Nefsi Kucuk Gormek, Allah’a Yakın Olmak, Allah’a Yaklaşmak
İbadetlerden yaralanmanın en birinci yolu, nefsi kucuk gormektir.
Allah (c.c.), karşısında bir kul istemektedir. Kul, kole demektir. Şimdi kolelik kalktığı icin insanlar kendilerini bir kolenin yerine koyamıyorlar. Onun icin biraz kolenin durumundan soz etmek gerekir: Kole savaşta canı karşılığında esir edilen kişi demektir. Alınır, satılır. Hicbir hakkı yoktur. Sahibi istediği gibi calıştırır. Onune istediği yemeği koyar. İstediği giysiyi ona giydirir. Kole mahkemeye başvuramaz. ŞikÂyet hakkı yoktur. Kısacası kolelik cok kotu bir durumdur. İnsanlık dışıdır. İşte Allah (c.c.) bizleri karşısında, hususiyle ibadetlerde, boyle istiyor. (Kuşkusuz İslam hukukunda kolelere bazı haklar verilmiştir. Avrupa’da koleler hayvanlardan da aşağı bir hayat yaşamışlardır. Ama bu, konumuz dışıdır.)
İnsan ya Allah’a (c.c.) kul olacak ya da nefsine. Başka bir alternatif yoktur. Cunku olumden sonra gidilecek yerler de ya cehennem ya da cennet olmaktadır. Başka bir yurt yoktur. Allah’a kul olanlar gercek ozgurluğe kavuşurlar. Nefsine kul olanlar ise şeytanların oyuncağı olurlar. Cunku şeytanlar insana nefsin golgesinden yaklaşırlar. Boyle birisinin ozgur olduğunu duşunmesi gayet sacmadır. Nefis ve şeytanlar insanı hayvandan daha aşağı bir hayata mahkûm ederler. Ceşitli maddi hırsların ve şehvetlerin esiri ve kolesi durumuna sokarlar. Onlar insanı sadece bu dunyada rezil etmezler, asıl rusvalık ahrette gercekleşir. Allah’a (c.c.) kul olan insanlar ise hem bu dunyada hem ahrette aziz olurlar. Tabii dunya imtihanı gereği bu dunyadaki şeref biraz bazı gozlerden saklanır, ama ahrette şeref yalnız inandıktan sonra guzel amel işleyip Allah’ın mağfiretini ve rızasını kazananların olacaktır.
İbadetlerinde Allah’a (c.c.) gercek anlamıyla kul olanlar ancak zevk tadarlar. Aslında ibadet tek taraflı değildir. Allah da kulun kalbine ibadet sırasında ilhamda ve tecellilerde bulunur. İnsan kendisini kuculttukce bunları yakından hisseder. Tam bir kul (kole) olduğunda ise cok buyuk bir zevke gomulur. Ama ibadetleri nefsi ile yaptığında Allah (c.c.) ondan uzaklaşır. Şeytanlar verdikleri vesveseler ile o kişiyle oyun oynayarak onu ibadetlerden ruhen soğuturlar. Kişi ibadetlerden zevk duymadığı gibi o sırada kafasında ceşitli dunya işleri de yer alır.
Şahadet kelimesi (Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu (kulu) ve Rasuluhu (elcisi)) ile İslam dinine gireriz. Bu sozde hem Allah’ın tek ilah olduğunu belirtiriz hem peygamberimizin (s.a.s) Allah’ın elcisi ve kulu olduğunu tasdik ederiz. Dolayısıyla peygamberlikten sonra en yuce makam kulluktur. Peygamberimiz (s.a.s) hem elci olarak secilmiştir hem de kendisi insanlar icerisinde Allah’a kulluğu en guzel gosterendir. İşte ilgili sozle biz bunlara da tanıklık yapmış oluruz. Velilikte kulluk makamı yok olmaz. Ortadan kalkmaz. Kulluk makamı, aşk makamını da icerisine alır. Yani aşk makamı kulluk makamının dışında değil bunyesindedir. Veli Allah’a karşı aşk ateşini duyup yaşarken bir kul olarak hareket eder. Derecelerini yine kulluk makamı icerisinde artırır.
Nefsi kucuk gormenin pek cok yolu vardır. Orneğin kendimizi bir hastanın yerine koyabiliriz. Caresizlikle Allah’a (c.c.) bu yolla yaklaşabiliriz. Nefsi bir dilencinin yerine koyup da ona hicbir şeyinin olmadığı, her şeyin elinden alınabileceği telkininde bulunabiliriz. Yine nefsimizi mezardaki toprak olarak gorup ona sonunda olacağın şey bu diyerek onun dizlerinin bağını cozebiliriz. Kısacası nefsi zelil, aciz, zayıf, muhtac, fakir kılmak icin her ne varsa onu hayal ederek nefsi kucuk gorebiliriz. İnsanlar ibadetlerinde dunya ile meşguliyeti bir yana bırakıp birkac saniye de olsa kendilerini boyle bir hale sokarlarsa hemen ibadetlerin zevki onlara sunulur. Allah (c.c.) kulunun kendisini boyle kulluk makamına sokmasına hemen cevap verir. Tabii samimiyet damarını yakalamak gerekir. Yani gercekten zeliliz, aciziz, zayıfız, muhtacız, fakiriz ama bu herkeste farklı faklı oluyor. Kişi kendi ic dunyasında bir ozel hali bir şekilde yakalamalıdır. Yavaş yavaş geliştirmelidir. Herkeste bu hal farklı olduğu icin standart bir hali tavsiye edemiyoruz. İşte boyle kendisini kucuk gorme damarını ic dunyasında keşfeden birisi ibadetlerinde bunu kullanarak Allah’a (c.c.) yaklaşırsa Allah da ona feyziyle ve nuruyla mukabelede bulunacaktır. Dolayısıyla o ibadet bir zevke donuşecektir. Zevke donuşen bir ibadet, kişiye mutlaka manevi haller tattırır ve manevi makamları da kazandırır.
Dolu şişeye bir şey konamaz. İnsan kendisini Allah karşısında zelil, zayıf, aciz, fakir, muhtac bir kul olarak gormeyince Allah da ona ikramda bulunmaz. Ama kişi kendisini kucuk gormeye başladığı anda Allahu ZulcelÂl hemen o kulun kalbine yonelip ilahi feyzi ve nurları ile ikramda bulunacaktır. Yani boş olan kalbini ilahi muhabbetiyle dolduracaktır.
Sofilerin saatler suren zikirleri ve rabıtaları vardır. Bazıları merak edip sorarlar: ‘Siz bunlara nasıl dayanıyorsunuz?’ Biz beş dakikalık namazları vesvesesiz, dunya duşuncelerinden arınıp kılamıyoruz. Bir insan saatler suren zikre nasıl tahammul edebilir? İşin sırrı zikirden zevk almadadır. Zevk de havadan, nefisten gelmez. Allah’tan gelir. Zikreden kulun kalbine o zevki Allah (c.c.) verir. Allah da zevki kulları arasında ayrım yaparak, yani bazılarına torpil gecerek vermez. İlahi kanunlar karşısında kullar eşittirler. Zikirden zevk almanın ilahi kanunu (sunnetullahı), diğer ibadetlerle de aynıdır: Nefsini kucuk gormek. Kişi nefsini kucuk gormeye başladığında Allah o insana ceşitli manevi ikramlarda bulunur. Bu ikramlardan en onemlisi zikirdir. Kimse nefsi ile zikir cekemez. Nefsiyle zikir cekmeye başlarlarsa hemen uyutulurlar veya zikirde vesveseye duşerler. Ceşitli ruhsal sıkıntılar yaşarlar. Sonunda zikri bırakırlar. Ama nefislerini kucuk gorup zikrin Allah’ın kendilerine sunduğu bir manevi ikram olduğu gerceğiyle hareket edip zikre başlarlarsa zikir onların dunyada en cok zevk aldıkları bir ibadete donuşur. Zikirle cezbe, nur, feyz gibi ilahi iltifatlara nail olurlar. Allah (c.c.) hepimize bu nimetleri nasip eylesin. Âmin.
Bir insan zikirden zevk alamıyorsa demek ki onun tasavvuf yolunda nasibi yoktur. Ama boyleleri yine de nefsiyle savaşarak az da olsa bir zikir edinmelidirler. Bu zikir sayesinde buyuk sevap kazanacaklardır. Boyle kişilerin bir murşid-i kÂmile intisaplarına da luzum yoktur. Belki de nefislerini bu konuda zorlarlarsa Allah (c.c.) zamanla onlara zikirden zevk almanın kapılarını acabilir. Cunku hadis-i şerifte ifade edildiği uzere kalpler Allah’ın (c.c.) elindedir. İstediği tarafa dondurur. Bir insan da zikirden zevk almaya başlarsa artık o insana bir ustat, bir murşid-i kÂmil şarttır. Zira kılavuz olmadan bu yolda yurunmez. Buyuk hazineler her zaman tehlikeleri ve kotuleri de davet ederler. Ama bu yolu iyi bilen birisinin rehberliği ile cok rahat bir şekilde zikirde gaye olan Allah’ın rızası gercekleştirilebilir. Boylece zikir insanı hem dunyada hem ahrette ebedi saadete ulaştırır.
İnsan nefsi cok bencil yaratılmıştır. Her şeyi nefsi hesabına cevirebilir. Zikirde gaye mutlaka Allah rızası olmalıdır. Yoksa nefis ve dunya hesabına cekilen zikirler insana zarar verebilir.
Bir insan zikirden zevk alıyorsa, demek ki nefsi yağ gibi eriyordur. İlahi aşk ona tesir ediyordur. Allah (c.c.) onun zikrine ilahi feyzi ve nuru ile mukabelede bulunuyordur. Bu sayede manevi halleri yaşamaya başlayıp makamları da kat edecektir. Boyle birisi ister farkında olsun ister olmasın butun bu manevi nimetler ona kendisini Allah (c.c.) karşısında kucuk gormesindendir, nefsini bir yolla ezmesindendir. Bunun başka bir nedeni yoktur. Bu yolda her şeyi Allah’tan (c.c.) bilmeli ve daima şukretmelidir. Zikri kendinden bilirse az da olsa kendisini beğenme yoluna girerse manevi ilerlemesi anında durur. Zikirden de artık zevk alamaz.
Kim nefsini ne kadar ezerse o kadar Allah (c.c.) katında yukselir. Butun velilerin en buyuk sırları da budur. Onları ilgili makamlarına nefislerini ezme dereceleri ulaştırmıştır. Yani bir veli nefsini ne kadar ezmişse o o kadar manevi derece kazanmıştır. Allah (c.c.) nefsin ezilme olcusune gore insana iltifat eder.
Allah (c.c.) katında kendini kucuk gormek demek insanın kendisini butun yaratılmışlardan da aşağı gormesidir. Bahaeddin Nakşibendî Hazretleri (k.s.) şoyle diyor: ‘Ben bu yolda nefsimi her şeyden aşağı gordum. Ama kopek pisliğinde tereddut ettim. Dedim ki nefsim herhalde kopek pisliğinden ustundur. Sonra kopek pisliğinin bir derde ilac olduğunu oğrendim. Anladım ki nefsim ondan da aşağıdadır. Cunku o hicbir derde deva olmadığı gibi insanı ebedi olarak helak edecek bir yapıya sahiptir.’ Pek cok Nakşibendî şeyhi de insanın nefsini kÂfirlerden bile daha aşağı gormesini oğutlemişlerdir. KÂfirin hidayete gelip Musluman olması mumkunken nefsin hidayete gelmesi mumkun değildir demişlerdir.
İnsanda nefis en aşağı derecede iken ruh en yuksek makamdadır. Cunku ruh Allah’tan (c.c.) ilahi bir nefhadır (soluktur). Onun icin insan bu uzerinde taşıdığı ruh emanetinden dolayı kÂinatın gozbebeği olarak gorulmuştur. Ruh Allah’a (c.c.) ulaşmak ister. Onun icin ibadetlerden sonsuz bir haz alır. Butun faziletler ruha aittirler. Ama insan ruhuna pek goz actırmaz. Onu genellikle nefsin esiri kılar. Nefis sadece kendisine ve dunyaya tapar. Allah’ı (c.c.) kabul etmez. Tabiatı icabı kÂfirdir. Cunku nefis bedene bağlıdır. Adeta bedenin ruhu, atmosferidir. Beden ise anasır-ı erbadan (toprak, su, ateş, hava) oluşmuştur. Anasır-ı erba ise Allah’ın ‘Ol!’ emri ile yoktan meydana gelmiştir. Onun icin nefis Allah’ı bilmez ve tanımak da istemez. Her şey aslına kavuşmak ister. Ruh Allah’tan (c.c.) ilahi bir nefha olduğu icin Allah’a (c.c.) kavuşmak ister, onun icin ibadetlere yonelir, ama nefis yoktan meydana geldiği icin Allah’tan uzaklaşır, ibadetlerden sıkılır. İşte insan bu noktada serbest bırakılmıştır. Eğer ruhunun ihtiyacını dikkate alıp Allah’a, ibadetlere yonelirse hem bu dunyada hem de ahrette saadete kavuşacaktır. Ama nefsine yonelip sadece bu dunya hazlarına dalarsa sonunda mutlaka haramlara da bulaşacaktır, aldığı kısmi dunya zevkleri ile asla huzurlu olamayacaktır. Daima kaygılı bulunacak, ebedi bir pişmanlığı ve azabı daha bu dunyada iken yaşamaya başlayacaktır. Şayet insan nefsini yenip kÂmil bir insan olursa Allah’ın halifesi unvanına layıktır. Halife, temsilci demektir. Yani insan-ı kÂmil, Allah’ı yeryuzunde bazı guzel isimleri ile temsil etmek icin yaratılmıştır. Boylelerinin nefsi ruhlarına benzediği icin onun kotuluklerinden biraz da olsa kurtulurlar. Rahatlarlar. Ama hangi makamda olursa olsun her veli nefsine yine de guvenmez. Tedbirli olur. Zira hayvanat bahcelerinde veya sirklerde aslanlar terbiye edildikten sonra bakıcılarını yiyebilmektedirler. Nefis de boyledir. Onun uzerinden gozumuz ve dikkatimiz bir an kaysa ayağımızı kaydırabilir. Ama maalesef insanların buyuk coğunluğu nefislerinin kuludurlar. Sadece dunya icin calışırlar. Hatta nefislerine uyup gunahlara batarlar. Allah’a (c.c.) kulluğu bir kenara koyarlar. Yarınki kazdan bugunku tavuk yeğdir, atasozunun istikametinde yaşarlar. Nefislerini terbiye edip de ruhlarını ustun kılma gibi bir dertleri yoktur. İmtihan edildiklerinin şuurunda bile değildirler.
Peygamberimiz (s.a.s) kalbinde zerre kadar kibir olanın cennete giremeyeceğini ifade etmişlerdir. Kuran-ı Kerim’de yuce Allah, pek cok yerde boburlenenleri ve ovunenleri sevmediğini beyan buyurmuşlardır (Hadid suresi 23, Lokman suresi 18, Nisa suresi 36, Kasas suresi 76 vb.).
İnsan nefsini kucuk gorunce ilahi takdire razı olur. Allah’ın kaza ve kaderine rıza gosterir. Her nimeti Allah’tan bilip ona şukreder. Bela ve musibetleri nefsinden bilip gunahlarına tovbe edip kendisini duzeltmeye calışır. Allah’a tevekkul eder. Nefis bu sayede kısa zamanda mutmaine makamına kadar yukselir.
İnsan kendi nefsini ezmelidir, nefsini herkesten kucuk gormelidir ama kendisini başkalarına ezdirmemelidir. Cunku nefsimizin de uzerimizde bulunan bazı hakları vardır. Onun şerefini ayaklar altına almak, hele inancsız ve munafık kimselere ezdirmek doğru değildir. Yani nasıl kul haklarına dikkat edip meşru dairede kimsenin hakkını yemek istemiyorsak yine aynı dairede nefsimizin haklarını da başkalarına karşı korumak gerekmektedir. Zira Musluman vakarını ve izzetini korumak mecburiyetindedir. O şahsında bir temsilcidir. Uzerinde İslam’ın hakikatleri vardır. Bu konudaki saldırılarda meşru daire icerisinde savunmasını yapmalıdır. Pasif kalmamalıdır. Tabii gercekten pişman olanları affetmek de ayrı bir konudur ve guzel bir davranıştır. Cunku mumine kin yaraşmaz.
Allah her birimize nefsimizi kucuk gormeyi, muhabbetini ve rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
__________________
Nefsi Kucuk Gormek, Allah’a Yakın Olmak, Allah’a Yaklaşmak
Dini Bilgiler0 Mesaj
●19 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Nefsi Kucuk Gormek, Allah’a Yakın Olmak, Allah’a Yaklaşmak