Yuce Allah (c.c.); bilinmeyen, uzeri ortulu, sonsuz ve gizli hazineler idi. O sonsuz bir bilinmezlikti. Her şeyi kuşatmıştı; her şey Ondaydı; bilgisi, ilmi icindeydi. Ne kÂinat, ne de madde yaratılmıştı. O yalnız ve Tekti.

O Bir idi. O Tek idi. Zamanla Onda bir tanınma iradesi belirdi. O, Zatını yarattıklarına tanıtmak, bildirmek istedi.

Once Nur-u Habib’i yarattı. Buna sevgi belirtisi dendi. Bu belirti gercek bir nur ve gercek bir ışık halinde olduğundan Hakikat dendi. Ona Nur-ul Envar adı verildi.

İlk yaratılan bu nur gelmiş gecmiş ve gelecek en buyuk insan olan peygamberimiz Muhammed’in (a.s.v) nurudur. O Nur ki butun kÂinatın yaratılma vesilesidir.

Ardından melek cinsi diğer varlıklar yaratıldılar.

Yuce Allah’ın (c.c.) peygamberimizin nuru dışında o zamana kadar yarattıkları melek cinsindendiler ve Ona devamlı tespih ve tehlil durumundaydılar.

Onlardaki iman, yaratılışlarındaki oz ve hikmette vardı. Bunun icin yaratılmışlardı. Secim hakları yoktu. Başka turlu davranmaları mumkun değildi.

Bu nedenle onların imanları bir bakıma iradesizdi, bilincsizdi. Onlar yaptıkları her hareketle ister istemez Allah’a (c.c.) secde ve tespih hÂlindeydiler.

Şanı yuce Allah (c.c.) bilincli olarak bilinmeyi, tanınmayı murat etti. Evrene serpiştirdiği varlıklardan bir kısmının ozgur bir iradeye, secim hakkına sahip olmalarını; kendi istekleri, kendi akılları, kendi vicdanlarıyla Yaratıcı olan Zatını secmelerini, arayıp bulmalarını, bilmelerini istedi.

Onlara akıl ve irade ile donatacaktı. Onlar oyle yaratıklar olmalıydı ki, evrenin oluşumundaki, duzenindeki, yaratılışındaki muhteşem sanatı, bilgiyi ve gucu okuyup anlasınlar; ona hayran kalsınlar, yaratıcılarının O olduğunu anlayıp bilsinler, verdiği nimetler icin gonulden şukretsinler ve O Buyuk SanatkÂr’a ulaşmak icin cırpınsınlar.

Bu nedenle yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlu başıboş yaratılmadı, başıboş bırakılmadı.

O Yaratıcısını arayıp bulma uzerinedir. Yaratıcısını arayıp bulma ve Onu bilme yaratılış hikmetidir.

İnsanoğlunun yaratılmasından once, ona mekÂn olacak bir yer hazırlamak gerekiyordu.

Şanı yuce Allah (c.c.), Zat-ı Zul Celal’inden vucutsuz bir nur zerresinin zerresini ortaya koyarak, ona:

-Kun (Ol) buyurdu. (Yasin-82)

Bu nur zerresinin zerresi tum evreni meydana getirecek yoğunlukta bir guce, hıza ve enerjiye sahipti.

O, tum kÂinatın vucutsuz bir zerreciğe sığışmış, donuşmuş hÂliydi.

O, Allah’ın (c.c.) sonsuz varlığından bir parcaydı.

Onun varlığının kanıtı, ayetiydi ama Onun buyukluğu, ululuğu, sonsuzluğu yanında bir hicti.

Bu nur zerresinin zerresi kun emri uzerine tıpkı bir balon gibi şişmeye, buyumeye, genişlemeye başladı.

Genişleyip, buyudukce yoğunluğu, hızı azaldı. Sonunda hızı, ışık hızının altına indi; madde zerreciklerine donuştu, zaman ve mekÂn kavramı oluştu.

Sezilgenlikten gerceğe gecildi.

Işık hızı maddeye donuşmenin ve zamanlamanın sınırı oldu. Bir bakıma madde ve zaman ışık hızıyla sınırlı kaldı.

Kainat altı devirde (Hud-7) yaratıldı.(Araf 54)

Madde; enerjinin yoğunlaşıp bazı ozellikler kazanarak uc boyut alması, zaman ise madde icinde oluşan olay dizeleridir.

Bu sınırın icindeki kÂinat, altında ve ustunde yedişer kat evrenden oluştu. Ust kat evrenlerde zaman ve madde olgusu yoktur.

Hız, ışık hızının ustundedir. Bu evrenler Allah’tan (c.c.) gelen saf nurun golgesidirler.

Orada ezel ve ebet bir aradadır. Her kat birbirleriyle etkileşim ve iletişim icindedirler.

Kopmamışlar, ayrılmamışlar, ic icedirler ama birbirlerine de karışmamışlardır. Aralarındaki fark, yoğunlukla beraber hız ve dongulerindedir.

Madde, gercekte enerjinin ağırlaşarak hızının azalması, yavaşlamış şeklidir.

İcinde bulunduğumuz maddesel evren en alt katın yedi kat ustundedir. Yani; gorunen, algılanan şu evrenin altında da ustunde olduğu gibi yedi kat kÂinat vardır.

Hız burada yavaşlayıp en aza doğru iner. Bu nedenle alt katlarda zaman durgundur, cok yavaş akar.

Bu katlarda alta doğru inildikce hız azalır, maddeleşme yoğunlaşır.

Burada maddeler sert, keskin ve soğukturlar. Yaratan tarafından bahşedilen nuru azaltanların ya da sondurenlerin mekÂnı burasıdır.

Burayı mekÂn tutanların hepsi de ust dunyadakiler gibi ruhsal bilinc sahibidirler.

Duyuları son derece keskinleşmiştir. Acıları, azapları, uzuntuleri butun şiddetiyle algılarlar.

Burada hayat katmanlara goredir ve cok uzundur. Alta doğru inildikce artar. En alt katmanlarda ebede kadar uzayabilir. Burası zamanın donduğu, durduğu yerdir.

Alttaki bu yedi kat gunahkÂr ins ve cinlerin mahşere kadar oyalandıkları mekÂnı; iclerinde bir nebze iman kırıntısı olanların tovbe hÂnesi, ibadethÂnesi, cilehÂnesidir.

Orası gunahkÂrların gunÂhlarından arınma, temizlenme yurdudur.

Ust katlarda ise zaman ve mekÂn olgusu yoktur. Yaratılışlarında bahşedilen nuru coğaltanlar, artıranlar buraya geleceklerdir.

Varlıkları saf nur/enerji hÂlindedirler. Her şey ezel ve ebet icindedir. Olum yoktur.

Bu katmandakiler; hayvanlar ve bitkiler haric ruhsal bilinc sahibidirler.

Sevincleri, uzuntuleri, mutlulukları, acıları butun guc ve şiddetiyle algılayabilirler.

Buraları onların ebedi mutluluklar yurtlarının kapısıdır.

Alt ve ust katmanlar arasında iletişim, gidiş gelişler ise yaratılıştan gelen enerjinin/nurun azalıp coğalması iledir.

Devamı var.
__________________