Mantık ve Risale-i Nur
Mantık, bilinenden bilinmeyenin elde edilmesine vasıta olan ilimdir (1). KĂ‚inattaki muazzam nizam, mantıklı duşunceyi doğurmuştur; zirĂ‚ Ă‚lemde abesiyete yer yoktur.
İslĂ‚m dini aklı kullanmayı, tefekkur ve tetebbuyu teşvik etmiştir (2). Fakat mantık, insanın yaratılış gĂ‚yesi olan ubudiyeti netice veren "Marifetullah"a visĂ‚l yolunda bir vasıtadır, yegĂ‚ne sebeb değildir. Cunku akıl, hislerin topladığı bilgiler yardımıyla bir hukme varabilir. Hisler ise sınırlıdır. Bu yuzden "hakikat"ı, bulmada akıl veya mantık, tek başına yetersiz kalmakta, kendi ustundeki "vahy"in rehberliğine ihtiyac duymaktadır. Bir bakıma bundan dolayı İslĂ‚m'da teslime gerektiren aklı aşan hukumler vardır; ama akla zıt hukumler yoktur.
Bu yazıda, cok geniş olan mantık konusunun sadece iki vechesine dikkat cekeceğiz: Birincisi, en cok yapılan mantık hatalarına misĂ‚ller; ikincisi de, "Tevhid" nokta-i nazarında, meşhur mantık kaideleriyle, Kur'Ă‚n'ın bu asra bakan bir mĂ‚nevi tefsiri olan RisĂ‚le-i Nur'da gozler onune serilen burhanlar.
MANTIK HATALARI
1- Sınırsız genelleme (Dicto simpliciter): "Butun", "her", "asla", "daima", "her zaman", "hic bir zaman" gibi kelime ve tĂ‚birlerin gectiği hukumlerin yanlış oldukları, birkac istisnĂ‚ gostererek ispatlanabileceği icin bunları kullanırken cok dikkatli olmak gerekir.Misal;
"Butun kuşlar ucar"
"Avukatlar asla gerceği soylemez."
Yeri gelmişken, bir hukmu isbatlamanın, inkĂ‚r etmekten daha kolay olduğundan bahsedelim.
Bir hukmu inkĂ‚r etmek icin, o hukumle ilgili butun noktaları ihĂ‚ta eden bir ilminiz olması gerekir. Başka bir ifadeyle, "yok" diyebilmek icin, bu "yok" ile alĂ‚kalı butun "var"ları bilmeniz gereklidir. MeselĂ‚, bir kitap icinde herhangi bir cumlenin olmadığını iddia ediyorsanız, bu iddianızı isbatlamak icin, kitaptaki herbir cumleyi bilmeniz gerekmektedir.
Bu yuzden, "bir mesele hakkında isbat edenin sozu, nefyedenin sozune mureccehtir." (3) Ayrıca, "Nefs'ul-emirde nefiy isbat edilemez, cunku ihĂ‚ta lĂ‚zımdır." (4) "Hususi olmayan ve has bir yere bakmayan bir nefy isbat edilmez" meşhur bir dusturdur. MeselĂ‚, bir şeyi "dunyĂ‚da var diye" biri isbat etse, bir başkası da "dunyĂ‚da yok" dese, ilkinin bir işĂ‚retiyle kolayca isbat edilebilen o şeyin, ikincisinin nefyini, yani ademini isbat etmesi icin, butun dunyĂ‚yı aramak ve taramak ve gostermek, belki gecmiş zamanların her tarafını dahi gormek lazım geliyor. Sonra "yoktur","vukû bulmamıştır" diyebilir.
Bu sebeble, "dunyaya ve kĂ‚inata ve ahirete ve asırlara bakan imĂ‚nî ve kudsî ve umûmi ve muhit olan meselelerin nefy ve inkĂ‚rları ("melekler yoktur", "ahiret yoktur" gibi) hic bir cihetle isbat edilemez. Belki kĂ‚inatı ihĂ‚ta edecek ve ahireti gorecek ve hadsiz zamanın her tarafını temaşa edecek bir nazar lĂ‚zımdır, tĂ‚ o gibi nefiyler isbat edilebilsin.(5).
2- Aceleci, duşuncesiz genelleme (Hasty generalization): Bir kumenin sadece birkac elemanına ait delillerden hareket ederek kume genelinde hukumlere varmak, mantıksız neticeler doğurabilir. "Şu okulda uc kişiyi sigara icerken gordum, demek ki okuldaki herkes sigara iciyor."
3- Peşin fikirlere dayalı hatalar (Ad Hominem):
"Ben gormediğime inanmam!"
4- Acındırmak (Ad Misericordiam): Hisleri istismar etmekten doğan hatalardır.
"Şu adam başkan olsun, cunku annesi yaşlıdır, karısını da yeni kaybetti."
5- Hakikata zıt Faraziye (Hypothesis Contraiy to fact):
"Adama gosterilen ilgiye, hurmete bak; kimbilir ne kadar zengindir."
6- Yanlış sebep-netice ilişkisi (Post Hock):
"Ne zaman şemsiyemi unutsam yağmur yağıyor; demek yağmurun yağmasına şemsiyemi unutmam sebep oluyor."
7- Yanlış kıyas -Kıyas-ı maalfarik- (False Analogy): "Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas yani, doğru olmayan ve hakikate uymayan mukayese"(6).
"İslĂ‚miyet: Hristiyan dinine kıyas etmek, kıyas-ı maalfarıktır, o kıyas yanlıştır. Cunku, Avrupa dinine mutaassıp olduğu zaman medeni değildir; taassubu terketti, medenileşti."(7).
"Vacibu'l-vucûdu mumkinata kıyas etmek, kıyas-ı maalfarıktır."(8).
Bu başlıkla ilgili diğer iki kıyas da şunlardır:
A) Kıyas-ı Akim: Neticesiz veya doğru netice vermeyen kıyas.(9)"... tabiatı mistar iken masdar tahayyul etmek, lazım-ı eamm'ın vucuduyla, melzum-u ehass'ın vucudunu intĂ‚ca calışan akim bir kıyasın neticesidir."(10).
B) Kıyas-ı Hadi: Aldatıcı kıyas (11).
"Sizin bu istis'abınız ve şu mes'elenin tasavvurundaki istiğrabınız bir kıyas-ı hadi'in netice-i vehimesidir. Zira icad ve ibda-i ilĂ‚hiyi, abdin san'at ve kisbine kıyas edersiniz... bu kıyas aldatıcıdır. İnsan kendini ondan kurtaramıyor."(12).
"...maziyi mustakbale kıyas etmek, bir kıyas-ı hadi'-i muşebbittir.(13).
8- Sadece iki ihtimal uzerine kurulu hukumler (Either-or):
"A, B'den ya buyuktur veya kucuktur" (Eşit de olabilir.).
HUKUM VE ONERME
Burada sadece iki ceşit onerme uzerinde duracağız:
1- Şartlı Onermeler:
Bitişik şartlı onermelerin luzumiye olan kısmında "mukaddeme" ile "tali" arasında bir illiyet mevcuttur. MeselĂ‚;
"... sebeb maddi ise, musebbebin yanında ve icinde bulunması lĂ‚zım geliyor."(14).
"Bir mevcûdun vahdeti varsa, elbette bir vahidden, bir elden sûdur edebilir."(15).
"...muteaddit eller bir işe karışsa, o iş karışır."(16).
"... kesret vahdete isnad edilmediği takdirde, vahdeti kesrete isnad etmek mecburiyeti hasıl olur "(17)
"Ayrık şartlı onermelerin "hakikiye" kısmında, eğer iki onermeden biri doğru ise, diğeri yanlıştır. İkisi birden doğru veya ikisi birden yanlış olamaz." (18).
Misal: "Sayı ya tek olur veya cift olur."
Bu tur hukumlerin grisi olmaz: MeselĂ‚, birşey ya vardır veya yoktur, ortası olmaz. Tıpkı vucut ve adem gibi, "Kur'Ă‚n-ı Kerim'in, bir beşer kelĂ‚mı veya Allah'ın kelĂ‚mı olması" meselesi de boyledir. Bu meselenin ortası yoktur.
Kur'Ă‚n'ın hem bir beşer kelĂ‚mı, hem de KelĂ‚mullah olması duşunulemediği gibi, ne bir beşer kelĂ‚mı ne de (haşa) KelĂ‚mullah olmaması duşunelemez. Cunku, bu kadar kıymetli bir mal ne ortada, sahipsiz kalabilir, ne de aynı anda, birbirinden cok farklı iki sahibin ortak malı olabilir, zira "hĂ‚kimiyetin şe'ni, mudahaleyi reddetmektir "(19).
Kur'Ă‚n'a bir beşer kelĂ‚mı diyenler, eğer "O'nun KelĂ‚mullah olduğuna dair butun burhanları birer birer curutse, elini O'na uzatabilir yoksa uzatamaz... Binler kat'i burhanların mıhlarıyla Arş-ı A'zama cakılan bu muazzam pırlantayı hangi el butun o mıhları sokup, o direkleri kesip, O'nu duşurebilir? "(20).
Bu tur onermelere verilebilecek diğer birkac misal de şoyledir:
"KĂ‚inatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp butun hacatına kemĂ‚l-i intizam ve inĂ‚yet ile koşturmak bilbedĂ‚he iki haletten birisidir: Ya kĂ‚inatın herbir nev'i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yuz derece akıldan uzak olduğu gibi, cok muhalatı intĂ‚c ediyor. İnsan gibi bir aciz-i mutlakta en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak'ın kudreti bulunmak lĂ‚zım geliyor. Veyahut bu kĂ‚inatın perdesi arkasında bir Kadir-i Mutlak'ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kĂ‚inatın enva-ı insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zat'ın tanımasının ve bilmesinin delilleridir."(21).
"AnĂ‚sırın herbir zerresi, herbir cism-i zîhayatta muntazaman işler veya işleyebilir. Eşyanın intizĂ‚matı ve kavanîn-i teşekkulĂ‚tı birbirine muhaliftir. Onların nizĂ‚matı bilinmezse, işlenilmez işlenilse de yanlışsız yapılmaz. Halbuki: Yanlışsız yapılıyor.. Oyle ise hizmet eden zerreler, ya bir ilm-i muhît Sahibinin izin ve emriyle ve ilim ve irĂ‚desiyle işliyorlar veyahut kendilerinde oyle bir muhît ilim ve kudret bulunmak lĂ‚zım geliyor" (22).
Bu meyĂ‚nda modern mantığın getirdiği iki alternatif uzerinde duralım: Klasik mantıkta, bir şey ya vardır veya yoktur. Ucuncu şık duşunulemez. Modern mantıkta ise, ucuncu bir şık olarak, "sacma" ve "ihtimal" mefhumları uretilmiştir. Kalkış noktaları da Heisenberg'in belirsizlik teorisidir. "Bilindiği gibi, bir atoma bağlı bir elektronun aynı anda, hem yerini, hem de hızını tesbit edemiyoruz; cunku mevcut araclar bu tesbit icin yetersiz kalıyor. Eğer, bir elektronun hızını biliyorsak, bu elektron sonsuz yerde bulunabilir" gibi bir hukme varıyoruz. Tabiiki, bu hukum de elektronun "var" olup olmaması meselesini ortaya cıkarıyor. Oysa eşyĂ‚nın hakikatı sabittir. Sofestailer de bahsimiz haricindedir. Bu yuzden, eğer elektron maddenin bir parcası ise, onun mevcudiyetinden şuphe edilemez. Sadece kullandığımız aracların yetersizliğine karşı dikkatli olmak gerekir. KĂ‚inatta abesiyete yer olmadığı icin "sacma" mefhûmuna da ehemmiyet vermeye değmez. ZirĂ‚, "Rûy-i zeminde mevsim-be mevsim tazelenen mahlukatın îcad ve tedbirlerindeki ve tanzimat, bilbedĂ‚he bir hikmet-i Ă‚mmeyi gosterir. Sıfat, mevsufsuz olmadığından; elbette o hikmet-i Ă‚mme, bizzarûre bir Hakîm'i gosterir" (23).
Buradaki incelik "ihtimĂ‚l" mefhûmu uzerindedir. Ayrık şartlı onermelerin "luzûmiye" kısmına ait yukarda verdiğimiz misĂ‚llerde, acaba muhalif tarafın doğruluğuna bir ihtimĂ‚l verilebilir mi? Yani, Kur'Ă‚n'ın bir beşer kelĂ‚mı, zerrelerin birer ilĂ‚h olması mumkun mudur? İlk plĂ‚nda, insanın hayĂ‚li cok olduğu icin, kendisine herşey mumkunmuş gibi gelir. Aslında, ilerde goreceğimiz gibi, bu şıkların doğru olması muhĂ‚ldir, mumtenîdir.
MeselĂ‚,"...şerikler", "Mustağniyetin anhĂ‚" ve "Mumteniatun Bizzat" Yani: Hic onlara ihtiyac olmadığı gibi, vucutları muhĂ‚l oldukları halde onları dĂ‚vĂ‚ etmek, sırf tahakkumîdir. Yani: Aklen, mantıken, fikren o dĂ‚vĂ‚yı ettirecek bir sebeb olmadığı icin, mĂ‚nĂ‚sız sozler hukmundedîr. İlm-i usulce "tahakkumî" tĂ‚bir edilir. Yani: MĂ‚nĂ‚sız dĂ‚vĂ‚-ı mucerrettir ilm-i kelĂ‚m ve ilm-i usul'un dusturlarındandır ki, denilir: "Bir delilden, bir emĂ‚reden neş'et etmeyen bir ihtimalin ehemmiyeti yok. Kat'i ilme şek katmaz. Yakin-i hukmuyu sarsmaz. MeselĂ‚; zĂ‚tında Barla denizi (yani Eğridir golu) imkĂ‚n ve ihtimal var ki, pekmez olsun; yağa inkılab etmiş olsun. Fakat, madem bir emareden, o imkĂ‚n ve ihtimal neş'et etmiyor, onun vucuduna ve su olduğuna, kat'i ilmimize te'sir etmez, şek ve vesveseye vermez.. Oyle ise; kĂ‚inatın mecudatında bir emĂ‚re yok ki, bir şirk ihtimali, ona bina edilsin. Demek, dava-yı şirk, sırf tahakkumî ve mĂ‚nĂ‚sız soz ve dava-yı mucerret olduğundan, şirki iddia etmek, mahz-ı cehĂ‚let, ayn-ı belĂ‚hettir." (24).
Bir bakıma bu "ihtimal" mefhûmu, Hegel'ci "dialektik"in bir işguzarlığının neticesidir. Zira, dialektik, birşeyin aynı anda hem A, hem de B olduğunu iddia eder. Oysa, "Hegel'in bu yeni mantık teşebbusu hic bir ilmin (tabiat, tarih ve insan ilimleri) gelişmesi ile teyid edilmemiştir. Hicbir keşif, icad, hic bir iş diyalektiğe gore cereyan etmiyor. Tabiattaki ve insanlardaki bircok sapmalar, duraklama ve geri gidişler, sıcramalar, araştırma ve hukum cıkarma vasıtalarımız diyalektikten tamamen ilgisiz olarak işlemektedir." (25).
Ustelik hakikatların zıtlarına inkılabı muhaldir, imkĂ‚nsızdır. "Evet, inkılĂ‚b-ı hakaik ittifĂ‚ken muhaldir ve inkılĂ‚b-ı hakaik icinde muhal ender-muhal, bir zıt kendi zıddına inkılabıdır ve bu inkılab-ı ezdad icinde bilbedahe bin derece muhal şudur ki: Zıt kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının ayni olsun. MeselĂ‚: Nihayetsiz bir cemĂ‚l; hakiki cemĂ‚l iken, hakiki cirkinlik olsun. İşte şu misalimizde meshûd ve kat'iyyul-vucûd olan bir cemĂ‚l-i Rububiyet; CemĂ‚l-i Rububiyet mahiyetinde daim iken, ayn-i cirkinlik olsun. İşte bu, dunyĂ‚da muhal ve batıl misĂ‚llerin en acîbidir." (26).
Ote yandan bu "ihtimal mefhûmu, daha doğrusu "belirsizlik teorisi", sebeblere dayalı mutlak determinist anlayışını yıkmaktadır. ZirĂ‚ determinizm, "... hĂ‚diselerin sebeblerinin tecrube dışında ve aşkın olmadığını, ancak hĂ‚diselerin kendisinde ve tabiatta mundemic (immanent) olduğunu ileri surer. Bu anlayışı ile de tabiatın ve Ă‚lemin ustunde bir sebebin varlığını, Allah'ı kabul etmez. Determinizm tabii kanunların kullî oluşunu, değişmez ve duzenli oluşunu gosterir. Bundan dolayı imkĂ‚n, tesaduf, mucize, muhtar irĂ‚de diye bir şey kabul etmez." (27).
Peki, acaba nicin boyle bir "ihtimal" mefhûmu mevcutmuş gibi gozukmektedir?
"Bu dunyĂ‚ bir meydan-ı tecrube ve imtihandır ve dĂ‚r-ı teklif ve mucahededir." (28). "Akla kapı acmak, ihtiyarı elinden almamak" sırrı-ı teklif iktizĂ‚ ediyor (29). Zaten, "İman... aklın ihtiyariyledir." (30). Cehalet, kibir, inat gibi sebebler yuzunden, bu delilsiz ihtimale guvenerek, genellikle sırf bir adem-i kabul eseri olarak (pasif olarak kabul etmeyip, inkĂ‚r,ederek -zira kabul-u adem icin yokluğun isbat edilmesi gerektiğini, bunun da muhal olduğunu gorduk) bir ahmak-ul humĂ‚ka, Kahhar-u Zu'l-Celal'i inkĂ‚r edebilir.
2. Modal Onermeler:
Mutekaddimin (eski İslĂ‚m Ă‚limleri), uc ceşit modalite kabul ederler; vucub, imkĂ‚n ve imtina'Misal:
"Ateşin sıcak olması zorunludur."
(Vucub: Bir şeyin zĂ‚tından, asıl mevcudiyetinden kaynaklanan gereklilik).
"Ateşin soğuk olması imkĂ‚nsızdır."
(İmtina': Ozu dış varlığında yokluğunu gerektirme zorunluluğudur (31)
"Ateşin sonmesi mumkundur."
(İmkĂ‚n: Bir şeyin kendisinden varlığı ile yokluğu iktiza etmesidir (32).
"Vahdette vucub derecesinde bir suhûlet var; şirkte, imtina' derecesinde bir suûbet var." (33).
"... bir şey zĂ‚ti olsa, arizi olmazsa, onun zıddı ona mudahele edemez. Cunki cem-i zıddeyn lazım gelir. Bu ise muhaldir. Demek asıl, zĂ‚ti olan bir şeyde merĂ‚tib yoktur. madem Kadir-i Mutlak'ın kudreti zĂ‚tidir. Mumkunat gibi arızi değildir ve kemĂ‚l-i mutlaktadır. Onun zıddı olan acz ise, muhaldir ki tedahul etsin." (34).
"...nuru neşredenin nursuz, icad edenin vucudsuz, icab ettirenin vucubsuz olması muhaldir." (35).
"İmkĂ‚n, musavi-ut-tarafeyn"dir. Yani, vacib ve mumteni olmayan, belki mumkun ve muhtemel olan şeylerin vucud ve ademleri, bir sebeb bulunmazsa musavidir, farkları yoktur. Bu imkĂ‚n ve musavatta az-cok buyuk-kucuk, birdirler. İşte mahlukat, mumkundurler ve imkĂ‚n dairesinde vucud ve ademleri musavi olmasından, Vacib-ul Vucud'un hadsiz kudret-i ezeliyyesi bir tek mumkune vucud vermesi kolaylığında butun mumkunatın vucudu, ademin muvazenesini bozar, herşeye layık bir vucudu giydirir." (36).
MUHAKEME (AKIL YURUTME)
Muhakemeyi uc kısma ayırabiliriz:
1.Ta'lil (Deduksiyon)
2.İstikrĂ‚ (İndiksiyon)
3.Temsil (Analoji)
Bunlardan, "kıyas" ile alĂ‚kalı olduğu icin ta'lil ve bir kısmı burhĂ‚n-ı yakininden daha kuvvetli olduğu icin temsil uzerinde duracağız.
Ta'lil:
Ta'lil'in en mukemmel şekli kıyastır. "Kıyas onermelerden murekkep bir delildir ki, her ne vakit o onermeler teslim olunsa, ondan bizzat, diğer bir onerme, lazım gelir "(37).
MisĂ‚l, her cisim değişkendir.
Her değişken sonradan olmadır. Bu onermeler kabul edilince onlardan zorunlu olarak şu onerme cıkar.
Her cisim sonradan olmadır (38).
Kıyas ceşitleri:
Haklarında tevhidle ilgili misaller vereceğimiz kıyas ceşitleri şunlar: Kesin kıyas, secmeli kıyas, bileşik kıyas ve duzensiz kıyas;
a) Kesin kıyas (Kıyas-ı iktirĂ‚ni):
Bu ceşit kıyasın, şartlı kesin kıyas kısmının bir bolumu, kıyas-ı mukassim (ikilem)dir. Kıyas-ı mukassim, iki şıkkı bulunan ve her iki şıkkın neticesi aynı olan kıyastır. Fatih Sultan Mehmed'in babasına gonderdiği şu haber buna guzel bir numûnedir: "Padişah sen isen ordunun başına gec, yok padişah ben isem, sana emrediyorum ordunun başına gec." (39).
Diğer birkac misĂ‚l de şoyle:
"Ruhun fenĂ‚sı, ya tahrib ve inhilĂ‚l iledir. O tahrib ve inhilĂ‚l ise, vahdet yol vermez ki girsin, besĂ‚tet bırakmaz ki bozsun vehayut idĂ‚m iledir. İdĂ‚m ise, Cevved-i Mutlak'ın hadsiz merhĂ‚meti musaade etmez ve nihayetsiz cudû bırakmaz ki, verdiği ni'met-i vucûdu, o ni'met-i vucûda pek muştĂ‚k ve lĂ‚yık olan rûh-u insĂ‚niden geri alsın." (40).
"Madem va'detmiştir, elbette yapacaktır. Cunki va'dinde hulf etmek O'na muhĂ‚ldir. Cunki va'dini ifĂ‚ etmemek, gĂ‚yet cirkin bir noksandır. KĂ‚mil-i Mutlak noksandan munezzeh ve mukaddestir. Va'dettiğini yapmamak, ya cehlden veya Ă‚cizden yapamaz. Halbuki o Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Kullî Şey' hakkında cehl ve acz muhĂ‚l olduğundan, hulf-ul va'd dahi muhĂ‚ldir." (41).
b) Secmeli kıyas (Kıyas-ı istisnĂ‚i):
Bu ceşit kıyasın dolaşık secmeli kıyas (istisnĂ‚i gayr-i mustakim) bolumune misĂ‚l:
"Her ne zaman guneş doğarsa oda aydınlık olur.
Oda aydınlık değildir.
O halde guneş doğmamıştır."
Hem meselĂ‚: "Eğer ALLAH'a muhabbetimiz varsa, HABİBULLAH'a ittibĂ‚ edilecek. İttibĂ‚ edilmezse, netice veriyor ki ALLAH'a muhabbetimiz yoktur." (42).
"Ya yanlışımı bulunuz, veyahut sizinle mahvoluncaya kadar cihad edeceğim!" Halbuki bunlar, harbi ve perişĂ‚niyeti ve hicreti ihtiyar ettiler. Demek yanlışını bulamadılar. Bir yanlış bulunsaydı, onlar kurtulurlardı." (43).
c) Bileşik Kıyas:
Bu ceşit kıyasların, "zincirleme kıyas" ve "hulfi kıyas" bolumleri uzerinde duralım:
Zincirleme kıyas (mevsûl-un-netĂ‚ic):
"Bu tip kıyaslar ardarda gelen bircok kıyastan meydana gelmiştir. Birinci kıyasın sonucu onu takip eden kıyasın onculerinden biri olur." (44). "Mantıkın uslubu... muteselsil olan hakĂ‚ika muteveccih." (45) olduğu icin kuvvetli bir kıyastır.
MeselĂ‚: "Âlem, mutegayyirdir. Her mutegayyir, hadîstir. Her bir hadîsin bir muhdîsi, yani bir mûcidi var. Oyle ise bu kĂ‚inatın kadîm bir mûcidi var."(46).
"... Ă‚lem guzeldir. Demek sanii, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidĂ‚datı muhmel bırakmaz. Demek intizĂ‚mı daima tekmil edecek, ciğer-şikĂ‚f ve tahammulsuz ve emel oldurucu butun kemĂ‚latı zîr u zeber eden hicrĂ‚n-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. "(47).
"Birşey kanun-u tekĂ‚mulde dahil ise, o şeyde alĂ‚-kullî-hĂ‚l neşvunema vardır. Neşv-u nemĂ‚ ve buyumek varsa, ona alĂ‚-kullî-hĂ‚l bir omr-u fıtrî vardır. Omr-u fıtrîsi var ise, alĂ‚-kullî-hĂ‚l bir ecel-i fıtrîsi vardır." (48)."... tecrube ve imtihan ise neşv-u nemĂ‚ya sebebtir. O neşv-u nemĂ‚ ise istidatların inkişĂ‚fına sebebdir. O inkişĂ‚f ise kabiliyetlerin tezĂ‚hurune sebebtir. O kabiliyetlerin tezĂ‚huru ise, hakĂ‚ik-i nisbiyenin zuhuruna sebebtir. HakĂ‚ik-i nisbiyenin zuhuri ise SĂ‚nî-i ZulcelĂ‚l'in EsmĂ‚-i HusnĂ‚'sının nukûş-u tecelliyĂ‚tını gostermesine ve kĂ‚inatı MektubĂ‚t-ı SamedĂ‚niyye sûretine cevirmesine sebebtir." (49).
Hulfi kıyas (reductis ad absurdum): "İsbat edilmesi istenenin karşıt halinin (nakzinin) sacmalığını gostermekle isbat edilmesi istenenin doğruluğuna hukmetmektir." (50).
MeselĂ‚: "Eğer şerik bulunsa, mutenĂ‚hi diğer bir kudret, o nihayetsiz ve gayet kemĂ‚ldeki kudreti mağlub edip, bir kısım yer zabtetmek ve ona nihĂ‚yet vermek ve mĂ‚nen Ă‚ciz bırakıp, hadsiz olduğu halde tahdit etmek ve hicbir mecburiyet olmadan bir mutenĂ‚hi şey, nihĂ‚yetsiz bir şey', nihĂ‚yetsiz olduğu bir vakitte nihĂ‚yet vermek ve mutenĂ‚hi yapmak lazımgelir ki; bu, muhalĂ‚tın en gayr-i makulu ve mumteniatın en katmerlisidir." (51).
"Kur'Ă‚n'ı duşunmuyorlar mı? Eğer (O) Allah'dan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, O'nda birbirini tutmaz cok şeyler bulurlardı." (Nisa, 82) . "Eğer yerde, gokte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de, gok de) bozulup gitmişti" Enbiya, 22). "... Ă‚yetinin sadefinde meknûn olan burhannut-temanu', bu minhĂ‚ca (delĂ‚il-i tevhid) bir menar-ı neyyirdir. Evet istiklĂ‚l, uluhiyetin hasse-i zĂ‚tiyesidir. ve lazım zarruriyesidir." (52).
Burada, "sebr ve taksim"den de bahsetmek yerinde olur. Sebr ve taksim, "mantıkta bir isbatlama tarzı ve usuludur. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delîl-i taksim, delîl-i munkasım" gibi tabirlerle de soylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıfları, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir." (53).
MeselĂ‚; "... nasıl kulaklı ami tabakası i'cĂ‚z-ı Kur'Ă‚n fehminde demiş; Kur'Ă‚n butun dinlediğimiz ve dunyada mevcut kitaplara kıyas edilse, hicbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir. Oyle ise ya Kur'Ă‚n umumun altındadır veya umumun fevkinde bir derecesi vardır. Umumun altındaki şık ise, muhal olmakla beraber, hicbir duşman hatta şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Oyle ise, Kur'Ă‚n, umum kitapların fevkindedir. Oyle ise mucizedir." (54).
"... kucuk hĂ‚diseleri haber veren o kitaplar, nev'i beşerin en buyuk hĂ‚disesi kolan hĂ‚dise-i Muhammediyye AleyhissalĂ‚tu VesselĂ‚mı haber vermemek kabil midir? İşte, madem bilbedĂ‚he haber verecekler, her halde ya tekzib edecekler, ta ki dinlerini tahripten ve kitaplarını neshden kurtarsınlar... veya tasdik edecekler, ta ki o hakikatli ZĂ‚t ile, dinleri hurafattanl ve tahribattan kurtulsun. Halbuki dost ve duşmanın ittifakıyle, tekzib emĂ‚resi hicbir kitapta yoktur. Oyle ise, tasdik vardır."(55).
d) Duzensiz Kıyaslar:
Bu ceşit kıyasların "matvi kıyas" bolumu, "ifĂ‚dede eksik fakat zihinde tam olan bir kıyastır." (56).
"Duşunuyorum, oyleyse varım", kıyasının zihindeki tam hĂ‚li:
"Butun duşunenler vardır.
Ben duşunuyorum,
O halde varım" şeklindedir.
Bu kıyasa birkac misĂ‚l:
"Eşya arasındaki tevafuk, saniin vahid, ehad olduğuna delĂ‚let ettiği gibi, aralarında bulunan muntazam tehaluf de saniin Muhtar ve Hakîm olduğuna şehadet eder." (57).
"Madde dedikleri şey ise; Sûret-i mutegayyire, hem de hareket-i zaile-i hĂ‚diseden tecerrut etmez. Demek hudus muhakkaktır." (58).
Bu kıyasın belki de en guzel misali şu cumledir:
"Madem Allah var, her şey var." (59).
TEMSİL (ANALOJİ)
"Temsil bir akıl yurutme yolu olarak iki şey arasında benzerliğe dayanıp birisi hakkında verilen bir hukmu diğeri hakkında da vermektir." (60).
Temsil'in meslek-i irşadda tartışılmaz bir yeri vardır. Zira, ... insanlar gormedikleri şeyleri kıyas ve temsiller ile bilirler." (61). Ayrıca, "... delilin muddeadan evvel ma'lum olması şarttır." (62). Bu yuzden, "... tesbih kaidesi, mechûlu maluma kıyas eder." (63).
"İlm-i mantıkca, cendan "Kıyas-ı temsili, yakin-i kat'i ifade etmiyor" denilmiş. Fakat kıyas-ı temsilinin bir nev'i var ki, mantıkın yakini burhanından cok kuvvetlidir. Ve mantıkın birinci şeklinin birinci darbından daha yakinidir. O kısım da şudur ki: Bir temsil-i cuz'i vasıtasiyle bir hakikat-ı kullinin ucunu gosterip, hukmu o hakikate bina ediyor. O hakikatın kanunu, bir hususi maddede gosteriyor. Ta o hakikat-ı uzmĂ‚ bilinsin ve cuz'i maddeler, ona irca' edilsin. MeselĂ‚: "Guneş, nuraniyyet vasıtasiyle, bir tek zĂ‚t iken; her parlak şeyin yanında bulunuyor." temsiliyle bir kanunu hakikat gosteriliyor ki, nur ve nurani icin kayıd olamaz. Uzak ve yakın bir olur. Az ve cok musavi olur. Mekan onu zapdedemez. Hem meselĂ‚: "Ağacın meyveleri, yaprakları; bir anda bir tarzda kolaylıkla ve mukemmel olarak bir tek merkezde, bir kanun-u emri ile teşkili ve tasviri" bir temsildir ki, muazzam bir hakikatın ve kullî bir kanunun ucunu gosterir. O hakikat ve o hakikatın kanunu gĂ‚yet kat'i bir surette isbat eder ki, o koca kĂ‚inat dahi şu ağac gibi o kanun-u hakikatın ve sırr-ı Ehadiyyetin bir mazharıdır, bir meydan-ı cevelanıdır.
İşte butun sozlerdeki kıyĂ‚sat-ı temsiyyeler bu ceşitlerdeki, burhĂ‚n-ı kat'iyyi mantıkiden daha levuvetti, daha yakînidirler."(64).
"Temsil"e dair diğer misĂ‚ller:
"Nasıl Guneş, ziyĂ‚ vermeksizin mumkun değildir. Oyle de uluhiyyet de peygamberleri gondermekle kendini gostermeksizin mumkun değildir." (65). "Nasıl gunduzun ziyĂ‚sı, "Guneşden geldim" der, Kur'Ă‚n dahi, "Ben, HĂ‚lik-i Ă‚lemin beyĂ‚nıyım ve kelĂ‚mıyım" der (66).
"Guneş gunduzu ve gunduz guneşi gosterdiği gibi, imĂ‚nın rukûnleri birbirini isbat ederler." (67).
"... ziyĂ‚sız guneşin vucudu mumkun olmadığı gibi, uluhiyet de tezĂ‚hursuz olamaz. TezĂ‚huru ise irsĂ‚l-i rusul ile olur." (68).
"Nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinden olan guneşcikler ve ceşit ceşit renkler, Guneşin cilve-i aksine ve in'ikasının tecellisine verilmezse, bir tek Guneşe mukabil nihayetsiz guneşleri kabul etmek iktiza eder. Aynen bunun gibi, eğer herşey Mutlak'a verilmezse, bir tek Allah'a mukabil nihayetsiz, belki zerrĂ‚t-ı kĂ‚inat adedince ilĂ‚hları kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına duşmek lĂ‚zım gelir." (69).
"... nasıl bir nefer yuz muhtelif adamın idaresine verilse, yuz muşkilĂ‚t olur. Ve yuz nefer, bir zabitin idaresine verilse, bir nefer hukmunde kolay olur. Oyle de: Cok muhtelif esbabın bir tek şeyin icadında ittifakları, yuz derece muşkîlĂ‚tlı olur ve pek cok eşyĂ‚nın icadı, bir tek zĂ‚ta verilse yuz derece kolay olur." (70).
"... bir ceşme başında su icip tatlılığını anlayan bir adam, butun o ceşmeden teşaub eden arkları tecrube etmeye hakkı yoktur. ZirĂ‚ menbaı birdir. KezĂ‚lik, bir Sûrenin muarazasından Ă‚ciz kalan adamın, butun Kur'Ă‚n-ı tecrubeye hakkı yoktur. Cunku kĂ‚tib birdir." (71)
YAKîNİYAT
Bu tur kaziyeler kesin bilgi verirler. Zihin, bu hukumlerde şeksiz şuphesiz bir taraf secer; sectiği taraf da "nefs'ul emir'e" mutabık olur. Yakiniyatın bir delile ihtiyac duyulmayan "bedîhiye" kısmının bazı bolumleri şunlardır:
EvveliyĂ‚t: Akıllı her insanın tereddutsuz tasdik ve kabul edeceği hukumlerdir. "Butun, parcadan buyuktur", gibi.
Diğer birkac misĂ‚l: "Sıfat mevsufsuz olamaz.. fiil failsiz olamaz." (72). ".. sĂ‚ni' masnu' icinde olamaz." (73).
MuşĂ‚hedĂ‚t: Hisler vasıtasiyle tasdik edilen kaziyelerdir. Beş duyu vasıtasıyla tasdik edilen hukumlere "hissiyat" denir. "Guneş ışık sacar", gibi. Derunî, enfusî hislerin tasdik ettiği hukumler ise "vicdaniyĂ‚t" ismini alır. "Eğer bir Ă‚rıza ve bir maraz olmazsa, herbir fıtrat-ı selime O'nu (Kur'Ă‚n'ı) tasdik eder. Cunki itmi'nĂ‚n-ı vicdan ve istirahĂ‚t-ı kalb O'nun envariyle olur." (74).
HadsiyĂ‚t: "Hads," zihnin sur'Ă‚t-i intikĂ‚lidir (75). "Hads"de uzun duşunce ve delile ihtiyac yoktur. Akıl, ani ve doğru bir şekilde, hukmu idrak ederek bir neticeye ulaşır. MeselĂ‚: "... herşeyde bir birlik var. Birlik ise, biri gosterir." (76).
"... o kĂ‚inatı guzelce tanzim eden kim ise, şu dini guzelce tanzim eden yine O'dur. Evet, O nizam-ı ekmel, elbette bu nazm-ı ecmel-i ister." (77).
"Dunu getiren, yarını getirdiği gibi, mĂ‚ziyi icad eden o ZĂ‚t-ı Kadir, istikbali dahi icad eder. DunyĂ‚yı yapan o SĂ‚ni'-i Hakîm, Ă‚hireti de yapar." (78) "Bir kitapta yazılı bir harf, yalnız bir cihette kendisini gosterir ve kendisine delĂ‚let eder. Fakat o harf, kĂ‚tibine cok cihetlerle delalet eder ve nakkaşını tarif eder." (79).
"FÂni bÂkiye makam ve medar olÂmaz." (80)
MutevatirĂ‚t: İnsanların ekseriyetinin tasdik ettiği ve akıl icin muhal, imkĂ‚nsız gorunmeyen hukumlerdir.
"Malumdur ki, uc dort muhtelif yoldan gelenler, aynı bir hĂ‚diseyi soyleseler, yakîni ifade eden tevatur derecesine o hĂ‚disenin kat'i vukuuna delĂ‚let eder.
İşte, meşrebce ve meslekce ve isti'dadca ve asırca gayet muhtelif ayrı ayrı butun muhakkikinin muhtelif tabakatından ve evliyĂ‚nın muhtelif turuklarından ve asfiyĂ‚nın muhtelif mesleklerinden ve hukemĂ‚-i hakikiyenin muhtelif mezheblerinden olan butun ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ile ittifak etmişler ki; kĂ‚inat mezahirinde ve mevcudat Ă‚yinelerinde gorulen mehĂ‚sin ve kemĂ‚lat, bir tek ZĂ‚t-ı Vacib-ul Vucudun tecelliyat-ı kemĂ‚lidir ve Cilve-i CemĂ‚l-i EsmĂ‚sıdır." (81).
MEŞHURÂT
Halk tarafından doğruluğu kabul edilmiş hukumlerdir.
MeselÂ:
"Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lĂ‚yık değildir."(82).
"İnsan bilmediğinin duşmanıdır" (83).
"İnsan ihsanın kolesidir" (84).
"Her gelecek yakındır" (85).
"Arayan bulur" (86).
MAKBULÂT
İhtisas prensibidir. Bir mevzûda mutehassısı olan "kişinin sozleri makbulĂ‚ttandır."
"İki ehl-i ihtisas, binler başkasına mureccahtırlar." (87).
"Bir fennin veya bir san'atın medĂ‚r-ı munakaşa olmuş bir mes'elesinde, o fennin ve o san'atın haricindeki adamlar ne kadar buyuk Ă‚lim ve san'atkĂ‚r da olsalar, sozleri onda gecmez, hukumleri huccet olmaz; o fennin icmĂ‚-u ulemĂ‚sına dahil sayılmazlar. MeselĂ‚; buyuk bir muhendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedĂ‚visinde bir kucuk tabib kadar hukmu gecmez. Ve bilhassa, maddiyatta cok tevagul eden ve gittikce mĂ‚neviyattan tebĂ‚ud eden ve nura karşı gabileşen ve kabalaşana aklı gozune inen en buyuk bir feylesofun munkirĂ‚ne sozu mĂ‚neviyattanazara alınmaz ve kıymetsizdir. Acaba yerde iken arş-ı azamı temaşa eden, harika bir dehay-ı kudsi sahibi olan ve doksan sene mĂ‚neviyatta terakkî edip calışan ve hakĂ‚ik-i imĂ‚niyeyi ilmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin sûretinde keşfeden Şeyh Geylani (ks) gibi yuzbinler ehl-i hakîkatın ittifak ettikleri tevhidi ve kudsî ve mĂ‚nevi mes'elelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cuz'i teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sozleri, kac para eder ve inkĂ‚rları ve itirazları, gok gorultusune karşı sivrisineğin sesi gibi sonuk olmaz mı?" (88).
Butun bu kurallara ait, misĂ‚llerden başka, kaynak olarak aldığımız, "Kur'Ă‚n'ın hakiki bir tefsiri ve hakikatının bir tercumanı ve mes'elelerinin burhĂ‚nı." (89). "... bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu'cize-i Kur'Ă‚niye" (90) olan Risale-i Nur'da; "Uluhiyet nubuvvete burhĂ‚n-ı limmidir. Muhammed AleyhisselĂ‚m, SĂ‚ni-i ZulcelĂ‚l'e zĂ‚tıyla ve lisanıyla burhĂ‚n-ı innidir." (91) gibi daha bircok mucmel ve rasih burhanlar mevcuttur.
"İlm-i mantıkta burhĂ‚n-ı yakini, husn-u zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerhedilmez delile bakar ki; butun Risale-i Nur huccetleri, bu burhĂ‚n-ı yakini kısmındadır." (92).
Yalnız, bu mebhaslar, kuru mantık kurallarının adesesinde değil, eserlerdeki siyĂ‚k-u sibakları dahilinde mutalaa edilmelidir. Zira; "iman yalnız ilim ile değil, imanda cok letaifin hisseleri var." (93).
Akıl veya mantık, diğer bircok vasıta gibi istikamet dairesinde kullanıldığı an, nıkmet değil, nimetdir. "Hadd-i evsĂ‚tı gosterecek, ifrat ve tefriti kıracak yalnız (şer'i felsefe) belağĂ‚t ve mantık ile hikmettir (94).
"... akıl ve ilim ve fen hukmettiği istikbalde, elbette burhĂ‚n-ı akliye istinad eden ve butun hukumlerini akla tesbit ettiren Kur'Ă‚n hukmedecek." (95).
Yusuf Alan
Kaynaklar:
1. Ahmet Cevdet, "Miyar-ı Sedad,. s. 11.
2. Bakara, 219; Nisa, 82; Rum, 50; Yunus, 101; Bakara, 164; A'raf, 185; Kaf, 6.
3. Mesnevi-i Nuriye, Hubab, s. 77.
4. Lem'alar, 17. Lem'a, 6. Nota, s. 121.
5. Şualar, 7. Şua, Mukaddime, s. 101, 103.
6. Osmanlıca Turkce Ansk. Buyuk Lugat s. 540.
7. Mektubat, 26. Mektup, 3. Mebhas, 5. Mes'ele, s. 325.
8. Muhakemat, 3. Makale, 1. Maksad, Vehim ve Tenbih, s. 117.
9. Buyuk Lugat, s. 529.
10. Muhakemat, 3. Makale, 1. Maksad, İşaret, s. 116.
11. Buyuk Lugat, s. 529.
12. Muhakemat, 3. Makale, 1. Maksad, İşaret, s. 118.
13. MuhĂ‚kemat, 3. Makale,4.Meslek, İşĂ‚ret ve İrşĂ‚t ve Tenbih , s. 143
14. Lem'alar, 23. Lem'a, s. 179.
15. Lem'alar, 23. Lem'a, s. 179.
16.Lem'alar, 30. Lem'a, 3. Nukte, 2. Nokta, 2. Mes'ele, s. 312.
17. Mesnevi-i Nuriye, Lem'alar, 10 Lem'a, s. 16.
18. Rifat, "Vesilet'ul-İkan ve Mantık Tercumesi, s. 71.
19. Lem'alar, 23. Lem'a, s. 188.
20. Mektubat, 26. Mektup, 1. Mebhas, s. 310.
21. Lem'alar, 14. Lem'anın 2. Makamı, 3 Sır, s. 198.
22. Sozler, 30. Soz'un 2. Maksadı, 2. Nokta, 1. Mebhas, s. 549.
23. Sozler, 33. Soz, 16. Pencere, s. 664.
24. Sozler, 32. Soz'un 2. Mevkıfı, 1. Maksad, s. 607-608.
25. Bolay, Prof. Dr. S. Hayri, Felsefi Doktrinler Sozluğu, 1987 s.56.
26. Sozler, Onuncu Soz, 5 Hakikat (Haşiye-2), s. 72.
27. Bolay, a.g.e., s. 46.
28. Sozler, 14. Soz'un Zeyli, 4. Sual, s. 172.
29. Sozler, 31. Soz'un Zeyli, 3 Nokta, s. 587.
30. Sozler, 31. Soz'un Zeyli, 5. Nokta, s. 588.
31. İsmail Hakkı, Felsefe Dersleri, s. 138.
32. Oner, Prof. Dr. Necati, Klasik Mantık, Ankara, 1986, s. 83.
33. Mektubat, 20. Mektub'un 10. kelimesine zeylidir. s. 254.
34. Sozler, 10. Soz, Hatime, s. 91.
35. Mesnevi-i Nuriye, Zerre, s. 167.
36. Şualar, 15. Şua, 2. Makam, 2. Basamak, s. 658-659.
37. Ahmet Cevdet, a.g.e., s. 67.
38. Oner, a.g.e., s. 105.
39. Buyuk Lugat, s. 530.
40. Sozler, 29. Soz, 2. Maksad, 1. Esas, 2. Menba, s. 517.
41. Mektubat, 20. Mektup, 2. Makam, 11. Kelime, s. 252.
42. Lem'alar, 11. Lem'a, 5. Nukte, s. 52.
43. Mektubat, 19. Mektub, 16. İşaret, s. 163.
44. Oner, a.ge., s. 141.
45. Muhakemat, 2. Makale, 1. Mes'ele, s. 78.
46. Sozler, 33. Soz, 30. Pencere, s. 684.
47. Muhakemat, 2. Makale,9. Mes'ele, s. 95
48. Sozler, 29. Soz, 2. Maksad, 4 Esas, 1. Mes'ele, s 529-530
49. Sozler, 29. Soz, 2. Maksad, 4 Esas, s. 532.
50. Oner, a.g.e., s. 143.
51. Sozler, 32. Soz'un 2. Mevkıfı, 1.Maksad, s. 607.
52. Muhakemat, 3. Makale, s. 122.
53. Buyuk Lugat, s. 863
54. Mektubat, 26. Mektub'un1. Mebhası, s. 315.
55. Mektubat, 19. Mektub, 16. İşaret, s. 162
56. Oner, a.g.e., s. 144
57. Mesnevi-i Nuriye, Zerre, s. 173.
58. Muhakemat, 3. Makale, 1. Maksad, s. 114.
59. Kastamonu Lahikası, s. 108.
60. Oner, a.g.e., s. 172-173.
61. Mesnevi-i Nuriye, Katre, Hatime, s. 61.
62. İşaratu'l-İ'caz, Nubuvvet Hakkında, s. 205.
63. Sozler, 24. Soz, 3. Dal, s. 349.
64. Sozler, 32. Soz'un 2. Mevkıfı, 2. Maksadın Hatimesi, s. 615-616.
65. Sozler, 10. Soz, Mukaddime, 2. İşaret, s. 61.
66. Sozler, 25. Soz, 1. Şule ile, 2. Şua, 4. Lem'a, s. 397.
67. Şualar, 11. Şua, 9. Mes'ele, 1. Nokta, s. 241.
68. Mesnevi-i Nuriye, Lasiyyemalar, s. 34.
69. Sozler, 22. Soz'un 2. Makamı 4. Lem'a, s. 297.
70. Sozler, 33. Soz, 11. Pencere, s. 662.
71. İşĂ‚ratu'l--İ'caz, İ'caz-ı Kur'Ă‚n, s. 219.
72. Mesnevi-i Nuriye, Katre, 1. Bab, s. 54.
73. Mesnevi-i Nuriye, Habbe, s. 111.
74. Mektubat, 19. Mektub, 18 Nukteli İşaret, s. 190.
75. Ahmet Cevdet, a.g.e., s. 97.
76. Mektubat, 20. Mektub, 2. Makam, 2. Kelime, s. 231.
77. Mektubat, 19. Mektub, 19 Nukteli İşaret, s. 193-194.
78. Mektubat, 20. Mektub, 2. Makam, 5 Kelime, s. 237.
79. Mesnevi-i Nuriye, Lem'alar, 5. Lem'a, s. 13.
80. Mesnevi-i Nuriye, Lasiyyemalar, s. 39.
81. Sozler, 32, Soz'un 2. Mevkıfı, 3. Maksad, 3. Remiz, 5. Huccet, s. 662.
82. Sozler, 13. Soz, 2. Makam, s. 147.
83. Sozler, LemeÂt, s. 693.
84. Lem'alar, 11. Lem'a, 10. Nukte, s. 58.
85. Lem'alar, 17. Lem'a, 12. Nota, s. 129.
86. Lem'alar, 20. Lem'a, 1. Nokta, 2. Sebeb, Haşiye, s. 150.
87. Sozler, 29. Soz, 1. Maksad, 3. Esas, s. 512.
88. Şualar, 7. Şua Mukaddime, s. 102.
89. Şualar, 1. Şua, 2. Sual, s. 685.
90. Kastamonu Lahikası, s. 8.
91. Muhakemat, 3. Makale, s. 106-107.
92. Emirdağ Lahikası, cilt I, s. 90.
93. Mektubat, 26. Mektub, 4. Mebhas, 2. Mes'ele, s. 331.
94. Muhakemat, 1. Makale, 5. Mukaddime, Hatime, s. 25.
95. Emirdağ Lahikası cilt II, s. 117.
YUSUF ALAN--''Aktif Duşunme ve Kendini Yenileme '' (Sızıntı Dergisi Yazarı /Eğitimci-Yazar)
__________________
Risale-i Nurlarda Mantık orgusu
Dini Bilgiler0 Mesaj
●25 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Risale-i Nurlarda Mantık orgusu