“Şunu iyi biliniz ki, bana Kur'an-ı Ke*rim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (cunku) koltu*ğuna kurulan tok bir adamın ‘size (hz. Peygamberin sunneti/hadisleri değil) sadece şu Kur'an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diye*ceği (gunler) yakındır...”
Bu hadis-i şerif -farklı nuanslarla- kutubu sitte ve diğer bazı kaynaklarda gecmektedir (bk. Ebu Davud, Sunnet, 5(6), İmaret,33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime,49; Ahmed b. Hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8).
Tirmizî’nin bir rivayeti şoyledir: "Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaştığında -koltuğuna yaslanmış bir halde- ‘bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken)’ bulmayayım." Tirmizî, bu hadisin hasen-sahih olduğunu belirtmiştir” (bk. Tirmizi, İlim,10).
İslam alimleri bu gibi hadislere dayanarak, Kur’an’da olmayan (en azından acıktan gorulmeyen) bir cok hukmun Allah Resulunun (s.a.v) sunnetiyle sabit olduğunu soylemişlerdir. İmam Şafiî gibi bazı buyuk alimler bu hadislere dayanarak “Hz. Peygamberin sunneti, Kur’an’ın bir tefsiri, bir acıklaması hukmunde olduğunu..” belirtmişlerdir.
Cok acıktır ki, İslam’ın temel esaslarından olan namaz, oruc, hac, zekÂt gibi vecibelerin hic biri Kur’an’da detaylandırılmamıştır. Bu detayların tamamını sunnetten oğreniyoruz. Hz. Peygamber (s.a.v)'in şu hadisleri de bu gerceğe işaret etmektedir: “Namazı nasıl kıldığımı gorduyseniz, siz deoyle kılın!”, “Haccın menasikini(hac vecibelerini) benden alın/benden oğrenin”
"Hayır, Rabbın hakkı icin, onlar aralarında cıkan cekişmede seni hakem yapıp sonra da verdiğin hukme karşı iclerinde bir burukluk duymadan tam teslim olmadıkca, iman etmiş sayılmazlar." (Nisa, 65) mealindeki ayet ve benzerleri Hz. Peygamberin sunnetinin de İslam dininin ikinci kaynağı olduğunu gostermektedir.
Bazı kişiler diyorlar ki, Kur’Ânda her şey vardır, başka bir kaynak aramaya gerek yoktur. Bunlar, İslÂm’ın temeli olan kelime-i şahadetin her iki kanadına da iman ettiklerini ifade etmekle birlikte, ikinci kanadı, amel konusunda hic nazara almama gibi tuhaf bir yola girmiş bulunuyorlar. Bunun icin de, hadis-i şerifleri İslÂm’ın ikinci kaynağı olarak kabul etmiyor, her şeyin zaten Kur’Ânda bulunduğunu, bunlara gerek olmadığını soyluyorlar. Kendilerine diyorsunuz ki, “Kur’Ânda namaz emredilmekle birlikte nasıl kılınacağı tafsilatıyla anlatılmamış; hadis-i şerifler ve Allah Resulunun (asm.) uygulamaları olmaksızın nasıl namaz kılacağız?”
Bu sorunuza, Kur’Ânda anlatılandan ne anlıyorsak namazı oylece kılacağız diye cevap veriyorlar. Sorularınızı artırıyorsunuz, “Kur’Ânda beş vakit namaz acık olarak gecmiyor, sadece sabah ve akşam namazından bahsediliyor, bir da orta namazdan. Bu ise ikindi namazı olarak anlaşılabiliyor.” dediğinizde, size hemen hak veriyor ve “Zaten namaz iki vakittir ucuncusu bizim tercihimize bırakılmış.” diyorlar. “O halde,” diyorsunuz, “iki vakit de olsa bu iki namazı kac rekÂt kılacağız, namazda neler okuyacağız. Zira bunlar da Kur’Ânda acıklanmamış.”
Bu sorunuza şu garip cevabı alıyorsunuz: Rekat diye bir şey yok, Kur’Ânda sadece namaz emredilmiş, rukûdan, secdeden bahsedilmiş, kıble tayin edilmiş. Kişi gerisini kendisi belirleyecek, dilediği namazı yine dilediği kadar rekÂt kılabilir; bir rekÂt da kılar, on rekÂt da.
Bu kesimin butun yanılmalarını burada aktarmaya gerek yok. “Namaz dinin direğidir.” (Tirmizi, İman 8) hadis-i şerifinden hareketle acıklamalarımızı sadece namaz orneği uzerinde yapmakla yetineceğiz. Diğer ibadetlerdeki fikir sapmaları da bundan farksız.
Once, etrafımıza şoyle bir bakalım, bunların dediği şekilde namaz kılan kimse var mı? Yok. Kendilerinin de boyle bir namaz kıldıklarını hic sanmıyoruz. Kılsalar, haklı bildikleri bu dava ile ortaya cıkar, namazı o şekilde kılan bir ekol teşkil eder ve sayılarının artması icin de gayret gosterirlerdi. O halde, bu fikrin neticesi, guya Kur’Âna uygun namaz kılma perdesi altında, namaz kılmayan bir nesil yetiştirmek.
Kur’Ânın ilk muhatapları ve Resulullahın (asm.) ilk arkadaşları ve talebeleri olan sahabelerin boyle bir namaz kıldıklarını bunlar da iddia edemiyorlar. Sahabeler Allah Resulunun (asm.) her hareketini, ozellikle de ibadete dair uygulamalarını buyuk bir titizlikle aynen tatbik ve taklit etmişler. Onları takip eden tabiin doneminde ve daha sonraki asırların Muslumanlarında da boyle bir ferdî ve keyfî uygulama gorulmuyor. Bu hal, t bu asra kadar boylece devam ediyor.
Hak mezhepler yanında, dalÂlet fırkası dediğimiz İslÂm’ın istikamet cizgisinden sapma gosteren kesimlerde de boyle indî bir ibadet şekli goremiyoruz. Bu asra kadar boyle bir uygulama gorulmediğine gore, bu kesimin iddiaları esas alındığında bugune kadar Kur’Âna uygun ibadet hic yapılmamış oluyor. Dolayısıyla, İslÂm dini hayata mal olmamış, sadece inanc planında kalmış bir din oluyor.
Yine bunların telakkisine gore, Peygamber Efendimiz de (asm.) namazın nasıl kılınacağını ummetine oğretmeyen, onları bu noktada kendi goruşleriyle baş başa bırakan birisi olarak goruluyor. “O halde, peygambere ne gerek vardı?” diye bir soru akla gelebiliyor. Eğer peygamberin tek gorevi insanlara Kur’Ânı tebliğ etmek ise Kur’Ânın nasıl yaşanacağı konusunda ornek olmak gibi bir gorevi yoksa, o zaman Kur’Ânın nazil olması, peygamber olmaksızın bir melekle de gercekleştirilebilirdi.
Melekler, diledikleri şekillere girebilen nuranî varlıklardır. Nitekim Cebrail Aleyhisselam Allah Resulunun (asm.) huzuruna, sahabeden Dıhye’nin suretiyle cıkabildiğine gore, Cenab-ı Hak, Kur’Ânı da Cebrail vasıtasıyla ve Tevrat’ta olduğu gibi bir defasında toplu olarak inzal eder, uygulamasını insanların şahsî goruşlerine ve tercihlerine bırakabilirdi.
Bu kişilerin takıldıkları nokta, namaz ve diğer ibadetleri Cenab-ı Hakk’ın nicin butun tafsilatıyla Kur’Ânda anlatmadığı meselesi. Onlar, bunu şoyle yorumluyorlar: Demek ki, buna gerek yok ve kulların bu konuda serbest bırakmaları onlar icin bir rahmet.
Boyle bir anlayışa gore, beşerî kanunlarda da bu kadar tafsilata gerek yok. Butun sucları tek tek sıralamak, bunların cezalarını butun teferruatıyla ortaya koymak yersiz ve mÂnasız. Herkes anayasayı incelesin, nasıl anlıyorsa oyle uygulasın.
Yine bu anlayışa gore, kÂinat kitabındaki ince mÂnaları da araştırmak yersiz. Allah acıkca neyi gostermişse onunla amel etmek kÂfi. Yani, guneşle yolunu goreceksin, havayı teneffus edeceksin, toprağı ekip biceceksin, suyu icecek ve ekinlerini sulayacaksın o kadar. Ne yer altı kaynaklarını, ne ic organların gorevlerini, ne genlerin, ne atomların, ne ışınların keyfiyetini araştırmak gerekmez. Zira, gerekseydi Allah onları da guneş gibi, su gibi gozumuze gosterirdi.
Boyle bir duşunce nasıl insanı ilimden ve medeniyet nimetlerinden mahrum bırakırsa, sadece Kur’Ân ayetlerinde acıkca beyan edilen mÂnalara bakmak da Kur’Ânın cok geniş mÂna ikliminden, cok derin feyiz kaynaklarından insanı mahrum eder. Boyle bir kişi, sadece anladığı kadarıyla yetinir, anlamadıklarını yahut acıklanmayan hukumleri yaşama ihtiyacı duymaz. Zaten nefsin de istediği, boyle şukursuz bir hayat, ibadetsiz bir dindir.
İctihada karşı cıkan, mezhepleri tanımayan, ilm-i hali gereksiz bulan bu kişilerin yaptığı da, aslında, cok yanlış bir ictihattır. Yani, “Sadece Kur’Ân ayetleri yeterlidir, hadislere bile ihtiyac yoktur.” demek, başlı başına ve sorumsuzca yapılmış curetkÂr bir ictihattır.
Zira, Kur’Ân-ı Kerimde, “Sadece ayetlerle iktifa edin, Peygamberin sunnetine uymanız gerekmez.” mÂnasında bir ayet yoktur. Aksine, o Hak elcisine her hususta uymamız gerektiğini emreden ayetler mevcuttur. Bunlardan bir kacını ileride arz edeceğiz.
O halde boyle bir anlayış, tamamen his ve hevesten kaynaklanan yanlış bir ictihattır.
Bakınız, ictihat kapısını acan ve ayetlerden hukum cıkarmaya imkÂn veren ayet-i kerimede ne buyruluyor:
“Eğer o meseleyi peygambere ve muminlerden ihtisas sahibi kimselere havale etselerdi, elbette o kimselerden hukum cıkarmaya ehliyetli olanlar işin doğrusunu bilirlerdi.” (NisÂ, 4/ 83)
Ayette gecen “istinbat” yani hukum cıkarma imkÂnı, yine ayetteki ifadesiyle ulu’l-emr olan yetkili kişilere tanınmıştır. Nitekim, bu ayetin verdiği musaade ile Allah Resulu (asm.) bizzat ictihat yaptıkları gibi, sahabenin yetkili Âlimleri de ictihatta bulunmuşlardır.
“Sadece Kur’Ânla amel ederiz.” diyen kişiler Kur’Ânın bu ayetiyle de amel etmek gerektiğini, bunun ise yetkili kişilerce yapılan ictihatlara uymak manasına geldiğini de bilmelidirler.
Fıkıh konusunda zamanın ihtiyacına ve ortaya cıkan yeni durumların halline dair yapılan ictihatlar, Ustat Bediuzzaman hazretlerinin ifadesiyle, yuzde on kadardır; şeriatın yuzde doksanlık kısmı ise muhkemattır, yani kati hukumlerdir. Kur’Ânın acıkca bildirdiği meselelerde ve Allah Resulunun (asm.) kati beyanlarında ictihat yapılamaz ve bunlar şeriatın yuzde doksanını teşkil ederler.
Allah Resulu (asm.) namazla ilgili ayetleri nasıl uygulamışsa bunlara aynen uymak, her Musluman uzerine bir borctur. Peygamber Efendimiz (asm.) sabah namazını iki rekÂt kılmışsa, bunu ne bire indirmeye, ne de uce cıkarmaya kimsenin yetkisi yoktur. O Hak Elcisi (asm.) butun omru boyunca sabah namazını iki rekÂt kılmışken, butun ashab-ı kiram da O’na aynen uymuşlarken, bugune kadar gelen butun alimler ve onlara uyan butun muminler de bu konuda ittifak etmişlerken, artık “Kur’Ânda sabah namazının iki rekÂt olduğuna dair bir ayet yok." gibi bir gerekce ile, başta Peygamberimiz (asm.) olmak uzere butun Muslumanlara ters bir uygulamaya gitmek, dini tahrife yonelik değilse cok buyuk bir gaflettir.
“Her kim de, hidÂyet yolu kendisine iyice belli olduktan sonra, Resulullaha muhalefet eder ve muminlerin yolundan başka bir yola tÂbi olursa, Biz onu donduğu yolda bırakırız. Fakat Âhirette kendisini cehenneme koyarız. Orası ne fena bir varış yeridir!” (Nisa, 4/115)
Yine bu kişiler Kur’Ânı okuduklarına gore şu ayet-i kerimeleri de gormuşlerdir:
“Peygamber size her ne getirirse onu alın, sizi neden menederse ondan da sakının.” (Haşr, 59/7)
“Kim Resûlullah’a itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.” (NisÂ, 4/80)
“De ki, Allah’a ve resulune itaat edin. Eğer yuz cevirirlerse, elbette Allah kufre girenleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/ 32)
“De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin; t ki Allah da sizi sevsin. …” (Âl-i İmran, 3/ 31)
“Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlu'ne itaat edin. Kur’Ân’ı ve Resûlullah’ın oğutlerini işitip durduğunuz halde ondan yuz cevirmeyin!” (EnfÂl, 8/20)
“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle birliktedir. İşte bunlar ne guzel arkadaştır!” ( NisÂ, 4/69)
“Allah ve Resûlu, herhangi bir meselede hukum bildirdikten sonra, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine gore secme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlune karşı gelirse, apacık bir sapıklığa duşmuş olur.” (Ahzab,33/36)
“Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı icin, onlar aralarında ihtilÂf ettikleri meselelerde seni hakem kabul edip, sonra da verdiğin hukumden oturu iclerinde hicbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkca iman etmiş olmazlar.” (NisÂ, 4/65)
Cenab-ı Hak, bu ayet-i kerimelerde Resulunu hic nazara vermeden, doğrudan, “Benim emirlerime uyun, yasaklarımdan sakının. Bana itaat edin. … ” diyebilirdi. Bunun yerine, bu gibi ifadelerin ihtiyar edilmesi, Allah’a itaatin peygambere uymaksızın mumkun olamayacağı icindir.
Hele bazı hukumler vardır ki, en Âlim insanlar da bu konuda bir karar veremezler. Konumuza sadık kalarak orneğimizi de yine namazdan verelim. Yetkili Âlimlerimiz namazın vakitleriyle ilgili ayet-i kerimelere bazı izahlar getirebilseler bile, namazın rekÂtlarına, ruku ve secdelerin sayılarına, bunların yapılış sıralarına, rukuda ve secdede okunacak tespihlere kadar cok meselede bir hukum veremezler. Zira, bu gibi meseleler peygamber talimi olmaksızın mucerret akılla ve ilimle halledilemez.
Biz bu gibi iddia sahiplerinin bazı yazılarını okuduk. Dikkatimizi ceken bir noktayı yazmak isteriz:
Bu yazıların coğunda Peygamber Efendimiz (asm.) icin sadece peygamber denilmekle yetinilmiş, ne hazret denilmeye, ne de aleyhissalatu vesselam diyerek ona salat ve selama gerek duyulmamıştır. Bunun o kişiler icin buyuk bir kayıp olduğunu duşunuyoruz.
Sadece bir kısmına kısaca değinmekle yetindiğimiz bu yanlış anlayış ve hatalı davranışların, bir kasıt eseri olmayıp gafletten kaynaklandığına inanmak istiyor ve kendilerinin bu yoldan kısa zamanda donmelerini temenni ediyoruz. Aksi halde, bazı kişilerin namazsız ve ibadetsiz bir hayat gecirmelerine sebep olacaklar ve “Sebep olan işleyen gibidir.” hukmunce onların butun ihmallerinin ve gunahlarının bir katı da kendilerine yazılmakla buyuk bir zarara uğrayacaklardır.
__________________
‘Bize Kur’an yeter…’ diyenler !!!
Dini Sohbetler0 Mesaj
●33 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Sohbetler
- ‘Bize Kur’an yeter…’ diyenler !!!
-
12-09-2019, 07:11:02