'Anlamak' ve 'Yorumlamak'

Bizim Kur'an ve Sunnet'e yaklaşımımız, onları, elimizden tutup bizi sahil-i selamete cıkaran birer "delil/rehber" kabul etmek şeklindedir. Bu cumleye itiraz eden cıkmaz da, buradaki "delalet" meselesinin mahiyeti soz konusu olduğunda anlayış ve yaklaşımların birbirinden ayrılmaya başladığını goruruz. Bir yaklaşım, "notr bir zihne Kur'an ve Sunnet ne diyorsa, aslolan odur" derken, diğer bir yaklaşım, tarihselliği ve maksadını aşmış "makasıd" anlayışını one cıkartır.
Soz gelimi, aile kurumunu oluşturan bireylerin ihtiyaclarını karşılamak, eş ve cocukların kimseye muhtac olmadan gecinmelerini temin etmek babanın vazifesidir. Annenin bu noktada herhangi bir mukellefiyeti yoktur. Kur'an ve Sunnet, ailenin geciminde anne ve babaya muşterek/eşit sorumluluk yuklememiştir.
Bu fotoğrafın yuzeysel okunması bize şu sonucu verir: Baba calışacak, kazanacak; ailenin diğer bireyleri babanın eline bakacak, ona muhtac olacak. Boyle olunca, yani parayı baba verince, tabii ki aile "ata erkil" bir karaktere burunecek; ailede son sozu soyleme ve karar verme yetkisi babaya inhisar edecektir. Zira ailenin butun yuku babanın omuzlarındadır. Bu okuma, bize, boyle bir aile yapısında aynı zamanda potansiyel olarak birtakım problemlerin bulunduğunu / bulanacağını da ima eder. Tek sesli, baskıcı, otoriter bir sistem! Tabii ki boyle bir yapıda aile bireylerinin, ozellikle de kadının "ozgurluğunden" bahsetmek mumkun olmayacaktır. Sonra gelsin koca dayağı, aile ici şiddet ve catışmalar...
O halde Kur'an ve Sunnet'in boyle bir yapıya vucut vermiş olmasındaki hikmet nedir?
O hikmet -Allahua'lem- Ailede her bireyin yerine getirmesi gereken ayrı bir gorevinin bulunmasıdır. Bu, aynı zamanda aile bireylerinin fıtratlarına uygun rolleri ustlenmelerini ifade eder. Baba evin maddî gecimini temin edecek; ayrıca başka toplumsal roller ustlenecek. Anne ise "ev ici" sistemin idarecisi olacak; ki bu işlerin başında, gelecek nesillerin inşası gelir. "Cocuk yetiştirmek" deyip gecemezsiniz. Cocuk bir toplumun geleceğidir. Aile ici ilişkilerin sağlıklı yurumezse, ozellikle de cocuklar, annelerinden almaları gereken şeyleri alamadan yetişirse bir yanı eksik/arızalı olarak yetişecek. Bunun arızalı toplum anlamına geleceğini ayrıca belirtmeye gerek yok.
Birey ve toplum hayatı bakımından aile kurumunun ve aile kurumunda kadının bu merkezî yerini ıskalayan bakış acısı kendisini iki şekilde dışa vuracak:
Ya "kadının ozgurluğu" soylemi uzerinden yuruyecek ve aileyi bu suretle parcalayacak. Kadının aile kurumunun yukunu erkekle birlikte paylaşması gerektiğini, dolayısıyla icap ederse erkek gibi calışıp kazanmasının normal olduğunu, hakların da sorumlulukların da eşit olduğunu soyleyecek. Yahut da -daha "muhafazakÂr" bir bakışla- şoyle diyecek: Kadın, eşinin maddî yukunu paylaşmak zorunda değildir. Ama ailenin maddî yonden rahatlaması icin kadın calışmak suretiyle eşinin yukunu paylaşırsa iki sevap alır: Birincisi calışıp kazanmanın, ikincisi de -mecbur olmadığı halde- kocasına yardımcı olmanın, bir anlamda kocasına tasaddukta bulunmanın sevabı.
Bu arada Kur'an ve Sunnet'in ongorduğu birey ve toplumun inşası icin ikamesiz bir yeri bulunan "aile" kurumuna neler olacak; "kadının bireyselleşmesi / ozgurleşmesi" gibi -aslında tamamen aldatıcı ve kurgusal olan- bir soylem uzerinden İslamî yapının yaslandığı en onemli temellerden birinin berhava olması durumunda ortaya ne turlu sonuclar cıkacak; bu yaklaşım meselenin bu yonuyle pek alakadar değildir. O, fotoğrafın sadece bir karesine odaklanmıştır; tamamını gorme yeteneği yoktur.
"Bu modeli uygulayan Batılı toplumlarda birey, aile ve toplum ne durumda" diye baktığımızda gorduğumuz şudur: Artık kreşlerin ve klasik anlamda "bakıcı"ların cozum olmadığını Batılı toplumlar fark etmeye başladı. Ama kadını evine dondurme ve yeniden "anne" olmasını sağlama imkÂnları da yok. Son olarak "bakıcı buyukbaba ve buyukanne" modelini devreye sokuyorlar. "Geleneksel" denen toplum yapısında cocuklar sadece anne-babalarıyla değil, aynı zamanda "buyuk aile"nin sağladığı imkÂnlar cercevesinde buyukanne-anneanne, dede-buyukbaba ile de iletişim halindeydi. Bu kuşaktan kime sorarsanız sorun, "torun"un "evlat"tan daha sevgili olduğunu soylerler. Bu, dede-nine kuşağından cocuğun alabileceği cok şey olduğunu da anlatır. Şimdi Batılı toplumlar, oz anne-babanın ve dede-ninenin veremediğini cocuklara "sentetik dede-nine"nin verebileceğini duşunerek olsa gerek boyle bir yola gidiyorlar. Bir zaman sonra bu zavallı arayış bizde de devreye girerse şaşırmam.
Bu, Kur'an ve Sunnet'i "anlamak" yerine "yorumlama"yı tercih edişin sonucu değilse nedir?..
Ebubekir Sifil
darulhikme sitesinden alıntıdır


__________________