a) Şefaatin anlamı:
Şefaat kavramının lugat anlamından hareketle, konuya yaklaşabiliriz: “Birinin işini gormek, cezadan kurtarmak, bir iş icin aracı olmak ve darda kalmışa yardım etmek” (Ateş, age, I, 157) manalarına gelen şefaat, Kur’Ân’da pek cok Âyette yer almaktadır. Şefaat kavramı fiil olarak ele alındığında “iki misli yapmak, astar cekmek, kaplamak, sevdirmek, ilave etmek, herkesten once satın alma (şuf’a) hakkını vermek, araya girip tavassut etmek (aracı olmak)” manalarına gelmektedir.
Bakara 48. Âyetinden, şefaat meselesinin İsrailoğulları arasında da tartışıldığı ve onlara, Allah’tan başkasının şefaatci olamayacağı bir gunden cekinmelerinin emredildiği anlaşılmaktadır. Demek ki şefaat konusu, Kur’Ân’dan onceki ilÂhî kitaplarda da ele alınmıştır.
Hz. Peygamber’in doneminde muşrikler şoyle diyorlardı:
“Biz onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” (Zumer, 3).
“İşte bunlar, Allah katında bizim şefaatcılarımızdır” (Yûnus, 18).
Muşrikler, Allah’ı biliyorlardı; ama kendilerini Allah’a yaklaştıracaklarına inandıkları başka varlıklara tapınıyorlardı. Kimi zaman meleklere, kimi zaman da putlara ibadet ediyorlardı. İsrailoğulları da, peygamber ve din adamlarının şefaat edeceklerine inanıyorlardı.
Zumer 3’teki, “Allah’tan başkasını dost edinenler” ifadesiyle, Allah’tan başka “tapınılan, aracı ve şefaatci kabul edilen her şey” bu kavramın icine dÂhil edilmiştir. “Allah’tan başkası” ifadesi izafî bir kavram olduğundan, zaman icinde farklılık gosterebilir. İnsanların bir zaman melekleri, diğer bir zaman din adamlarını, başka bir zaman bir tarikat şeyhini şefaatci olarak kabul etme ihtimali bulunduğundan, “Allah’tan başkası” ifadesi kullanılmıştır.
b) Şefaat kime aittir? Kimler şefaat edebilir?
Putları Allah’a aracı ve kendilerine şefaatci kabul edenlere, Allah, şu soruyu yoneltmektedir:
“Yoksa onlar Allah’tan başkasını şefaatci mi edindiler? De ki; onlar hicbir şeye guc yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi?” (Zumer, 43).
Gucu olmayan ve bir işe aklı ermeyen varlıkları aracı olarak gormek ve şefaatleri icin onlara tapınmak, şirktir. Allah, sorduğu bu soruyu kendisi cevaplandırmaktadır:
“De ki: “Şefaatin tamamı Allah’a aittir” (Zumer, 44).
Peki, Allah TeÂlÂ, şefaati nicin butunuyle kendine has kılıyor? Cunku:
“Goklerin ve yerin iktidÂrı kendisine aittir ve O’na donulecektir” (Zumer, 44).
Bu ozelliklere sahip olan varlık, elbette ki şefaat yetkisini elinde bulunduracaktır. Bu ozelliklere sahip olmayan bir varlığın, şefaat yetkisi yoktur. Bu Âyetlerden anlıyoruz ki, Allah’tan başka kimin şefaat edeceğini de, kime şefaat edileceğini de bu Âyetlerle bilemeyiz.
Kur’Ân’da şefaat konusu acıklanırken, Allah katında bazılarının şefaat edeceğine işaret ediliyorsa da; kimlerin şefaat edeceğine acıklık getirilmemiştir. “Şefaatin tumu Allah’a aittir” Âyeti ile “Allah’ın izin verdikleri şefaat edecektir” Âyeti, birbirine zıt gorulmemelidir:
“İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir?” (Bakara, 255).
“Şefaatin tamamı Allah’a aittir” ilkesi, Allah’ın, başkasına şefaat etme izni vermeyeceği anlamına gelmez. Yukarıdaki Âyet, şefaat edecek olana da şefaat iznini Allah’ın vereceğini beyan etmektedir. Demek ki şefaat, izne bağlıdır:
“Allah’ın huzurunda, izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez” (Sebe’, 23).
Bu Âyetle Bakara 255. Âyetinden, şefaatin Âhirette olacağı anlaşılmaktadır. Demek ki şefaat, bu dunyada değil, Âhirette gercekleşecek bir durumdur. Ama bazı Muslumanlar, daha bu dunyadayken, olulerden şefaat beklemekte ve onların şefaatine nail olmak icin Allah’a yalvarmaktadırlar. Diğer taraftan Âyette, Âhirette Allah’ın izin vermediklerinin şefaatinin fayda vermeyeceği vurgulanmakta; kimin şefaat edeceğinin şimdiden bilinemeyeceğine de işaret edilmektedir:
“Takv sahiplerini heyet halinde, cok merhametli olan Allah’ın huzurunda topladığımız; sucluları da susuz olarak cehenneme surduğumuz gun; RahmÂn nezdinde soz alandan başkalarının şefaate gucleri yetmeyecektir” (Meryem, 85-87).
“O gun, RahmÂn’ın izin verdiğinden ve sozunden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez” (TÂhÂ, 108).
Allah, şefaat edeceklerin onemli bir ozelliğine bu Âyette dikkat cekerek, “sozunden razı olduğu”na bu izni vereceğini ifade etmiştir. Demek ki, Âhirette şefaat edebilmenin olmazsa olmazları arasında şu iki esas yer almaktadır: “O kişinin sozunden Allah’ın razı olması ve şefaat icin ona izin vermesi.” Allah, bu Âyetlerde, kimlerin sozunden hoşlandığını ve hoşlanacağını soylememekte; ama bu şartı koşmakla, şefaat edecek olanları sınırlandırmaktadır.
Allah’ın ancak sozunden razı olduğu kimselere şefaat izni vereceğini ifade etmiştik; ama o Âyetlerde, sozunden razı olunanların kimler olduğuna acıklık getirilmemişti. Şimdi, diğer Âyetlerle buna acıklık getirebiliriz:
“Goklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse icin Allah’ın izin vermesi dışında bir fayda vermez” (Necm, 26).
Demek ki Allah’ın şefaat icin izin vereceği varlıklar, meleklerdir; bu meleklerin yerinin ise gokler olduğuna işaret edilmektedir. Bu Âyette, daha sonra ele alınacak olan “kimlere şefaat edileceği” konusuna da acıklık getirilmektedir.
“RahmÂn, melekleri evlat edindi” dediler. HÂşÃ‚; O bundan uzaktır! Melekler bilakis lutuf ve ihsan edilmiş kullardır. Melekler Allah’tan once konuşmazlar. Sadece O’nun emri ile hareket ederler. Allah, onların yaptıklarını da yapacaklarını da bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat edemezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler” (EnbiyÂ, 26-28).
Bu Âyetler, Necm 26. Âyetini acıklamakta; melekleri Allah’ın evlatları olarak gormenin yanlışlığını ve onların, Allah’ın razı olduğu kullara şefaat edeceklerini ifade etmektedir.
“Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler, bunun dışındadır” (Zuhruf, 86).
“Bilerek hakka şahitlik edenler” ifadesini, bazı mufessirler, “tahkikî imana sahip olanlar” diye yorumlamışlardır. Boylece, şefaat edecek olanların diğer bir ozelliği de bu Âyette ortaya cıkmıştır: “Bilerek hakka şahitlik edenler.”
Bilerek hakka şahitlik edenlerden kasdın, “melekler, Hz. İsa ve Hz. Uzeyir” olduğunu soyleyenler de vardır; RÂzî ve HÂzin, bu goruştedir. BeydÂvî, bunların “melekler ve İs”; Nesefî, “tevhide inananlar” olduğu goruşunu savunurken; Suleyman Ateş “sadece melekler şefaat edecekler” goruşunu savunmaktadır. Ancak, Hz. Muhammed ve diğer peygamberleri dışta bırakması nedeniyle, şefaat edeceklerin “melekler, Hz. İsa ve Hz. Uzeyir” olduğunu soyleyenlerin bu goruşu, kabul edilebilir bir goruş değildir. Hz. İsa ve Uzeyir’in şefaat edeceğini soyleyip, diğer peygamberleri bunun dışında tutmak, doğru bir goruş olamaz. Kur’Ân’da, insanların şefaatinden hic bahsedilmemektedir. Meleklerin şefaat edeceğini soyleyen Allah, dileseydi peygamberlerin de şefaat edeceğini soylerdi.
c) Şefaate nail olacak ve olamayacak kimseler
Kur’Ân once, kimlerin şefaate nail olamayacağına acıklık getirerek, kimlerin şefaate nail olacağına da işaret etmektedir.
Namaz kılmayanlar, yoksul doyurmayanlar, eğlenceye dalanlar, ceza gunune inanmayanlar, Âhiretten korkmayanlar, kendisine kitap gonderilmesini isteyip sonra da Kur’Ân’dan yuz cevirenler (Muddessir, 43-53), şefaate nail olamayacak kimselerdir. Bunlar icin Yuce Allah, aynı sûrede şu ifadeyi kullanmaktadır:
“Artık şefaatcilerin şefaati onlara fayda vermez” (Muddessir, 48).
Demek ki Âhirete inanmayan, namazı kılmayan, yoksulu doyurmayanlara; Kur’Ân’dan yuz cevirerek, ilÂhî bilgiyi tanımazlıktan gelip ona değer vermeyenlere; ve nihayet, dunya eğlencesine dalıp, seviyesiz bir hayat yaşayanlara, şefaat fayda vermeyecektir.
Bu Âyetlerde sayılanların tersini yapanlara ise şefaat edileceği gerceği ortaya cıkmaktadır. Namaz kılan, yoksulu doyuran, Âhirete inanan ve Kur’Ân’dan yuz cevirmeyenler, şefaatten istifade edeceklerdir:
“Allah’ın rızasını kazananlardan başkasına şefaat edemezler” (EnbiyÂ, 28).
Allah’ın rızasını kazanacak kadar onemli ve yararlı işler ureten imanlı insanlar, meleklerin şefaatine nail olacaklardır. Allah’ın razı olduğu ameller ise şunlardır: SadÂkat (MÂide, 119); iyilikte, yani hayırda yarışmak (Tevbe, 100); iman etmek, yararlı iş uretmek, Rabbinden korkmak (Meryem, 7-8); ehline namazı emretmek (Meryem, 55); Allah’a ve Resûlune duşman olanlarla dostluk etmemek, Allah tarafından gonullerine iman yazılmış olmak ve bir ruh ile desteklenmiş olmak, cennete layık olmak, Allah’ın tarafını tutmak ve kurtuluşa layık olmak (Mucadele, 22) ve nihayet, gonul itminanına ulaşmış olmak (Fecr, 28).
Butun bu amelleri yerine getirenlerden Allah’ın razı olacağı, Kur’Ân’da beyan edilmektedir. İşte bu insanlara şefaat edilecektir.
d) Şefaatin Sonucları
İnsanlar, “Nasıl olsa Âhirette şefaat edilecektir” fikriyle, gunah işlemekten kendilerini uzak tutmayabilirler. Onun icin, şefaat muessesesinin yerini iyi belirlemek gerekiyor.
Şefaatin, pek cok amelinde başarılı olup da bazı kucuk hataları olanlar icin soz konusu olduğunu bilmekte yarar vardır. Şefaat, iyi olan insana, alacağı odulden daha iyisini alması icin yapılan bir yardımdır. Meleklerin, insanların kucuk hatalarının affedilmesi icin Allah’tan af dilemeleridir:
“Arşı yuklenen ve bir de onun etrafında bulunan melekler, Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler, mu’minlerin de bağışlanmasını isterler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde, tovbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru” (Mu‘min, 7).
Melekler, iman edenlerin affedilmesi icin Allah’a yalvarırken, Allah’ın yoluna girmeyi ve tovbe etmeyi zikretmektedirler. Tovbe ederek Allah yoluna girmeyenler icin, melekler Allah’tan af dilememektedirler. Meleklerin yaptığı şey, mu’minler icin af dilemek ve onların cehennem azabından korunması icin dua etmektir. İman, tovbe ve doğru yola girmek, meleklerin şefaat edebilmeleri icin olmazsa olmazları teşkil etmektedir. Şefaat vardır diye, insanlar bu ilkeleri ihmal edemez ve etmemelidir.
Âyetten cıkaracağımız diğer bir ilke de, meleklerin insanlar icin af dilemek ve cehennemden korunmalarını istemek sûretiyle yaptıkları şefaatin, bu dunyadan başlayarak Âhirete kadar uzanacak olduğudur.
Adn cennetine girme hakkını elde eden kÂmil insanların ‘iyi’ olan ana-babalarının, hanımlarının ve nesillerinin de o cennete girmeleri icin meleklerin yalvarması (Mu‘min, 8), şefaatin bir ceşidini gostermektedir. Başka bir ifadeyle, adn cennetine girme hakkını elde edemeyenlerin cocuklarından biri, iyi olup da adn cennetine girme hakkını elde etmiş ise; melekler onun ana-babası, hanımı ve cocuklarının da onunla beraber o cennete girmesi icin Allah’a yalvaracak, yani şefaat etmeye calışacaklardır. Mu‘min 8’deki saleha fiili, şefaatte ‘iyi’ olma şartının arandığını ifade etmektedir.
Demek ki insan, en azından iyi olacak ki, şefaat ile daha iyi bir duruma ulaştırılsın. Onun icindir ki, şefaat var diye vazifeleri ihmal etmek, o şefaati de kaybetmeye sebep olabilir.
İnsan psikolojisindeki korku ve umit ritmi, şefaat muessesesinin temelini oluşturmalıdır. ‘Nasıl olsa şefaat edilecektir,’ şeklindeki aşırı umit, insanın yanlış davranışlara yonelmesine neden olduğu gibi; şefaatin cercevesine giremeyeceği endişesi de, istenmeyen karamsarlığa goturebilir. Buradaki umit ve karamsarlık olcusunu, İbn AbbÂs’ın rivÂyet ettiği şu hadîste bulmaktayız:
Bir kadının -veya kendi eşinin- vefat eden Osman b. Maz’ûn icin ‘Cennet sana kutlu olsun, ey Osman b. Maz’ûn!’ dediğini işiten Hz. Peygamber, ‘Ne biliyorsun onun cennete gireceğini?’ diye sorduğunda, kadın, ‘Ey Allah’ın elcisi! O senin askerin ve sahÂbindir’ diye cevap verdi. Bunun uzerine Hz. Peygamber, ‘Vallahi ben Allah’ın elcisiyim; ama ben, bana ne yapılacağını bilmiyorum” buyurdu (el-Fethu’r-RabbÂnî, VII, 129).
Mu‘min 8. Âyeti, mu’minlerin cennete gireceğine işaret etmektedir. Ancak, Peygamber’in bile cenneti kendisi icin garanti gormemesi, bu hususta aşırı iyimserliğin yanlış olduğuna delalet etmektedir. Kimse cenneti garanti goremez ve gormemelidir.
e) Şefaate muhtac olan, şefaat edebilir mi?
Bazı insanlar, olulerin veya bu dunyada cok iyi zannettikleri insanların şefaatlerine nail olabilmek icin dua etmektedirler. Turbelerden, olulerden yardım dileyerek, şirk batağında yuzmekten kendilerini kurtaramamaktadırlar. Bunun bir şirk olduğunu ifade etmiştik. Gunumuz Muslumanlarının icinde bulundukları zilletin nedeni burada aranmalıdır. Boylesine bir şirk, Allah’ın lutfunu, ihsan ve yardımını Muslumanların uzerinden uzaklaştırmaktadır.
Şu bir gercektir ki, şefaate muhtac olanlar, şefaat edemezler ve onlar icin boyle bir iznin cıkması mumkun değildir. Gecmiş ve gelecek gunahlarının affedilmiş (Fetih, 2) olduğu Allah tarafından bildirilen Hz. Peygamber’in bile, şefaat edeceğine dair Kur’Ân’da acık, kesin ve net bir ifade bulamıyoruz.
Buna rağmen hÂl Muslumanlar olulerin ve ustun gordukleri bazı insanların şefaatine nail olacaklarına inanıyorlarsa, bunun yanlış bir inanc ve beklenti olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Boyle bir inanc, Muslumanlığı geri goturmek ve Muslumanların gonlunde şirk ateşini yakmak demektir. Bizler, “Ancak Allah’ın izin verdikleri şefaat edecektir” Âyetinin icine, net olarak meleklerden başka kimin gireceğini tayin etme hakkına sahip değiliz. Onu ancak, şefaatin tumu kendisine ait olan Allah bilir ve tayin eder. Bize duşen şey, şefaate nail olmak icin gayret gostermek, gerekli olan amelleri uretmektir. Başka bir ifadeyle, olu veya dirilerden şefaat dilemek yerine, Allah’ın şefaatine nail olma gayreti icinde olmalıyız. Allah’ın izin verme yetkisini bizim kullanmamız mumkun değildir. Şefaat icin Allah’ın vereceği izindeki belirsizlik, insanın yararlı iş uretmesi icin itici bir kuvvet olmalıdır.
Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur'an Tefsiri (1. Cilt)
__________________
Şefaat
Dini Sohbetler0 Mesaj
●39 Görüntüleme
-
12-09-2019, 07:03:40