İnsanoğlu her gun harikulÂde şeyler yaşarken aynı zamanda hayatın yeknesaklığından dem vuruyor.
Sabah kalktığında doğan Guneş’i normal goruyor, yolun kenarına dizilmiş ağaclara ve nazenin ciceklere şehrin bir parcası nazarıyla bakıyor, bazen ceşit ceşit cihazlarla donatılmış bir sineği basıp geciyor ve hakeza...

Her bir noktası ayrı bir san’at olan insana hayretle bakmıyor; insanın kemal-i hilkatinden huruc etmiş (cıkmış) uc ayaklı yahut iki başlı bir insanı gorunce şaşırıyor, ona hayretle bakıyor. Her gun intizamla doğan ve yanmak maddesi hic bitmeyen Guneş’e normal diyor, onun bir taklidi olan bir parlak avizeye hayretle bakıyor. Gercekten pek acayip bir durum. Hergun şaşılacak binlerce şeye şahitlik edip de nizamdan kopmuş, yahut gerceğine değil de taklidine hayretle bakan nefislerin hali acayip.

Bu bakış acısı aynı zamanda kÂinatta bir hikmete binaen vuku bulan bazı hadisatların da yanlış yorumlanmasına, yaldızlı harflerle yazılmış kÂinat kitabının okunmamasına sebep oluyor.

KÂinat kitabının bir tefsiri olan Kur’Ân-ı Kerîm ise kÂinatta sıradanlık olarak yorumlanan harikulade ve birer mu’cize-i kudret olan mevcudatın ustundeki ulfet perdesini yırtıp kaldırıyor; hakikaten acayip olan unsurları şuur sahiplerine acıp, dikkatlerini celp ediyor. Boylelikle de akıl sahiplerine tukenmez bir ilim hazinesini acıyor (Sozler, s: 225)

Boylesi bir bakış acısı ise sıradanlığı kaldırıyor, hikmetli bir bakış acısı getiriyor, marifetullaha kapı aralıyor. Boylelikle de Sani-i ZulcelÂl’i bulan her şeyi buluyor. Sıkıntıdan dem vurup oflamayı bırakıyor, şukur cekiyor. Zira HÂlık-ı KÂinat’tan gelen satırları okumaya başlamak, her şeyle iletişim haline gecmeyi ve her gun yeni yaratılışlara muhatap olmayı netice veriyor.

İşte Kur’Ân-ı Kerîm’in ilim, hikmet ve marifet-i İlÂhiye cihetiyle zenginliğini gor, ibret al (Sozler, s: 226)

Kur’Ân-ı Kerîm’in o ulvî lisanından suzulen “Goklerde ne varsa, yerlerde ne varsa, her şeyin hakikî sahibi olan, her turlu noksandan munezzeh bulunan, kudreti her şeye galip olan ve hikmeti her şeyi kuşatan Allah’ı (cc) tesbih eder.” (Cuma Sûr. 1) gibi Âyetler kÂinata sıradanlıkla bakan nefsin gozundeki o olmuş veya yatmış mevcudat Âlemini “Tesbih ederler.” ifadesiyle zihinlerde diriltiyor, kıyam edip zikir ettiriyor. Hem o karanlık gokyuzunde birer cansız ateşpare olan yıldızlar ve yerdeki perişan mahlûkat “Yedi gokle yer ve onların icindekiler O’nu tesbih eder.” (İsra Sûr. 44) seslenişiyle işitenlerin nazarında gokyuzu bir ağız, butun yıldızlar birer hikmetli soz, gerceğin ortaya cıkmasına vesile olan birer aydınlık, Dunya bir kafa, ber ve bahir birer lisan olur. (Bkz. Sozler, s: 228)

İnsanın kÂinata bu nazarla bakabilmesi icin ulfet perdesini kaldırması gerekir. Ulfet perdesinin kaldırılması icin de Kur’Ân-ı Mu’cizu’l-beyan’a dikkatle nazar edilmeli, akıl ve kalp tefekkur ameliyatından gecirilmelidir. Boylelikle susan mahlûkat konuşur, donuk olan nesneler tebessum eder ve en onemlisi her şeyin ardındaki hikmet anlaşılır, hergun bize acılan kÂinat sayfaları mana-i harfi ile okunur.

http://www.yeniasya.com.tr/mustafa-u...aki-sir_434707
__________________