Kader sozlukte "olcu, miktar, bir şeyi belirli olcuye gore yapmak ve belirlemek" anlamlarına gelir. Terim olarak “yuce Allah'ın, ezelden ebede kadar olacak butun şeylerin zaman ve yerini, ozellik ve niteliklerini, ezelî ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi” demektir. Allah'ın ilim ve irade sıfatlarıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrendeki tum varlık ve olayları belli bir nizam ve olcuye gore duzenleyen ilÂhî kanunu ifade eder.
Sozlukte "emir, hukum, bitirme ve yaratma" anlamlarına gelen kazÂ, CenÂb-ı Hakk'ın ezelde irade ettiği ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince, her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bicimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Kaz Allah'ın tekvîn sıfatı ile ilgili bir kavramdır.
b) Kaz ve Kadere İman
Kader ve kazÂya iman yuce Allah'ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarına inanmak demektir. Bir başka deyişle bu sıfatlara inanan kimse, kader ve kazÂya da inanmış olur. Bu durumda kader ve kazÂya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kotu, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin Allah'ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah'tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.
Dunyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, Allah'ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise şudur: Yuce Allah, insanları hur iradeleriyle sececekleri şeylerin nerede ve ne şekilde secileceğini ezelî yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine gore diler, yine Allah bu dilemesine gore takdir buyurup zamanı gelince kulun secimi doğrultusunda yaratır. Bu durumda Allah'ın ilmi, kulun secimine bağlı olup, Allah'ın ezelî mÂnada bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve secimi uzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. Aslında insanlar, Allah'ın kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler ve pratik hayatta bu bilginin etkisi altında kalmaksızın kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. Bir başka ifadeyle soylersek biz, yuce Allah bildiği icin belli işleri yapmıyoruz. Bizim bu işleri yapacağımız, O'nun tarafından ezelî ve mutlak anlamda bilinmektedir. Allah, kulu secen ve sectiklerinden sorumlu olan bir varlık olarak yaratmış, onu emir ve yasaklarla sorumlu ve yukumlu tutmuştur. Ayrıca Allah TeÂlÂ, kulun secimine gore fiilin yaratılacağı noktasında bir ilÂhî kanun da belirlemiştir.
Kader konusunda bilinmesi gereken bir başka husus da şudur: Kader ic yuzunu ancak Allah'ın bilebileceği, mutlak ve kesin bir bicimde cozumlenmesi mumkun olmayan bir ilÂhî sırdır. Zaman ve mekÂn kavramlarıyla yoğrulmuş bulunan insan aklı, zaman ve mekÂn boyutlarının soz konusu olmadığı bir ilÂhî ilmi, irade ve kudreti kavrayabilme guc ve yeteneğinde değildir. Kader konusunu kesin bicimde cozmeye girişmek, insanın kapasitesini zorlaması ve imkÂnsıza tÂlip olması demektir.
Kader ve kazÂya inanmak iman esaslarındandır. Ancak insanlar kaderi bahane ederek, kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Bir insan "Allah boyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım?" diyerek gunah işleyemeyeceği gibi, gunah işledikten sonra da kendisini sucsuz gosteremez, kaderi mazeret olarak ileri suremez. Cunku bu fiiller, insanlar boyle tercih ettikleri icin, bu secime uygun olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Ayrıca sır olan kaderin ic yuzu Allah'tan başkası tarafından bilinemez. O halde kader ve kazÂya guvenip calışmayı bırakmak, olumlu sonucun sağlanması ya da olumsuz sonucların onlenmesi icin gerekli sebeplere sarılmamak ve tedbirleri almamak, İslÂm'ın kader anlayışı ile bağdaşmaz. Allah her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. İnsan bu sebepleri yerine getirirse Allah da o sebeplerin sonucunu yaratacaktır. Bu da bir ilÂhî kanundur ve bir kaderdir.
c) Kader ve Kaz ile İlgili Âyet ve Hadisler
Kader ve kazÂya iman, her şeyin Allah'ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden Âyetlerin yanı sıra ilÂhî ilmin, olmuş ve olacak tum varlık ve olayları kuşattığını belirten Âyetlerde ısrarla vurgulanmıştır. Hz. Peygamber de bazı meşhur hadislerinde kadere imanı bir iman esası olarak acıklamıştır. Kader konusu ile ilgili bazı Âyetlerin meÂli şoyledir:
"...O'nun katında her şey bir olcu (miktar) iledir" (er-Ra‘d 13/8).
"...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yuceler yucesidir" (el-Furkan 25/2).
"De ki: Allah'ın bizim icin yazdığından başkası bize asla erişmez..." (et-Tevbe 9/51).
Bu Âyetlerden başka Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu, dilediğini sapıklığa sevkedip, dilediğini hidayete erdirdiğini, insanlar arasında olumu O'nun takdir ettiğini bildiren Âyetler de (bk. ez-Zumer 39/62; es-SÂffÂt 37/96; el-A‘rÂf 7/178; el-VÂkıa 56/60 vb.) kapsam acısından kÂinatta her şeyin belli bir kadere bağlı bulunduğu, bunun da Allah TeÂl tarafından belirlendiği sonucunu ortaya cıkarmaktadır.
Hz. Peygamber de Cibrîl hadisi diye bilinen hadiste acıklandığı gibi, kadere imanı iman esasları arasında saymıştır. Bu hadiste gectiğine gore CebrÂil (a.s.) Peygamberimiz’e:
– “İman nedir?” diye sormuş, o da:
– “Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Âhiret gunune, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” cevabını vermiştir (bk. Muslim, “ÎmÂn”, 1; Ebû DÂvûd, “Sunnet”, 15; İbn MÂce, “Mukaddime”, 9).
Kaderin bir ilÂhî sır oluşunu ve insanlar tarafından gercek anlamda cozulmesinin imkÂnsızlığını goz onunde bulunduran Hz. Peygamber kader konusunu tartışan ashabını uyararak şoyle buyurmuştur: "Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun icin mi peygamber olarak gonderildim? Şunu biliniz ki sizden onceki ummetler bu tur tartışmalara başladıkları zaman helÂk olmuşlardır. Boyle tartışmalara girmemelisiniz" (Tirmizî, “Kader”, 1).
d) İnsanın İradeli Fiilleri ve Fiillerinin Yaratılması
aa) Allah'ın ve İnsanın İradesi
Sozlukte "secmek, istemek, yonelmek, tercih etmek ve karar vermek" anlamlarına gelen irade terim olarak, “Allah'ın veya insanın ilgili seceneklerden birini secip belirlemesi, tayin ve tahsis etmesi” diye tanımlanır.
Allah'ın iradesi ezelîdir, sonsuzdur, sınırsızdır, herhangi bir şeyle bağlantılı değildir ve mutlaktır. İnsanın iradesi ise sonlu, sınırlı, zaman, mekÂn vb. şeylerle bağlantılıdır. Evrende meydana gelen her olay ve varlık, Allah'ın tekvînî (oluşumla ilgili) iradesi ile meydana gelir. Kul da Allah'ın kendisine tanıdığı sınırlar icinde fiilini secer. Kulun fiilinde hur olması demek, hurriyetine inanması, fiili yaparken herhangi bir baskı altında olmadığını kabullenmesi demektir.
Ehl-i sunnet'in onemli iki kolu olan Eş‘arîler ve MÂturîdîler, insanın iradesi ve bu iradenin fiildeki rolu konusunda temelde goruş birliği icinde olmuşlardır. Ancak Eş‘arîler, Allah'ın iradesinin her şeyi kuşattığını dikkate alarak, bu iradeye kullî (genel) irade adını vermişler ve boyle bir nitelendirme ile onu, kulun iradesinden ayırt etmek istemişlerdir. MÂturîdîler ise, Allah'ın iradesine ilÂhî ve ezelî irade demişler, kullî ve cuz'î irade terimlerini kulun iradesinin iki yonunu belirtmekte kullanmışlardır. Kullî irade, Allah tarafından kula verilmiş olan, yapma veya yapmamayı tercihte aracı kabul edilen secme yeteneğidir. Cuz'î irade ise kullî iradenin, iki taraftan birine aktif bicimde yonelmesinden ibarettir. MÂturîdîler bu sebeple cuz'î iradeye, azm-i musammem (kesinleşmiş karar), ihtiyÂr (secim) ve kasıt (yonelme) adını da verirler.
bb) İnsan İradesi ve Fiildeki Rolu
İnsanlar fiillerde gercek bir irade hurriyetine sahiptirler. Cunku insan bu gerceği kendi icinde her an duymakta, yaptığı işlerde hur olduğunu hissetmektedir.
Yuce Allah, insanların irade sahibi, dilediğini yapabilir bir varlık olmasını irade ve takdir buyurmuş ve onları bu guc ve kudrette yaratmıştır. Bu sebeple insanlar kendi istek ve iradeleriyle bir şey yapıp yapmamak gucundedirler, iki yonden birini tercih edip secebilirler. İnsanın sevabı ve cezayı hak etmesi, belli işlerden sorumlu olması bu hur iradesi sebebiyledir. Fiilin meydana gelişinde kulun hur iradesinin etkisi vardır. Fakat fiillerin yaratıcısı Allah TeÂlÂ'dır. Allah kulların iradeli fiillerini, onların iradeleri doğrultusunda yaratır. Bu, Allah'ın buna mecbur ve zorunlu olmasından değil, Âdetullah ve sunnetullah adı verilen ilÂhî kanununu yani kaderi bu şekilde duzenlemesindendir. Bu durumda fiili tercih ve secmek (kesb) kuldan, yaratmak (halk) Allah'tandır. Kul iyi veya kotu yonden hangisini secer ve iradesini hangisine yoneltirse Allah onu yaratır. Fiilde secme serbestisi olduğu icin de kul sorumludur. Hayır işlemişse mukÂfatını, şer işlemişse cezasını gorecektir.
İnsanın hur bir iradeye sahip olduğunu ve bu iradesinden dolayı sorumlu ve yukumlu bulunduğunu gosteren Âyetler vardır:
"Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kotuluklerini ilham edene yemin ederim" (eş-Şems 91/7-8).
"Şuphesiz biz ona doğru yolu gosterdik. İster şukredici olsun, ister nankor" (el-İnsÂn 76/3).
"Kim iyi bir iş yaparsa lehine, kim de kotuluk yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara asla zulmedici değildir" (Fussilet 41/46).
O halde insanlar, Allah'ın kulları olarak sorumluluklarını bilip doğru, iyi, guzel, hayırlı şeyler işleyip, yanlış, kotu, cirkin ve şer davranışlardan uzaklaşmalılar, boylelikle Âhirette guzel karşılıklara ve mukÂfatlara ulaşmaya calışmalıdırlar.
cc) İnsanın Fiillerinin Yaratılması
İnsanın fiilleri, zorunlu (ıztırarî

Yazı yazmak, oturup kalkmak, namaz kılmak veya kılmamak, hayır veya şer, iyi veya kotu bir şey işlemek gibi hur irademizle secerek yaptığımız fiiller ise iradeli fiillerimizdir. İradeli fiillerimizin oluşumunda herhangi bir baskı ve zorlama altında değilizdir. Her ne şekilde olursa olsun bizi ve yaptıklarımızı yaratan Allah TeÂl olduğu icin, bizim her iki ceşit fiilimizi yaratan da Allah TeÂlÂ'dır.
Ehl-i sunnet'e gore kulların fiillerini onların iradeleri doğrultusunda yaratan Allah olduğu icin, yaratma sıfatı Allah'tan başka bir varlığa verilemez. Bu sebeple kulun, fiilini kendisinin yarattığı ileri surulemez. Cunku bir Âyette "Allah her şeyin yaratıcısıdır..." (ez-Zumer 39/62) buyurulmuştur. İnsanın fiili de şey kapsamındadır. Şey somut varlığı olan demektir. O halde insan fiilinin yaratıcısı da Allah TeÂlÂ'dır.
Buna gore insan, hur iradesi ile fiili secer, gerekli gucu sarfeder, Allah da onun neyi sececeğini ezelî ilmi ile bilir, bu ilmine gore irade ve takdir buyurur ve bu iradesi doğrultusunda yaratır.
e) Tevekkul
Sozlukte "guvenmek, dayanmak, işi başkasına havale etmek" anlamlarına gelen tevekkul terim olarak, hedefe ulaşmak icin gerekli olan maddî ve mÂnevî sebeplerin hepsine başvurduktan ve yapacak başka bir şey kalmadıktan sonra Allah'a dayanıp guvenmek ve ondan otesini Allah'a bırakmak demektir. Mesel bir ciftci once zamanında tarlasını surup ekime hazırlayacak, tohumu atacak, sulayacak, zararlı bitkilerden arındırıp ilÂclayacak, gerekirse gubresini de verecek, ondan sonra iyi urun vermesi icin Allah'a guvenip dayanacak ve sonucu O'ndan bekleyecektir. Bunların hicbirisini yapmadan "Kader ne ise o olur" tarzında bir anlayış tembellikten başka bir şey değildir ve İslÂm'ın tevekkul anlayışıyla bağdaşmaz.
Tevekkul, muslumanların kadere olan inanclarının tabii bir sonucudur. Tevekkul eden kimse Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı bir kimsedir. Fakat kadere inanmak da tevekkul etmek de tembellik, gerilik ve miskinlik demek olmadığı gibi, calışma ve ilerlemeye mÂni de değildir. Cunku her musluman olayların, ilÂhî duzenin ve kanunların cercevesinde, sebep-sonuc ilişkisi icerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Yani tohum ekilmeden urun elde edilmez. İlÂc kullanılmadan tedavi olunmaz. SÂlih ameller işlenmedikce Allah'ın rızÂsı kazanılmaz ve dolayısıyla cennete girilmez. Oyleyse tevekkul, calışıp cabalamak, calışıp cabalarken Allah'ın bizimle olduğunu hatırdan cıkarmamak ve sonucu Allah'a bırakmaktır.
Yuce Allah bir Âyette "...Kararını verdiğin zaman artık Allah'a dayanıp guven. Cunku Allah, kendisine dayanıp guvenenleri sever" (Âl-i İmrÂn 3/159) buyurmuş, muminlerin bir başka varlığa değil, yalnızca kendisine guvenmelerini emretmiş, cunku tevekkul edene kendisinin yeteceğini bildirmiştir (bk. Âl-i İmrÂn 3/122, 160; el-MÂide 5/11; et-Tevbe 9/51; İbrÂhim 14/11; et-Tegabun 64/13; et-TalÂk 65/3). Hz. Peygamber de devesini salarak tevekkul ettiğini soyleyen bedevîye "Once deveni bağla, Allah'a oyle tevekkul et" (Tirmizî, “Kıyamet”, 60) buyurarak tevekkulden once tedbirin alınması icin uyarıda bulunmuştur.
f) Hayır ve Şer
Sozlukte "iyilik, iyi, faydalı iş ve fayda" anlamlarına gelen hayır, Allah'ın emrettiği, sevdiği ve hoşnut olduğu davranışlar demektir. Sozlukte "kotuluk, fenalık ve kotu iş" demek olan şer de Allah'ın hoşnut olmadığı, sevmediği, meşrû olmayan, işlenmesi durumunda kişinin ceza ve yergiye mustehak olacağı davranışlar demektir.
Âmentude ifade edildiği uzere her musluman kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanır. Yani Âlemlerin yaratıcısı olan Allah TeÂl hayrı da şerri de irade eder ve yaratır. Cunku Âlemde her şey onun irade, takdir ve kudreti altındadır. Âlemde ondan başka gercek mulk ve kudret sahibi, tasarruf yetkisi olan bir başka varlık yoktur. İnsan, hayrı da şerri de kendi iradesi ile kazanır. Allah'ın hayra rızÂsı vardır, şerre ise yoktur. Hayrı secen mukÂfat, şerri secen ceza gorecektir. Şerrin Allah'tan olması, kulun fiilinin meydana gelmesi icin Allah'ın tekvînî iradesinin ve yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah kulların kotu filleri yapmalarından hoşnut olmaz, şerri emretmez, şerre teşrîî (dinî

Ehl-i sunnet'e gore, Allah'ın şerri irade edip yaratması kotu ve cirkin değildir. Fakat kulun şer işlemesi, şerri kazanması, şerri tercih etmesi ve şerle nitelenmesi kotudur ve cirkindir. Mesel usta bir ressam, sanatının butun inceliklerine riayet ederek, cirkin bir adam resmi yapsa, o zatı takdir etmek ve sanatına duyulan hayranlığı belirtmek icin "ne guzel resim yapmış" denilir. Bu durumda resmi yapılan adamın cirkin olması, resmin de cirkin olmasını gerektirmemektedir. Yuce Allah mutlak anlamda hikmetli ve duzenli iş yapan yegÂne varlıktır. Onun şerri yaratmasında birtakım gizli ve acık hikmetler vardır. Canlı oluden, iyi kotuden, hayır şerden ayırt edilebilsin diye, Allah eşyayı zıtlarıyla birlikte yaratmıştır. Ayrıca insana şer ve kotu şeylerden korunma yollarını gostermiş, şerden sakınma guc ve kudretini vermiştir. Dunyada şer olmasa hayrın mÂnası anlaşılamaz, bu dunyanın bir imtihan dunyası olmasındaki hikmet gercekleşemezdi. Şer Allah'ın adalet ve hikmeti gereği veya kendisinden sonra gelecek bir hayra vasıta ve aracı olmak ya da daha kotu ve zor bir şerri defetmek icin yaratılmıştır.
Allah'ın kudreti ile meydana gelen her işte ya kendimiz, ya başkaları, ya da toplum icin birtakım faydalar bulunabilir. Bir şeyin şer olması bize goredir. Bir Âyette bu husus şoyle acıklanmaktadır: "Umulur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin icin hayırdır. Ve yine umulur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin icin şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir" (el-Bakara 2/216). Bir şeyin şer sayılmasının gerceğe ve sonuca uymayışına şoyle bir ornek verilebilir: Hz. Peygamber'in yurdundan ayrılmaya zorlanıp Mekke'den Medine'ye hicret etmesi ilk bakışta bircok kimseye şer olarak gozukmuş ise de, bu olay bir sure sonra Mekke fethi gibi iyi bir sonuca ortam hazırlamış ve nice hayırlı gelişmelere vesile olmuştur.
g) Rızık
Sozlukte "azık, yenilen, icilen ve faydalanılan şey" anlamına gelen rızk, terim olarak, “yuce Allah'ın, canlılara yiyip icmek ve yararlanmak icin verdiği her şey” diye tanımlanır. Bu tanıma gore rızık, helÂl olan şeyleri kapsadığı gibi, haram olanları da kapsamaktadır.
Ehl-i sunnet rızık konusunda şu temel prensipleri benimsemiştir:
1. YegÂne rızk veren (rezzÂk-ı Âlem) Allah TeÂlÂ'dır. Kur'an'da, "Yeryuzunde yuruyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın uzerinedir..." (el-Hûd 11/6) buyurularak, tum canlıların rızkını verenin Allah olduğu bildirilmiş, bir başka Âyette de O'nun, dilediğine bol rızk verip, dilediğinin rızkını ise daralttığı ifade edilmiştir (eş-Şûr 42/12).
2. Rızkı yaratan ve veren Allah TeÂlÂ'dır. Kul, Allah'ın evrende gecerli tabii kanunlarını gozeterek calışır, cabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak icin tercihlerde bulunur. Allah da onun bu tercihine ve cabasına gore rızkını yaratır. Allah'ın yegÂne rızık veren olması, tembellik yapmayı, calışmamayı, yanlış bir tevekkul anlayışına sahip olmayı gerektirmez. Kazanc icin, meşrû yollardan gerekli girişimde bulunmak kuldan, rızkı yaratmak ise Allah'tandır.
3. Haram olan bir şey, onu kazanan kul icin rızık sayılır. Fakat Allah'ın haram olan rızkı, kulun kazanmasına rızÂsı yoktur. Bir Âyette, "Artık Allah'ın size verdiği rızıktan helÂl ve temiz olarak yiyin..." (en-Nahl 16/114) buyurularak, helÂl yenilmesi emredilmiş, haram yasaklanmıştır.
4. Herkes kendi rızkını yer. Bir kimse başkasının rızkını yiyemeyeceği gibi, başka biri de onun rızkını yiyemez.
h) Ecel
Sozlukte "onceden tesbit edilmiş zaman ve sure" anlamına gelen ecel, terim olarak, insan hayatı ve diğer canlılar icin belirlenmiş sureyi ve bu surenin sonunu yani olum anını ifade eder.
Her ferdin ve toplumun bir eceli vardır. Ecel tek olup Allah'ın kaz ve kaderiyledir. İnsanları dirilten, rızıklandıran ve olduren Allah olduğundan, eceli belirleyen de O'dur. "Aranızda olumu takdir eden biziz..." (el-VÂkıa 56/60) Âyeti bu hususu ortaya koymaktadır.
Kur'an Âyetlerinden anlaşıldığına gore, ecel ne vaktinden once gelebilir ne de geciktirilebilir: "Her ummetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler" (el-A‘rÂf 7/34; Yûnus 10/49), "Allah eceli geldiğinde hicbir kimse icin erteleme yapmaz..." (MunÂfikun 63/11).
Ecel hicbir sebeple değişmez. Bazı ibadet ve guzel davranışların omru artıracağına dair hadisler (bk. Suyûtî, el-CÂmiu's-sag¢r, II, 44) insanları hayırlı ve guzel işlere teşvik etmeyi amaclayan hadisler olup, genellikle şu anlamda yorumlanmışlardır:
1. Omrun artmasından maksat, elem ve kederden uzak, huzur ve mutluluk icinde, sağlıklı, guclu ve kuvvetli yaşamaktır.
2. Yuce Allah bu gibi kimselerin iyilik yapacağını bildiği icin ezelî planda onların omrunu buna gore fazla belirlemiştir.
Ehl-i sunnet bilginlerine gore, oldurulen şahıs da (maktul) butun insanlar gibi eceliyle olmuştur. Cunku ecel, hayatın tereddutsuz olarak son bulduğu andır. Şayet maktul oldurulmemiş olsaydı, o anda tabii veya bir başka bicimde olecekti. Bu hususu belirleyen ilÂhî iradedir. Şu halde katil o kişiyi oldurmekle onun ecelini one almış değildir. Katilin cezayı hak etmesinin sebebi de, Allah'ın "...Kotuluklerin acığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın. İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki duşunup anlarsınız" (el-En‘Âm 6/151) buyruğu ile yasakladığı bir şeyi işlemesi, kul olarak kendine verilen gucu kullanma hususunda dinin haram kıldığı bir davranışı isteme ve yapma yonunde secimini yapmış olmasıdır. Onun bu secimi uzerine de sunnetullah diye ifade edilen tabiat kanunlarına gore Allah, olum denen sonucu yaratmış olmaktadır. Allah'ın bu durumu ezelî ilmiyle biliyor olması, kulun iradesinin elinden alınmış olması anlamına gelmez.
>Kaynak:İlmihal I/İman ve İbadetler/Turkiye Diyanet Vakfı Yayınları<
__________________