Bilen ve duşunen akıl sahiplerinin gotureceği yer

Yuce Allah Adn cennetine gidecek olan, bilen ve duşunen akıl sahiplerinin sergilediği amelleri aşağıdaki ayetlerde sıralamaktadır. Biz bu ayetlerin acıklamasını yaparak okurlarımıza sunmak istiyoruz. Ayetler şunlardır:
Rabb'inden sana indirilenin hak olduğunu bilen kişi, kor olan biri ile aynı mıdır? Sadece akıl sahipleri duşunurler. İşte bunlar, Allah'a verdikleri soze sadık kalanlar ve antlaşmayı bozmayanlardır. Onlar, Allah'ın bitişmesini emrettiği şeyi bitiştirirler. Rabb'lerine saygı duyarlar ve hesabın kotusunden korkarlar. Onlar, Rabb'lerinin rızasını arzulayarak sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve acık dağıtırlar ve kotuluğu guzellikle savarlar. İşte bu dunyanın sonu bunlar icindir. 'Adn cennetleri' bunlar icindir.Atalarından, eşlerinden, zurriyetlerinden iyi olanlarla birlikte oraya girerler. Meleklerse her kapıdan yanlarına sokulurlar. 'Sabrettiğiniz icin selÂm size. Şu dunyanın sonu ne guzeldir!' (derler). (Ra'd, 19-24)
Yuce Allah Ra'd 16'da kor ile gorenin bir olup olmadığını sormuştu. Burada da aynı soruya benzer bir soru sormaktadır.
1. "Rabb'inden sana indirileninin hak olduğunu bilen kişi, kor olan biri ile aynı mıdır?" Yuce Allah gorme ile korluğun ne olduğuna burada acıklık getirmektedir. Yuce Allah'ın indirdiği vahyin hak olduğunu, gercek olduğunu bilen adamın gonlu gormektedir, yani gonul gozu calışmaktadır. Allah'ın indirdiği vahyin hak olduğunu bilmeyen, yani inanmayan kişi de kordur. Buradaki "ya'lemu" kelimesi "inanmak, tasdik etmek, bilmek" anlamına gelmektedir. Burada Yuce Allah'ın mu'min ile kÂfiri mukayese ettiğini soyleyebiliriz.
Yuce Allah'ın Hz. Muhammed'e indirdiği vahyin hak olduğunu bilen, inanan ve ona icabet eden mu'min; onun hak olduğuna inanmayan da kÂfirdir. Yuce Allah bunların bir olmadığını anlatmaktadır. Dikkat edilirse farkı belirleyen olcu "bilmek"tir. "De ki: Hic bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri duşunur" (Zumer 39/9). Demek ki, insanlar arasındaki farkı belirleyen temel değerlerden biri bilgidir. Bilgiye sahip olanı Yuce Allah onde tutmaktadır. Cunku bilen goruyor, bilmeyen ise kordur. Bilen aklını kullanıp duşunuyor, bilmeyen aklını kullanıp duşunmekten kendini mahrum bırakıyor.
Burada şu soruyu sorabiliriz: Bilme ne ile oluyor? Sorunun cevabını yorumunu yapmakta olduğumuz Ra'd 19'un devamı vermektedir.
2. "Sadece akıl sahipleri duşunurler." el-ElbÂb kelimesine "selim akıl sahipleri" diyebiliriz. Lubb, "meselelerin ozune inen, ozu dışarı cıkaran selim akıl" anlamına gelmektedir.
Onemli olan duşunen aklın sonunda meydana gelecek olan davranışların neler olduğunu bilmektir. Selim akıl duşunurken, bilirken, inanırken hep eylemleri cağırır. Cunku o eylemler ona hayat vermekte, onu, iceride neler yaptığını bilir hale getirmektedir. Yuce Allah Ra'd 19'dan sonra duşunen selim akıl saliplerinin eylemlerini gundeme getirmektedir.
a) "İşte bunlardır, Allah'a verdikleri sozde sadık kalanlar." Kısaca bunlar, "ahde vefa gosterenler"dir. Demek ki ahde vefa gostermek, selim akıl sahiplerinin davranışı olmaktadır. Ahde vefa, aklın gereği olan davranışlardan biridir. Bu Âyeti, bir onceki Âyete gore manalandırırsak, Yuce Allah'ın Hz. Muhammed'e indirdiği vahyin temel ilkelerinden birinin, aklın gereği de olarak "ahde vefa" olduğu anlaşılmaktadır.
"Allah'a verilen soz" ne olabilir? Bu soruya cevap verebilmek icin A'rÂf sûresinin 172. Âyetine gitmemiz gerekiyor: "Rabb'in Adem oğullarından, onların bellerinden zurriyetlerini almış ve onları kendilerine şÃ‚hit tutarak: 'Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?' (demiştir). (Onlar da): 'Evet (buna) şÃ‚hidiz', dediler."
Yuce Allah, anne karnında yarattığı cocuğun ruhuna bu soruyu sormakta, ruh da bu soruya olumlu cevap vermektedir. Bunun anlamı, Yuce Allah anne karnındaki cocuğun doğasına, Allah'a inanacak şekilde bir program yuklemiştir. Bu programa "ilÂhi ahd" denmektedir. İnsanın aklı, Allah'a inanacak şekilde programlanmıştır. Sonra dunyaya gelip buluğ cağına ulaşınca, aklı ile Allah'ı bulan ve ona inanan kişi Elest Bezminde verdiği sozu yerine getirmiş oluyor. Gorduğu tahsil ve icinde bulunduğu cevre, aklın Allah'a gidişini engellemiş ise ahdini yerine getiremiyor demektir. Bu kişi de ilÂhi ahdi yerine getiremeyen biri olarak değerlendirmede yerini alıyor.
Ahde vefanın akılla olan bağlantısını başka bir Âyetle delillendirme imkanımız var mıdır? "Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı uzerinize şahit tutarak pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şuphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir. Bir toplum bir toplumdan daha cok olduğu icin yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca buktukten sonra cozup bozan kadın gibi olmayın. Allah bununla sizi imtihan etmektedir" (Nahl 16/91-92).
"Yaptığı işi yıkan bunamış bir kadın gibi olmayın" denirken, verdiği sozde durmayan kişi, aklı başında olmayan, bunamış insana benzetilmiş olmaktadır. Aklı başında olan kişi Allah'a verdiği sozde durur.

Bilen ve duşunen akıl sahiplerinin gotureceği yer (2)

b) "Ve antlaşmayı bozmayanlar." Buradaki antlaşma insanlarla yapılan antlaşma manasına gelmektedir. Ama Allah, misak denen antlaşmayı kulları ile yapmaktadır. Akıllı insan, yani aklını kullanıp duşunen mu'min, hem Allah'ın antlaşmasını hem de insanlarla yaptığı antlaşmayı bozmaz.
Bakara sûresinin 83. Âyetinde Yuce Allah İsrÂiloğulları ile antlaşma yaptığını ve bu antlaşmanın maddelerini gundeme getirmektedir. O antlaşmanın maddelerinin ne olduğuna baktığımız zaman şu neticeye varıyoruz: Bunlar, Yuce Allah'ın vahyi ile gonderdiği hukumler aslında, kullarına sunduğu bir antlaşmanın maddeleridir. Allah'a inanan ve O'nun vahyini kabullenip tasdik eden mu'min işte bu antlaşmaya imza koymaktadır.
c) "Onlar Allah'ın bitişmesini emrettiği şeyi bitiştirirler." Duşunen akıl sahibi insanların diğer bir eylemi de budur. Peki bu bitiştirme nedir ve nasıl olacaktır?
Aklın bir manası da bağdır. Duşunen akıl, bağ kurar. Zaten Allah da bu bağı kurmayı hem aklın doğasına koymuş hem de bunu eyleme gecirmesi icin insana emretmiştir. Aklın birincil manada bitiştirmesi gereken şey, Allah ile insanın bitişmesi, yani insanın Allah'a iman etmesidir.
Aklın bitiştireceği şey de insanı kendi kendisi ile bitiştirmesi; kendini tanıması, kendine yonelmesi, kendine kıvrılması, kendisi ile bağ kurmasıdır. Bu bağ kurması, kendini tanıması ile sonuclanacaktır.
Bu bitiştirme, insanın akıl, kalp ve nefsinin bitiştirmesi anlamına da gelmektedir. Biz buna "icsel, yani psikolojik bitiştirme" diyebiliriz. Akıl, kalp ve nefis arasındaki bitişip butunleşmeyi de akıl gercekleştirecektir. Bu da kalbin ve nefsin gelişip doyum noktasına ulaşması ile başarılacaktır.
İnsanın aklı, gonlu ve nefsi geliştikce, yukarıda bitişip tevhidi meydana getiriyorlar, aşağıya doğru inince birbirinden ayrılıp uzaklaşıyorlar. Ust duzeyde bitişip tevhidi oluşturduklarında kaliteli insan meydana gelmiş oluyor. O zaman din eğitimi en ustun amacına ulaşmış oluyor.
İcimizdeki bu manevi guc odak noktaları birbirinden ayrı duşunce gurbete cıkmış oluyorlar. Onları sılaya gondermek, bitişmelerini temin edecektir.
Selim akıl sahipleri akıl, gonul ve nefis arasındaki bu gurbeti, bu ayrılığı ortadan kaldırıp onları bitiştirecekler ve tevhidi oluşturan bir sıfat oluşturacaklardır. Bu şu demektir: "Butun hucrelerin bir araya gelip oluşturdukları biyolojik sistem, ic Âlemimizde de bulunmalıdır."
Bitişmeyi meydana getirenler, sosyal butunleşmeyi sağlayanlardır. Bu manada Ra'd 21. Âyetin, toplumsal ve milletlerarası bitiştirmeler icin gonderildiğini de soyleyebiliriz. Bunun en kucuk boyutu sıla-i rahim yapmaktır, yani cocukların ana-babalarını ziyaret etmelerini ve akrabayı hatırlayıp ziyaretlerinde bulunmalarını kapsamına almaktadır. Bu durum, kucuk cekirdekten dunya insanlığına ulaşan bir buyuklukteki butunleşmeyi, bitişmeyi ongormektedir.
Ferdin kendi icinde başlayan bu bitişme, kaynaşma; oradan fışkıran ve dalları ile butun insanlığı kavrayıp saran bir kaynaşmanın eylemi olmaktadır.
İşte bu bitişme, Hucurat 13'te gecen lite'arefû, "tanışıp kaynaşasınız diye" ifadesine denk duşmektedir.
Aklın, insanlıkta meydana getireceği değişim, gelişim ve butunleşme bu olacaktır. Bitişip kaynaşma ve butunleşme bir noktada akıl kadar insanlığa gelişim, değişim ve kaliteyi getiren bir guc yoktur. Cunku oze inen, ozu arayan, ozu dışarı cıkaran lubb denen akıl olmaktadır. Cehaletin kabuğunu kıran bilginin ozunu ağac haline getiren ve yine cehaletin bulutlarını silip bilgi guneşinin ışığını insanlığa ulaştıran akıl, Yuce Allah'ın yarattığı en buyuk bitiştiricidir. Acaba, akıl eşittir bitiştirme dersek hata eder miyiz?
d) "Allah'a saygı duyarlar." Aklın eylemlerinden biri de Allah'a saygı duymaktır. Haşyet kelimesinin anlamında "saygı, sevgi ve korku" vardır. Bu uc mana onda bir araya gelmektedir.
Allah'a saygı duyan insanlar, akıllarını kullanıyorlar demektir. Allah'a saygı duyan, insana da saygı duyar. Saygı ahlÂkın en temel değerlerinden birini teşkil etmektedir. İşte ahlÂkın icine akıl, saygı vasıtası ile girmektedir. Akıl ahlÂkı mayalarken, saygı değerinin mayasını calmaktadır.
İnsanda saygı değerini uyandırmak, davranışlarına yansıtmak ve ahlÂkını maya olarak calmak eğitimin, ozellikle din eğitiminin amacları arasında yer almaktadır.
"Firavun'a gidin. Cunku o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak soz soyleyin. Umulur ki duşunur ve saygı duyar" (TÂh 20/43-44). Demek ki bu Âyetler bize eğitimin amaclarından ikisini vermektedir: Duşunmeyi temin etmek ve saygı duymayı sağlamak.
Haşyet duyan insan, Yuce Allah'ın kudretinin sonsuzluğu karşısında urperir, O'nun gazabından cekinir ve O'na karşı gunah işlemekten kacınır.


Bilen ve duşunen akıl sahiplerinin gotureceği yer (3)

e) "Ve hesabın kotusunden korkarlar."
Duşunen selakla sahip olan insan, bu dunyadaki davranışlarının oteki dunyada değerlendirmeye tabi tutulacağını bilir, inanır ve kendisini disipline eder. Bununla akıl, insanın ic Âleminde bir "ic disiplin duygusu" geliştirir. Bu tip insanların, dıştan bir etki olmadan aklın doğrultusunda hareket etmeleri doğal bir durum olur. Amellerin Âhirette değerlendirilmesi gunu gelmeden, kendilerini kontrol edip vicdanını hesaba ceker ve tenkit eder bir duruma gelir.
Aklın bu eylemi, yani gonuldeki korku duygusunu harekete gecirmesinden şunu cıkartıyoruz: İnsan aklı daima ileriye yonelik calışmasından dolayı hayatın gecmişinden daha cok geleceği ile ilgilenir ve o duzeyde calışır; bugunu yarın icin planlamayı ahlÂk edinir, yarınını aydınlık gormek istediğinden, ebedÂhiret hayatındaki mutluluğu yakalamayı ihtimale bırakmak istemez. Bu dunyada iken oteki dunyanın mutluluğunu elde etmek icin insana telkinde bulunur, emirler verir ve onunu aydınlatır.
Akıl, Âhiret hayatındaki değerlendirmenin, yani hesabın ağırlığını daima goz onunde bulundurması icin insana uyarılarda bulunur. Aklın cağırdığı ulke mutluluk ulkesidir; ama aklı en cok rencide eden şey de Âhirette insanı mutsuz edecek davranışları işlemesidir. Yine akıl, tabiatı gereği bilir ki, bu dunyada kendi ışığından istifade edemeyenler oteki dunyada karanlıkta kalacaklardır. Onun icin akıllı insan, oteki dunyada hesabını rahatlıkla verebilecek olan insandır.
Akıl, gonuldeki korkuyu Âhirete yonelik olarak harekete gecirince gonlu cennete cevirmektedir. Cunku Ra'd 21'de "korkar" eylemini akıl, gonule yaptırmaktadır. Akıl gonule, Âhirete bakmasını ve orada gercekleşecek ağır hesabın buradan gorulmesini ondan ister. Boylece gonul de Âhiret imanının urunlerini toplar.

f) "Onlar, Rabb'lerinin rızasını arzulayarak sabrederler." Ra'd 22'de Yuce Allah aklın gorevlerinden birinin arayış olduğuna işaret etmektedir. Aklın arayışının alanında Allah, insanın kendisi ve bilimsel gercek vardır. Bu Âyette de mu'minin aklı, "Allah'ın rızasını" aramak gorevini yerine getirmektedir. Akıl, Allah'ın rızasını ararken bazen sabrı kullanır. "Belalara, problemlere, sıkıntılara goğus germe ve onların altından kalkma, ustesinden gelme" anlamına gelen sabır, bir gonul eylemidir. Ama, onu bir kuheylan gibi harekete geciren de akıldır.
Yorumunu yapmakta olduğumuz Ra'd 22'de sabır, "kendini tutmak, engel olmak, manen kolunu ayağını bağlamak, sukun ve huzur, i'tidal, temkin, sebat, kendi kendini kontrol, kendi kendine emir vermek, vakar, kendi kendine hÂkim olmak, ısrar etmek, dayanma kuvveti" anlamına gelmektedir.
i. Sabır peygamberlerin ahlÂkıdır (AhkÂf 46/35).
ii. Sabır yapılmaya değer işlerdendir (Şûr 42/43).
iii. Sabreden toplumu iktidara getirmek icin Yuce Allah soz vermektedir (A'rÂf 7/137).
iv. Sabredenler amellerinin en guzeli ile odullendirilirler (Nahl 16/96).
v. Sabredenin odulu iki kat verilir (Kasas 28/54).
vi. Kotuluğe iyilikle mukabele edip duşmanlığı dostluğa cevirecek kadar ruh olgunluğuna ancak sabredenler ulaşabilir (Fussilet 41/3435).
vii. Savaşta sabredenlere Yuce Allah yardımda bulunur (Âli İmrÂn 3/125).
viii. Sabır, duşmanın entrikalarını onler (Âli İmrÂn 3/120).
ix. Sabretmek, muhsin olmanın şartlarından biridir (Yûsuf 12/90).
x. Allah sabredenlerle beraberdir (Bakara 2/153).
xi. Tahsilde sabır şarttır (Kehf 18/67, 72, 75, 78, 82).
g) "Namazı kılarlar." Duşunen aklın, ahlÂk alanına olan uzantılarından biri de namaz kanalıdır. Namaz, Kur'Ân'da ahlÂkdeğerleri canlı tutup koruyan bir ibadet olarak takdim edilmektedir. Kulun yaratıcısına ibadet etme zorunluluğu aklın gerekleri arasında bulunmaktadır. Yuce Allah akla ters duşen bir emir vermeyeceğine gore, tum emirleri aklın gerekli goreceği bir bicimdedir.
h) "Kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve acık dağıtırlar." Onlar, malından fedakarlık yapıp fakirin elinden tutma gibi ruh olgunluğunu da gosterirler. Akıllı insan, once sahip olduğu maddnimetin kaynağında Allah'ın olduğunu bilir ve o nimetten Allah adına fedakarlıkta bulunarak fakirleri istifade ettirir, insan onurunu kimlik haline getiren paylaşımı hayata gecirir.
Prof.Dr.Bayraktar Bayraklı
Sabah
__________________