İnsanı yaratan Allah, dunya ve ahiret selametimiz icin koyduğu sınırlara uymamızı bizden talep ediyor.

Bu cercevede dinin meşru saymadığı, yani haram işlerden sakınmamızı emrediyor.

Haram; yani guzel olmayan, yani cirkin olan, yani insanlık onuruyla bağdaşmayan her turlu tutum, davranış...

Dininin belirlediği olculere riayet edip duşuk sıfatlardan arınanları ise mujdeliyor.

Bu mujdeden nasipdar olmak icin ozenle korunması gereken sınırlardan biri de mahremiyet. İffetli ve hay sahibi olarak yaşamanın anahtarı mahremiyet.

Ve musluman kadının mahremiyetinin tezahuru tesetturdur, yani ortunmedir...

Yuce dinimiz, guzel ahlÂkın insanın fıtrî bir ozelliği olduğunu vurgular. Yani insan, yaradılışından iffetli, namuslu, hay sahibidir. Allah'ın verdiğine razıdır, başkalarında olana goz dikmez. Kendisinde olanı, mahrem alanını da başkalarına gostermez.

Dinimiz, “haram”, “mahrem”, “avret” gibi kelimelerle ifade edilen hususlara hassasiyetle eğilmiş ve bu kavramların anlattığı her ne varsa, onların uluorta sergilenmesini yasaklar. Hususiliğinin korunmasını ve ozenle muhafaza edilmesini emreder.

İşte bu, en geniş manasıyla ortunme (tesettur) emridir ve “gizlenmek, saklanmak, korunmak, acıkta ve ortalık yerde bulunmamak” gibi anlamlara gelen bu emrin muhatabı kadın-erkek butun muslumanlardır.

Tesetturu doğuran ilke olarak mahremiyet

Musluman, fıtratını yani yaradılış ozelliklerini muhafaza ettiği icin hay sahibidir ve sahip olduğu bu ozellik onu bazı şeyleri başkalarının gormesinden ve dikkatini cekmekten sakındırır.

Soz gelimi, musluman icin yaşadığı ev, başkalarının serbestce muttali olmaması gereken “mahrem” bir ortamdır. Bu sebeple İslÂm'da eve “haram” denmiş ve Efendimiz s.a.v., başkalarının evine (mahremiyet bolgesine) izinsiz girmeyi ve başkalarının ozel hallerine muttali olmayı yasaklamıştır. Bunu fiilen kendi ozel hayatında da titizlikle uygulayan Efendimiz s.a.v., penceresine boydan boya cift kanatlı perde cektirmiş, kapısını da kalın ahşaptan yaptırmıştır.

Bu mahremiyete uyma hassasiyetinin, doğal olarak İslÂm medeniyetinin ev ve şehir mimarisine de yansıdığını goruruz. İslÂmî mimari, evlerin onunde bulunan ve “hayat” denilen bahceyi insan boyunu aşan yuksek duvarlarla dışarıdan ayırmış, boylece yabancı bakışların bahce icindeki gunluk hayata sızması engellenmiştir.

Yuce dinimizin ongorduğu bu mahremiyet, sadece evin iciyle dışı arasında cereyan eden bir hassasiyetin ifadesi değildir. Aziz Kitabımız, aynı ev icinde yaşayanların bile birbirlerinin mahremiyetine riayet etmeleri, hizmetcilerin ve cocukların, belli vakitlerde ebeveynin odasına girerken izin istemeleri gerektiğini ifade buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Emriniz altında bulunanlar ve icinizden henuz ergenlik cağına girmemiş olanlar, sabah namazından once, oğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra, yanınıza girecekleri vakit sizden izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz uc vakittir. Cocuklarınız ergenlik cağına ulaştıklarında, oncekiler (buyukleri) izin istedikleri gibi (her geldiklerinde) izin istesinler...” (Nur, 58-59)

Her yerde herkes icin ortunme

Kişinin, ev ici ahvalini yabancı gozlerden saklamak icin alması gereken tedbirler nasıl birer “tesettur” ise, toplum icinde mahrem alanımız olan vucudumuzun yabancılara teşhirini onlemek icin ortunmek de tesetturdur.

İslÂm alimleri, bir muslumanın vucudunun nerelerini kimlere karşı ve nasıl ortulu bulundurması gerektiği konusunu, erkeğin erkeğe, erkeğin kadına, kadının kadına ve kadının erkeğe karşı tesetturu olarak dort başlık halinde ele almışlardır.

Bu bakımdan, tesettur kadın-erkek her muslumanı ilgilendirir. Hicbir musluman erkek de tesetturden mustağni değildir.

Bununla birlikte tesettur konusu daha cok kadının erkeğe karşı tesetturu cercevesinde yoğunlaşmıştır. Tamamen fıtrî, yaratılıştan kaynaklanan sebeplerle kadının tesetturu konusu daha kapsamlı olarak ele alınmıştır. İslÂm dininin erkekten farklı olarak kadına daha kapsamlı bu ortunme emrinin altında yatan temel sebep, insan tabiatında var olan ve dinimizin emir ve yasaklarına uygun olarak şekilendirilmesi istenen şehevi arzudur. Bu arzu, kontrol altına alınmayıp terbiye edilmediği zaman birey ve toplumların huzurunu bozacak gucte sonuclara sebep olmaktadır. İffet, hay gibi duyguların gelişmesi bu tehlikeyi bertaraf edecek ve bu duygular ancak tesettur ile belirlenen mahremiyet alanlarında filizlenip gelişebilecektir.

Yuce Rabbimiz erkekle kadını farklı yaratmıştır. Fiziksel guc, soğukkanlılık, metanet, itidal gibi ozellikler genel olarak erkekle birlikte anılırken, kadın zarafet, duygusallık, nezaket, şefkat, merhamet gibi ozelliklerle donanmıştır. Kadının bu ozellikleri on plana cıkarıldığında, daha doğrusu “teşhir edildiğinde” haberlerde cokca orneğini gorduğumuz turden toplumsal problemler sokun etmekte ve bundan en başta kadınlar olmak uzere butun toplum zarar gormektedir.

İffet ve temiz toplum

Modern hayat tarzını benimseyen toplumlarda gorulen cinsellik temelli sucların, “az gelişmiş” olarak nitelendirilen toplumlara oranla cok daha fazla olması, yukarıdaki tesbiti doğrulayan onemli bir şahittir. Hatta ulkemizde bile şehirlerle daha kucuk yerleşim birimleri arasında, ahlÂk zafiyetleri ve kadınların maruz kaldığı cirkin muameleler bakımından buyuk farklılıklar bulunduğu gozlemlenmektedir.

Bu manzaranın izahını, ahlÂkın ve hay duygusunun zaafa uğraması yanında, art niyetli emelleri tahrik eden davranış ve giyim-kuşamlarda aramak gerektiğini duşunuyoruz.

Ortunmenin icsel derinliği

İslÂm, insanların sadece dışa yansıyan tavır ve davranışlarını ıslah etmekle kalmaz, aynı zamanda ve daha oncelikli olarak insanın ic dunyasını, kalbini kotu duşuncelerden ve kotuluğe kapı acabilecek duşunce ve duygulardan arındırmayı hedefler.

Kadın ve erkeği fıtraten karşı cinse meyilli olarak yaratan Rabbimiz, insan neslinin devamını bu meyile bağlamış ve fakat onun kontrolden cıkmaması icin de sınırlar koymuştur.

Bu sınırları “ozgurluğun kısıtlanması” olarak gorenler, gunumuz Batı toplumlarının geneline hakim olan dejenerasyon ve curumeyi goz onune getirmelidir.

Ortunme, musluman kadın icin sadece yabancı bakışlara ve art niyetli yaklaşımlara karşı bir “korunma aracı” değildir. O, kadınla erkek arasında meydana gelmesi her an icin mumkun ve muhtemel olan meşru olmayan yakınlığı engellemenin de bir aracıdır. Bu acıdan bakıldığında, ortunmenin şekli de ortaya cıkar. Kadın-erkek arasındaki cazibeyi, cekimi, etkilenmeyi engellemeyen ortunmenin de tesettur olmadığı anlaşılır.

Sozunu ettiğimiz bu yakınlaşmanın onune gecmek sadece kadının gorevi ve sorumluluğu değildir. Erkek de kadın kadar sorumludur. “Mumin erkeklere soyle, gozlerini harama dikmesinler, ırzlarını korusunlar. Cunku bu daha temiz bir davranıştır. Şuphesiz Allah, onların yaptıklarından haberdardır.” “Mumin kadınlara da soyle: Gozlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini (suslerinin takılı olduğu boyun, kulak, baş, kol ve bacak gibi yerlerini) acıp gostermesinler... ” (Nur, 30-31) ayetlerinde hem erkeklere, hem kadınlara haramdan sakınmanın emredilmesi, her iki cinsin aynı derecede hassasiyet gostermesi gerektiğini ortaya koyar. İffetli ve temiz bir toplum oluşturmanın tek yolu budur.

Onlar tartışmadılar, uyguladılar

Tesettur ayetinin inişinden onceki donemde kadınlar başlarının yarısını orter, başortusunun uclarını arkadan bağlar, boyun ve gerdan kısımlarını acıkta bırakırlardı. Ayrıca ev ve dışarı ortamlarında kadınlarla erkekler karışık bir halde bulunurdu.

Tesetturu emreden yukarıda gecen (Nur, 31) ve “Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve muminlerin kadınlarına, (ihtiyacları icin dışarı cıkacakları zaman) dış elbiselerinden ustlerine giymelerini soyle...” (Ahzab, 59) ayetleri ile hem erkekler, hem kadınlar harama bakmaktan sakındırıldı, mahrem olmayan erkeklerin yanında kadınların başortulerini yakalarının uzerine kadar indirerek boyun ve gerdanlarını kapatmaları ve sokağa cıktıklarında da dış elbiselerini uzerlerine almaları emir buyuruldu.

Yine Nur suresi 31. ayette buyurulduğu gibi, “...gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar” emriyle, kadınların dikkatleri uzerlerine cekecek şekilde yurumemeleri ihtar edilmiş ve tesetturle hedeflenen şeyin yalnızca şeklî bir duzenleme olmadığı ortaya konmuştu.

Tesettur emri inzal buyurulup da Efendimiz s.a.v. tarafından tebliğ edildiğinde, erkekler evlerine gelip eşlerine bu ayeti haber verdiler. Sahabi hanımlar da vakit gecirmeden carşaf gibi şeyleri kenarlarından yırtarak başlarını ayette belirtildiği gibi orttuler.

O gunden sonra tesettur musluman kadının ayrılmaz bir parcası olmuş, onun saygınlığını, iffet ve izzetini temsil eder olmuştur.

İc-dış butunluğu

Dunya hayatı ne kadar garip bir seyirle ilerliyor... Gecen bir kac asırda anlamlı, onemli, şerefli, kıymetli ne varsa zihinlerde tam zıddıyla yer değiştirmiş durumda. Bu pervasız değişim gunden gune ahlÂkımızın en kıymetli yerine sirayet ediyor.

AhlÂkın en eldeğmemiş yeri, elbette kolaylıkla nufuz edilebilecek bir yer değildir. Bu, birinin canı her istediğinde yapabileceği bir şey değil. Bu durum icin şu ornek verilebilir: Manaya mudahele etmek, onu yıpratmak, onu ifade etmek icin kullanılan kelimelere zarar vermekle gercekleşiyor. Dolayısıyla İslÂm icin onemli bir değer de zahir, yani gorunuştur. Mana ve niyet gibi batınî haller karşısında gorunenin/gorunuşun bir onemi yok, demek abestir. İkisinin birbirini doğurduğu ve doğruladığı unutulmamalıdır. Tesettur gibi son derece ciddi ve ehemmiyetli bir hadiseye “zahiri durumdur” “manadan habersizlerin işidir” gibi cumleler kullanarak saldırmaya calışanlar, kendi durumunda anlamlı bir şey goremeyip kalplerinin temiz olduğu vehmine sarılanlardır.

Nasıl ki, oruc hem zahiren ic organlarımızı temizliyor ve bizi bir disipline sokuyor, hem de batınen nefsimizi tutarak ruhumuzu temizliyorsa; tesettur de aynı şekilde hem zahiri hem de batıni olarak bizi ortuyor. Sozun ozu, tesettur zahiren her nereyi ortuyorsa, icimizde de o yerlere mukabil gelen manevi/batıni yerlerimizi ortuyor, oradaki ayıpları ortuyor ve gizliyor.

Ortusuz cağ

Gunumuzde ise tesettur Allahu TealÂ'nın en cok konuşulan, tartışılan emirlerinden biri haline gelmiştir. Sebebi ise, insanı hic duşunmeksizin ortunmeye sevk eden iffet duygusunun zafiyete uğramış olmasıdır.

Bir refleks olarak utanma duygusuna sahip olduğu zaman, insan, dininin yol gostermesiyle nelerden nasıl sakınacağını bilmiştir. Allah TealÂ'nın cok acık emirlerini anlamakta zorlanmamıştır. Fakat arzuların erdeme galip olduğu zamanlarda -ki gunumuz koşullarını belirleyen durum budur- emre isyan etmek, kabul etmemek veya arzulara uygun yorumlayarak tahrif etmek yolu secilmiştir.

Efendimiz s.a.v. şoyle buyurmuşlardır: “Fitneler, tıpkı (kamışlardan orulen) hasır gibi, (insanların kalbine) cubuk cubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nufuz ederse, onda siyah bir leke oluşur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Boylece iki ayrı kalp ortaya cıkar: Biri cilalı mermer gibi bembeyazdır; dunyalar durdukca buna hicbir fitne zarar veremez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kotuyu kotu. O, hevadan (nefsani arzulardan) kendisine ne icirilmişse, onu (hak veya batıl) bilir.” (Muslim)

Bu rivayette dikkat cekmek istediğimiz muhim bir nokta var: Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, fitneye bulanmış ve boylece kararmış kalbin, kendisine benimsetilmiş değerler dışında başka bir şeyi kabul etmemesini anlatırken bir kelime kullanıyor: “İcirilmiş”

Bu kelimeyi, vucuda alınan bir sıvının cabucak kana karışması ve insanın hucrelerine nufuz etmesi olarak anlamak yanlış olmaz. Efendimiz s.a.v. bu kelimeyi kullanmakla, hevadan kaynaklanan değer yargılarını benimseyen kalbi, bir anlamda şartlanmışlıkla tavsif etmiş olmaktadır. Boyle bir kalbin, iyiyi kotuden, ma'rufu munkerden ayırt etmesini beklemek zordur.

Kalplerin safiyetini yitirmesi sonucunda da hayÂsızlık yaygınlaşmıştır ve nÂmahremden utanmak yeni nesiller icin anlaşılması zor, garip bir davranış kabul edilmiştir. Aksine giyinik veya cıplak olarak kendini guzelleştirip mahrem olmayanlara gostermek, teşhir etmek, desteklenen, rağbet edilen bir davranış olmuştur.

Utanma duygusunun ortadan kalktığı bir dunya insanî olan değerlerini kaybetmektedir. Mahremiyetine sahip cıkmayan insan saygınlığını yitirmekte, hayatta kalabilmek icin acımasız bir şekilde bencilleşmektedir. Bu durumun ne bireye, ne topluma bir faydası olacak ve zulme maruz kalan dunyanın mahvına yol acacaktır.

Buna razı olmak, en guzel şekildeki yaratılıştan, hayvanlar gibi, hatta onlardan daha aşağı olmaya razı olmak demektir. Fakat bu yalnızca insanın rızası olacaktır, Cenab-ı MevlÂ'nın değil...

Muslumanın gaye edindiği rıza ise insandan değil, Allah'tandır. Allah'a teslim olanlar, her cağda ve her şartta yalnızca O'nun rızasına yonelecek, mahremiyet sınırlarına riayet ederek korunmaya, fitneden uzak durmaya imkan bulacaklardır.
ebubekirsifil sitesinden alıntıdır.
__________________