İnsanlar yaşamak icin cok ceşitli şeylere muhtac olduklarından, bir arada bulunmak ve toplu olarak yaşamak zorundadırlar. Bu mecburiyetle en başta aile olmak uzere mahalle, koy, kasaba ve şehirler kurmuşlar, ortak bir kimlik etrafında millet denilen topluluğu meydana getirmişlerdir.
Bir arada yaşamak, ancak belirli bir duzen ve nizamla mumkundur. Yine belli olcude yardımlaşma ve dayanışma zorunludur. İhtiyac duyulan her ne varsa ancak boylece elde edilebilir, huzur ve sukûn ancak boyle sağlanabilir, ebedi hayata boyle bir ortamda hazırlanılabilir.
Kainattaki her varlığa, her oluşa asıl ve surekli bir nizam ihdas eden Rabbimiz, insan hayatının intizamı icin de gerekli ilke ve kaideleri bir bir belirtmiş, dunya ve ahiret selametini bu esaslara riyayet etmeye bağlı kılmıştır.
Beşeriyet, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem a.s.’ dan itibaren bir taraftan vahyin şaşmaz rehberliğinde, diğer taraftan da kendi aklî ve tecrubî bilgisinin ışığında pek cok merhaleden gecmiş, nihayet Cenab-ı Hak en mukemmel kılavuz olmak uzere Kur’an -ı Hakim’i gondermiştir. Boylece insan hayatı hem dunyevî hem de uhrevî cephesiyle kemÂl cizgisine ulaştırılmıştır.
İnsanı şeref ve haysiyetine yaraşır ozellikte, pak ve selim fıtratına uygun bir hayata davet eden Mukaddes Kitabımız, bir arada yaşamanın vazgecilmezi olan ahlÂka ve adab -ı muaşerete dair hayatî onemi haiz ilkeler koymuştur.
Cağlar boyunca pek cok hukukî duzenlemenin, yuzlerce duşunce akımı ve felsefî sistemin insana yaraşır bir hakkaniyet cizgisine getirmek icin cabaladığı insanlararası munasebetler, nihayet İslÂm’la hakiki mihengini bulmuştur. İnsan hayatı İslÂm’la kalite ve estetik kazanmış, insanlık İslÂm’la nezaketi ve nezaheti oğrenmiştir.
. . .
İnsanoğlu doğduğu gunden itibaren aktif bir şekilde cevresiyle munasebete girer. Bu munasebetler, kişinin icinde bulunduğu kultur ve toplum tarafından benimsenmiş kalıplara gore şekillenir. Buna kısaca adab -ı muaşeret diyebiliriz.
Yukarıda değindiğimiz gibi, adab -ı muaşeretin en buyuk kaynağı dindir. Musluman bir toplumda ozellikle İslÂm’dır, oyle olmalıdır.
İnsan, adab -ı muaşeret kaidelerine riayeti nisbetince yaşadığı toplumda kabul gorur ya da toplumun tepkisine maruz kalır. Kişi, bu konuda dikkati nisbetinde , gorgusu ve nezaketi olcusunde seckinleşir, ornekleşir. Esasen, ozellikle nezaketin sadece insana mahsus olduğu, diğer mahlukat icin mevzu bahis olmadığı dikkate alındığında, adab -ı muaşeretin insanlık gereği olduğu anlaşılır. Hele de başta Cenab -ı MevlÂmız’ın hukuku olmak uzere, butun haklara riayetkÂr oluşuyla one cıkan mumin icin vazgecilmez bir ozelliktir.
. . .
İnsanoğlu birbiriyle ve cevresiyle olan munasebetlerinde nazik ve adaba riayetkÂr olursa, toplum hayatı guzelleşir, bir ahenk ve nizam icinde devam eder. Oraya huzur, sukûn ve refah gelir.
Bunun tam aksine, bir toplumda ilişkiler bozuk, insanların birbirine davranışı kaba ve ozensiz olursa , başka bir huzursuzluk kaynağı aramaya gerek yoktur, bu kabalık ve ozensizlik onlara yeter. Boyle toplumların uzerinden rahmet eksilir, bereket kalkar. İnsanların bibirine saygısının olmadığı yerlerde toplum yapısı cozulur, yardım ve dayanışma ahlÂkı unutulur, turlu ceşit zorbalıklar ortaya cıkar.
Bu tarz umumi bozukluk icinde fertlerin ic dunyası, maneviyatı da buyuk risk altındadır. Herkesin birbirine bağırıp-cağırdığı, kimsenin kimseyi sahiden onemsemediği, muhabbetin yerini hoyratlığa bıraktığı yerde hangi maneviyattan soz edilebilir?
Nezaket ya da kibarlık en insanî hasletlerden biridir ve iki kaynaktan beslenir. Bunlar hurmet ve muhabbettir. Saygı ve sevgi de diyebiliriz. Başkalarına gosterilen saygı ve sevginin, insanın kendine saygısı ve kendi fıtratına sevgisi ile yakından irtibatı vardır.
Zerafet ister fıtrî olsun, isterse terbiye sonucu kazanılmış olsun, ancak tevazu ahlÂkı ve sadelikle bir arada mukemmelleşir. İnsana yakışan, muteber ve makbul olan edep ve hay halidir ve bu ikisi Rabbimiz’in en buyuk ikramlarındandır. Her hususta olduğu gibi nezakette ifrat ve tefrit sadeliği bozar. Edep ve hay bu noktada samimiyetin ve dengenin korunmasını sağlar.
Yiyecek, giyecek ve hayatın başka alanlarında itidali muhafaza etmek, nezaketin kacınılmaz bir gereğidir. Kibar bir insan, iyi yemeyi, iyi giyinmeyi, iyi eğlenmeyi elbette sever, fakat butun bunlarda edep ya da adab -ı muaşeret neyi nasıl gerektiriyorsa oylece davranır.
Nezaketli insan cemiyet icine kendini aleme gostermek icin değil, orada bulunması gerektiği icin gider. Oradaki varlığının başkalarına iyi mi, kotu mu geldiğinin muhasebesini yapar, duyarlı davranır. Davet edilmediği yere gitmez, davet olunduğu yere de gitmemezlik etmez. İma ile veya doğrudan kendinden bahsetmez, yapıp ettiklerini ulu-orta herkese soylemez. Verdiği sadakayı, yaptığı iyiliği gostermez, gosterilmesinden hicap duyar. Cok iyi bilmediği hususlarda susar, bilse de mecburiyet yoksa one atılmaz. Buyuklerine hurmetkÂr, akranları ile iyi gecimli, kucuklere şefkatlidir. Ustu daima temiz ve muntazamdır. Guleryuzlu ve misafirperverdir. Yanına gelen ondan memnun ayrılır. Fakir olsa da kıskanc değildir. Cok vefakÂrdır. Ailesini, akrabasını sever, onların sıhhat ve afiyetlerine onem verir. Din, devlet ve ailevî vazifelerinde asla lakayt davranmaz. Diğer insanların menfaati icin, zorluklara katlanarak bile olsa, hizmetini esirgemez. Kusurları araştırmaz, aksine orter, kendini hatalı gorur.
Kişinin bu zerafet ve nezaket libasına burunebilmesi bir terbiye işidir. Aile, okul, icinde yaşanılan ortam bu noktada son derece onemlidir. Fakat daha onemlisi kişinin kendini terbiye etmesidir. “Ne yapalım, biz boyle gorduk, boyle geldik!” diye duşunmek gecerli bir mazeret değildir. Her insan olgunlaşmakla yukumludur ve bunu gercekleştirecek donanıma sahiptir.
. . .
İnsanın kendine, başka insanlara ve nihayet butun varlıklara karşı nezaketinin en temel ve sağlam başlangıc noktası, yeryuzunde Cenab-ı Hakk’ın halifesi olarak yaratılmış olduğu gerceğidir. Bunun anlamı insan varoluş bakımından asildir, seckindir. O halde asil ve seckin davranmalıdır.
Diğer taraftan bir kuldur o. Hangi makam ve mevkide, ne zaman ve nerde olursa olsun, asla başıboş değildir. Sahibi vardır, itaatkÂr ve mutevazi olmak zorundadır.
İnsanoğlu, her şeyden once insanlığına halel getirmeden, kendi şeref ve haysiyetini incitmeden, dunya ve ahiret saygınlığını muhafaza ederek yaşamalıdır. Unutmamalıdır ki, davranışlar kalbin yansımasıdır.
Zerafet ve nezaket muminin halidir, oyle olmalıdır. Allah’ın kullarını O’nun hatırına saymak ve sevmek, O’nun rızası icin hizmet etmek… Bu, nezaketin en buyuğudur ve başta peygamberler olmak uzere evliya-yı izamın nezih ahlÂkıdır.
Rabbimiz’in tevfik ve inayeti ile…
Mubarek Erol – Semerkand Dergisi
__________________
Bir Musluman Olarak Nezaket
Dini Sohbetler0 Mesaj
●38 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Sohbetler
- Bir Musluman Olarak Nezaket
-
12-09-2019, 07:13:50