Bu merhalede uc şeyi yapmak zorundayız:

a) Nefsi, batıl inanclardan, yanlış duşuncelerden ve hurafelerden arındırma.

b) Nefsi, rezaletlerden ve cirkin ahlÂktan arındırma.

c) Gunahları terketme.

Batıl inanclar ve hurafeler cehalet, dalalet ve sapıklılardır. Nefsi karanlığa buruyup tekÂmul, kurb ve Allah’a yakınlığın doğru yolundan sapıtırlar. Batıl inanclara sahip olan kimseler hidayet yolunu tanımaz, dalalet ve sapıklık vadilerinde hareket eder dururlar. Onlar kesinlikle hedefe ulaşamazlar. Karanlık olan bir kalp mukaddes ilahi nurların parlayış noktası olabilir mi?!

Yine cirkin ahlÂk, hayvanî meleke ve huyları guclendirip insan ruhunu tedricen inziva ve mahvoluşa surukler. Boyle bir kişi, tekÂmul ve Allah’a yakınlık olan hedefine ulaşamaz. Keza gunah işlemek nefsi karanlık ve bulanık eder, tekÂmul ve Allah’a yakınlık (kurb) doğrultusundan sapıtıp uzaklaştırır. Boyle bir kimse de nihai hedefe ulaşamaz. Bu bakımdan nefsi arındırmak bizim icin hayati bir mesele olup cok zaruri şeylerden biri sayılır. Oyleyse once cirkin ahlÂkı ve gunahları tanımalı ve daha sonra da amel aşamasına gecerek nefsimizi onlardan temizlemeliyiz. Ne mutlu ki cirkin ahlÂk ve gunahları tanıma konusunda herhangi bir problemimiz yoktur, zira nefslerin tabibleri ve insan tanıyan kutlu kişiler yani peygamberler ve pÂk imamlar (a.s) alcak ve cirkin ahlÂkı bizlere iyice tanıtmış, belirtmiş ve hatta onu tedavi etmenin yolunu da beyan etmişlerdir; gunahları saymış ve onları terketmenin yollarını bizlere oğretmişlerdir. Hepimiz kotu ahlÂkı tanıyor ve onun cirkinliğini biliyoruz. Biz biliyoruz ki; nifak, kibir, kıskanclık, kin beslemek dedikodu etmek, ihanet, bencillik, kendini beğenmek, başkalarını cekiştirmek, iftira, kotu dilli olmak, ofke, ağzı bozukluk, kabalık, zulmetmek, guvensizlik, korku, cimrilik, hırs, başkalarında kusur aramak, yalan konuşmak, dunyaperestlik, makam ve mevkiperestlik, riya ve gosteriş yapmak, dolandırıcılık, hile, suizan, katı kalplilik, serkeşlik, nefis zaafı ve benzeri diğer sıfatlar bunların başlıcaları olup, kotu ve cirkin ozelliklerdir. Bu sıfatların cirkinliğini fıtraten idrak etmemizin dışında, yuzlerce ayet ve binlerce hadis de bu sıfatların kotu ve cirkin oluşuna tanıklık etmektedirler bu konuda hadis acısından en kucuk bir noksanlık hissedilmeyecek kadar zenginiz. Butun haramlar ve gunahlar Kur’Ân-ı Kerim’de ve hadislerde acıklanmış ve onların cezalarına da işaret edilmiştir ki, biz genel olarak bunların hepsini bilmekteyiz. Binaenaleyh, ahlÂksızlığı, kucuk ve buyuk gunahları tanımak acısından herhangi bir sıkıntımız yoktur. Fakat Diğer taraftan da coğunlukla şeytan ve nefs-i emmarenin tutsağıyız ve nefsimizi gunah ve cirkin ahlÂktan arındırmaya muvaffak olamıyoruz; bir care bulmamız gereken asıl sorunumuz da bundan ibarettir.

Bunun en onemli nedeni iki şeydir: Biri nefsimizde olan ahlÂkî hastalıklarımızı tanımamamız ve hasta olduğumuzu itiraf etmememizdir; diğeri ise ahlÂkî hastalıkları kucumsememiz, onların acı ve kotu akibetlerinden gafil olmamız, dolayısıyla onları tedavi ve bertaraf etmeye gayret gostermememizdir. Bu iki etken nefsimizi ıslah edip arındırmaktan bizi gafil etmiştir. Binaenaleyh bu konuda bahsedip buna bir care bulmak zorundayız.
HASTALIKLARDAN GAFİL OLMAK

Genel olarak ahlÂkî hastalıkları tanımakta ve onların cirkinliğini bilmekteyiz. Ancak bizim bu bilincimiz diğerleri hakkındadır kendi hakkımızda boyle bir bilince sahip değiliz. Diğerlerinde kotu bir ahlÂk veya cirkin bir davranış gorduğumuzde onun cirkinliğini idrak etmekteyiz, oysa; o cirkin ozellik hatta ondan daha kotusu, kendimizde de olduğu halde ona hic dikkat etmemiş olabiliriz. Orneğin başkalarının haklarını ciğnemeği kotu biliyor ve başkalarına tecavuz eden kimseden nefret ediyoruz, oysa kendimiz de diğerlerine tecavuz ettiğimiz halde tecavuz ettiğimizin farkına varamayabiliriz. Kendi yaptığımız işi kesinlikle tecavuz bilmiyor ve coğu zaman onu kendimiz icin ahlÂkî değeri olan bir amel olarak gosteriyor ve boylece nefsimizi ikna ediyoruz. Diğer cirkin sıfatlar da boyledir. Dolayısıyla hicbir zaman kendimizi ıslah etmeyi aklımızdan bile gecirmiyoruz; zira hasta olan bir kimse hasta olduğunun farkına varmazsa kendini tedavi etmeyi aklından bile gicirmez. Biz de kendimizi hasta bilmediğimiz gibi onu tedavi etmeyi de duşunmuyoruz ve asıl problemimiz de budur! Dolayısıyla, eğer kendi saadetimizi duşunuyorsak, bize yonelik olan bu problemi halletmek icin caba harcamalı ve mumkun olan her vesileyle nefsanî hastalıklarımızın ceşitlerini tanımak ve taşhis etmek icin gayret gostermek zorundayız.
NEFSİN HASTALIKLARINI TEŞHİS ETMENİN YOLLARI

Burada, ceşitli nefsanî hastalıkları tanımakta yararlanacağımız yol ve vesilelere değinmemiz gerekecek:
1- AKLI GUCLENDİRME:

İnsanı diğer yaratıklardan ayıran onun yuksek ve melekûtî mertebesi, varlığının en mukemmel noktası Kur’an-ı Kerim ve rivayetlerin değişiyle ruh, nefs, kalp ve akıl gibi ceşitli adlarla adlandırılmaktadır. Bunların hepsi tek başına bir tek hakikati acıklığa kavuşturduğu halde ceşitli sebeplerden dolayı ceşitli adlarla adlandırılmıştır (isimlendirilmiştir). Duşunme, tefekkur ve akıl etme kaynağı olduğu icin “akıl” diye adlandırılmıştır.

Akıl, kitap ve sunnette ozel bir yere sahip olup hatta ozel bir faslı kendine mahsus kılmıştır. Akıl, rivayetlerde varlıkların en şereflisi, sorumluluğun, sevap ve cezanın kaynağı olarak tanıtılmıştır. Orneğin:

İmam Muhammed BÂkır (a.s) şoyle buyurmuşlardır: “Allah'u TeÂl aklı yarattığı zaman onu konuşturdu ve “gel” diye buyurdu; akıl da itaat etti. Sonra “don” diye buyurdu; yine akıl itaat etti. Daha sonra da “izzet ve celalime andolsun! Senden daha iyi ve daha sevgili bir varlık yaratmadım ve seni sadece kendisini sevdiğim kimsede mukemmelleştiririm. Bil ki; benim emir ve nehyim sana yonlenmiştir ve sana (bunun karşılığında) sevap ve ceza vereceğim!”[1]

İnsan, aklı vasıtasıyla duşunur ve gerecekleri idrak eder, iyi ve kotuyu, yararlı ve zararlı şeyleri ayırt eder. Allah’ı ve kendini aklın vasıtasıyla tanır, vazifelerini teşhis eder; eğer insanın aklı olmasaydı onunla diğer hayvanlar arasında bir fark kalmazdı; dolayısıyla Allah'u TeÂl Kuran-ı Kerim’de duşunme, tefekkur etme, akıl etme ve araştırma uzerinde onemle durmuş ve insandan aklın kullanmasını istemiştir. Orneğin Kur’an-ı Kerim’de şoyle buyuruyor: “İşte Allah, size ayetlerini boyle acıklar; umulur ki akıl erdiresiniz.”[2]

Başka bir yerde ise şoyle buyuruyor: “Siyah gezip dolaşmıyorlar mı, boylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri oluversin?”[3]

Diğer bir ayette de buyuruyor ki: “Gercek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin (insan dahil butun canlıların) en kotusu, (bir turlu) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.”[4]

Allah-u TeÂl aklı, kulağı ve dili olup da gercekleri tanımak icin ondan yararlanmayanları hayvanların safında ve hatta onlardan daha aşağılık tanıtmıştır, cunku onlar akıllarını kullanmamışlardır ve buyuruyor ki:

“O, akıl erdiremeyenlerin uzerine iğrenc bir pislik kılar.”[5]

İnsanın butun guzel yonu onun aklı icindir. Aklı vasıtasıyla Allah’ı tanır ve ibadet eder. Ahiret'e iman eder ve onun icin hazırlanır, peygamberleri kabul edip onlara itaat eder, ahlÂkî değerleri tanır ve kendini onlarla yetiştirir. Rezaletleri tanıyıp onlardan kacınır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde akıl ovulmuştur:

İmam Cafer-i Sadık (a.s) kendisinden (akıl hakkında) soru soran bir kimsenin cevabında: “Akıl, kendisi vasıtasıyla Allah’a ibadet edildiği ve Cennetinin kazanıldığı bir şeydir.”[6] buyurdu.

Başka bir yerde İmam Sadık'tan (a.s) şoyle nakledilmiştir: “Her kimin aklı varsa dini de vardır ve dini olan kimse ise Cennet'e girecektir.”[7]

İmam Musa-i KÂzım (a.s) Hişam b. Hakem’e şoyle buyurmuşlardır:

“Allah’ın halka iki hucceti vardır; biri zahiri huccet, diğeri ise batini huccettir, zahiri huccet Peygamberler ve Masum İmamlar'dır. Batıni huccet ise akıllardır.”[8]

İmam Sadık’tan (a.s) şoyle naklediliyor: “Akıl acısından halkın en mukemmeli, ahlÂkı en guzel olanlarıdır.”[9]

Yine imam Sadık buyuruyor ki “Akıl muminin kılavuzudur.”[10]

İmam Rıza (a.s)'dan şoyle naklediliyor: “İnsanın dostu onun aklı ve duşmanı ise cehaletidir.”[11]

Hz. Ali (a.s) şoyle buyuruyor: “İnsanın kibirli olması onun aklının zaafını gosterir”[12]

İmam Musa-i KÂzım (a.s) Hişam b. Hekem’e şoyle buyurmuşlardır: “Malı olmaksızın zengin olmayı, kalbinin kıskanclıktan kurtulmasını ve dininin sağlam kalmasını isteyen kimse yalvarıp yakararak Allah'u TeÂlÂ’dan aklını kemÂle ulaştırmasını istemeli; aklı olan kimse kendisi icin yeterli olan miktarla yetinir, yeteri miktarla yetinen kimse de ihtiyacsız olur ve yeteri miktarla yetinmeyen kimse ise hic bir zaman ihtiyacsız (gani) olmaz.”[13]

Ey Hişam! Akıllı kimseler dunyaya ait olan fazla ve gereksiz işleri terkederler. Hele gunahlara hic yanaşmazlar, oysa dunyayı terketmek fazilettir, gunahları terketmek ise farzdır.”[14]

“Ya Hişam! Akıllı bir kimse nefsi yalana meyilli olsa bile yalan soylemez.”[15]

“Ey Hişam! Muruvveti olmayanın dini yoktur, aklı olmayanın muruvveti yoktur ve halkın en ustunu ise dunyayı onemsemeyen ve ona değer vermeyen kimsedir. Bilin ki; vucutlarınızın karşılığı sadece Cennet'tir; oyleyse Cenne'tten başka bir şeyle onu değiştirmeyiniz.”[16]

Bu hadislerden, aklın değerini ve onun maarif ve ilim edinmede, tahsil etmede Allah’a tapınmada, marifette, ahlÂkî değerlerden yararlanmada, gunah ve rezaletlerden kacınmadaki onemli rolu anlaşılmaktadır. Burada şu noktayı hemen belirtelim ki bu hedeflere ulaşmak icin sırf aklın varlığı yeterli değildir; bilakis aklı kullanmak ve ondan yararlanmak da şarttır. Akıl vucutta adaletli ve işinin ehli bir hakim ve kadı gibidir. Ancak onun icin emniyetli bir ortam hazırlanıp kadılığı kabul edildiği durumda kadılığını iyi bir şekilde yapabilir. O, bilgili, guclu tedbirli ve iyiliksever bir hakim gibidir, ancak onun hakimiyetinin tesbit ve teyid edilmesi de şarttır. Kendisiyle muşavere edilen, bilgili, guvenilir ve iyliksever bir kimse gibidir o; ancak kendisiyle muşavere edilmesi ve sozlerinin dinlenilmesi gerekir.

Akıl vucutta hakim olur da nefsanî gudu ve eğilimleri kontrol ederse ulkesini (vucudu) en guzel şekilde idare eder, eğilimlerle diğer guc ve kuvvetler arasında denge kurar, herkesi tekÂmul ve Allah’a doğru seyr ve suluk doğrultusunda hareket ettirir; ancak hayvanî eğilim ve istekler, o kadar kolay bir şekilde aklın hakimiyetini kabul edip onun emirleri karşısında teslim olurlar mı ki?!Nefsanî eğilimler, aklı saf dışı etmek icin ellerinden geldiği kadar bozgunculuk yapıp fitne cıkarırlar. Bunun tek kurtuluş yolu aklı guclendirmektir. Zira akıl her ne kadar guclu ve etkili olursa ic duşmanları daha iyi tanır ve onları dizginleyip ezmek icin daha guclu olur. Kendi aklımızı guclendirip sağlamlaştırmak icin. calışıp caba harcamak ise bize duşer.
2- BİR İŞE GİRİŞMEDEN ONCE ETRAFLICA DUŞUNMEK

Aklı guclendirmek icin her işi yapmadan once onun hakkında etraflıca duşunmek, dunyevî ve uhrevî sonuc ve etkilerini iyice incelemek uzere karar almalıyız. Tedricen, duşunmeye ve ilerisini gormeye alışmak icin işin sonunu duşunmeden hicbir zaman o işi yapmaya karar vermemeliyiz. İslam bizi tefekkur etmeye ve ilerisini gormeye davet etmektedir. Hz. Ali (a.s) şoyle buyuruyor: “Tefekkur vesilesiyle kalbinizi bilinclendirin.”[17]

Başka bir yerde ise şoyle buyuruyor: “Tefekkur, insanı iyi işlere ve onlara amel etmeye davet eder.”[18]

Yine şoyle naklediliyor: “Bir işe girişmeden once o işin sonucunu duşunmek, seni pişman olmaktan sakındırır.”[19]

Adamın birisi Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna giderek: “Ya Resulullah! bana bir tavsiyede bulun.” demesi uzerine Resulullah (s.a.a): “benim tavsiyeme uyacak mısın?” buyurdu. O adam “evet ya Resulullah” cevabını verdi. Resulullah (s.a.a) bu sorunun cevabını alınca şoyle buyurdu: “Ben, bir işe girişmek istediğin zaman ilk once onun sonucunu duşunmeni eğer iyiyse yapmanı ve eğer kotuyse onu yapmaktan kacınmanı tavsiye ediyorum (sana)”.[20]

Yine Resulullah’tan (s.a.a) şoyle naklediliyor: “İşlerinde acele etmek halkı helak etti. Eğer insanlar işlerini duşunerek yapsalardı hic kimse helak olmazdı.”[21]

Başka bir yerde ise şoyle buyurmaktadır: “Sabırlı olup ilerisini duşunmek Allah’tandır; acele etmek ise şeytandandır.”[22]

Masum İmamlar'dan (a.s) gelen bir hadiste şoyle naklediliyor: “Tefekkur, senin iyi ve kotu yonlerini gosteren bir ayna gibidir.”[23]

Hayvanlar, eylemlerinde icgudulerine ve nefsanî isteklerine bağlı olup duşunmez, tefekkur etmezler; ancak insan, aklı olduğu icin işlerinde duşunmeli ve ilerisini gormelidir. İnsan da aynı guduler ve hayvanî eğilimlere sahiptir, dolayısıyla hayvanî bir istekle karşılaşır karşılaşmaz hemen tahrik olup ona cezbolur ve akıl harekete gecerek onlerini almasın diye o guduler insanın tefekkur etmesine ve duşunmesine musaade etmezler. Bu bakımdan eğer biz bir işe girişmeden once kendimizi iyice duşunmeye alıştırırsak, aklın yolunu acmış, harekete gecmesi icin ona fırsat vermiş oluruz ve akıl fiiliyete gecer, calıştırılırsa bizim gercek salÂh ve zararlarımızı idrak eder, hayvanî istek ve eğilimleri arasında denge kurar ve bizi insanî tekÂmulun doğru yoluna hidayet eder. Akıl guclenir de beden ulkesinde hakimiyet kurarsa insaniyetin ic duşmanlarını ve kendi icindeki nefsanî hastalıkları tanıyarak onları tedavi ve bertaraf edebilir. Dolayısıyla Kur’an’da ve hadislerde tefekkur etme, duşunme, inceleme ve araştırma hakkında bircok tavsiyeler edilmiş ve bu konu onemle vurgulanmıştır. Zira insanın insaniyetinin bağlı olduğu akıl bu vesileyle guclenir, hayvanî eğilimler bu yolla terbiye.
3- NEFSE KARŞI KARAMSAR OLMAK:

İnsan kendi batınına iyi bir şekilde bakacak olur da nefsanî ozelliklerini insaflı bir şekilde incelere coğunlukla kendinin nefsanî kusur ve hastalıklarının farkına varabilir; zira insan herkesten daha cok kendi nefsini tanır. Allah'u TeÂl Kur’an-ı Kerim’de şoyle buyurmaktadır:

“Hayır; insan, kendi nefsine karşı basiretlidir; (yaptıklarının icinde tecrube edip kendi kendini gozleyen en iyi şahittir) kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.”[24]

Ancak bizim asıl problemimiz, hakemlik sırasında tarafsız olmayıp genellikle kendi nefsimize karşı iyimser olmamızdır. Kendimizi, ozelliklerimizi, fiillerimizi ve sozlerimizi iyi ve kusursuz bilmekteyiz. Nefs-i emaare, şeytani işleri bizim icin oyle suslemiştir ki; hatta kotu işleri bile iyi gormekteyiz. Kur’an-ı Kerim şoyle buyurmaktadır:

“Kotu olarak yapıp-ettikleri kendisine cekici-suslu kılınıp da onu suslu goren mi (Allah katında kabul gorecek)? Artık şuphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete eriştirir.”[25]

Bu yuzden kusurlarımızı ıslah edemiyoruz. Bunun tek caresi, kendi nefsimize karşı devamlı karamsar ve kotumser olmak, kotuluk ve nefsanî hastalıklarımızın oldukca cok olduğuna ihtimal vermek, hatta buna yakin etmek ve boyle bir halde kendi nefsimizi incelemektir.

Emir-el Mu’minin Hz. Ali (a.s) şoyle buyuruyor: “Mumin, kendi nefsine karşı sui zanda bulunur. Daima onda kusur arar ve ondan iyi işleri ister.”[26]

Diğer bir yerde ise takvalı insanları şoyle tanıtmıştır: “Onlar kendilerini ittiham altında tutar, nefislerine karşı kotu zanda bulunurlar; amellerinden korkarlar. Onlardan birini, birisi ustun gorur, temiz sayarsa soylenen sozden korkar da der ki: Ben kendimi, başkalarından daha iyi bilirim, Rabbimse beni benden daha iyi bilir.”[27]

İnsana, kendinin nefsinin kusur ve hastalıklarını bulup ıslah etmesine musaade etmeyen buyuk engellerden biri, onun kendi nefsine karşı iyimser oluşu ve husnuzan beslemesidir. Eğer bu engeli giderecek olur da kendi nefsimizi insaflı bir şekilde kusurlu oluşunu ihtimal vererek inceleyecek olursak onun hastalıklarını tanıyarak ıslah edebiliriz.
4- RUH TABİBİNE MURACAAT ETMEK:

İnsan, kendi kusurlarını tanımak icin, kendi nefsini ıslah etmiş olan guzel ahlÂklı ahlÂk alimlerinden birine muracaat ederek kendi nefsindeki ozellikleri tamamen ona acıklayıp ondan, nefsinin kusurlarını ve cirkin ozeliklerini kendisine hatırlatmasını isteyebilir. İslamî bir psikolog ve ahlÂk hocası olup, amel ehli, ahlÂkî değerlerin aynası olan bir ruh doktoru, nefsi ıslah etme, Allah’a doğru seyr ve sulûk etme doğrultusunda cok değerli ve etkilidir. Dolayısıyla boyle bir kişiyi bulabilen kimse bu buyuk nimet icin Allah’a şukretmelidir. Ne yazık ki, boyle kişiler cok az bulunur. Dikkat edilmesi gereken onemli nokta şudur ki, nefsî hastalıkları teşhis etmek cok zordur. Bu bakımdan, hastalığını teşhis edebilmesi icin nefsanî ozelliklerini ortusuz olarak doktora acıklaması hastaya farzdır. Hasta bu konuda doktora yardımcı olmaz da gercekleri acıklamaktan sakınırsa iyi bir sonuca varamaz.
5- BİLGİLİ VE İYİLİKSEVER BİR ARKADAŞA MURACAAT ETMEK:

İyi, bilgili ve hayır sever arkadaş, nefsi ıslah etme ve cirkin sıfatları tanıma doğrultusunda insana yardım edebilecek Allah’ın buyuk nimetlerinden biridir. Ancak onun bilgili olup iyi ve kotu sıfatları tanıması şarttır. Ayrıca iyiliksever ve guvenilir de olmalıdır. Zira eğer iyi ve kotu sıfatları tanımazsa bu konuda insana yardımcı olamaz, hatta tam aksine iyiyi kotu ve kotuyu iyi gosterebilir. Eğer guvenilir ve iyiliksever olmazsa kendi aklınca arkadaşlığını korumak ve arkadaşını uzmemek icin onun kusurunu kendisinden gizleyebilir, hatta onun hoşlanması icin kotu yonlerini iyi gostererek ovup, yuceltebilir onu.

İnsan boyle bir arkadaş bulabilirse onda gorduğu her turlu kusur ve noksanlığı kendisine hatırlatmasını ister ve uyarılarından dolayı ona teşekkur eder, kendi nefsini ıslah etmek icin onlardan yararlanır. O uyarılardan dolayı teşekkur edip onlardan istifade ederek bilfiil kusurlarını soylemesinden dolayı ona kızmak bir yana dursun hatta buna sevindiğini bile dile getirir.

Kendisinden goruşunu acıklaması istenen boyle bir arkadaş ihlas ve sadakatının derecesini bilfiil ispatlamalıdır. İnsaflı bir şekilde, sevgi ve duşmanlıktan uzak olarak arkadaşının ozelliklerini dikkatle incelemeli, ondan gorduğu şeyi arkadaşca ve hayırını ister bir dille ona acıklamalıdır. Hatta mumkun olduğu kadar gizli bir yerde soylemeli ve başkalarının yanında onun kusurunu acmaktan gercekten kacınmalıdır. Hedefi gerceği soylemek olmalı ve onu buyutmekten sakınmalıdır; zira mu’min mu’min kadeşine karşı insanın guzellik ve cirkinliklerini buyutup kucultmeden gosteren bir ayna gibidir.

Elbette şefkatli olup kusurlarını ıslah etmek maksadıyla insanı uyaran boyle arkadaşlar da azdır; ancak eğer boyle bir arkadaş bulan kimse buyuk bir saadete nail olmuş demektir. Bunun kadrini bilmelidir, uyarılarına sevinmeli, teşekkurlerini bildirmelidir. Islah maksadıyla insanın ayıplarını uyaran boyle bir arkadaşın en iyi ve en yararlı arkadaşlardan olduğuna dikkat etmeli, onun uyarılarından ve iylikseverliğinden rahatsız olup kendini savunmaya ve intikam almaya kalkışmamalıdır. Eğer birileri elbisenizde bir kac tane zehirli akrep olduğunu hatırlatırsa siz onun bu uyarısından rahatsız olup intikam almaya mı kalkışırsınız yoksa sevinir ve ona teşekkur mu edersiniz? Cirkin sıfatlar da akrep gibi ve hatta akrepten daha kotudurler. İnsanın ruhunu zehirler ve devamlı onun batınında yer ederler. Onları defetmek icin bize yardım eden kimse bize karşı en buyuk hizmeti etmiştir.

İmam Sadık (a.s) şoyle buyuruyor: “Kardeşlerimin en ustunu, kusurumu bana tezekkur verenidir.”[28]
6- BAŞKALARININ KUSURUNDAN İBRET ALMAK:

İnsan genellikle kendi kusurundan gafildir; ancak diğerlerinin kusurunu gorur, onların cirkinliğini iyi idrak eder ve meşhur olan soz gibi: “Diğerlerinin gozundeki samanı gorur, onu dağ gosterir, ancak kendi gozundeki dağı gormez.”

Binaenaleyh nefsanî kusurları tanımanın yollarından biri de diğerlerinin kusuruyla karşılaşmaktır. İnsan başka birinde bir kusur gorunce onun ustunde durup eleştirmeye kalkışmaksızın, kendinde bu kusur aramalı ve bu maksatla kendi nefsini incelemeli kendi nefsine muraccat etmeli, aynı kusuru kendi nefsinde de bulursa onu ıslah etmeye calışmalıdır. Bu durumda başkalarının kusurunu gormekten oğut ve ibret alıp kendi nefsini ıslah etmek icin caba harcaryabilir.

Resulullah (s.a.a) şoyle buyurmuşlardır: “Mutlu ve saadetli kimse diğerlerinden ibret alandır”.[29]
7- ELEŞTİRİDEN DERSALMAK:

Birbirleriyle arkadaş olan kimseler genellikle insanın kusurunu kendisine soylemekten sakınırlar, duşmanlar ise tam aksine coğunlukla tenkid eder, eleştirirler. Elbette duşmanların eleştirileri takva ve ihlas uzerine değildir; bilakis kin; cekememezlik ve intikam hırsı gibi şeyler onları tenkit etmeye zorlamaktadır. Ancak insan onların tenkitlerinden kendi lehine yararlanabilir.

İnsan duşmanların tenkitlerine karşı iki ceşit tavır alabilir: Birincisi, savunma durumu almak: Bu eleştiri, duşmandan olup onun maksadı hayır değildir bahanesiyle mumkun olan her vesileden yararlanarak onları susturmak. Boyle birisi kendi kusurunu ıslah etmekten ziyade coğunlukla diğerlerinin hata ve yanlışlıklarına da bulaşır. İkincisi, duşmanların tenkitlerini iyice dinleyerek hakikati oğrenmek icin kendi nefsine muracaat edip insaflı bir şekilde onu incelemektir. Duşmanın eleştirilerinin yerinde olup, nefsinin kusurlu olduğunu gorurse derhal kendini ıslah etmeye calışır. Hatta uygun gorurse kusurunu soyleyerek nefsini ıslah etmesine sebep olan boyle bir duşmana teşekkur bile edebilir. Boyle bir duşman, insanın kusurlarını ortup, onu medhedip dalkavukluk yaparak cahil ve bilgisiz tutan muhafazakÂr arkadaşlardan kesinlikle daha iyi ve faydalıdır. Ancak kendi nefsine muracaat ederek onu incelediğinde mezkur kusurların kendisinde olmadığını gorurse Allah’a şukretmeli ve ileride de boyle cirkin sıfatlara bulaşmamak icin kendi nefsini gozetmelidir. Bu durumda duşmanların tenkitlerinden kendi lehine yararlanmış olur. Elbette boyle bir davranış insanın ma'kul ve meşru yollarla ihanetkÂr duşmanların hile ve desiselerini defetmesine engel olmayacaktır.
8- KALBİN HASTA OLUŞUNU GOSTEREN BELİRTİLER

Hastalığı tanımanın en iyi yollarından biri onun bir takım nişanelerinin olmasıdır. Vucudun organlarının hastalığını, ya acı hissederek yada belli bir organın vucut sisteminde uzerine aldığı bir işi yapamayışı vasıtasıyla tanıyabiliriz. Organların her birinin bedenin idaresinde ozel bir vazifesi vardır, beden sağlıklı olduğu zaman vazifesini iyi bir şekilde yapar; ancak vucudun organlarından biri vazifesini yapamazsa bu onun hasta olduğunu gosterir. Orneğin goz sağlıklı olduğu zaman ozel bir takım şartlar altında eşyaları gorur. Ancak butun şartlar olduğu halde, eşyaları hic goremez veya iyi goremezse onun hasta olduğu anlaşılır. Kulak, dil, el, ayak, kalp, bobrek ve ciğer gibi vucudun diğer organlarının herbirinin beden sağılıklı olduğu zaman ozel bir vazife vardır; ancak vazifesini yerine getişmediği takdirde onun hasta olduğu anlaşılır.

İnsanın kalbi ve nefsi de boyledir. Ozel yaratılışı gereğince yapması gereken birtakım işler vardır. Melekût aleminden gelmiş olup ilim, merhamet, kudret, bağış, adalet, muhabbet, marifet, nuraniyet ve diğer ahlÂkî değer ve faziletlerle ilişkisi vardır. Fıtrî olarak sebebi arayan ve Allah’ı isteyendir. Allah’a iman etmek, onu anmak, sevmek ve ona ilgi duymak, ibadet edip tapınmak, ona dua etmek ve katına yonelerek yalvarıp yakarmak, nefis ve kalbin sağlıklı olduğunu gosteren belirtilerdir ve yine ilim ve bilgiye, Allah’ın rızası icin O’nun mahlukatına ihsan ve hizmet etmeye, fedakarlık, comertlik, adalet ve diğer ahlÂkî değerlere alaka duymak, nefsin sağlıklı olduğunu gosteren nişanelerden sayılır. İnsan buna benzer ozellikleri kendinde bulursa sağlıklı bir nefse sahip olduğunu anlayabilir; ancak eğer Allah’a teveccuhu olmadığını, ibadetten, duadan ve munacattan zevk almayıp bunlardan kactığını, Allah’ı sevmediğini, makam, mevki, servet, mal-mulk, kadın ve evladına aşırı derecede aşık olduğunu, şehvet gutme ve hayvanî lezzetleri Allah’ın rızasını kazanmaya tercih ettiğini, hayatta sahşi menfaatlerini temin etmekten başka bir hedefi olmadığını, comertlik, fedakÂrlık, ihsan ve Allah’ın mahlukatına hizmet etmekten zevk almadığını, insanların ızdırap ve rahatsızlığından rahatsız olmadığını hissederse boyle bir kişi nefsinin gercekten hasta olduğunu bilmelidir ve eğer kendi saadetini seviyorsa derhal nefsini ıslah ve tedavi etmeye girişmelidir.
TEDAVİ KARARI

Nefsanî hastalık veya hastalıklarını tanıyıp hasta olduğumuza yakin ettikten sonra derhal tedaviye başlamalıyız; bu merhalede en onemli konu karar alma ve iradedir. Eğer gercekten kendimizi kotuluklerden ve cirkin ahlÂktan arındırmak ister ve ciddi bir karar alırsak muvaffak olabiliriz. Konuyu kucuk sayar da ciddi bir karar almazsak sağlık ve selametliğe kavuşmamız imkansız olur. İşte bu merhalede şeytan ve nefs-i emmare işe koyulur ve bizi aldığımız karadan vazgecirtmek icin her turlu hileye başvurur. Ancak uyanık olup onun hilelerine aldanmamalıyız.

Kendi cirkin sıfatlarımızı şoyle tevil edebiliriz: “Sen bu halkla birlikte, bir arada yaşamak istiyorsun, diğerlerinde de bu sıfatlar vardır, falancaya filancaya baksana, bu sıfatlardan daha buyuğunu taşımaktadırlar, daha kotu ozellikleri var. Sen tek başına iyi olabilir misin ki? Rezil olmak istemiyorsan halka uy ...”

Ancak nefsin bu cirkin hilesi karşısında sıkı bir şekilde durmalı ve şoyle demeliyiz: "Diğerlerinin de bu hastalığa ducar olduğunu varsayalım, ancak bunun benimle ne ilgisi var? Diğerlerinin bu hastalığa bulaşması benim nefsanî kusuruma ozur teşkil etmez; her durumda bu kusur ve hastalık bende de vardır ve eğer bu kusurla olecek olursam ebedi bir bedbahtlığa tutsak, olurum. Dolayısıyla kendi nefsimi tedavi ve ıslah etmek icin caba harcamak zorundayım."

Bazen de şeytan, vakit gecirme ve erteleme hilesiyle ortaya cıkarak bizi irademizden vazgecirtebilir. “Gerci bu kusur sende var ve bunu ıslah etmen gerekir, ama gec olmaz ne acelesi var? Bırak falan iş bitiversin de sonra rahatca nefsinî ıslah etmeye başla. Şimdi gencsin ve senin eğlenme zamanındır, yaşlanınca tovbe eder ve nefsini ıslah edersin” diyerek aldatabilir insanı.

Bunun da bir ceşit şeytani hilelerden olduğuna dikkat etmeliyiz. O tarihe kadar olmeyeceğimiz ne malum? O tarih yetişmeden once olum vakti gelip catabilir ve bu nefsanî hastalıkla dunyadan gocebiliriz. O durumda halimiz ne olur? Ayrıca o tarihe kadar yaşayabilsem bile, o zaman nefs-i emmare ve Şeytan hile etmekten ve beni aldatmaktan el cekerek, nefsimi ıslah etmem icin beni rahat bırakır mı sanki?! O zaman da başka tur hilelerle beni kararımdan vazgectirir. O halde şimdiden işe koyularak kotuluklere emreden isyankÂr nefsimi dizginlesem daha iyi olmaz mı?

Bazen nefs-i emmare bize: "Sen gunah işlemeye ve falan sıfata alışkanlık kazandın. Bu alışkanlığını terketmen imkansızdır. Sen heves ve isteklerinin esirisin kendini esirlikten nasıl kurtarabilirsin? Senin nefsin gunah ve hatalar vasıtasıyla kararmıştır ve artık bundan donuş yolun da yoktur." diyebilir.

Bunun da bir ceşit hile olduğunu bilmeliyiz. Nefs-i emmareye şoyle cevap vermeliyiz: "Alışkanlığı bırakmak imkansız değildir; bilakis alışkanlıkları bırakmak mumkundur. Elbette zor olsa da yine de ne olursa olsun işe koyulmalı ve kendi nefsimi tezkiye etmeye calışmalıyım. Gunah ve cirkin sıfatları terketmek imkansız olsaydı Resulullah (s.a.a) ve Masum İmamlar (a.s) bu kadar ahlÂkî tavsiyelerde bulunmazlardı. Tovbe edip Allah’a yonelmenin yolu hicbir zaman kapalı olmayıp daima acıktır. Dolayısıyla kesin karar alıp nefsimi tezkiye etmeye gayret gostermeliyim."

Nefs-i emmare cirkin sıfatları ve nefsanî hastalıkları gozumuzde kucuk gostererek şoyle soyleyebilir: "Sen farizelere bağlı olup, falan ve filan sunnetleri yerine getirdiğine gore Allah seni affeder, yerin Cennet'tir. Cirkin sıfatlarına gelince onlar pek onemli değil; sunnetleri yerine getiriyorsun ya, işte bu onları telafi eder ve sen Allah’ın affına layık olursun."

Burada bu gibi tevillerin de nefs-i emmare ve şeytanın hilelerinden olduğuna dikkat etmeliyiz. Nefs-i emmarenin onunu şoyle almalıyız: "İyi amel, takvalı kimselerden kabul edilir. Takva ise, nefsi ıslah etmeden elde edilemez. Eğer nefsimiz cirkinliklerden tasviye edilmezse iyi ve guzel şeyleri kendinde besleyemez. Şeytan nefisten dışarı cıkmazsa melek iceri girmez. Nefis, gunah ve ahlÂkî rezaletlerle karanlık ve bulaşmış olursa Ahiret yurdunda nur ve aydınlığı olmaz.

Daha once kapalı olarak değindiğimiz nefsanî hastalıkların her zaman tehlikeli sonuclarına iyice dikkat etmeliyiz. Ayrıca ahlÂk ve hadis kitaplarına muracaat ederek nefsanî hastalıkların her birinin kotu etkilerine ve onların uhrevî sonuclarına dikkat etmeliyiz. Bu vasıtayla nefs-i emmare ve şeytanın hilelerine karşı mucadele vermeli ve nefsimizi ıslah ve tasfiye etmek icin kesin bir karar almalıyız. İrade merhalesinden gececek olursak amel merhalesine yaklaşırız.
NEFSE GALİP GELME VE ONU KONTROL ETME

İnsanın butun fiil, hareket, soz, iyilik ve kotuluklerinin kaynağı nefsdir. Eğer nefs ıslah olursa, insanın dunya ve ahireti sigorta edilmiş olur, ama eğer nefs fesada yonelirse kotuluklerin kaynağı oluverir ve onun peşini dunyevî ve uhrevî helaket izler. Eğer insaniyet yolunda hareket edecek olursa Allah’ın yakın meleklerinden bile daha yukarı makamlara cıkabilir ve eğer insaniyetin değerli cevherini gormezlikten gelir de hayvaniyet doğrultusunda hareket edecek olursa hayvanlardan daha aşağılık olup alcak şeytanlık makamına duşer. Bu iki yoldan her birinde hareket etmenin vesileleri insanın icinde saklanmıştır hem akla sahip olup fıtrî olarak insanî fazilet ve değerleri istemektedir hem de hayvan boyutuyla hayvanî eğilim ve ic gudulere sahiptir. Ancak, hayvanî eğilim, istek ve icguduler batıl ve zararlı şeyler olup insanı sapıklığa duşurmez; tersine onların varlığı insan hayatı icin gereklidir ve doğru istifade edildiği takdirde insanın tekÂmulu ve Allah’a doğru seyr ve sulûk etmesi doğrultusunda vazifedar olabilirler.

Ancak asıl sorun, hayvanî eğilim ve isteklerin belli bir sınırda durmaması ve diğerlerini gozetmemesidir. Ne insanî eğilimlere onem verir, ne de diğer guduleri gozetir. Tamamen tatmin olmaktan başka bir hedefi yoktur. Cinsel icgudu tamemen tatmin olmayı, hedefine ulaşmayı ister ve bundan başka bir hedefi yoktur. Yiyecek ve icecekten zevk alma, makam, mevki, şohretperestlik, mal, servet, ev ve yaşam guzelliklerine alaka gosterme gibi diğer hayvanî guduler ve yine ofke, gazab, intikam hırsı ve bundan kaynaklanan butun sıfatlar belli bir sınırda durmaz; bilakis bunlardan herbiri mukemmel bir şekilde tatmin olmak isterler. Dolayısıyla, bunlardan biri diğerine galip gelip nefsi kendine tutsak edinceye kadar, insan nefsi devamlı kavga, munakaşa ve cedellere meydan olup hic bir zaman sukûn bulmaz.

Bu arada akıl, cok onemli bir guc ve konuma sahiptir. Şeriatın yol gostermelerinden yararlanarak nefsanî eğilim, icgudu ve temayullerini kontrol edip onların arasında denge kurarak ifrat ve tefritin onunu alabilir. Yine hakimiyet makamını ele gecirip icgudulerin istekleri arasında denge kurarak, nefıs ulkesini kargaşa, huzursuzluk ve aşırılıktan kurtarıp insaniyetin ve Allah’a doğru seyr ve sulûk etmenin doğru yoluna hidayet edebilir.

Ancak aklın hakimiyet kurması da kolay bir iş değildir tabi; zira cok guclu ve hileci bir duşmanla karşı karşıyadır. Nefs-i emmare adındaki bu gaddar duşmanın onu savunan pek cok yardımcıları vardır.

Allah'u TeÂl Kur’an-ı Kerim’de şoyle buyurmaktadır: “Gercekten nefıs Rabbimin kendisini esirgediği dışında var gucuyle kotuluğu emredendir.”[30]

Resul-i Ekrem (s.a.a) şoyle buyuruyor: “Senin en buyuk duşmanın, iki tarafının arasında yer alan nefsindir.”[31]

Hz. Ali’den (a.s) şoyle naklediliyor: “Akıl ile şehvet birbirleriyle zıt iki şeydirler. İlim, aklı savunur, heva ve heves ise şehveti teyid eder. Nefıs ise bu iki gucun munakaşa ve şavaş meydanıdır. Bunlardan her biri diğerine galip gelirse, o nefsi sultası altına alıverir.”[32]

Keza Emir-el Muminin: Hz. Ali (a.s) şoyle buyurmaktadır: “Şer ve kotuluk butun nefislerden saklıdır. Nefsin sahibi ona galip gelirse oylece saklı kalır ve eğer mağlup olursa o kotuluk acığa cıkar.”[33]

Akıl iyi bir hakimdir, ancak yardımlaşma ve dayanışmaya muhtactır. Bu kavgada aklın tarafını tutarak nefsanî isteklerimize, şehvet ve heveslerimize karşı koyup beden ulkesinin idaresini akla teslim edecek olursak cok buyuk bir zafere ulaşmış oluruz. Bu ise din onderlerinin, şeriat, tarikat ve hakikat rehberlerinin bizlerden istedikleri ve uzerinde oldukca fazla durdukları bir konudur. Orneğin.

Hz. Ali (a.s) şoyle buyuruyor: “Şehvetlerin kalbinize galip gelmemesine dikkat edin. Zira ilk once sizi kendine kole eder ve nihayette de helakete duşurur.”[34]

Diğer bir yerde Hz. Ali’den (a.s) soyle naklediliyor: “Her kim nefsinin istek ve şehvetlerini kendi mulkiyetine (emri altına) gecirmezse aklına da sahip olamaz.”[35]

Ayrıcsa Hz. Ali’den (a.s) naklediliyor ki: “Nefsanî heveslerin insana galebe etmesi en buyuk helakettir ve galip gelip onları tutsak etmek ise en guzel malikiyettir.”[36]

İmam Sadık (a.s) şoyle buyurmaktadır: “Her kim, gonlu bir şeyi dilediğinde, korktuğunda, bir şeyi arzuladığında, hoşlandığında ve gazab ettiğinde kendi nefsini kentrol ederse Allah'u TeÂl onun bedenini Cehennem ateşine haram kılar.”[37]

Hz. Ali’den (a.s) şoyle naklediliyor: “Gunahları terketmek uzere nefsinize musallat olun ve onu yenin (kontrol edin) ki onu kendi emrinize almanız kolay olsun.”[38]

Bu bakımdan, nefse musallat olmak, nefsanî istek ve hevesleri kontrol etmek; nefsi tasfiye ve tezkiye etmek icin zaruri ve hayati bir şey sayılmaktadır. Nefsi tezkiye etmek, bunun dışında imkansızdır. İnsanın nefsi serkeş ve inatcı bir at gibidir; eğer onu terbiye ederek ehilleştirir ve dizginlerini ellerinize alıp sırtına binecek olursanız ondan yararlanabilirsiniz ve eğer ehilleşmez de kendi istediği tarafa giderse sizi ucurumlara duşuruverir. Ancak serkeş nefsi ehilleştirmek cok zor bir iştir. O ilk once sizin karşınızda mucadele verecek ancak siz de ona layıkıyla mukavemet edecek olursanız, nihayet teslim olur.

Hz. Ali (a.s) şoyle buyuruyor: “Eğer nefsin senin karşında zorluk cıkarır da teslim olmazsa sen de, karşında zelil ve uysal olması icin ona zorluk cıkar (sıkı tut) ve onu itaate zorlamak icin hileye başvur.”[39]

Ayırca şoyle buyurmaktadır: “Siyah yazınız Nefsanî şehvet ve istekler, oldurucu hastalıklardır. En iyi ilacı ise, onların karşısında sabırlı olmak ve mukavemet etmektir.”[40]
NEFİSLE CİHAD

Nefıs bizim en buyuk duşmanımızdır. Akılla devamlı savaş halindedir. Şeytani vesveselerden ilham alarak askerleriyle aklı inzivaya cektirip sondurmek ve beden meydanının yegane kahramanı olmak icin ona saldırıverir. Hedefi, melekleri nefis ulkesinden dışarı cıkarmak ve onu tamamen şeytanın işgaline gecirmektir. Bu gaddar duşmanı alt etmek kolay bir iş değildir tabi ki. Katiyet, mukavemet, sebat ve hatta cihada ihtiyac vardır. O da bir iki defa, bir iki gun veya bir iki yıl değil; omrunun sonuna kadar devam eden bir cihada; zorlu, ciddi ve birbirini izleyen savaşlara gerek vardır. Nefısi dizginlemek ve icguduleri kontrol etmek icin zorlu bir savaş yapmalıyız. Resulullah’ın (s.a.a) ve Masum İmamlar'ın (a.s) buyruklarından ilham alarak aklın ve aklın askerlerinin yardımına koşmalıyız; nefsin cinayetlerinin onune gecmeli, askerlerini cevirmeli ve kokunu kurutmalıyız; t ki, akıl, vucut ulkesine hakimiyet kurabilsin ve şeriatın buyruklarından ilham alarak bizi insanî mukemmellik ve Allah’a doğru seyr ve sulûk doğrultusuna hidayet etsin. Nefis ile barış ve uzlaşma sağlanamaz ancak o mağlup olarak nihayet sonunda kendi yerinde oturup suikastlarından el cekinceye kadar onunla savaşılmalıdır. Saadete ulaşmak icin bundan başka bir yol yoktur; dolayısıyla nefisle savaşmaya, hadislerde cihad ismi verilmiştir. Ornek olarak Hz. Ali’nin (a.s) sozlerinden birkacını naklediyoruz:

“Her zaman cihad ederek kendi nefsinize musallat olun (kontrol edin).”[41]

“Nefsin istek ve heveslerine galip gelin ve onlarla savaşın; zira eğer nefıs sizi bağlarsa helaketin en alcak derecesine duşersiniz”[42]

“Bilin ki, (nefisle) cihad etmekle Cennet satınalınır. Her kim nefsiyle cihad edecek olursa ona musallat olur ve Cennet ise kadrini bilen icin Allah’ın en guzel (sevabı) mukÂfatıdır”.[43]

“İki duşmanın birbiriyle savaştığı gibi nefisle savaş, cihad ederek onu Allah’a itaat etmeye zorla ve birbiriyle zıt olan iki şeyden birinin diğerine ustun geldiği gibi nefse galip gel; zira halkın en guclusu nefsine galip gelenidir.”[44]

“Akıllı kimse nefsiyle cihad eden, onu ıslah eden, heves ve zevk peşinde olmaktan sakındıran ve bu vasıtayla onu dizginleyip kendi kontroluna geciren kimsedir. Doğrusu akıllı insan nefsini ıslah etmekle oyle bir meşgul olur ki; dunyaya, dunyada olan şeylere ve dunya ehline onem vermez.”[45]

Nefisle cihad etmek onemli ve hayati bir savaştır. Oyle bir savaş ki, dunya ve ahirette nasıl yaşayacağımız, nasıl ve hatta ne olacağımız ona bağlıdır. Eğer biz cihad ederek nefsimizi mağlub etmez ve onu dizginlemezsek o bizi mağlub eder ve istediği her tarafa ceker. Eğer biz onu kendimize tutsak etmezsek, o bizi kendine tutsak ve kole eder. Biz onu guzel ahlÂk ve guzel amele zorlamazsak, o bizi cirkin ahlÂka ve kotu amellere zorlayacaktır. Dolayısıyla nefisle cihad, Allah’a doğru hereket edenlerin omuzlarına bırakılmış olan en onemli ve en zor vazifedir, bu yolda her ne kadar guc sarfedilirse gercekten değer.
CİHAD-I EKBER

Nefisle cihad o kadar onemli bir meseledir ki Resul-i Ekrem (s.a.a) onu cihad-ı ekber, yani buyuk cihad diye tanıtmıştır. O kadar ehemmiyettlidir ki hatta silahlı savaştan bile ustun bilinmiştir.

Hz. Ali (a.s) şoyle naklediyor: Resulullah (s.a.a) duşmanla savaşmaları icin bir ordu gonderdi. İslam ordusu savaştan donunce onlara: “Aferin cihad-ı asgarı (kucuk cihadı) yapanlara! Ancak cihad-ı ekber (buyuk cihad) onlar icin farz olarak kalmıştır” buyurdular. (Ashaptan bazıları) "Ya Resulallah! Cihad-ı Ekber nedir?" deyince hazret: “Nefisle cihaddır.” buyurdular.[46]

Hz. Ali (a.s) şoyle buyuruyor: “Cihadlardan en ustunu iki tarafının arasında yer alan nefsiyle cihad eden kimsenin cihadıdır.”[47]

Resulullah Hz. Ali’ye (a.s) vasiyetinde şoyle buyurmuşlardır: “Ey Akıl! cihadların en ustunu hic kimseye zulmetme kastı olmaksızın sabahlayan kimsenin cihadıdır.”[48]

Bu hadislerde nefisle cihad, cihad-ı ekber (en buyuk cihad) ve en faziletli cihad olarak tanıtılmıştır. Oyle bir cihad ki hatta Allah yolunda yapılan silahlı cihaddan bile daha faziletli ve daha ustundur. Allah yolunda yapılan cihadın ustun değerine ve onun en ustun ibadetlerden sayıldığına dikkat edilecek olursa nefisle cihadın burda değer ve onemi acıklığa kavuşur. Nefisle cihadın ustunluğunu izah ederken uc noktayı beyan edebiliriz:

1- Her ibadet, hatta silahlı cihad, iki acıdan nefisle cihadı gerektirmektedir:

a- İbadetleri butun şartlarıyla tam olarak yerine getirmek nefisle cihada bağlıdır. Acaba cihad edip caba harcamaksızın namazı, kalp huzuruyla ve muminin miracı olacak, fahşadan ve munkerden nehyedecek olan butun şartlara riayet ederek eda etmek mumkun mudur?!

Acaba cihad etmeksizin Cehennem'e kalkan olacak orucu kamil olarak eda etmek mumkun olabilir mi? Mucahid biri nefsiyle cihad etmeksizin canını ayağının altına alarak savaş meydanında hazır olup İslam duşmanlarıyla yiğitce savaşabilir mi?

b- Her ibadet, ancak sırf Allah’ın rızası icin yapılak her turlu şirk, riya, bencillik ve nefsanî garazlardan arı ve temiz olmak şartıyla Allahu TeÂlÂ’nın indinde makbul olup Allah’a yakınlaşmaya sebep olur ve boyle bir şey ise nefisle cihad etme dışında mumkun değildir. Hatta silahlı cihad ve şehadet de ancak Allah’ın rızası ve Tevhid kelimesini yuceltmek icin olunca değer kazanıp tekÂmul ve Allah’a yakınlığa sebep olur. Bu buyuk ibadet bile şohret, duşmandan intikam alma, adın tarihe gecmesi, riya ve gosteriş, makam ve mal, hayat sorunlarından kacmak veya buna benzer diğer nefsanî hedefler olursa manevî değerini yetirir, insanı Allah’a yakınlık ve kurb makamına yukseltmez. Binaenaleyh, nefisle cihad etmek butun ibadet ve hayır amellerden ve hatta Allah yolunda silahlı cihad etmekten bile ustundur; zira onların hepsinin doğruluk ve mukemmelliği nefisle cihada bağlıdır. İşte bu yuzdendir ki, nefisle cihad, cihad-ı ekber (buyuk cihad) olarak adlandırılmıştır.

2- Silahlı savaş belli bir zamanda ve ozel şartlarla farz olur. Ayrıca farz-ı aynî değil farz-ı kifa-îdir. Bazı kimseleri bağlamaz. Bazı zamanlarda cihad kesinlikle farz değildir; farz olduğu yerlerde ise farz-ı kifayî olup yeterince savaşcı iştirak ederse bu farz diğerlerinden. Ayrıca kadınlara, yaşlılara, acizlere, gucsuzlere ve hastalara da farz değildir. Fakat tam aksine nefisle cihad, herkese her zaman, her durumda ve her halde ve butun şartlar altında farz-ı aynîdir ve insanın butun hayatı boyunca her an yapması gereken bir cihaddır. Masum İmamlar dışında hic kimse hic bir zamanda ondan gani (ihtiyacsız) değildir.

3- Nefisle cihad, butun ibadetlerden, hatta mucahidin canından gecerek şehadetle karşı karşıya geldiği silahlı cihaddan daha zordur. Zira hakka tamamen teslim olmak, bir omur boyu nefsanî istek ve heveslerle mucadele etmek ve tekÂmulun doğru yolunda ilerlemek, bir mucahidin bir kac sabah savaş meydanında İslam duşmanlarıyla savaşmasından ve nihayet şehadet makamına erişmesinden cok daha zordur. Nefisle mucadele etmek ve savaşmak o kadar zordur ki, surekli ve amansız bir cihad, bir cok ızdıraba tahammul etme ve ilÂhî teyidlerin olması dışında imkansızdır. Dolayısıyla namazlarda devamlı: “Bizi doğru yola hidayet et” diyoruz. TekÂmulun doğru yolunda ilerlemek o kadar zordur ki, kutlu İslam Peygamberi, Allahu TeÂlÂ’ya! “Allahım! bir goz acıp kapayıncaya kadar beni kendi nefsime bırakma” diye dua etmektedir.
CİHAD VE İLÂHÎ YARDIMLAR

Gerci nefisle cihad etmek cok zor olup onun icin mukavemet, sebat, uyanık olma ve murakabeye gerek varsa da; her halukÂrda imkansız olmayıp insanın saadeti icin oldukca zaruridir. Eğer nefsimizle savaşmaya karar verir de bu işe başlarsak bu amelimiz Allah tarafından yardım gorur.

Allah-u TeÂl Kur’an-ı Kerim’de şoyle buyurmaktadır: “Bizim yolumuzda cihad edenlere şuphesiz onlara yollarımıza hidayet ederiz.”[49]

Allah’ın rızasını kazanmak icin kendi nefsi ve istekleriyle savaşan kimseye ne mutlu! Her kim nefsanî heveslerin ordusunu altederse Allah’ın rızasını kazanmıştır ve her kim cihad ve Allah’ın karşısında huzu ve huşu etmek vasıtasıyla aklını nefs-i emmaresine komşu ederse buyuk bir saadete ulaşır. Allah ile O’nun kulu arasında nefs-i emmare ve nefsi isteklerden daha karanlık ve daha korkunc bir ortu yoktur; onların kokunu kurutmak icin ise Allah’a muhtac olma duygusu, huzu-huşu, aclık ve susuzluk (oruclu olmak) teheccud ve geceleyin ibadet icin uyanık kalmaktan daha iyi bir silah yoktur. Boyle birisi olurse şehittir ve kalırsa nihayet buyuk rızvana ulaşıverir. Allahu TeÂl Kur’an-ı Kerim’de şoyle buyuruyor: “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şuphesiz yollarımızı gosteririz.” Kendi nefsini ıslah etmek icin senden daha fazla calışan bir mucahidi gorduğunde kendi nefsini azarla, kına ve onu daha fazla murakabeye teşvik et. Allah’ın emir ve nehiyleriyle kendi nefsin icin bir dizgin yap. Yaramaz, tecrubesiz egitilmemiş bir koleyi terbiye eden kimse gibi kendi nefsini iyliklere doğru yonlendir. Resulullah (s.a.a) o kadar namaz kılardı ki mubarek ayakları şişerdi ve itiraz edenlerin cevabında ise: “Allah’a şukreden bir kul olmayayım mı?” buyuruyordu. Resulullah (s.a.a) ibadete ciddiyet ve ehemmiyet vermekle ummetine ders verirdi. Oyleyse hicbir zaman caba harcamaktan, ibadet ve riyazetten gafil olmayınız. Biliniz ki eğer ibadetin tadını ve bereketlerini gorur de kalbinizi ibadetin nurlarıyla nurlandırırsanız sizi parca parca etseler bile yine de ondan bir saat olsun el cekemezsiniz. O halde ibadetten yuz cevirmenin, gunahtan sakınma ve ilahi muvaffakiyetlere yonelme yarışmasının faydalarından mahrum olmaktan başka bir sonucu olmayacaktır.”[50]

Nefisle cihad, aynen silahlı cihad gibidir. Duşmana her ne kadar darbe inerse ve askerler tarafından her ne kadar duşman mevzisi fethedilirse duşman o kadar zayıflar, askerler guclenir ve ilerdeki darbeler ve fetihler icin daha hazırlıklı olurlar. Allahu TeÂlÂ’nın buyurduğu ilahi sunnet de budur: “Allah’ın dinine yardım edecek olursanız o da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır.” Nefisle cihadda da boyledir. Nefs-i emmare’ye her ne kadar darbe iner ve onun meşru olmayan istek ve hevesleriyle muhalefet edilirse nefıs o kadar zayıf duşer, siz ise daha bir guclenir ve sonraki fetihler icin daha hazırlıklı olursunuz. Aksine, her ne kadar uyuşuk ve gevşek davranır ve nefsin isteklerine teslim olursanız siz zayıflarsınız, o ise guclenir ve sonraki fetihler icin daha hazırlıklı olur.

Ancak nefsinizi tezkiye etmeğe calışırsanız; Allah tarafından teyid olursunuz-yardım gorursunuz ve her gecen gun nefs-i emmare’ye daha fazla musallat olur ve onu daha iyi kontrol edersiniz. Ama nefsin istekleri ve askerleri karşısında meydanı boşaltacak olursanız onlar daha guclenir ve daha fazla musallat olurlar size.
İNSAN KENDİNİN DOKTORUDUR

Peygamberler (a.s) ve Masum İmamlar (a.s) insanların eğiticisi ve nefislerin tabipleridirler. Ancak tabiplik ve nefsi ıslah ve tezkiye etme sorumluluğu bir yerde insanların kendi uzerlerine bırakılmıştır. Peygamberler ve Masum İmamlar insanlara tabiplik dersi verirlerdi. İnsanların kendi dert ve dermanlarını tanımaları nefislerini ıslah etme sorumluluğunu kendi uzerlerine almaları icin nefsanî hastalıkları, onların nişanelerini, kotu sonuclarını, onları tedavi etmenin yolunu ve ilacları insanlara tanıtıyorlardı. Zira insanın hastalığını hic kimse kendisi gibi tanıyıp ıslah edemez. İnsan nefsanî hastalıkları ve onları tedavi etmenin yollarını vaaz edenlerin ağzından duyar veya onu kitaplarda okur, ancak nihayette kendi hastalığını anlayıp ona karşı ozel bir ilac kullanacak olan insanın kendisidir. İnsan kendi acısını ve icindeki gizli şeyleri herkesten daha iyi anlar. O, kendi nefsini gozetlemezse, diğerlerinin oğut ve nasihatları yararlı olabilir mi?

İslam dini, insanları ıslah etmeye once onların iclerinden başlanması gerektiğine inanmaktadır. Nefsi tezkiye etmek ve ruhî sağlığı gozetmek icin nefislerin hazırlıklı olmalarının gerekliliğine ve kendilerini korumaları icin onların gorevlendirilmelerinin zorunlu olduğuna inanmaktadır. Bu da İslam'ın onemli terbiye temellerinden biri sayılır.

Allahu TeÂl şoyle buyurmaktadır: “Hayır, insan kendi nefsine karşı bir basirettir. (Yaptıklarını icinde tecrube edip kendi kendini en iyi gozleyen bir şahittir.) kendi mazeretlerini ortaya atsa bile”[51]

İmam Sadık (a.s) adamın birine şoyle buyurdu: “Sen kendi nefsinin tabibi kılınmışsın; senin icin acı belirtilmiş ve sağlık nişaneleri acıklanmıştır, ilac ve deva da tanıtılmıştır. O halde nefsini tedavi etmeye bak.”[52]

İmam Sadık (a.s) şoyle buyuruyor: “Kendi nefsinde bir vaaz eden (nasihatcı) olmayan kimseye diğerlerinin nasihatı fayda vermez.”[53]

İmam Seccad’dan (a.s) şoyle nakledilir: “Ey insanoğlu! nefsinde bir nasihatcı ve vaaz eden oldukca sen devamlı iyilik uzeresin.”[54]

Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki: “Halkın en acizi kendi nefsini ıslah etmekten aciz olanıdır.”[55]

Hz. Ali (a.s) diğer bir yerde şoyle buyuruyor: “insan, kendi nefsinin sorumluluğunu uzerine almalı, devamlı kalbini gozetmeli ve dilini korumalıdır.”[56]
__________________