Dunyalık işlerimizi yaptırmak icin bazen vekil ararız. Vekil bizim adımıza işlerimizi sağlıklı bir şekilde yurutur. Hele hukuk gibi ciddi bir alanda bir avukata danışmadan ve vekÂlet vermeden bir davaya girişmeyiz.
Hastaneye giden kişi sağlığını doktora emanet eder. Devleti de secimlerde bizi temsil eden vekillere emanet ederiz.
Din işleri de dunya işlerini andırır. Her işte Allah’ı (c.c.) vekil olarak kabul etmek imanın, teslimiyetin ve kulluğun bir gereğidir. Allah’ı (c.c.) vekil olarak kabul etmek, O’na tevekkul etmektir. Tevekkul etmek ise, once elimizden geleni yapıp sonra işin sonucunu Allah’a (c.c.) bırakıp guvenmektir. Musluman’ın Allah’a (c.c.) guvenmek adına daima ağzında duşurmediği cumle şudur: Hasbunallahu ve ni’mel-Vekîl (Allah bize yeter, O ne guzel vekildir).
“Vekil olarak Allah yeter (Nisa suresi, ayet 81).”, “Allah bize yeter, O ne guzel vekildir (Âl-i İmrÂn suresi, ayet 173).”, “Kim Allah’a tevekkul ederse, O, ona yeter (Talak suresi, ayet 3).”, “Allah tevekkul edenleri sever (Âl-i İmrÂn suresi, ayet 159).”
El-Vekîl (Allah [c.c.] zulme uğrayanların ve her işte kendisine guvenenlerin vekilidir, avukatıdır)guzel isminin 99 Esma-i Husna zikrinde el-Hakk guzel isminden sonra gelmesi de anlamlıdır. Bu, işlerimizde once Allah’ın (c.c.) el-Hakk guzel isminin gereğini yerine getirdikten, yani işin hakkını verdikten sonra Allah’a (c.c.) guvenmemize işaret etmektedir.
Allah’ı (c.c.) vekil olarak kabul etmek O’na teslim olmakla mumkundur. Kişide iman teslimiyetle gelişir. Allah (c.c.) haline şukreden ve kaderine teslim olup rıza gosterene yakınlık gosterir. Ama nefis her zaman nankorluk ve kadere isyan etme halindedir. Kuşkusuz Allah’ın (c.c.) dininin nefse uygulanması, bu dinin yayılması, toplumda benimsenmesi, bireyin ve toplumun mukemmele ulaşması icin elbette bir hoşnutsuzluk da gereklidir. Yani dinde nefsin de payı vardır. Bir eleştirel yaklaşım soz konusu olmalıdır. Ama bir de bu olayın şukur ve kadere rıza gosterme cephesi vardır. İşte insan bu noktada ancak Allah’a (c.c.) guvenmeye ve işlerinde O’nu vekil tutarak mucadeleye başlamalıdır. Allah’a (c.c.) şukretmeden ve kadere rıza gostermeden başlanan pek cok iş ve mucadele onceleri bir hak temeline dayansa da kısa zamanda batıl bir istikamete yonelebilir. Sonu husran, yıkım olabilir. Şeytanın oyunu olmaya, cıkarlarına hizmet etmeye başlayabilir. Boyle başlayan bir işe Allah’ı (c.c.) vekil olarak gormek, gostermek ancak sozde kalan bir iddiadır. Allah’ı (c.c.) vekil olarak gormek işin başında ve sonunda haline şukretmeyi ve kadere rıza gostermeyi gerekli kılmaktadır.
Kuşkusuz her iş temelinde halinden memnuniyetsizliği, geleceği değiştirmeyi ve şekillendirmeyi amaclar. Bu da gorunuşte haline şukretme, kaderine razı olma hali ile celişkiye ve catışmaya duşer. HÂlbuki burada bir celişki ve catışma yoktur. Girişilecek her iş meşruiyetini Kuran-ı Kerim ve peygamberimizin (s.a.s) sunnetinden aldıkca hak temele dayanır. Zulme sapmaz. Boyle hak temele dayanan bir iş şukurle ve kadere rıza ile hicbir zaman celişmez ve catışmaya da girmez. Ortada yanlış bir iş varsa duzeltilir. Haksızlık da giderilir. İş başlangıcta hak temele dayandığı gibi hak temelde gelişir ve sonuclanır. Bu da el-Vekîl olan Allah’ın (c.c.) bu işin temelinde, gelişmesinde ve sonucunda yer aldığını gosterir.
El-Vekîl guzel ismi ile kula duşen gorev, Allah’ın (c.c.) el-Hakk guzel ismi ile uzerine duşeni, yani işin gereğini yaptıktan sonra işin sonucunu Allah’a (c.c.) bırakmaktır. Hayır ve şer Allah’ın (c.c.) izni ve yaratmasıyla gercekleşir. O’na guvenme sonucu gercekleşen şer bile olsa icinde buyuk bir hayır gizlidir. Bu da insanın her haline şukredip kadere rıza gostermesini gerekli kılar.
Nefis Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine rızada anlayışsız bir insan gibidir. Ahmaktır. Bunun nedeni şudur: Nefsin zekÂsı yoktur. Daha doğrusu nefis entelektuel hayatımızdan pek etkilenmez. Bu konuda guzel kitaplar okuyabiliriz, onlardan etkilenebiliriz de. Ama nefis yine de bildiğini okuyabilir. Nefse başka bir dille seslenilmelidir, yine nefis başka bir yontemle eğitilmelidir.
Nefse ibadet dili ile hitap edilip nefis eğitilebilir. O başka bir dilden, başka bir yontemden anlamaz. Bu iş insanın iradesine bırakılsaydı insan aynen şoyle duşunecekti: Ben duşunduğum şeyi yapabilirim. İbadetler boşu boşuna emek, zaman, para israfından başka bir şey değildir.
Allah’a (c.c.) tevekkul, oğrenilerek elde edilebilecek bir konu değildir. Cunku nefis asla Allah’a tevekkul etmez. Nefis goz onunde olan şeylere guvenir. Allah’ı (c.c.) gormediğine gore O’na tevekkul etmek şurada dursun Allah’ın varlığına bile inanmaz. Yani tabii kişi Allah’ın varlığına hatta kaza ve kaderine rıza gosterilmesi ve O’na tevekkul edilmesi gerektiğine inanabilir ama aynı kişinin nefsi bunların hic birisine inanmaz. Cunku nefis kufur uzeredir. İmana gelmesi mumkun değildir. Bunlara inanan ruhtur. Gerci mutmainne nefs artık Musluman’dır, Allah’a tevekkul de eder. Ama bir mumin, nefsi en yuksek makama da gelse, o hicbir zaman buna guvenmemeli, nefisini yine de her şeyden hakir gormelidir.
Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine rıza gostermenin kalbi tevekkuldur. Tevekkul bu acıdan cok zor elde edilen bir manevi ikramdır. Nefsin tevekkul halini benimsemesi bu konuda cok kitap okumakla, bilgilenmekle, bilinclenmekle gercekleşmez. İbadetlerle olur. İbadetler icerisinde de en cok zekÂt (sadaka), hac bunu sağlar. Zira bu ibadetlerin temeli Allah (c.c.) rızası icin para harcamaya dayanır. Para bu yolda harcandıkca nefis de Allah’a tevekkul etmeyi oğrenir. Tabii bu da birden gercekleşmez. Zamanla, yavaş yavaş olur. Zira tevekkul onemli bir cevherdir, kıymetlidir, elde etmek kolay değildir. Bunun icin buyuk emek harcamak ve fedakÂrlıklarda bulunmak gerekir.
Nefis zekÂt ve hac ibadetleri sırasında harcanan paraya onceleri tabii olarak tepki gosterebilir. Bu ibadetleri istemez. Ona zor ve ağır gelir. Ama kişi kendisini zorlayıp bu ibadetlere devam ederse Allah ona bu ibadetlerdeki sırları zamanla gosterebilir. Bu sır tevekkuldur. Yani nefis harcadığı paranın misliyle kendisine donduğunu gorur, sırrı kavrar. Tevekkul aleyhinde olan cimrilik, acelecilik, rızık endişesi, yarın kaygısı, bencillik, Allah’a guvenememe gibi kotu huylarının ne kadar yersiz ve komik olduğunu anlar, sonra da adeta bu ibadetlere Âşık olur. Bunlarla Allah’a tevekkul etmeyi oğrenir ve sever. Bu sefer de sadaka ve hac delisi olabilir. Cunku nefis her zaman ifrat ve tefrit uzere bulunur. Bu ibadetlerde ifrata kacan kişiler pek sırlarını soylemezler. Bilerek saklarlar. Ama itiraf ederlerse ancak bunu soylerler. Bu yolda harcadıkları paranın misliyle kendilerine iade edildiklerini, mallarını koruduklarını, kendilerine de bir gonul tokluğu ihsan edildiğini belirtirler. Tabii hal yaşanır, sozle bilinmez. İşte kitaplardaki, sohbetlerdeki tevekkul bahsini anlayamayan nefis bu onemli konuyu bu yolla anlayabilir.
Yalnız nasıl dengeli beslenmede her yiyecekten az da olsa almak gerekiyorsa ibadet hayatımızda da belli ibadetlere yuklenirken az da olsa diğerlerinden de almak nefsin dengeli bir şekilde eğitimi icin cok onemlidir. Bir ibadeti cok sevmek ve cok yapmak guzeldir. Ama hoşa gitmeyen diğer ibadetleri ihmal etmek de buyuk bir yanlışlıktır.
Evet, nefis Allah’a tevekkulu ancak yaşayarak yani Allah yolunda para harcayarak oğrenebilir. Allah da en buyuk oğretmen ve eğitmen olarak (Er-Rabb) insanlara zekÂtı, haccı farz kılmakla onlara kaza ve kaderine rıza gostermenin kalbi olan tevekkul konusunu oğretmekte ve yaşatmaktadır. Daha doğrusu nefsin diline ve anlayışına uygun olarak yaşatıp oğretmektedir. Kuşkusuz insan sadece kalpten ibaret değildir. Diğer yaşamsal organları da vardır. Ama kalp cok onemli bir organdır. Manevi Âlemde de beyin kadar onemli bir işleve sahiptir.
Kuşkusuz zekÂt ve hac ekonomik acıdan zengin kişilere duşen ibadetlerdir. Fakirler bu ibadetleri yapamazlar. Doğrudur. İslam’ın zenginlik olcusu de bellidir. Temel ihtiyaclarını karşıladıktan sonra aşağı yukarı 85 gram altını veya bu değerde parası veya ticaret malı olan kişi zengin sayılır. ZekÂt ve hac gibi ibadetler de ancak bu kişilere farz olur. Ama bizim burada uzerinde durduğumuz asıl konu tasavvuftur. Allah’ın kaza ve kaderine rıza gostermek ile nefis yukselir. Bunun icin de kişinin bir takım koşulları yerine getirmesi gerekir. Bu işin kalp kadar onemli organı da tevekkuldur. Nefis tevekkul konusunu makalelerle, sohbetlerle oğrenemez. Zira nefsin entelektuel zekÂyla pek ilişkisi bulunmamaktadır. Nefis ancak ibadetlerden anlamakta ve onlarla değişmektedir. Makam kat etmektedir. Oyleyse yoksul kişiler zekÂt vermemekle ve hacca gitmemekle nefsin değişiminde kaza ve kaderine rıza gostermede kalp kadar onemli ve yaşamsal bir organı olan tevekkulden mahrum kalmaktadırlar mı? Hayır, oyle değil, fakirlik zenginlik gibi değildir. Bir insan fakir olmakla ve fakirliğine rağmen haline şukretmekle zenginin zekÂt ve hac gibi ibadetlerden elde ettiği tevekkul haline zahmetsizce kavuşabilmektedir. Tabii zenginlik de fakirlik de aslında kişiden kişiye değişen, yani gorece durumlardır. Onemli olan Allah rızası icin vermektir. Fakir insanın verdiği şey az da olsa zengin insanın verdiği şeye gore ona hem daha buyuk bir sevap hem de daha buyuk bir tevekkul hali kazandırmaktadır. Hele bu fakir kişi tasavvuf yolunda ise mutlaka bu yoldaki nafile ibadetlerin yanına sadakayı da karınca kararınca koymalıdır. Cunku Allah indinde ameller tıpkı insanların dediği şu sozdeki gibidir: Az veren candan, cok veren maldan. Bu iş onun icin hayat memat meselesi kadar onemlidir. HÂlbuki sofilerin fakirliklerini one surerek en az onem verdikleri ibadet sadakadır.
Buyuk evliyalar, cok zengin insanların veli olmada cok zorlanacaklarını ifade buyurmuşlardır. Bunun nedeni de zenginliklerine gore az vermeleri ve sadece zekÂtla yetinmeleridir. Evliyaların genellikle fakir insanlardan cıkmalarının nedeni az da olsa vermeleri, bu verdikleri ile zenginleri gecmeleridir. Cunku vermede olcu zenginlik oranı ile olculur, miktar ile değil.
Sadakayı biraz da geniş duşunmek lazımdır. Sahip olduğumuz butun maddi ve manevi değerleri başkaları ile paylaşmak gerekir. Bu değerler paylaşıldıkca da artar. Hep veren olmayı istemeli ve duşunmeliyiz.
Allah bizlere kalp zenginliği ihsan ederek sadaka vermeyi, hacca gitmeyi, bunun tabii neticeleri olarak tevekkul halini, sonra da kaza ve kaderine rıza gostermeyi nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
__________________
Allahın Kaza ve Kaderine Rıza Gostermenin Kalbi: Tevekkul. (Allahın El-Vekîl İsmi)
Dini Bilgiler0 Mesaj
●36 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Allahın Kaza ve Kaderine Rıza Gostermenin Kalbi: Tevekkul. (Allahın El-Vekîl İsmi)