Ebedî Fecre

اَرْحَمُ الرَّاحِمِين

Her şey;

«Merhametlilerin en merhametlisi!» olan AllÂh’ın muhteşem rahmetinin eseri…

Yine zerreden kurreye yaratılmış olan her şey, en muhteşem hikmet ve sırlarla muzeyyen bir hÂlde…

İlÂhî kudret akışları ve mûten nakışlarla tezyîn edilmiş bir azamet sergisi hÂlinde…

Diğer taraftan; bu cihandaki ekolojik denge ile butun mahlûkātı rızıklandırması, yaşatması ve sayısız nimetler ikrÂm etmesi, O’nun ne muazzam bir rahmet tecellîsi…

CenÂb-ı Hak, bir mu’minin; ilÂhî azameti ve bu buyuk nizÂmın sırrını, hikmetini tefekkur etmesini; bu tefekkur neticesinde bir hiclik icinde ve takv uzere bir kul olabilmesini arzu etmektedir. Zira;

مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

“Kim nefsini bilirse Rabbini bilmiş olur.” buyurulmaktadır.

Bu kalbî firÂset ile insan idrÂk eder ki:

Şer sandığımız şeyler bile rahmetinin sır ve hikmetleriyle dopdolu. Daralttığında îkaz ve dikkat rahmeti var, genişlettiğinde mujde ve ferahlık rahmeti var. Sabır da rahmet, şukur de rahmet…

CenÂb-ı Hakk’ın insanlara rahmetinin en buyuk eserlerinden biri de, akıl ve idrÂkin yanında peygamberler lutfetmesi. Ummeti olmakla şereflendiğimiz Fahr-i KÂinat -sallallÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i bahşetmesi hakkında ise şoyle buyurmakta:

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ

“Sen’i ancak Âlemlere rahmet olarak gonderdik.” (el-EnbiyÂ, 107)

O -sallallÂhu aleyhi ve sellem- ÂLEMLERE RAHMET

Âlemler… Ayrı ayrı nice dunya, nice topluluk…

Efendimiz -sallallÂhu aleyhi ve sellem- on sekiz bin Âleme rahmet… Bizim idrÂkimizin fevkinde bulunan, melekût Âlemlerine rahmet… O Rasûlu’s-sekaleyn, yani insanlarla birlikte cinlere de rahmet…

Ahmed Yesevî Hazretleri’nin ifadesiyle;

On sekiz bin Âleme server olan Muhammed.

O -sallallÂhu aleyhi ve sellem-, cemÂdat ve nebÂtat Âlemlerine de rahmet…

Ayrılıktan inleyen hurma kutuğunu okşayışıyla, rahmet…

“Uhud bizi sever, biz de Uhud’u…” buyurmasıyla; dağa, taşa dahî rahmet… Kokunden silkelenen ağac dalına şefkatiyle de, rahmet…

O -sallallÂhu aleyhi ve sellem-, karıncalar Âlemine de rahmet… Yakılmış bir karınca yuvası gorunce;

“Kim AllÂh’ın bir mahlûkuna kıyabilir?!.” diye infiÂliyle, mÂni oluşuyla rahmet…

Yavrusundan ayrılmak istenen anne kuşa kanat gerişiyle rahmet…

Fazla yuk yuklenen, ac-susuz bırakılan, uzerlerinde gereksiz yere oturulup sohbet edilen develere sığınak oluşuyla rahmet…

Koyunu kulağından cekerek goturen bir kimseye rastladığında derhÂl mudahale ederek;

“Hayvanın kulağını bırak da boynunun kenarından tut!” buyurmasıyla (İbn-i MÂce, ZebÂih, 3), şefkati oğretmesiyle rahmet… Hayvanların sutunu sağacak ellerin tırnaklarını bilhassa kestirmesi, hayvanların yavrularına sut bırakılmasını ihtÂr etmesiyle rahmet…

O -sallallÂhu aleyhi ve sellem- koca bir orduyla giderken dahî, yavrularını emziren bir anne kopeğe sahip cıkışıyla rahmet… Garip bir ceylÂna kalkan olmasıyla rahmet…

Butun mahlûkāta rahmet…

Bilhassa bize, cok duşkun olduğu ummetine bambaşka bir rahmet…

Zira rahmeti sonsuz Rabbi, O’na;

“Sana tÂbî olan mu’minlere (merhamet) kanadını indir!” (eş-ŞuarÂ, 215) buyurdu.

Rabbimiz, esmÂ-i husnÂsından; «Raûf» ve «Rahîm» sıfatlarıyla, «Nebiyyu’r-Rahme: Rahmet Peygamberi» olan Efendimiz’i de vasıflandırarak, şoyle buyuruyor:

“And olsun size kendinizden oyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na cok ağır gelir. O; size cok duşkun, mu’minlere karşı cok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)

O yediden yetmişe butun ummetine rahmet…

HERKESE RAHMET

Cocuklara rahmet… Torunlarına şefkatini goren bir bedevînin;

“–Demek Siz cocukları opuyorsunuz ha! HÂlbuki biz onları hic opmeyiz.” demesi uzerine;

“–Allah TeÂlÂ, senin kalbinden merhameti sokup almışsa ben ne yapabilirim ki! Merhamet etmeyene merhamet olunmaz!” (BuhÂrî, Edeb, 18; Muslim, FedÂil, 65) buyurmasıyla;

“EvlÂtlarınıza değer verin, onları guzel terbiye edin.” (İbn-i MÂce, Edeb, 3) misÂli beyanlarıyla evlÂtlara şefkat, nesillere rahmet…

Dun diri diri gomulen kız cocuklarına imdÂd edişiyle rahmet… Bugun hayat mekÂnı olan ana rahminde kurtaj edilerek katledilmek istenen zavallılara da getirdiği merhamet prensipleriyle rahmet…

Vitrine edildiği, diğer taraftan da şehvet mankenleri olarak istismÂr edildiği gunah mekÂnlarının kolesi hÂline getirilen kadınları, hÂnelerinin sultanı hÂline getiren sunnetiyle;

“Sizin en hayırlınız, hanımlarına ahlÂken en hayırlı davrananlarınızdır.” (Tirmizî, RadÂ, 11/1162) misÂli mubÂrek fermanlarıyla, kadınlara da rahmet…

EvlÂtlar icin cenneti; rızÂlarına, hayır duÂlarına bağlayarak ayakları altına serdiği annelere de rahmet…

Fakir sahÂbîlerine dahî;

“Corbana bir tas fazla su koy da, komşularını gozet!” (Muslim, Birr, 142) buyurmasıyla, komşulara rahmet…

Cin’e, Semerkant’a, Afrika’ya, İspanya’ya hÂsılı butun dunya coğrafyasına ashÂbını gondererek onları hidÂyete davet etmesiyle rahmet…

“Bana zayıfları cağırınız! Cunku siz, ancak zayıflarınız(ın du ve bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz.” (BuhÂrî, CihÂd, 76)

“Allah bu ummete, zayıfların duÂsı, namazları ve ihlÂsları sebebiyle yardım eder.” (NesÂî, CihÂd, 43) buyurarak; zayıflara, kimsesizlere, Âcizlere, gucsuzlere, mazlumlara, gariplere ve muzdariplere rahmet…

Ağlayan bir cocuk varsa, namazda kırÂati uzatmamasıyla da rahmet…

O -sallallÂhu aleyhi ve sellem- kendisine duşmanlık edenlere dahî rahmet… Canına kastedenlere af ve hidÂyet pınarı olmasıyla rahmet…

Kendisini taşlayan TÂif’e dahî, du du rahmet… Mekke’de kıtlık olduğunda, gıda ve yardım gondermesiyle can duşmanlarına rahmet… Mekke’yi fethettiği gun;

“Bugun size ayıplama yoktur!” (Yûsuf, 92) diyerek herkesi affetmesiyle, tam kısas vaktinde merhameti tercih ederek; karşısındaki kendisine zulmetmiş, ummetine cÂnîlik etmiş nice gunahkÂrlara da rahmet…

Gunahı gunahkÂra taşıtmamasıyla, mucrimleri yaralı bir kuş gibi kanadı altına almasıyla, İkrimelere, Vahşîlere, Hindlere dahî rahmet…

O -sallallÂhu aleyhi ve sellem-; harbe dahî getirdiği adÂlet ve hukukla, insanlığa rahmet, esirlere rahmet, kolelere rahmet…

Şairin dediği gibi;

Medyundur O MÂsûm’a butun bir beşeriyyet,

YÂ Rab bizi mahşerde bu ikrÂr ile haşret!..

O -sallallÂhu aleyhi ve sellem- Âlemlere rahmet…

Hayattayken her fiiliyle olduğu gibi, kabrindeyken de ummetine istiğfÂr edişiyle rahmet… Dunyada olduğu gibi, asıl Âhirette rahmet… Şefaatiyle rahmet, livÂ-yı hamd altında ummetini toplaması, secdeye kapanması;

«Ummetî!.. Ummetî!..» diyerek Rabbine yalvarmasıyla rahmet…

O sonsuz rahmetten istifade, O’nun merhametinden nasîb alma gayretiyle ziyadeleşir. Cunku îmÂnın lezzeti, merhamet ve şefkatledir. Merhamet, kulu rûhen AllÂh’a yaklaştıran, yani «vuslat»a nÂil eyleyen ilÂhî bir lutuftur. Dînî hayatın zirve noktası da merhamette aranmalıdır.

CenÂb-ı Hak, ashÂb-ı kirÂmı;

رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ

“Onlar birbirlerine karşı cok merhametlidirler.” (el-Fetih, 29) diye methetmektedir. Efendimiz -sallallÂhu aleyhi ve sellem- de şoyle buyurur:

“Merhametli olan kişilere RahmÂn merhamet eder. Yeryuzu ehline merhamet edin ki semÂdakiler de size merhamet etsinler!” (Ebû DÂvûd, Edeb, 58/4941)

Ancak unutulmamalıdır ki;

Merhamet, kalpte hissedilen acıma duygusudur. Ancak bu his; yardıma koşma, fedÂkÂrlık, comertlik, îsÂr gibi fiilî fazîletlerle harekete gecmezse, hicbir şey ifade etmez. Hele hassas olduğunu one surerek ızdırap ve sefÂletlerin civarına yaklaşmayanlar; hakikî merhametten de, CenÂb-ı Hak’tan da uzak kimselerdir.

HAKİKÎ MERHAMET FİİLÎDİR

Gunumuzde ekranlarda, gazetelerde, mÂtemler seyrediliyor, huzun izhÂr ediliyor, belki gozyaşı dokuluyor, belki; «Allah yardımcıları olsun!» gibi bir du da mırıldanılıyor, ancak kimilerinde merhametin asıl tezÂhuru olan; «Kardeşinin derdiyle dertlenme», «Ben mu’min kardeşimin mahrumiyetini telÂfi icin ne yapabilirim?» cırpınışı; maalesef, arzu edildiği kadar gorulemiyor.

Memleketimize din kardeşlerimiz hicret ettiler. Onların perişan hÂllerini duyduğumuzda, gorduğumuzde uzuluyoruz. Fakat ne kadar ensÂr olabiliyoruz?

Merhamet; sadece uzulmek, vicdanda bir kıpırtı yaşamaktan ibaret değildir. Merhamet; sende olanı, kendisinde olmayanla paylaşmaktır. Merhamet, muhÂcir kardeşine; «İşte evim! İşte malım, al yarısı senin olsun!» diyebilen ensÂrın zirve, yıldızlardaki fedÂkÂrlığıdır.

Merhamet;

“Sevdiğiniz şeylerden infÂk etmedikce asla «birr»e (yani hayrın kemal noktasına) eremezsiniz.” (Âl-i İmrÂn, 92) Âyeti nÂzil olunca, en sevdiği hurma bahcesini fukarÂya vakfeden sahÂbînin yaptığı fedÂkÂrlıktır.

Merhamet; infak Âyetleri nÂzil olunca, fakir suffa ashÂbının; «Benim hicbir şeyim yok ki, ben muÂfım!» demeyip, dağlardan odun toplayıp satarak, bedelini infÂk etmelerindeki muazzam bir vicdan sergisidir.

Hakikî merhamet, şu hÂdisede Peygamber Efendimiz ve ashÂbının yaşadığı hÂldir:

Cerir bin Abdullah -radıyallÂhu anh- şoyle anlatır:

“Bir gun erken vakitlerde Rasûlullah -sallallÂhu aleyhi ve sellem-’in huzûrunda idik. O esnÂda Mudar Kabîlesi’nden perişan bir topluluk cıkageldi. Gelenlerin uzerinde kaplan derisine benzeyen, alaca cizgili basit bir aba vardı. Bu abayı delerek başlarından gecirmişlerdi. Fakat neredeyse cıplak vaziyetteydiler.

Onları bu derece fakir gorunce Allah Rasûlu’nun yuzunun rengi değişti. Hemen evine girdi. Sonra da cıkıp BilÂl’e ezÂn okumasını emretti, o da okudu. Sonra BilÂl kāmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe îrÂd ederek şu Âyet-i kerîmeyi okudu:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan zevcesini var eden ve ikisinden pek cok kadın ve erkek meydana getiren Rabbiniz’e hurmetsizlikten sakının! Allah şuphesiz hepinizi gorup gozetmektedir.” (en-NisÂ, 1)

Sonra da şu Âyeti okudu:

“Ey îmÂn edenler! Allah’tan korkun, herkes yarın icin ne hazırladığına baksın!..” (el-Haşr, 18)

Daha sonra:

“Her bir fert; altınından, gumuşunden, elbisesinden, bir olcek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hatt yarım hurma bile olsa sadaka versin!” buyurdu.

Bu davet uzerine ensardan bir adam; ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan Âciz kaldığı, hatt kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahali birbiri peşine sokun edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gordum. Baktım ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in yuzu guluyor, sanki altın gibi parlıyordu…” (Muslim, ZekÂt, 69)

Peygamberimiz; onları rahata kavuşturmadan kendisi rahata ermedi. AshÂbı da cok zengin değildi. LÂkin dery gonulluydu. O bîcÂrelerin derdine care bulmak icin neleri varsa paylaştılar. Butun insanlığı icine alan bir vicdan meşheri oldular. Onlardaki her şeye rağmen şefkat, merhamet ve bîcÂrelere derman sergileyen eşsiz gonul kıvÂmını; şair M. Âkif, bir şahsiyet dusturu edinerek fedÂkÂrlık ve hissiyat dolu bir cırpınış hÂlinde bugunlere şu mısralarla ne guzel yansıtır:

Kanayan bir yara gordum mu yanar t ciğerim,

Onu dindirmek icin kamcı yerim, cifte yerim!

İşte merhamet bu idi.

MERHAMETİN ŞUMÛLU

Rasûlullah -sallallÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuştu:

“Nefsim kudret elinde bulunan AllÂh’a yemîn ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz surece cennete giremezsiniz.”

AshÂb-ı kiram;

“–YÂ RasûlÂllah! Hepimiz merhametliyiz.” dediklerinde Allah Rasûlu -sallallÂhu aleyhi ve sellem- tavzîh etti:

“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. BilÂkis butun mahlûkāta şÃ‚mil olan merhamettir, (evet) butun mahlûkāta şÃ‚mil bir merhamet!..” (HÂkim, Mustedrek, IV, 185)

Sadece isteyene değil; bilhassa iffetinden dolayı, hÂlini arz etmeyene merhamet… Onları aramak, bulmak, sîmÂlarından tanımak…

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“(ZekÂt ve sadakalarınızı), kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryuzunde kazanc icin dolaşamayan fakirlere verin! Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen ise onları sîmÂlarından tanırsın. Cunku yuzsuzluk ederek ısrarla insanlardan bir şey istemezler. Hic şuphesiz ki Allah, yaptığınız her hayrı bilir.” (el-Bakara, 273)

Âyet-i kerîmede; “CÂhil kişi onları zengin sanır.” buyurulduktan sonra, “Sen ise onları sîmÂlarından tanırsın.” beyanının gelmesinde şu tefsîrî işaret vardır:

“Sen’in ve Sana tÂbî olan mu’minlerin; mahrum kardeşlerinizin hÂlinden gafil olmanız; «isteyemiyorlar» diye onları ihtiyacsız zannedip caresiz bırakmanız yakışmaz. Siz kalbinizi Âdet bir rontgen hÂline getirmeli, hassas ve rakîk kalbinizle, hÂlini arz etmeyen, iffetli ve fakir mu’minlerin ihtiyaclarını sîmÂlarından anlamalı ve onların imdadına koşmalısınız. Zira bu, irfan sahibi bir mu’minin firÂsetidir.”

Nitekim Peygamberimiz bu Âyete işaretle şoyle buyurmuştur:

“Miskin (yani aşırı fakir), bir-iki hurma veya bir-iki lokma ile baştan savulan (dilenci) değildir. Miskin, ancak ihtiyac icinde kıvrandığı hÂlde iffet ve nezÂketinden dolayı kimseden bir şey isteyemeyendir. Dilerseniz; «İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler.» (el-Bakara, 273) Âyetini okuyun!” (Muslim, ZekÂt, 102)

SÂdî-i ŞîrÂzî ne guzel soyler:

“Mu’min kardeş! Merhamet ve şefkat ehli ol da, sÂlih kişilerin yolunu tut! Sen ki ayaktasın, duşmuş insanı kaldırmak icin onun elinden tutuver. Gonlun, bir cicek bahcesi gibi olsun. Şunu da bil ki, Allah dostları, daha ziyade kimsenin uğramadığı dukkÂnlardan alışveriş ederler. (Yani yalnızlara, bîcÂrelere dert ortağı olurlar.)”

TEBLİĞİN ANAHTARI

Merhamet, mu’minin en muhim vazifelerinden olan temsil ve tebliğin de ayrılmaz vasfıdır. HidÂyet kandili olan Peygamber Efendimiz -sallallÂhu aleyhi ve sellem-’in risÂlet vazifesine hazırlık olarak sadrı iki kez şerh olunmuş, mubÂrek kalpleri keyfiyeti bizce mechul bir ameliyatla; ilÂhî rahmet ile yıkanmış, şefkat ve merhametle lebÂleb doldurulmuştu.

Demek ki;

Tebliğ vazifesini ustlenecek kişinin, once kendinden başlayarak kalbini temizleyerek kalb-i selîm hÂline getirmesi ve gonlunu şefkat ve merhametle tezyin etmesi zarûrîdir.

Nice gonulleri fetheden Hak dostlarının da en buyuk fazîletleri, Muhammedî ahlÂktan tefeyyuz ettikleri şefkat ve merhamettir.

Allah dostlarından Fudayl bin IyÂz -kuddîse sirruhû-’nun hÂli, bu olculerle yaşayan mu’min gonlune ne guzel bir misaldir:

Kendisini ağlarken gorduler:

“–Nicin ağlıyorsun?” dediler.

O da;

“–Bana zulmeden bir zavallı muslumana uzulduğumden ağlıyorum! Butun kederim, onun kıyÂmette rezil olacağından dolayıdır…” buyurdu.

Merhametin tebliğ husûsundaki musbet tesiri şoyle îzÂh olunabilir:

Kuru bir toprak uzerine atılan tohum, bir anda filiz vermez. Fakat aynı toprağı biraz sularsanız; attığınız tohumu icine kabul edecek bir kıvÂma gelir ve o tohum, ciceklerini ve meyvelerini vermekte gecikmez.

Tebliğdeki muhatabımızın kalbi de; muhabbet, şefkat ve merhametle, tatlı dille, guler yuzle ve comertlikle yumuşatıldığında; o sînede telkinler, nasihat ve oğutlerin daha kolay yeşermesi umulur.

Aksi hÂlde yani, katı ve sert muamelede bulunulduğunda; muhatap uzaklaşır, topluluk dağılır ve belki de bu muÂmele yuzunden hakikatten ilelebet mahrumiyet meydana gelir. Buna sebep olana da elbette vebal tahakkuk eder.

Dolayısıyla;

Mu’min; karanlık bir gecenin bulutsuz mehtÂbı gibi derin, hassas, ince ruhlu, diğergÂm, merhamet ve şefkat sahibi, comert ve nurlu olmalıdır.

Elbette butun davranışlarımızda, hizmetlerimizde, muÂmelelerimizde bu hÂli yakalayabilmek, ofkeyi unutup dÂim şefkat ve merhametle hareket edebilmek icin; merhameti, butun sevdaların uzerine yukseltebilmemiz lÂzımdır. Bu kolay bir iş değildir. Ancak kalbin bir zaferidir.

Hazret-i Ali’nin Mısır’a vali tayin ettiği MÂlik bin HÂris’e yazdığı emirnÂmede, merhamet ve af ile muÂmeleyle alÂkalı olarak her asra hitÂb eden şu ifadeleri ne kadar mÂnidar:

“İnsanlara, canavarın suruye bakması gibi bakma! Onlara karşı kalbinde sevgi, merhamet ve iyilik duyguları besle! Cunku istisnÂsız butun insanlar ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir. İnsanlar hata edebilir, başlarına iş gelebilir. Duşenin elinden tut! Kendin icin AllÂh’ın affını istiyorsan; sen de insanları affet, onları hoş gor ve bağışla! AllÂh’a karşı asla kufrÂn-ı nimette bulunma! Affından dolayı asla pişmanlık duyma! Verdiğin cezadan dolayı da sevinme!”

Cunku İslÂm, insanlara aşk ile yaklaşan bir rûhu temsil eder. İslÂm’ın gonullere yerleştirdiği merhamet cekirdeğinden fışkıran mes’ûliyet hissi, insanı davranış mukemmelliğine ve neticede iki cihan saÂdetine ulaştırır.

Peygamberimiz ve ashÂbına ihsÂn ile tÂbi olan ecdÂdımız da, merhametin şÃ‚hikasını temsil etmişlerdir. İşte kadîm şehirlerimizde, İstanbul’un silûetinde bin bir hÂtıralarını temÂşÃ‚ ettiğimiz vakıflar…

MERHAMET MEDENİYETİ

Vakıf ki; Yaratan’dan oturu yaratılanlara merhamet, şefkat ve sevginin muesseseleşmiş şeklidir.

Vakıf; mal ve evlÂt imtihanını aşıp, emÂnet mulku AllÂh’a iade etmek, şefkat ve merhametin muşahhas şekli olan hayır ve hasenÂtı muesseseleştirmek, rahmet medeniyetinin Âbidelerini inşÃ‚ etmektir.

Şefkat ve merhametten nasipsiz sozde medeniyetler; gururun, kibrin, azametin, yuce sanatkÂrdan habersiz sanatın ve iffetsizliğin mÂnÂsız ve fÂnî Âbidelerini dikerler. Koleleri aslanlara parcalattıkları arenalar inşÃ‚ ederler. Şuursuzca, bencilce, cılgınca eğlendikleri binalar inşÃ‚ ederler. Guc ve kuvvetlerini temsil etsin diye; bin bir zulumle piramitler, dalkavukların cirkin iltifatlarına aldanarak, cirkin alkışlarından ve tabasbuslarından haz duyarak zulum ve kibirlerini yukseltirler. Gun gelir onlar fÂnîliğin kahrına uğrar ve o kibir Âbidelerinin harabelerini de kopekler şenlendirir.

Fakat bizim ecdÂdımızın medeniyetinde dÂim ihlÂs ve takvÂnın remzi camiler, «i‘lÂ-yı kelimetullÂh»ın remzi minareler, ilim ve irfÂnın remzi medrese, dergÂh, kutuphane ve hankÂhlar vardır. Bilhassa şefkat ve merhametin mucessem şekli olan; imÂretler (aşevleri), sebiller, şifÂhÂneler, kervansaraylar, dÂruleytÂm, daruşşafaka ve dÂrulacezeler vardır.

Derûnî ve yuce hislerle İslÂm’ı en guzel bir şekilde anlayıp yaşayan bu aziz millet, musluman yureğindeki engin şefkat ve merhameti butun cihana boylece sergilemiştir. Onlar, binlerce vakıf vasıtasıyla toplumu bir ağ gibi ormuş ve Âdet sarılmadık yara bırakmamışlardır.

Oyle vakıflar ki; bir hizmetcinin yanlışlıkla kırdığı tabak sebebiyle, ev sahibine mahcup olmaması, bir gonle diken batırılmaması hassÂsiyetiyle, bu tur kazalarda kırılan eşyaları tazmin etmeyi vazife edinmiş!..

Oyle vakıflar ki; fakir veya yetim kızların ceyizlerini hazırlıyor.

Oyle şifÂhÂneler ki; muhtel, aklî melekeleri tahrip olmuş bîcÂreleri su sesleriyle, Âhenkli sadÂlarla tedÂvî ediyor. Onlara; «aklını kaybetmişler» değil, «muhterem Âcizler» deniyor.

Oyle kervansaraylar ki; yolculara uc gun bil bedel konaklama hizmeti veriyor.

Oyle bir hizmet ufku ki; bir tarafta Hicaz’daki hacıların susuzluğuna yetişiyor, diğer tarafta fukarÂnın evine yakacak tedarik ediyor, bir diğer tarafta sebillerden şerbet ikram ediyor, bir başka koşede sokaklardaki tukuruklerin uzerine kul dokecek kadrolar ihdÂs ediyor…

Oyle vakıflar ki; kanadı kırılmış, yolundan kalmış gocmen kuşları dahî tedavi ediyor.

K‘bına varılmaz bir şefkat ve merhamet… Muazzam bir merhamet medeniyeti…

Oyle bir toplum ki; varlık sahibi olup da bir vakfı, bir hayr u hasenÂtı olmayan hic kimse yok… Oyle bir toplum ki, hanımlar da ziynetleriyle hayır ve hasenatta beyleriyle yarış hÂlinde…

Oyle bir mahalle ki; sadaka taşı formuluyle, alan eli, veren ele mahcup etmeme zarÂfetinde…

Oyle bir toplum ki; batıda zulumlerin, sefÂletlerin, sefillerin romanlaştırıldığı devirlerde, saÂdetin, merhametin ve şefkatin hakikî destanlarını yazmakla meşgul.

Bugun hayranlıkla yÂd ettiğimiz bu muhteşem merhamet toplumu bizim gercek medeniyetimiz idi.

Cunku her medeniyet, kendi insan tipini vucuda getirir. Bizim medeniyetimizin yetiştirdiği insan tipi de şu hadîs-i şerifte hulÂsa edilen hasletleri yaşıyordu:

“…Allah TeÂlÂ; huşû dolu, huzunlu, merhametli, insanlara hayrı oğretip AllÂh’a itaat etmeye cağıran her kalbi sever.

Katı, boş şeylerle meşgul olan, rûhunun tekrar kendisine iade edilip edilmeyeceğini bilmediği hÂlde butun geceyi uykuyla geciren ve AllÂh’ı cok az zikreden her kalbe de buğzeder.” (Deylemî, Musned, I, 158)

CARE MERHAMETTE

Gunumuzde de bir mu’mini îman vecdi icerisinde yaşatacak, nefsinin tasallutundan kurtararak rûhunu derinleştirecek ve zarifleştirecek haslet ancak merhamettir. Merhametin meyveleri ise, comertlik, tevÂzu, hizmet, affetmek ve hasetten kurtulmaktır. Bunların hepsinin kaynağı ise îmandır.

Gunumuzde aileleri; dağılmaktan koruyacak, bir arada tutacak mÂnevî harc; muhabbet ve merhamettir.

Ummeti, icinde bulunduğu tefrikalardan, cinayetlerden, tedhişten kurtaracak sır; uhuvvet ve merhamettir.

Allah Rasûlu -sallallÂhu aleyhi ve sellem-’in vefÂtından once rahmet niyazları şoyleydi:

“Ey AllÂh’ım!

Beni merhametinle ihÂta et! Beni, Refîk-ı A‘lÂ’ya kavuştur!

Ey AllÂh’ım!

Beni merhametinle ihÂta et! Bana, rahmetini ihsÂn et! Beni Refîk-ı A‘lÂ’ya kavuştur!” (BuhÂrî, MeğÂzî, 83; Ahmed, VI, 126)

Biz de Âhirzamanda aynı istikamette gayretler gosterip duÂlar edelim:

YÂ Rabbî!

Bugun vahşet yarışına cıkmış bir dunyanın icinde bizleri ehl-i rahmet eyle!

Sergilenen tek dişi kalmış medeniyet canavarlığına mukabil; îmÂnın aşkını, vecdini ve diyalektiğini ikrÂm edebilen ehl-i merhamet eyle!

O rahmet ve merhamet icinde; İslÂm’ın zarif rûhunu, guler yuzunu butun insanlığa tebessum ettiren sÂlih kullarından eyle!

YÂ Rabbî!

Bizi merhametinle ihÂta eyle!.. Bizi rahmetine gark eyle… Bize rahmetini ihsÂn eyle!.. AhlÂkımızla ihtişam sergilemeyi nasîb eyle! Vicdanlarımızı ve kalplerimizi de cemÂlî tecellîlerinle muzeyyen eyle…

Âmîn!..


Yuzakı Dergisi
Yıl: 2016 Ay: Şubat Sayı: 132

__________________