CenĂ‚b-ı Hak biz Ă‚ciz kullarını yoktan var edip sayısız varlıklar arasında insan, insanlar arasında ehl-i îman, ehl-i îman arasında da Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe ummet kıldı. Hicbir bedel odemediğimiz hĂ‚lde, tamamen lûtf-i ilĂ‚hî ile bu muazzam nîmetlere nĂ‚il olduk.
Evet, dunyaya bir bedel odemeden geldik. Fakat Ă‚hirete bedel odeyerek gideceğiz. Zira CenĂ‚b-ı Hak, sayısız nîmetlerine mukĂ‚bil, bizden şukur istiyor. Âyet-i kerîmelerde:
“AllĂ‚hʼın nîmetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız…” (en-Nahl, 18)
“NihĂ‚yet o gun (kıyĂ‚met gunu, dunyada iken yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba cekileceksiniz.” (et-TekĂ‚sur, 8) buyuruyor.
Şu da bir hakikattir ki bedeli odenmeyen bir şeye sahiplik iddiĂ‚ etmek, abesle iştigaldir. Mu’minler olarak bu cihanda bedelini odememiz gereken en kıymetli varlığımız ise “îmĂ‚n”ımızdır.
ElhamdulillĂ‚h, CenĂ‚b-ı Hakkʼın “HĂ‚dî” sıfatının tecellîsine mazhar olarak îmanla şereflendik. Fakat CenĂ‚b-ı Hak:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah’tan, Oʼna yaraşır şekilde korkun ve ancak muslumanlar olarak can verin!” (Âl-i İmrĂ‚n, 102) buyuruyor.
Dikkat edilirse Rabbimiz bizlere “musluman olarak can verirsiniz” buyurmuyor. Yani son nefesi îmanla verebilme garantimizin olmadığını, her an ayak kayma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuzu bildiriyor. Fakat ne yapıp edip îmanla can vermemizi emir buyuruyor. Zira bu imtihan hayatı bir sefere mahsus. Ne tekrarı var, ne de telĂ‚fîsi…
O hĂ‚lde musluman olarak can verebilmek icin, canımız pahasına da olsa îmĂ‚nımızı korumak, ondan bir tĂ‚viz vermemek ve her hĂ‚lukĂ‚rda ona sahip cıkmak mecburiyetindeyiz.
Hayatta en zor şey, îman nîmetinin bedelini tam olarak odeyebilmektir. Zira bunun belli bir sınırı yoktur. Bu sebeple son nefesimize kadar butun imkĂ‚nlarımızla Allah yolunda gayret gosterip CenĂ‚b-ı Hakkʼın rahmet ve mağfiretini umîd etmemiz şarttır.
Cunku îman, ilĂ‚hî bir lûtuf; imtihan, îmĂ‚nın sıhhat derecesini olcen bir miyĂ‚r; mu’minden beklenen ibadet, takvĂ‚, ihsan, sabır, şukur, fedakĂ‚rlık, hizmet ve teslîmiyetle îmĂ‚nı muhĂ‚faza ise, CenĂ‚b-ı Hakkʼın lûtfuyla ilĂ‚hî mukĂ‚fatlara nĂ‚il olmanın bedelidir. Yani Hak TeĂ‚lĂ‚, lûtfettiği îman nîmetinin kıymetini idrĂ‚k etmemiz icin, biz kullarından Ă‚deta bir bedel taleb etmektedir. Bu bedelin nasıl odeneceğini de şoyle beyan buyurmaktadır:
“Allah, mu’minlerden canlarını ve mallarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)
Demek ki icinde bulunduğumuz bu imtihan Ă‚lemi, Cennetʼin satın alınacağı bir pazar yeri hukmunde. Bu pazardaki en buyuk sermayemizin başında gelenlerse, canlarımız ve mallarımız. Hakikatte can kimin, mal kimin? Canı veren kim, malı veren kim?.. CenĂ‚b-ı Hakkʼın ihsĂ‚n ettiklerini yine Oʼna teslim ve takdim etmekten ibaret bir imtihan icindeyiz. KurʼĂ‚n-ı Kerîmʼde hep bunun misallerini goruyoruz.
İşte İbrahim -aleyhisselĂ‚m-… O buyuk peygamber; canıyla, malıyla ve evlĂ‚dıyla imtihan edildi. Tevhîdi mudĂ‚faa etmek icin Nemrudʼun dağ gibi ateşine girmeye rĂ‚zı oldu. Ateş gulistana dondu. Malını Allah icin fedĂ‚ etti, Halil İbrahim bereketine nĂ‚il oldu. CenĂ‚b-ı Hakkʼa adakta bulunduğu evlĂ‚dını Allah icin kurban etmeye rĂ‚zı oldu, CenĂ‚b-ı Hak ona hem evlĂ‚dını bağışladı hem de Cennetʼten kurban indirdi. Boylece Halîlullah oldu, CenĂ‚b-ı Hakkʼın dostluğuna erişti.
Yine Rabbimiz Kur’Ă‚n-ı Kerîmʼinde, kendilerine vereceği Cennet mukĂ‚bilinde canlarını ve mallarını satın aldığı daha nice îman kahramanlarını haber veriyor.
AshĂ‚b-ı Uhdûd, ateş dolu hendeklerin icine atılırken; Habîb-i Neccar, zĂ‚lim bir kavim tarafından taşlanırken; Firavun’un sihirbazları, MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-’a îman etmeleri sebebiyle kolları ve bacakları caprazlama kesilip hurma dallarına asılırken, CenĂ‚b-ı Hakʼtan kendilerini bu zulum ve işkenceden kurtarıp dunyevî plĂ‚nda rahata kavuşmalarını istemediler. Onların tek arzuları; îmanlarından tĂ‚viz vermeden musluman olarak can verebilmekti. Boylece uhrevî plĂ‚nda kazanclı cıkabilmekti. Bu sebeple bir îman zaafı gostermemek icin;
رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ
“…Ey Rabbimiz! Uzerimize sabır yağdır ve (en ufak bir tĂ‚viz vermeden) canımızı muslumanlar olarak al!” (el-A’rĂ‚f, 126) diye niyĂ‚z etmiş ve Rabʼlerine şehîden kavuşmuşlardı.
Asr-ı saĂ‚dete baktığımızda da aynı rûhu ve aynı îman heyecanını goruyoruz. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, îman nîmetinin bedelini odemek icin buyuk cefĂ‚lara katlandılar. Mekkeʼde yıllarca zulum, işkence ve ambargolara mĂ‚ruz kaldılar. Evlerini, servetlerini, yurtlarını bırakıp sırf kalplerindeki îmĂ‚nı muhĂ‚faza icin Medîneʼye hicret ettiklerinde ise, bir taraftan muşrikler, bir taraftan munĂ‚fıklar, bir taraftan da yahudilerin, yani uc kıskacın arasında bir tevhid ve var oluş mucĂ‚delesi verdiler.
ÎmĂ‚nı uğruna en ağır işkencelere mĂ‚ruz kalmış sahĂ‚bîlerden biri olan HabbĂ‚b bin Eret -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Bir gun Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, KĂ‚be’nin golgesinde iken yanına varıp kendisine muşriklerden gorduğumuz işkenceleri şikĂ‚yet tarzında anlattık. Ardından da bu işkencelerden kurtulmamız icin Allah’tan yardım dilemesini taleb ettik. O da bize şoyle buyurdu:
«Sizden evvelki nesiller arasında, yakalanıp bir cukura konan, sonra testere ile baştan aşağı ikiye bolunen ve demir taraklarla etleri tırmıklanan, fakat yine de dîninden donmeyen mu’minler olmuştur. AllĂ‚h’a andolsun ki O, bu dîni tamamlayacak, hĂ‚kim kılacaktır… Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz!..»” (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıbu’l-EnsĂ‚r 29, MenĂ‚kıb 25, İkrĂ‚h 1)
AshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan Abdullah bin RevĂ‚ha -radıyallĂ‚hu anh- Akabe Beyʼatiʼnde bulunan Medînelilerden biriydi. Medîneliler Akabeʼde yalnız AllĂ‚hʼa ibadet edip şirk koşmamak ve Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi kendi canlarını korudukları gibi korumak uzere beyʼat ettikten sonra sordular:
“–Boyle yaparsak karşılığında bize ne var?”
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- cevÂben:
“–Cennet var!” buyurunca, oradakiler:
“–Ne kĂ‚rlı bir alışveriş! Bundan ne doneriz, ne de donulmesini isteriz!” dediler. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 406)
İşte Abdullah bin RevĂ‚ha -radıyallĂ‚hu anh-, Mûte Harbiʼnde bu kĂ‚rlı Cennet alışverişini tamamladı. Allah Rasûluʼnden şehîd olacağı mujdesini alarak, savaşta can vereceğini bile bile, yuzunu dahî kırıştırmadan, bilĂ‚kis buyuk bir huzur ve tevekkul ile muhĂ‚rebeye katıldı. Kendisine dunyayı tatlı, olumu acı gostermek isteyen nefsinin vesveselerine kulak tıkayıp servetini beytu’l-mĂ‚le, canını da AllĂ‚h’a takdîm ederek Cennet-i ÂlĂ‚’ya uctu.
Muhtelif sahĂ‚bîler de; “ulaşabildiğimiz son mekĂ‚n kabrimiz olsun” heyecanıyla dunyanın dort bir tarafına sefer ettiler. O diyarlarda hĂ‚lleriyle ve kālleriyle tebliğde bulunarak gonullere tevhîdin muhrunu vurdular. Boylece Allah ve Rasûlu ile yaptıkları bey’atlerine sĂ‚dık kaldılar.
Medîneli muslumanların yapmış oldukları bu bey’at ile alĂ‚kalı olarak -daha evvel de zikrettiğimiz- şu Ă‚yet-i kerîme nĂ‚zil oldu:
“Allah, mu’minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, oldururler ve oldurulurler. (Bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’Ă‚n’da Allah uzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha cok sozunu yerine getiren kim vardır? O hĂ‚lde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, buyuk kurtuluştur.” (et-Tevbe, 111)
SahĂ‚be-i kirĂ‚m, hep bu Ă‚yet-i kerîmenin muhtevĂ‚sıyla îmanlarını test ediyorlardı. Zira onlar, hĂ‚diseleri dĂ‚imĂ‚ îman vecdi ile Ă‚hiret penceresinden seyrediyorlardı. Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin buyurduğu; “Esas hayat, Ă‚hiret hayatıdır.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1) hakîkatini, lĂ‚yıkıyla idrĂ‚k etmişlerdi.
Bu sebeple dunyevî sıkıntılar, gelip gecen cile ve ıztıraplar, onların gozunde ehemmiyetini kaybetmişti. Dunyada nasîb olan Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼle beraberlik saĂ‚detini, Ă‚hirette de yaşayabilmek icin, Allah yolundaki butun cile ve zahmetleri Ă‚deta nîmet ve rahmet bilmişlerdi.
Yine sahĂ‚beden Sa‘d bin Hayseme -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚-, Akabe Bey’atleri’nde secilen on iki temsilciden biri idi. Sa‘d ile babası Hayseme, Bedir gunu, kimin gazveye gideceği hususunda kur’a cektiler. Kur’a, Sa‘d’a cıktı. Babası:
“‒Yavrucuğum, bugun fedakĂ‚rlıkta bulun, beni kendine tercih et de senin yerine gazveye ben gideyim!” dedi. Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh-:
“‒Babacığım! Bunun sonunda Cennetʼten başka bir şey olsaydı, dediğini yapardım!” dedi.
Ve nihĂ‚yet Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh- Ă‚deta duğune gider gibi Bedir’e gitti ve orada şehĂ‚det şerbetini icti. Babası Hayseme -radıyallĂ‚hu anh- da Uhud gunu şehidlik mertebesine kavuştu. (İbn-i Hacer, el-İsĂ‚be, III, 47, no: 3156)
CĂ‚bir bin Abdullah -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- da şoyle demiştir:
“Uhud Harbi’nden onceki gece, babam beni yanına cağırdı ve:
«–Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in sahĂ‚bîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’den sonra, benim icin geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borclarım var, onları ode. (Yetim kalacak) kardeşlerine dĂ‚imĂ‚ iyi muĂ‚melede bulun.» dedi.”
Diğer bir rivĂ‚yete gore, bu îman heyecanını oğluyla da paylaşma arzusunu şoyle dile getirdi:
“–CĂ‚bir! Evde himĂ‚yeye muhtac kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!..”
CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh- devamla der ki:
“–Sabahleyin babam ilk şehîd duşen kişi oldu. Bir başka şehîd ile onu bir kabre defnettim. Sonra onu mustakil bir kabre defnetmek istedim. Altı ay sonra onu mezarından cıkardım. Bir de ne goreyim: Kulağı(nın bir kısmı) hĂ‚ric, butun vucudu, kabre defnettiğim gunku gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettim.” (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 78)
Hazret-i CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh- bir başka rivĂ‚yette de şoyle anlatır:
“Bir defasında ben mahzun bir hĂ‚lde iken Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile karşılaşmıştım. Bana:
«–Seni niye boyle uzgun goruyorum?» buyurdu.
«–Babam Uhud’da şehîd oldu. Geride, bakıma muhtac kalabalık bir Ă‚ile ve bir hayli de borc bıraktı.» dedim. Bunun uzerine:
«–AllĂ‚h’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?» buyurdu. Ben de; «–Evet!» deyince sozlerine şoyle devam etti:
«–Allah, hic kimse ile yuz yuze konuşmaz, dĂ‚imĂ‚ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz konuştu:
“–Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim!” buyurdu.
Baban:
“–Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehîd olayım!” dedi.
Allah TeÂl Hazretleri:
“–Ama Ben daha once; olenlerin artık dunyaya geri donmeyeceklerine hukmettim.” buyurdu.[1]
Baban da:
“–Ey Rabbim, oyleyse (benim hĂ‚limi) arkamda kalanlara bildir!” dedi. Bu talep uzerine şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu:
«Allah yolunda oldurulenleri sakın olu sanmayın. BilĂ‚kis onlar diridirler; AllĂ‚h’ın, lûtuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrur bir hĂ‚lde Rabʼleri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henuz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hicbir keder ve korku bulunmadığı mujdesini vermek isterler.» (Âl-i İmrĂ‚n, 169-170)” (İbn-i MĂ‚ce, Mukaddime, 13/190)
İşte ashĂ‚b-ı kirĂ‚m bu Cennet alışverişi heyecanıyla AllĂ‚hʼın dîninin şĂ‚hidi olarak rahatlarını terk ettiler, butun dunyaya dağıldılar. TĂ‚ Cinʼe kadar gittiler. Afrikaʼya girdiler. Kısa bir surede Atlas Okyanusuʼna kadar dayandılar. Omer bin Abdulaziz zamanında İspanyaʼya cıktılar.
Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî Hazretleri de iki sefer İstanbulʼa geldi. Cunku Allah yolundaki gayret ve fedakĂ‚rlıktan geri kalarak kendi eliyle Ă‚hiretini tehlikeye atanlardan olmaktan korktu. Ve Allah Rasûluʼnun; “İstanbul elbette fetholunacaktır…”[2] mujdesine nĂ‚il olma iştiyĂ‚kıyla, seksen kusur yaşında İstanbul seferine katıldı.
İkinci seferinde, İstanbul onlerinde vefat etti. Son nefesini verirken de:
“Beni, adımınızı atabildiğiniz en son noktaya defnedin! Ta ki, benden sonra gelecek İslĂ‚m askerleri daha oteye gitsinler.” vasiyetinde bulundu. Hayatıyla olduğu kadar cesediyle de kendinden sonra gelecek îmanlı nesillere hedef gostererek gercek bir muslumanın gayret ufkunu mîras bıraktı.
Butun bunlar, kendilerini AllĂ‚hʼa adayan ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın canları ve malları mukĂ‚bili Cennetʼi satın aldıkları ilĂ‚hî imtihan manzaraları… CenĂ‚b-ı Hakkʼın zikriyle itmiʼnĂ‚na eren, huzur bulan kalpler… Dunya nîmetlerinin gozden duşup Allah rızĂ‚sının zirveleştiği gonuller…
Bu yıldız şahsiyetler arasında en mustesnĂ‚ zirve ise şuphesiz ki Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh-ʼtır.
Bir gun Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“(İslĂ‚mʼı tebliğ icin) Ebû Bekir’in malından istifĂ‚de ettiğim kadar başka hic kimsenin malından faydalanmadım…” buyurmuştu.
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh- ise bu iltifatkĂ‚r sozlere karşı gozyaşları icinde:
“Ben ve malım, yalnızca Sen’in icin değil miyiz yĂ‚ RasûlĂ‚llah?!.”[3]demek sûretiyle kendisini butun varlığıyla Allah ve Rasûluʼne adadığını ifade etmişti.
Servetini bircok defa tamamıyla Allah Rasûlu’ne getirmiş, tıpkı Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz gibi, fakirliğe duşmekten korkmaksızın infakta bulunmuştu. HattĂ‚ kendisine:
“–Coluk cocuğuna ne bıraktın yĂ‚ EbĂ‚ Bekir?” diye soran Allah Rasûluʼne buyuk bir gonul huzûruyla:
“–Allah ve Rasûlʼunu bıraktım!..” demişti. (Ebû DĂ‚vud, ZekĂ‚t, 40)
Canını ve malını comertce bezlederek Ă‚hiret alışverişinden kĂ‚rlı cıkan bir diğer guzîde sahĂ‚bî ise Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh-ʼtır. Comertlik ve hayĂ‚ Ă‚bidesi o mubĂ‚rek sahĂ‚bî, Medîne’ye hicret edince muslumanların su sıkıntısı cektiğini gormuştu. Medîne’deki butun kuyuların suyu acıydı. Sadece bir yahudiye Ă‚it olan Rûme Kuyusu’nunki tatlı idi. Yahudi, bu kuyunun suyunu satarak geciniyordu. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin işareti uzerine bu kuyuyu buyuk bir bedelle satın aldı. Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–İnsanların ondan su icmeleri icin (kuyuyu) vakfeder misin?” diye sorunca, Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh- hic tereddut etmeden bu kuyuyu vakfetti. Buyuk bir fazîlet daha sergileyerek, kendisinin satın alıp vakfettiği bu kuyudan su alabilmek icin, herkesle birlikte sıraya girdi. RivĂ‚yete gore Hazret-i Osman’ın bu eşsiz fedakĂ‚rlığı uzerine şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu:
“Ey huzûra kavuşmuş nefs! Sen O’ndan rĂ‚zı, O da senden rĂ‚zı olarak Rabbine don! (SĂ‚lih) kullarımın arasına katıl ve Cennetʼime gir.” (el-Fecr, 27-30)
İslĂ‚m hızla yayılıp Medîne’ye gelenler coğalınca Mescid-i Nebevî dar gelmeye başlamış ve mescidin genişletilme zarureti doğmuştu. Yine Efendimizʼin bir işaretiyle Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh- bu hizmeti de uzerine almıştı. Bunun uzerine de şu Ă‚yet-i kerîme nĂ‚zil oldu:
“AllĂ‚h’ın mescidlerini ancak AllĂ‚h’a ve Ă‚hiret gunune îmĂ‚n eden, namazı dosdoğru kılan, zekĂ‚tı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmĂ‚r eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 18)[4]
Yine bu mubĂ‚rek sahĂ‚bî, muslumanların binecek bir deve bulamadıkları, bir deveye ancak uc kişinin nobetleşe binmek mecburiyetinde kaldıkları Tebuk Gazvesi’nde de tek başına 300 deveyi tam techizatlı bir şekilde hazırlayarak orduya hibe etti.
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh-’ın halîfeliği doneminde bir ara Medîne’de buyuk bir kıtlık başgostermişti. O sırada Hazret-i Osman’ın Şam’dan yuz deve yuku buğday kervanı geldi. Kervanı gorenler, buğday satın almak icin koştular. HattĂ‚ bir dirhemlik buğday icin yedi dirhem teklif ettiler. Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh- ise:
“−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” dedi.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, mahzun bir şekilde ayrılıp durumu halîfeye şikĂ‚yet ettiler. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh-, bu hĂ‚disedeki nukteyi sezerek:
“−Osman hakkında hemen kotu duşunmeyiniz!.. O, RasûlullĂ‚h’ın damadı ve Me’vĂ‚ Cenneti’nde arkadaşıdır. HerhĂ‚lde siz onun sozunu yanlış anladınız.” dedi. Ardından beraberce Hazret-i Osman’a gittiler. Hazret-i Ebû Bekir:
“−YĂ‚ Osman! AshĂ‚b-ı kirĂ‚m senin bir sozune uzulmuştur.” deyince Hazret-i Osman:
“−Evet, ey RasûlullĂ‚h’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyor, hĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hak, bire yedi yuz veriyor. Biz buğdayı bire yedi yuz verene sattık.” buyurdu.
Sonra da yuz deve yuku buğdayı Allah rızĂ‚sı icin Medîne fukarĂ‚sına infak etti. Yuz deveyi de kurban etti.[5]
Boyle bir sehĂ‚vet guneşi olan Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh-, ummetin mesʼûliyetini omuzlarına alarak halîfe olduğunda ise mazlûmen şehîd edilerek canıyla da Cennetʼi satın alan bahtiyarlardan oldu.
Medîne’de EnsĂ‚r arasında en fazla hurmalığı bulunan, Ebû Talha -radıyallĂ‚hu anh- idi. En sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki BeyruhĂ‚ ismindeki hurma bahcesiydi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bu bahceye girer ve oradaki sudan icerdi.
“Sevdiğiniz şeylerden infĂ‚k etmedikce, asla birre (yani hayrın kemĂ‚line) erişemezsiniz…” (Âl-i İmrĂ‚n, 92) Ă‚yet-i kerîmesi nĂ‚zil olunca, Ebû Talha -radıyallĂ‚hu anh-, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah!.. Benim en sevdiğim malım, BeyruhĂ‚ isimli bahcedir. Onu Allah rızĂ‚sı icin tasadduk ediyorum. Allah’tan onun sevĂ‚bını ve Ă‚hiret azığı olmasını dilerim…” dedi. Bunun uzerine Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Seni tebrik ederim! KĂ‚rlı mal dediğin, işte budur!..” buyurdu. (Bkz. BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 44; Muslim, ZekĂ‚t, 42, 43)
İşte ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın goruş ufku buydu. Gelen her Ă‚yete “سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا : işittik ve itaat ettik”[6] diyor ve hemen o Ă‚yetin şumûlune girerek AllĂ‚hʼın rızĂ‚sını tahsile gayret gosteriyorlardı. Bunun icindir ki Hazret-i CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh-:
“MuhĂ‚cirler ve EnsĂ‚r’dan imkĂ‚n sahibi olup da vakfı bulunmayan bir tek kişi bilmiyorum.” buyurmuştur. (İbn-i KudĂ‚me, el-Muğnî, V, 598)
EcdĂ‚dımız Osmanlı da bu ruhla yaşadıklarından, memleketlerini Ă‚deta bir vakıf medeniyeti hĂ‚line getirmişlerdi. Zira onlar, “esas hayat Ă‚hiret hayatıdır” anlayışıyla, fĂ‚nîyi fedĂ‚ ederek bĂ‚kîyi kazanma firĂ‚setiyle yaşayan ve îman nîmetinin bedelini odemeye calışan sĂ‚lih muʼminlerdi.
Her medeniyet, kendi insan tipini inşĂ‚ eder. Bizler de o şanlı ecdĂ‚dın torunları olarak buyuk bir mesʼûliyetle karşı karşıyayız. Bugun butun dunyada muslumanlar zor durumda bulunuyor. Turkiyemiz, ceşitli zulum ve haksızlıklara mĂ‚ruz kalan İslĂ‚m dunyasının sozculuğunu ve mĂ‚şerî vicdanın mudĂ‚faasını yapmaya gayret ediyor.
Asırlar boyunca hakkı tevzî eden, zulme mĂ‚ruz kalmış mazlumların hĂ‚mîsi olan milletimiz, bugun de tarihe altın bir sayfa acmaktadır. Bugun ferden ferdĂ‚ hepimiz bu dĂ‚vĂ‚nın gayreti icinde olmalıyız. Bu meyanda bilhassa vatanımıza sığınmak zorunda kalan Sûriyeli MuhĂ‚cirlere EnsĂ‚r olmaya, onlara İslĂ‚m kardeşliğinin gerektirdiği fedakĂ‚rlıkları sergilemeye mecburuz.
CenĂ‚b-ı Hak cumlemizi, taşıdığı emĂ‚netin ağırlığını omuzlarında hisseden, kendisine zimmetli muzdariplerin maddî ve mĂ‚nevî ıztıraplarını yureğinde duyan ve bu gayretle gozyaşı kadar alın teri de doken, neticede ise bu fĂ‚nî pazardaki ebediyyet alışverişinden kazanclı cıkan bahtiyar kullarından eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] Tirmizî, Tefsîr, 3/3010.
[2] Ahmed, IV, 335; HÂkim, IV, 468/8300.
[3] İbn-i MĂ‚ce, FedĂ‚ilu AshĂ‚bi’n-Nebî, 11.
[4] Bkz. Hz. Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud SĂ‚mî, sf. 145.
[5] Bkz. Hz. Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud SĂ‚mî, sf. 140.
[6] Bkz. el-Bakara, 285.
Altınoluk Dergisi
2016 – Mart, Sayı: 360, Sayfa: 032
__________________
Cennet Alışverişi
Dini Bilgiler0 Mesaj
●26 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Cennet Alışverişi