine yukleniyor. Oysa bu ihanetlerle Filistin halkının hicbir ilgisi yoktur ve tarihi incelerseniz Osmanlı'ya karşı bir Filistin isyanından soz edildiğini goremezsiniz. İngilizlerin Filistin topraklarını işgalinde de en buyuk ihaneti yapan Mekke şerifi Huseyin ile onun oğullarıdır ki bu aile Filistin halkına da en buyuk ihaneti yapmıştır. Ne kadar ilginctir ki Filistin halkına ihanet etmiş birinin yaptığı Filistin halkının ihaneti olarak takdim ediliyor. Atı calınan kimse hakkında "at caldı" denmesi gibi. Bunda da siyonistlerin ceşitli medya organları vasıtasıyla yuruttukleri manipulasyonun buyuk rolu var. Osmanlıya en buyuk ihaneti yapan Şerif Huseyin ve oğulları siyonistlerle işbirliği yaptıklarından onların ihanetleri hep gizlenirken, İngilizlerin Filistin topraklarına girmelerine yardımcı olan bu ailenin yaptığı ihanet ne yazık ki Filistin halkının Osmanlı'ya ihaneti olarak takdim ediliyor. Cunku siyonistler kendileriyle işbirliği yapanların kirli camaşırlarını gizlerken, kendilerine karşı mucadele edenlere camur atarak onları lekelemeye calışıyorlar.
Artık lutfen zihnimizden, tarihin saptırılmasından kaynaklanan bu buyuk yanlışlıkları silelim ve her yonden mağduriyete, haksızlığa ducar olmuş bir halkın haklı davasına sahip cıkalım. Bu halkın maruz kaldığı zulmun ortadan kalkması icin hicbir şey yapmazken bir de haklarındaki iftiraları onaylayarak biz de haksızlık edersek bunun vebali buyuk olur.
Kendimizi de Sorgulayalım

Osmanlı devletine ihanet konusu gundeme gelince hemen parmaklar Arap dunyasını gosterir. Oysa Osmanlı'ya en buyuk ihaneti İttihat ve Terakki Cemiyeti, Jonturkler gibi fitne odakları yapmıştır. Bunu soylerken, Arap dunyasından cıkıp da İngiliz somurgecilerle işbirliği yapmış hainleri temize cıkarma gibi bir niyetimiz yok. Bununla şu hususa dikkat cekmek istiyoruz: Bizim icimizden cıkan İttihat ve Terakki Cemiyeti veya Jonturkler sebebiyle bu halkı toptan mahkum etme hakkımız var mıdır? Eğer boyle bir şeyi makul goruyorsak o zaman once kendimizi mahkum etmekle işe başlamamız gerekir. Kaldı ki Arap dunyasından cıkmış hainlerle Filistinlilerin, Arap ulusundan olma dışında zikre şayan bir ortak yanları bulunmamaktadır. Hele bugun Filistin'in ozgurluğu ve bağımsızlığı icin mucadele edenler onlarla taban tabana zıt durumdadırlar.
Daha yakın zamanda Irak'ta bir halkı hedef alan iğrenc saldırıya halkımızın butun kesimlerinin karşı cıktığı malumdur. Bu tepki cok farklı ideolojik anlayışlara sahip kitleleri birlikte hareket etmeye ve ortak eylemler duzenlemeye sevk etti. Boyle olmasına rağmen birilerinin uc beş kuruş dunyalık kazanabilmek icin somurgeci guclere ceşitli imkanlar sağladıklarını da gorduk. Bu durumda tepki gosterenlerle, ellerindeki dunyevi imkanları saldırganların hizmetine verenleri, aynı ulkenin insanları olmaları sebebiyle aynı kategoriye mi sokacağız?
Halkımızın topyekun mucadele verdiği İstiklal Savaşı doneminde bile icimizden ihanet edenler cıkmadı mı? Peki ihanet edenlerle İstiklal Savaşı'na katılanları ve destek verenleri aynı kategoriye mi sokacağız?
Bugun Filistin halkının, bağımsızlık ve hurriyet icin surdurduğu mucadele bu ulke halkının gecmişte verdiği İstiklal Savaşı'nın aynısıdır. Bu mucadeleyi yurutenleri ihanet edenlerle aynı kategoriye sokanlar en başta kendi gecmişlerine haksızlık etmiş olurlar. Cunku ihanet edenlerle, hakları ve hurriyetleri icin direnenleri, zilleti kabul edenlerle başlarını dik tutanları aynı kategoriye sokma anlayışını makul ve kabule şayan bir anlayış olarak benimsemiş olurlar. Boyle bir anlayışı benimseyebilecek birine de bizim soyleyecek bir sozumuz yok.
__________________