Allah herşeyi biliyorsa, hicbir şeye ihtiyac duymuyorsa neden insanı yarattı?

Allah’ın hicbir şeye muhtac olmadığını kainata ve icindeki faaliyetlere bakan bir insan gorebilir. Biz bir duşunelim dunyaya gelmeden once kainatın neyi eksikti de biz geldikten sonra tamamladık. Veya ibadetimizle ne yapıyoruz ki Allah’ın herhangi bir ihtiyacı goruluyor. Oyleyse sizin duşunduğunuz şeyin kesinlikle yeri olmadığını akli ve vicdani olarak anlıyoruz.

Allah her şeyi kemaliyle bilendir. Ama bu bilmesi bizi yonlendirmesi anlamına gelmemektedir. Cunku O’nun ilmi ezelidir. Yani gecmiş, gelecek ve şimdiki zamanı aynı anda muşahede eder. Ve herkes vicdanen bilir ki, istediğim şeyi yaparım, konuşurum istemediğim şeyi yapmam. Bu kaideye gore Allah bizim ne yaptığımızı bilir. Ama biz de yaptığımız şeyin irademizle olduğunu vicdanen ve alken biliriz.

Allah bizi kendisini tanımak ve kendisine layık olacak şekilde ibadet etmek icin yarattı. Bu vazifeyi yerine getirecek alet ve cihazları da yaratmıştır. Yani bizden istenen şeyler ile bunları karşılayacak sermaye muvazenelidir. Burada herhangi bir adaletsizlik olmadığını butun insaf ve vicdan ehli bilir. Fakat Allah’ın bizi yaratırken bize sorup sormaması ise, tamamen Allah’ın iradesini kısıtlamak anlamına gelir.

Oysa “alimlerimizin ittifakı ile Allah - la yus”el – dir. Yani yaptığı işlerden sorguya cekilmez. Ama kainatta yaptığı ve yarattığı herhangi bir hadisenin hikmetsiz veya adaletsiz olduğuna dair hic kimse ağzını acamamaktadır. Cunku, kainatta hikmetsiz ve abes olabilecek bir durum yoktur. Butun kainatı didik didik araştıran bilim adamları bu ilahi hikmet karşısında hayrete duşmektedir.

Allah’ın insanı yaratmasının cok hikmetlerinden birisi ibadettir. Cunku:

1- Allah insanı imtihan icin yarattı. Bu hikmet insanın yaratılmadan olamayacağı kesindir.

2- Allah kainatta tecelli ettiği cemal ve kemalini hem kendisi – kendine mahsus bir şekilde – gormek hem de başkalarının gozuyle gormek istiyor. Başkasının gormesi derken bunların başında insan gelmektedir. Bu hikmet de yine insanın yaratılmasını gerekli kılıyor.

3- İbadet icin yarattı. Bu hikmetin yerine gelmesi icin var olan birisi gerektir.
Yaratılmadan ibadetin yerine gelmesi mumkun değildir. Burada yaptığımız ibadetin miktarına gore cennette ki yerimiz hazırlanıyor.

4- Allah’ın herşeyden daha buyuk olduğunu ilan etmek, ve Allah’ın emirlerini yaymak. Bu hikmetin yerine gelebilmesi icin, hem tebliğ edenin hem de tebliğ edilenin yaratılması icap eder.

5- Bir cekirdeğin ağac olması icin toprağa girmesi gerektiği gibi, insanın da yetişip olgunlaşmsı ve terakkisi icin dunya tarlasına gonderilmiştir.

6- Eğer başka alemde yaratılsaydık o zaman da neden bu alemde yaratıldık diye sormamız gerekecekti. İnsan icin en mukemmel imtihan salonu bu olduğu icin buraya gonderildik denilebilir.

İşte tum kainatta rastlanılamayan hikmetsiz iş ve fiillere elbette şeriattada rastlanmaz. Yani bizim taşıyamayacağımız işleri Allah bize yuklemez. Butun hayvanlara, bitkilere ve cansızlara vazifeler yukleyen Allah, elbette bize de bazı vazifeler yukleyecektir. Yoksa tum kainatta mevcut olan hikmet, insanlar yonunden abes olacaktı. Hicbir işinde abesiyet ve cirkinlik olmayan ve bu gibi şeylerden munezzeh olan Allah, elbette insanlara da taşıyabilecekleri bir yuku yuklemesi gerekmektedir.

KÂinatın omru milyarlarca yıl ile ifade ediliyor; insanlık Âleminin omru ise on binlerce seneyle. Henuz insan nevi yaratılmadan, bu hadis-i kudsîde verilen haber, oncelikle melekler Âlemine bakıyordu. Allah’ı bilen, eserlerini temaşa ve tefekkur eden, O’na isyandan uzak bu mubarek varlıklar, hadis-i kudsîde verilen haberi ibadetleriyle, tesbihleriyle, itaatleriyle, marifet ve muhabbetleriyle tahakkuk ettirmiş oluyorlardı. Hayvanlar Âlemi de yaratılış gayelerine tam uygun bir hayat surmekle, ruhları yonuyle, melekleri andırıyorlardı. Bitkiler Âlemi ve cansız varlıklar da mukemmel bir itaat ile vazife goruyorlardı.

“Hic bir şey yoktur ki Allah’ı tesbih ve O’na hamd etmesin,” mealindeki Âyet-i kerimede gecen “şey” tabiri, canlı-cansız her varlığı icine alır. Her şey O’nu tesbih eder ve O’na medih ve senada bulunur.
Cenab-ı Hak, butun bu tespih ve ibadetlerin cok daha ileri derecesini icra etmeye kabiliyetli bir başka mahiyet daha yaratmayı irade buyurdu: İşte bu ulvi mahiyet, arzın halifesi olacak olan insandı. Cenab-ı Hak, topraktan bir insan yaratacağını meleklere haber verdiğinde, yukarıdakine benzer bir soru, meleklerden de gelmiş ve onlara cevaben, “siz benim bildiklerimi bilemezsiniz,” buyrulmuştu.

İmtihana tabi tutulan ve kazanmaları halinde melekleri gececek olan bu yeni misafirler, Âyet-i kerimede de haber verildiği gibi, ancak Allah’a ibadet icin yaratılmışlardı.

“Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” Zariyat, 56

Âyette gecen “ibadet” kelimesine bir cok tefsir Âliminin “marifet” mÂnÂsı verdiği dikkate alındığında, bu insanın, Allah’ı tanımak, varlığını, birliğini bilmek, sıfatlarının sonsuzluğuna inanmak, mahlûkat Âlemini de hikmet ve ibret nazarıyla temaşa ve tefekkur etmekle vazifeli olduğu anlaşılıyordu.

Bu mumtaz mahlûk, sadece cemal tecellilerine muhatap olmayacak, Cenab-ı Hakk’ın hem cemal, hem de celal tecellileri ile ayrı ayrı imtihanlara tabi tutulacaktı.

Nitekim oyle oldu ve oylece devam ediyor. Nimetler, ihsanlar, ikramlar, guzellikler, sıhhat, afiyet, ferah, gibi haller hep cemal tecellileridir. Ve insanoğlu bunlara karşı şukredip etmeme şıklarından birini tercihle karşı karşıya. Maalesef, nefis ve şeytanın galebesiyle coğu insan, cemal tecellileriyle sarhoş olup bu imtihanı kazanamıyorlar.

İmtihanın diğer yonu, hastalık, musibet, bela, afet, olum gibi celal tecellileri... Ve neticede sabır, tevekkul, teslim, rıza, imtihanına tabi tutulma. Akıl aksini duşunse de gercek şu ki, bu imtihanı kazananlar, birincilere nispetle cok daha fazla.

Bundaki hikmet şu olsa gerek: Musibet ve hastalıklar, insana kul olduğunu, aciz bir varlık olduğunu cok iyi hatırlatıyor, ders veriyorlar. Konumuza ışık tutacak bir Nur cumlesi: “FÂtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i maneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesîm bir fakr dercetmiştir. TÂ ki, kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve gınası nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerim bir zÂtın hadsiz tecelliyatına cÂmi’ geniş bir Âyine olsun.” Sozler

İbadet ve marifet icin yaratılan insan, bu vadide mertebe kat edebilmek icin aczini ve fakrını hissedecek, surekli olarak Rabbine sığınacak ve Ondan medet dileyecektir. Duadan geri durmayacak, huzuru yakalamaya calışacaktır. Bunlar ise başta nefis ve şeytan olmak uzere, dunya hayatında insanı, medet dilemeye ve sığınmaya goturen her turlu musibet, hastalık, caresizlik ve sıkıntılarla mumkun.

Caresizlik icinde kalıp Rabbine sığınan ruhlar, bu dunya imtihanını kazanma noktasında musbet bir puan almış oluyorlar. Ama, refah, sıhhat ve saadet gibi tecellilerde insanoğlu, aczini anlamak yerine, bunlara meftun olup, kul olduğunu unutup, gaflete dalabiliyor.
Konunun cok onemli bir yanı da şu: Marifetullah, yani Allah’ı tanıma denilince, butun isim ve sıfatları dikkate almak gerekiyor; sadece cemalî isimleri değil.

Allah, Rahman olduğu gibi Kahhar’dır da. İzzeti tattıran da Odur zilleti cektiren de. Bu dunyada sadece cemalî isimler tecelli etse ve insan sadece bunlara muhatap olsa idi marifeti noksan kalırdı. Bu imtihan meydanında, insanoğlu Allah’ı hem celal, hem de cemal sıfatlarıyla tanımak durumunda. Ahirette ise, yollar ayrılacak. İnsanların bir kısmı ibadet, ihlas, salih amel ve guzel ahlÂklarına mukÂfat olarak, cennete girecek ve lutuf, kerem, ihsan gibi nice cemal tecellilerine, azamî olcude ve ebediyen muhatap olacaklar. Kufur ve şirk yolunu tutarak dalalet ve sefahate duşenler ise celal, izzet ve kahır tecellileriyle karşılaşacaklar. Boylece, ahiret yurdunda, Allah’ın hem cemalî hem de celalî isimleri en ileri mÂnÂda tecelli etmiş olacak.

Nur Kulliyatında bir dua cumlesi var:

“Bize gosterdiğin numûnelerin ve golgelerin asıllarını, menba’larını goster.” Sozler

Bu dunyadaki varlıklar, ahirete nispetle, golge kadar zayıf bir tecelliye muhatap oluyorlar. Ve bu golge hayatın gereğini yapan ve hakkını vermeye calışan insanlar asıla kavuşuyorlar.

Şunu da unutmamak gerekiyor: Lutuf gibi kahrın da aslı ahirette.

__________________