[IMG]http://img460.**************/img460/6639/logosonoy7.gif[/IMG]
BUTUN ZAMANLARIN EN HAYIRLI KUŞAĞI: SAHABE
Sahabi arkadaş/dost olmak anlamına gelen sohbet/suhbet kelimesinden muştak bir kelime. Bunun icin muayyen bir olcu yok, “sahabi” az ya da cok başkası ile birlikte olan herkese şamil. Bu yuzden; “falanca ile bir yıl, bir ay, bir gun ve hatta kısa bir an beraber oldum” derken sahibe/beraber oldu fiili kullanılır. Kelimenin sohbet cercevesinde kazandığı geniş anlam, gunun belli bir anında Allah Rasulu (s.a.v.) ile birlikte olan kişiyi de icine almaktadır.
Sahabi olmanın ve de o duruş uzere kalmanın “nasıllığı” ulema indinde farklı mutalalara neden olmuştur. Muhaddislere gore; Allah Rasulu’nu (s.a.v.) musluman olarak bir defa goren kişi sahabidir. Fakat O’nu (s.a.v.) mumin olarak gorenin iman uzere olmesi şarttır.[1] Sahabi olma şerefine nail olan, ardından irtidat eden sonra tekrar musluman olan fakat yeni halinde Allah Rasulu’nu (s.a.v.) goremeden olenler tarifin dışında kalırlar. Bu yuzden Kurre b. Meysere, Eş’as b. Kays gibi bir ara irtidata irtikap edenler Ebu Hanife ve Şafi’ye gore sahabi kabul edilmezler.[2] İrtidat ameliyesi kişinin butun amellerini iptal ettiği gibi sahabi olma payesini de alır-goturur.[3]
Allah Rasulu’nu (s.a.v.) gormenin nasıllığı ile ilgili mulahazalar şu cercevededir: Kişi bizatihi O’nu (s.a.v.) gormeyi kast ediyor, ya da başkası vesile oluyor, bizzat O’na (s.a.v.) bakıyor, ya da hedefinde başkasını gormek varken gayri ihtiyari olarak bakışları O’na (s.a.v.) alıyor.[4] Eğer butun bu bakışların oncesinde iman varsa “goren” kişi sahabi kabul edilir.
Allah Rasulu’nu (s.a.v.) gormek, “O’na (s.a.v.) mulaki olmak” anlamında değerlendirilmelidir. Zira İbn Ummi Mektum gibi Efendimiz’i (s.a.v.) dunya gozu ile goremeyenler de tereddutsuz sahabidir.[5] Sağını solunu birbirinden ayırabilen veya “sozu anlayıp karşılık verebilecek” derecede bir dirayete malik olan cocuklar da sahabidir.[6]
Ebu Zueyb El-Huzeli gibi O’nu (s.a.v.) olumle defn arasında gorenler yaşarken gorme bahtiyarlığına eremediklerinden sahabi kabul edilmezler.[7]
Ez cumle sahabi; Allah Rasulu’nu (s.a.v.) , risalet vazifesinin başlangıcından Ezeli ve Ebedi dostu olan Allah Teala’ya irtihal edişine kadar devam eden surec icerisinde mumin olarak goren ve o hal uzere vefat eden kişidir.
Melekler Sahabe midir?
Allah Rasulu’nu (s.a.v.) mumin olarak goren ve o hal uzere olen “herkes” zarfında insandan başka kimler var? Hz. Cebrail bazen asli suretinde bazen de Dihyet-i Kelbi huviyetinde O’nunla (s.a.v.) goruşmuştur. Goruşme aşikar olduğuna gore melekler de sahabi midir?
Butun zamanları ibadete ayarlı olan ve bu yuzden nafile ibadet yapmaya dahi zaman bulamayan meleklere peygamber gonderilip gonderilmediği, gonderildi ise Allah Rasulu’nun (s.a.v.) ashap kadrosuna dahil olup-olmadıkları ihtilaflıdır. Fahruddin Razi “Esraru’t-Tenzil” adlı eserinde risaletin melekleri bağlamadığı noktasında icmanın olduğunu nakletmektedir. Fakat icma olduğuna itiraz edenler de vardır. Takiyyuddin Subki Allah Rasulu’nun (s.a.v.) meleklere de gonderildiğini soylemektedir.[8] Fakat tercih edilen, risaletin meleklere şamil olmadığı goruşudur.
Cİnlerİn Durumu
Peygamberlere vahyedilen hakikatler cinleri de bağlar. Cunku insanlar gibi mukelleftirler. İrade ve ihtiyarları vardır. İbadet icin yaratılmışlardır: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[9] Oldukten sonra diriltileceklerdir. İsyankar olanları cehennemde cezalandırılacaktır.[10]
Cinlerin varoluş gayeleri Allah TeÂla’ya ibadet etmektir: Neye ve nasıl iman ve ibadet edeceklerini ise peygamberlerden oğrenmişlerdir: “Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri icin sana yoneltmiştik. Kur’an’ı dinlemeye hazır olduklarında (birbirlerine) ‘susun’ demişler, Kur’an tamam olunca da uyarıcılar olarak kavimlerine donmuşlerdi. Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden oncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetcisine uyun.”[11] Bu ayetler bir cok acıdan cinlerin mukellef olduklarına işaret etmektedir:
* Allah TeÂla cinleri Kur’an’ı dinleyip iman etmeleri, emirlerini uygulayıp yasaklarından sakınmaları icin Allah Rasulu’nu (s.a.v.) dinlemeye yoneltmiştir.
* Cinler, Kur’an’ı dinlediklerini, anladıklarını ve O’nun doğruya ulaştıran kitap olduğunu kabul ettiklerini haber vermektedirler. Onların bu beyanı Musa’yı (a.s), O’na indirilen Kitabı, Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik ettiğini ve dosdoğru yola ilettiğini bildiklerini gostermektedir.
* Allah Rasulu’nu (s.a.v.) gorup, Kur’an’ı dinleyen cinlerin milletlerine; “Ey kavmimiz! Allah’ın davetcisine uyun.” diye cağrıda bulunmaları, mukellef olduklarına, haber verdiklerini doğrulamak, emrettiklerine de itaat etmek suretiyle Allah Rasulu’nun (s.a.v.) davetine musbet karşılık vermekle emrolunduklarına delalet etmektedir.[12]
Cinlerin tamamının mukellef olduğu, bir kısmının Allah Rasulu’nu (s.a.v.) dinleyip iman ettiği[13] dikkate alındığında iclerinde sahabi vardır. Cunku Hz Rasulullah (s.a.v.) insanlara olduğu gibi cinlere de gonderilmiştir: “Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren Allah, yuceler yucesidir.”[14] Butun mufessirler cinlerin de ayette gecen ‘Âlem’ kapsamına girdiği noktasında icma etmişlerdir.[15]
“Kalk uyar.”[16] ayeti mutlak olduğundan akıl sahibi butun canlıları kapsar. Cinler de bu bağlamda değerlendirilir. Cunku onlar icerisinde de sefihler, cehenneme girecekler vardır.
İbn Hazm bu noktada şunları soylemektedir: “Allah Teala cinlerden bir grubun iman ettiğini, Hz. Rasulullah’tan (s.a.v.) Kur’an dinlediğini ve iclerinde faziletli sahabilerin yer aldığını bizlere bildirmektedir.”[17]
Ne var ki pozitivizmin gucuyle sarsılan bazı modernistler cin bahsinde bir takım garip te’villere giderek “cin” gerceğini carpıtmışlardır. Kainatta olan her şeyde sebep-sonuc prensibinin hakim olduğunu iddia eden Ahmed Han bu noktada pozitivizme oylesine teslim olmuştur ki; beş duyunun algı sahasına girmeyen her şeyi reddetmiştir. Melekleri insandaki sezgisel bilişin, sudaki akışkanlık ve taştaki katılık gibi yaratılmış nesnelerin hususiyetleri olarak te’vil eden Ahmed Han[18] Kur’an’ı Kerim’de gecen “cin” kelimesinin kapsamı hakkında da şunları soylemiştir: “Cin kelimesi beş yerde ‘can’la aynı anlama gelmekte ve bunlar şer, hastalık ve diğer olumsuzlukların yansımaları olarak anlatılmaktadır. Diğer yerlerde gecen “cin” kelimesinden ise collerde, tepelerde ve ormanlarda yaşayan yabani insanlar kastedilmektedir.[19]
Modernizmin Mısır ayağında yer alan Muhammed Abduh da cinlerle alakalı Ahmed Han’ınkine benzer mutalalar serdetmiştir. Mucize ve keramet gibi harikulade, melek ve cin gibi de gozlem alanına girmeyen varlıkları te’vil ya da reddeden modernistlerin etkin ve de yeni olanlarından Muhammed el-Behiy “Ahkaf” ve “Cin” surelerinde gecen cinlerle alakalı şunları soyler: “Bunlardan, Medine’den Mekke’ye gelen ve kimse gormeden Allah Rasulu’ne (s.a.v.) iman eden insan topluluğu kastedilmektedir”[20]
Allah TeÂla’nın te’vile imkan vermeyecek bir dille yarattığını ifade ettiği, mukellef olduklarını belirttiği, Hz Rasulullah’ı (s.a.v.) gorup ondan Kur’an dinlediklerini bildirdiği ve bu dinleme neticesinde iclerinde mu’minlerin olduğunu izhar ettiği cinlerin varlığı bedihi bir hakikattir. O halde insanlar arasında olduğu gibi cinler icerisinde de bir cok sahabi vardır.
Sahabİnİn Kİm Olduğunu Tayİn Etmede Olcu
Sunnetin saf haliyle sonraki kuşaklara taşınması muhim meselelerin en ust sırasında yer almıştır. Hadislerin naklinde gorev alan ravilerin kim olduğunu tesbitin ehemmiyeti konu ile alakalı hususi bir disiplinin doğmasına sebep olmuştur. Hadis rivayet eden kişinin adalet ve zapt yonu butun yonleriyle incelemeye alınmıştır. Raviler zincirinin ilk halkasında yer alan sahabenin kim olduğu ve nasıl tesbit edileceği hadisle alakalı diğer meselelerden daha fazla onemsenmiştir. Bu noktada farklı mulahazalar one cıkmıştır. Neticede bir kişinin sahabe olduğu şu esaslardan biriyle tesbit edilmiştir:
* Tevatur Yolu: Yalan uzerine birleşmeleri adeten mumkun olmayan bir cemaatin kendilerinden onceki bir başka cemaatten yaptığı nakille kişinin sahabi olduğunu rivayet etmesidir. Bu, usuller icerisinde en kamil olanıdır. Hz. Ebu Bekir, Omer, Osman, Ali başta olmak uzere cennetle mujdelenen on kişinin (Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd, Talha b. Ubeydillah, Zubeyr b. el-AvvÂm, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah -radıyallahu anhum-) sahabi olduğu tevatur yoluyla sabittir.
* İstifÂza Yolu: Kişinin sahabi olduğu tevatur derecesine ulaşmayan bir şohretle bilinebilir. Dımam b. Sa’lebe ile UkÂşe b. Mıhsan’ın –radiyallahu anhuma- sahabi olduklarının tesbiti gibi.
* Şahadet Yolu: “Şahs-ı vahidin tezkiyesi makbuldur.” Kaidesinden hareketle herhangi bir sahabi veya tabiinin “falancanın Rasulullah (s.a.v.) ile musahabesi vardır” demesi ile de kişinin sahabi olduğu tesbit edilebilir. Mesela Hz Omer’in devri hilafetinde Ebu Musa el-Eş’ari komutasındaki askerler icerisinde yer alan Humeme b. Ebi Humeme ed-Devsi Isfehan’da ishal hastalığından vefat etmişti. Ebu Musa el-Eş’ari Humeme hakkında; “Vallahi Efendimiz’den (s.a.v.) Humeme’nin şehit olacağını işitmiştim.” dedi. Bu ifadeden Humeme’nin –radiyallahu anh’ın- sahabi olduğu anlaşılmıştır.
* İkrar Yolu: Kişinin adaletinin subutu ve Allah Rasulu (s.a.v.) ile aynı zamanda yaşama imkanının mevcudiyeti aşikar olur, sonrada sahabi olduğu tarafından itiraf edilirse ikrarı kabul edilir. Yani bu durumdaki bir kişinin sahabi olduğuna hukmedilir. İkrarın kabul edilebilmesi icin kişinin en gec hicri 110 tarihinde vefat etmesi gerekir. Cunku sahabe asrı hicri 110’da son bulmaktadır. Bu tarihin tesbiti, vefatından bir ay kadar once Allah Rasulu’nun (s.a.v.); “İşte bu geceyi goruyorsunuz ya, bundan sonra gececek yuz senenin başında bugun yeryuzunde olanlardan hic kimse kalmayacaktır.”[21] hadisinden hareketle belirlenmiştir.[22]
Kimlerin sahabi olduklarının tesbiti noktasında kudretli allameler tarafından bir cok calışma yapılmıştır. Bunlar icerisinde en muhim olanı, ashabın isimlerini, terceme-i hallerini ve rivayette tek kaldıkları hadisleri gosterebilmek icin mustakil olarak telif edilen “Tabakat” literaturudur. Bu sahada ilk defa mustakil eser veren kişi ise Muhammed b. İsmail Buhari (o. 256) dir. Zamanla bu alanda geniş hacimli eserler vucut bulmuştur. Halef selefin eserlerini ikmal etmiştir. Muahhar muhaddislerden İbn Abdi’l-Berr’in (o. 463) el-İstiab’ında 3500, İbn Esir’in (o. 630) “Usdu’l-Ğabe”sinde 7554, İbn Hacer Askalani’nin (o. 852) “el-İsabe”sinde ise 12279 sahabi mevcuttur. Ne ki bu rakamlar ashabın yekununa nisbetle oldukca azdır. Cunku ashabın yekunu ile alakalı 40 ila 120 bin arasında farklı rakamlar rivayet edilmektedir. Fakat Tabakat muelliflerinin gayretli calışmalarıyla Allah Rasulu’nden (s.a.v.) tek bir tane de olsa hadis rivayet eden hicbir sahabinin terceme-i hali ihmal edilmemiştir.
Hadis allameleri bin bir meşakkate goğus gerip kimin sahabi olduğunu tesbit ettiler ve eserlerinde gosterdiler. Oncelikli gayeleri ise, Retene-i Hindi (o. 632) gibi yalanda şohret bulanların hezeyanlarını, sahabi kisvesi altında Allah Rasulu’ne (s.a.v.) isnat etmelerine mani olmaktı.
ASHABIN ÂDALETİ
Hz Osman’ın şehadetiyle başlayıp Cemel, Sıffın muharebeleriyle devam eden olaylar ashabın uc farklı duruş almasına neden oldu: Hz Ali’yle birlikte olanlar, Hz Osman’ın yanında yer alanlar ve uzlete cekilip hadiselere karışmayan buyuk coğunluk. Bir tarafta yer alsın ya da almasın ashabın tamamı Ehl-i Sunnet alimlerinin icmaı ile Âdil kabul edilmiştir. Hz Osman ya da Hz. Ali safında olan sahabenin tarafgirliğin verdiği hamasi duygularla birbirlerini cerh edici ifadeler kullanmaları ise, muharebe surecinde sarf edilen fuzuli sozler bağlamında değerlendirilmelidir.
Taraf Olan Sahabilerin Âdaleti
Sıffın’da yer alan her iki tarafta bir gayeye mebni olarak saf tutmuştu. Hz Ali hadisenin cozumlenmesinin zaman alacağını biraz beklenilmesi gerektiğini soylerken, Hz. Muaviye cenahı sucluların hemen cezalandırılmasını talep ediyordu. Her iki tarafta zahirde birtakım delillere dayanmaktaydı. Farklı mulahazalar hadisenin cozumunde iki muctehidin birbirine zıt hukumlere ulaşmalarına neden oldu. Fakat, her ikisi de ictihat etmişti. İctihadında isabet edemeyene de bir sevap verildiğine gore Hz Muaviye ya da onun tarafında yer alan ashabı tenkit etmek, onların rivayet ettiği hadislere itibar etmemek, daha da ileri giderek “Bu hadiseler taraf olan ashabın adalet sıfatını ortadan kaldırmıştır.” demek, insaftan yoksun bir yaklaşım olur.
İctihadı gereği karşısında yer alanları “baği” olarak goren ve bu yuzden onlara karşı guc kullanmak zorunda kalan sahabi ile ictihad zarfı icerisinde Kur’an ve Sunnet’i hevasına gore tevil eden anlayışı bir gormek ve netice itibariyle her ikisine de aynı hukmu vermek ucmadaki muşterekliğinden dolayı kartalla sineği aynileştirmek gibi olur.
Hz. Muaviye ya da Hz. Ali’den hangisinin tarafında yer alırsa alsın Ehl-i Sunnet alimlerinin Kur’an ve Sunnet’in tevsiki ile adil kabul ettikleri ashabı Efendimiz’den (s.a.v.) rivayet ettikleri hadisler uzerinde tahrif, tağyir veya benzeri bir tasarrufta bulunmakla itham etmek en basitinden Kur’an’ı anlamamaktır. Ayrıca Allah ve Rasulu’nun (s.a.v.) kesin bir dille adil olduklarına işaret ettiği ashabın adaletini sorgulamak ne kadar yanlışsa onların bu nevi makalelerle adalet vasfını kazanacaklarını duşunmek de o kadar hata olur. Bu babtaki butun calışmalar mevcut doğruyu daha yuksek bir tizden duyurmaktan ibarettir. Bir anlamda buyuk bir şohret icerisinde mechulu yaşayan hakikatin perdesini kaldırmaktır.
Kur’an “Sahabe Adildir” Diyor
Sahabe kadrosuna dahil herkes mutlak manada adildir. Yalan ya da yanlış onların hayatında ne bin ne de bir şubesiyle vardır. Hayatları Allah Teala’nın rızasına ayarlı ve de o rıza ile cepecevre kuşatılmıştır. Boyle bir bunyeye harici unsurların girmesi ne mumkun. Hudeybiye’de “Semre” ağacının altında akdedilen “Rıdvan Biatı” Rıza-i İlahi’nin tahakkuk ettiğini bizzat bildirmektedir: “Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, mu’minlerden razı olmuştur.”[23] O’nun razı olduklarına yalan isnat edilir mi ya da yalanla hemhal olan birisinden Cenab-ı Hakk’ın razı olması duşunulebilir mi? Kureyş’e karşı olunceye kadar savaşacaklarına yemin eden nurdan kadronun ilahi beraatıdır bu ayet.
Allah Rasulu (s.a.v.) buyuruyor ki; “Bedir ve Hudeybiye’ye tanıklık edenlerden hic birisi Cehenneme girmeyecektir.”[24] Şia’nın ta’n ettiği Hz. Ebu Bekir’den Hz. Omer’e, Hz. Zubeyir’den Hz. Talha’ya tam bin dort yuz sahabi var Hudeybiye’de…
“İşte boylece sizin insanlar uzerinde şahitler olmanız, Rasul’un (s.a.v.) de sizin uzerinizde bir şahit olması icin sizi orta (dengeli) bir ummet kıldı.”[25] Allah Rasulu’nun (s.a.v.) ashabı soz, amel ve iradede milletlerin en hayırlısı ve adilidir. Bu yuzden kıyamet gunu peygamberler lehine onların ummetlerine karşı şahit olmayı hak etmişlerdir.[26] Eğer adil olmasalar, adaleti kuşanmasalardı Cenab-ı Hakk onları diğer ummetlere karşı şahitler yapmazdı.
“Siz, insanların iyiliği icin ortaya cıkarılmış en hayırlı ummetsiniz; iyiliği emreder, kotulukten men eder ve Allah’a inanırsınız.”[27] Muminlere ait bu hitaba sahabe herkesten daha cok layıktır. Cunku iyilikleri emredip kotuluklerden men ettikleri bedihi bir hakikattir.
“(İslam’a girme hususunda) one gecen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara guzellikte tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, icinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu buyuk kurtuluştur.”[28] Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ve bu rızanın gereği olarak cenneti hazırladığı Ashab-ı Kiram’ın adaletini sorgulamak, Kur’an’ın beyanına itibar etmemek anlamına gelir. Hangi mumin boyle bir ameliyeye curet edebilir?! Ya da İslami hassasiyet boyle bir ameliyenin neresinde duracaktır.
“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gercek muminler onlardır. Onlar icin mağfiret ve bol rızık vardır.”[29] Cenab-ı Hakk hicret ve dinine yardım ederek imanlarını ispat eden ashabı cennetle mujdeleyerek imanlarını onayladığını belirtmiştir.[30]
“Allah uğrunda O’na yaraşacak şekilde cihad edin. Sizi O secti; din hususunda uzerinize hicbir zorluk yuklemedi; babanız İbrahim’in dininde (olduğu gibi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız icin, O, gerek bundan onceki kitaplarda gerekse bu (Kur’an’da) size muslumanlar adını verdi.”[31]? Allah TeÂla ashabı, uğrunda cihad etmek icin secti. Rasullerden sonra insanlık tarihinin en faziletlileri oldular. Allah’ı tek mabud olarak tanıdılar. Dilleri, kalpleri, aşkları, iradeleri hasılı topyekun mevcudiyetleriyle O’na yaklaştılar. Allah Onları kul, dost ve sevgili edindiği gibi onlar da Allah’ı butun mevcudata tercih ettiler. Aşırı sevgi ve merhametinden dolayı Allah onlara dinde hicbir zorluk cıkarmadı.[32]
Hakkı yuceltmeleri icin secilen ashabın adaletini tartışmaya acmak -haşa- Cenab-ı Hakk’ın secimde isabet edemediğini gosterir ki, boyle bir yaklaşımın temelinde Kur’ani bakışa itiraz vardır.
(Rasulum!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın.”[33] Onlar butun mevcudiyetleriyle Allah Rasulu’ne (s.a.v.) uydular, Onunla hicret ettiler, yan yana durup duşmana karşı savaştılar, Semre ağacının altında O’na (s.a.v.) biat ettiler. Ne, nasıl yapılması gerekiyorsa oyle yaptılar. Hz Rasulullah’a ittiba etmelerinin karşılığında Allah TeÂla’nın sevgisiyle mukafatlandırıldılar. Madem mumin Allah’ın sevdiğini sevmek, buğzettiğine de nefret etmekle memurdur peki nicin ashaba ta’n edilir. Allah Rasulu (s.a.v.) buyuruyor ki; “İmanın alemeti Ensar’ı sevmek; nifakın ki ise O’na buğz etmektir.”[34] Bu hadis ashabın ileri gelenleri dahil tamamı hakkında gecerlidir.[35] Buna gore ashabı istisnasız sevmek mahza imandan, buğzetmek ise mahza nifaktan kaynaklanmaktadır.
Ez cumle Kur’an diyor ki ashab adildir. Sonraki kuşakların onları ta’dil etme ameliyelerine muhtac değillerdir. Bu noktada yapılan butun calışmalar bir manada sahih mirasın tekrarından ibarettir. Bununla birlikte soz konusu ayetler nazil olmamış olsaydı yine de onların Allah yolunda yaptıkları cihat, İslam’ın değerlerini yuceltebilmek icin can ve mallarını seferber etme hasletleri, anadan yardan gececek derecede teslimiyetleri, adaletlerine delalet etmeye yeterdi.
Allah Rasulu Ashabın Âdaletine Şehadet Ediyor
Bazı durumlar vardır ki kişilere harikulade değer yuklerler. İslam’ın başlangıcı itibariyle meseleye baktığınızda ashabın Hicret’te, Bedir’de Uhut’ta, Hendek’te ifa ettiği vazife olağanustudur. İslam’a karşı olan pazarlıksız imanları kufrun safında yer alan babalarıyla bile vuruşmalarına neden olmuştur. Hadisenin bu boyutunu da dikkate alarak konuşan Allah Rasulu (s.a.v.), butun zamanların en hayırlı kuşağının ashabı olduğunu belirtmiştir.[36] Hadisin, mutlak olması hayırla alakalı butun konularda ashabın en onde olduğuna işaret etmektedir.
Ashabın ustunluğune işaret eden hadislerin cokluğu, muhaddisleri, eserlerini tedvin ederken “ashabın faziletleri” adını taşıyan ust başlıklar oluşturmaya sevketmiştir. Bu noktada ki hadislerin cokluğuna aldırmadan ısrarla ashaba ta’n etmeye devam edenlerin dikkatini cekebilmek icin de “ashaba sovmenin haram oluşu”nu muhtevi daha hususi başlıklar acmışlardır. O hadislerden birinde Allah Rasulu (s.a.v.) buyuruyor ki; “Ashabıma sovmeyiniz. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki herhangi biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse onlardan birinin bir mudd, hatta yarım mudd sadakasına dahi yetişemez.”[37]
Abdullah b. Muğaffel el-Muzeni rivayet ediyor: “Allah Rasulu (s.a.v.) buyurdular ki; ‘Sakın sakın! Ashabım aleyhinde bulunmayınız. Onları hedef secmeyiniz. Kim onları severse bana olan muhabbeti dolayısıyla sever. Kim de buğz ederse bana olan buğzu sebebiyle onlardan nefret eder. Kim onlara eza ederse bana eza etmiş olur. Kim bana eza ederse Allah’a eza etmiş olur. Her kim de Allah’a eza ederse cok surmez Allah onun belasını verir.”’[38]
Allah Rasulu (s.a.v.) “Semre” ağacının altında kendisine biat edenleri kastederek buyurdular ki; “Ağacın altında biat edenlerden hic kimse Cehenneme girmeyecektir.”[39] Efendimiz’in (s.a.v.) Semre ağacı altında biat edenleri Ehli Cennet olarak nitelemesi, onların adaletlerini de tevsik ettiği anlamına gelir. Peygamber tezkiyesine muhatap olmak madem sıradan bir hadise değildir o takdirde ashabın adaleti beşerin ulaşabileceği en ust derecededir.
Adil oldukları bizzat Hz. Rasulullah (s.a.v.) tarafından beyan edilen ashabın yalan ya da yanlış rivayetleri Efendimiz’e (s.a.v.) isnat etmeleri nasıl duşunulebilir?! Bir tarafta soylemediklerini Peygambere isnat edenlerin cehennemlik olduklarını bildiren hadis[40], diğer tarafta ise sahabeye dunyada iken cenneti mujdeleyen rivayet. Celişki Efendimiz’in (s.a.v.) sozlerinde olmadığına gore bu derin hatayı kim tashih edecek?!
İslam, ashabın ruhuna silinmez izler kazıdı. Butun varlıklarıyla Onun ilkelerine yapıştılar. Adalet, her bir ferdin vicdanında muhkem kaleler imar etti. Oyle ki; insan olarak nefislerine yenik duşup, buyuk gunaha irtikap ettiklerinde huzur-u Nebi’ye (s.a.v.) gelip durumlarını itiraf eder, ısrarla hadd cezasının tatbikini isterlerdi; “Bizi temizle ya Rasulellah (s.a.v.) ” derlerdi.[41] Sonunda olum de olsa tevbeye koşarlardı. Boyle bir sirete sahip olanların Allah Rasulu’ne (s.a.v.) yalan isnat etmeleri; sonra da o yalanı hakikat niyetine rivayet etmeleri ne mumkun!
Bir Cağdaş Mufessirin Sahabe Telakkisinin Tenkidi
Modern cağın yaraladığı zihinlerin idrak etmede zorlandığı en ciddi hususlardan biri de sahabenin adaletidir. Mesela sahih İslam mirasını anlama noktasında ciddi sorunlar yaşayan Suleyman Ateş Hoca sahabenin adaletine batılılarla ayniyet arz eden bir zaviyeden bakmaktadır: “…Ashabı tenkitten korumak icin bazı hadisler zikredilir. ‘Ashabıma sovmeyin’…”; yahut; “Ashabım konusunda Allah’tan korkun, benden sonra onları taşlama hedefi yapmayın, Onları seven beni sevdiği icin sevmiştir…” gibi hadislerin Dort Halife devrinden sonra cıkan bolunmeler yuzunden, her fırkanın kendi goruşune ters gorduğu sahabilere karşı yonelttikleri hucumları onlemek amacıyla soylenmiş, sonraki devirlerin urunleri olan sozler oldukları anlaşılmaktadır. Ashabın derecesine kimsenin ulaşamayacağına dair bir hukum yoktur. İnsanın Allah katındaki derecesini yalnız Allah bilir.”[42]
İslami İlimler adına ciltlerle eser telif eden bir hoca herhangi bir hadisin kim tarafından, nerede ve nasıl rivayet edildiğine bakmadan ucuz ifadelerle reddi yonunde kanaat belirtebilmektedir. HÂdisenin bu boyuta gelmesinden -şuphe tohumlarını yaymaya kendilerini memur telakki eden- oryantalistler bile rahatsızlık hissetmektedir. Nitekim Louis Massignon şu nevi bir serzenişte bulunmaktadır; “Muslumanların her şeylerini tahrip ettik. Fesefeleri, dinleri mahvoldu, artık hicbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa duştuler…”[43] Her tarafı kaskatı şuphe bulutları istila etmiştir.
“Ashabıma sovmeyin…” hadisini Buhari, Muslim, Ebû Davud ve Tirmizi gibi hadis allamelerinin rivayet etmesi Ateş icin hicbir onem arz etmemektedir. Cunku oryantalizmin aşıladığı şuphe O’nu oylesine derinden sarsmıştır ki; en muteber eserleri dahi menkıbe kitaplarıyla eşdeğer gormekte ve bu yuzden reddettiği hadislerin senetlerine bakma ihtiyacı hissetmemektedir. Ashabın fazileti noktasında telif edilen eserlerde en fazla kullanılan rivayetlerden biri olan “Ashabıma sovmeyiniz…” hadisiyle alakalı Kettani, “Bu; mana itibariyle mutevatir”dir[44] demektedir. Mutevatir bir hadise inanmak ise zarurat-i diniyyedendir.
Netİce
Sahabe, tebliğden once temsil etti, yaşadıklarını rivayet etti. Halleriyle konuştular. “Saadet Asrını”, hususi renkleriyle bozmadan sonraki zamanlara taşıdılar. İnsanlar Allah Rasulu’nu (s.a.v.) onlar vesilesiyle tanıdı. Fıkıh, Tefsir, Kelam… sahabenin rivayet ettiği Kur’an ve Sunnet’ten neşet etti. Allah Rasulu’nun (s.a.v.) talebeleri addedilmeleri ve medeniyetin taşıyıcıları olmaları adaletlerinin araştırılmadan kabul edilmesine gerekce oldu. Eğer rivayetlerini kabul etme noktasında tereddut olsaydı, İslam “Saadet Asrı” ile sınırlandırılmış, sonraki yıllara taşınmamış olurdu.
Ebu Zur’a er-Razi diyor ki: “Allah Rasulu’nun (s.a.v.) ashabından herhangi birine kem gozle bakan bir adam gorduğunde anla ki o zındıktır. Zira Rasul haktır. Kur’an haktır. Rasul’un getirdiği de haktır. Bunların tamamını bize ileten ise ashaptır. İşte bu zındıklar Kur’an ve Sunnet’i gecersiz kılabilmek icin şahitlerimizi cerh etmek istiyorlar. Gercekte ise sapık olduklarından dolayı cerh edilmek onlara yaraşır.”[45]
İslam’ı ideolojik okuma hastalığına mubtela olanlar tarih boyu Peygamberi reddetmeye cesaret edemediklerinden sahabeye yonelmişlerdir. Nitekim İslam duşunce tarihine bakıldığında sahabeyi en sert tenkit edenlerin başında Sunnet ve Cemaat anlayışına muhalif mezhep ya da kişiler gelmektedir. Mu’tezili Nazzam’ın Hz. Omer’in imanını sorgulaması, Ebu Hureyre’yi yalancılıkla itham etmesi, Şia’nın on kadar sahabi dışında ilk kuşak muslumanların neredeyse tamamını irtidat etmekle itham etmesi, bu babta akla gelen ilk hususlardandır. Ehl-i Sunnet karşıtları savundukları goruşlere, Peygamber’den rivayet ettikleri hadislerle karşı duran sahabeyi ta’n ederek onlerini acmaya calışmışlardır. İslam ile alakalı her meseleyi “yeniden” ele almayı asıl dava kabul eden modernistler onunde de hala en buyuk engel sahabedir.
Sahabenin cerh edilmesi, İslami literaturde tashihi gayri kabil oylesine buyuk gedikler acacaktır ki, sağlam senetlerle rivayet edilen bir cok hadis reddedilecek, onlar uzerine bina edilen Fıkıh, Kelam gibi İslami disiplinler arşive kaldırılacaktır.
***************************
Cemel, Sıffın gibi hÂdiseler icerisinde yer almış ya da uzlete cekilmiş olsun Ashabın tamamı adildir. Bu hususta icma vardır.[46] Ummetin muhaddisinden mufessirine, mutekellimininden fukahasına butun alimlerin adil olduklarına icma ettikleri ashap hakkında Harici, Rafizi, Mu’tezili kimliğe sahip fırka mensuplarının cerh edici ifadeler kullanmaları ilmi olmaktan fevkalede uzaktır.
Şayet Kur’an ve Sunnet’in sahabenin adaletine dair kat’i beyanları olmamış olsaydı yine de onları ta’dil etmek gerekirdi. Cunku hicretleri, cihatları, Allah yolunda mal ve canlarını feda etmeleri, kalplerindeki itminanın muazzam derinliği, adaletlerinin kemaline işaret etmektedir.
Allah sahabeden; sahabe de Allah’tan razı olmuş, İlahi rızaya muhatap olmaları doğruluklarına, doğrulukları da sunneti olduğu gibi rivayet ettiklerine tanıklık etmekte. HÂdise bu iken insanlardan ashabı ta’dil etmelerini talep etmek fuzuli bir ameliye olur. Zira Allah ve Rasulu’nun (s.a.v.) tezkiyesinden sonra soylenecek her soz zaittir. Ulema cephesinden gelen mutaalalar ise nakledilenleri beşer idrakiyle teyitten ibarettir. Bu makalede, bu cercevede telakki edilmelidir.
Sahabe ile hesaplaşan fırkaların bir coğu bu gun sadece mezhep tarihi kitaplarında yaşamaktadır. Musteşriklerin yoğun baskısı altında şekillenen modernistlerin akibeti de seleflerinden farklı olmayacaktır. Allah ve Rasulu’nun (s.a.v.) ta’dil ettiği, Kur’an ve Sunnet’i sonraki kuşaklara tebliğ etme gorevini verdiği sahabe ise manevi şahsiyetler olarak sonsuza kadar konuşmaya devam edecektir.
Haşiye
Muhammed Abduh’un Melek Tasavvurunun Tenkİdİ
İstitrat kabilinden konuyla alakalı bir hususun beyanını zaruri goruyorum. Modern İslam Duşuncesi’nin uc atlısından ortancası olan Muhammed Abduh, meleklerin sahabi olup-olmaması bahsini farklı bir mecraya cekerek meleklerin varlık sahibi olmalarını reddetmektedir. Ona gore melekler ve şeytanlar insanların ruhlarına ulaşan soyut varlıklardır. Dolayısıyla cismani suretlere burunmeleri mumkun değildir. Eğer boyle olsaydı insanlar onların varlıklarını hisseder ve nerede yaşadıklarını tespite imkan bulurlardı.[47]
Abduh, bu te’viliyle meleklerin varlığını insanların anlayış seviyelerine indirgediğini duşunmektedir. Nitekim talebesi Reşid Rıza, Hocasının te’villerinin bir cok insanın hidayetine vesile olduğunu iddia etmektedir.[48] Ne var ki hic kimse birilerinin hidayetine delalet etmek icin İslam’ın sarahaten beyan ettiği hususları te’vil yoluyla inkar etme hakkına sahip değildir. Sonra ayetlerin yanlış te’vili munkirin hidayetine değil, onları yanlış te’vil eden muminin inkarına neden olur.
Gayb aleminde olan ve olmaya devam eden nice hÂdiseler vardır ki insan, aklıyla onların hakikatine ulaşmaktan acizdir. Bu acziyete rağmen onlar vardır ve varlıklarının isbatı inkari hicbir te’vile muhtac değildir. Yani kore renk gosterme gayreti nafile bir uğraştır. Zira kor inkar etse de renkler vardırlar.
Abduh’un goremediği ve bu yuzden varlıklarını insanların ruhlarına ulaşan ilhamlar olarak te’vil ettiği melekleri gorenler var: Makalede de nakledildiği gibi Allah Rasulu (s.a.v.) Cebrail’i asıl suretinde iki defa gormuştur. A’rabi şeklinde peygamber meclisine gelen meleğe tanıklık eden bir cok sahabi mevcut.[49]
Hz Musa’ya “Biz Allah’ı acıkca gormeden sana inanmayız.”[50] diyen Yahudilerle bu gun paralel duşunen milyonlarca ateist var diye muslumanların İslam’ın menfaati adına Cenab-ı Hakk’ı, O’nun varlığına halel getirecek ifadelerle anlatmaları masumane bir ameliye olarak gorulebilir mi?! Boyle bir ameliye icerisinde olanların kufre girdiklerini soyleyenler, aynı cevabı benzer kararlılıkla arza mecburdurlar.
Tarih boyu mucerret aklın talepleri bitip-tukenmemiştir. Her millet, iman etmek icin farklı taleplerde bulunmuştur. Peygamberlere kabili ne mumkun tekliflerle gelmişlerdir. “Onlar, ’Sen dediler, bizim icin yerden bir kaynak fışkırtmadıkca sana asla inanmayacağız. Veya, senin bir hurma bahcen ve uzum bağın olmalı; oyle ki, iclerinden gurul gurul ırmaklar akmalı. Yahut iddia ettiğin gibi, uzerimize gokten parcalar yağdırmalısın veya Allah’ı ve melekleri (soylediklerinin doğruluğuna) şahit getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da goğe cıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin surece (goğe) cıktığına da asla inanmayacağız. De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben sadece beşer bir elciyim.”[51]
Muşriklerin talepleri “mutlak hakikat”in sunum şekline etki edememiş, her şeye rağmen peygamberler hakikati insanlara gore değil, insanları hakikate gore değerlendirmeye devam etmişlerdir. Bu yuzden hakim ideolojiler tarafından anlaşılamamakla itham edilmişlerdir[52]
Meleklerin var oluşları Kur’an Sunnet ve icma ile sabittir. Buna rağmen inkarda ısrar etmek ya da kabulu ne mumkun te’villerde bulunmak imanı sarsar. Sarsıntının ne derece olduğu ise yarın mahşerde zahir olacaktır.
Halit İSTANBULLU
--------------------------------------------------------
[1] Ali b. Muhammed b. el-Kari, Şerh-u Şerhi Nuhbeti’l-Fiker, (tah. Abdu’l-Fettah Ebu Ğudde), Daru’l-Erkam, Beyrut, ty., s. 576.
[2] İzzuddin İbn Esir Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Cezeri, Usdu’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, (Mukaddime), Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, ty., I, 11.
[3] Ali el-Kari, a.g.e., s. 576.
[4] Ali el-Kari, a.g.e., s. 576.
[5] Bkz. Ali el-Kari, a.g.e., s. 548-579.
[6] İsmail Lutfi Cakan, Hadis Usûlu, İfav, İstanbul, ty., s. 81.
[7] İbn Esir, a.g.e., I, 10.
[8] Ahmed b. Ali b. Hacer b. Askalani, el-İsabe fî Temyizi’s-Sahabe, (Mukaddime), Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, I, 10.
[9] Kur’an, Zariyat(51): 56.
[10] Anne karnında ortulmesinden dolayı dol suyuna “cenin”, birbirini orten ağaclarının cokluğundan dolayı ebedi kurtuluş yurduna “Cennet”, goğsun orttuğu kalbe “cenan”, aklı ortulene “mecnun” denir. Gozleri perdeli olduklarından dolayı meleklere de “cinne” adı verilmiştir. Cinlere bu adın verilmesi ise, gozlerden gizlendikleri ve gorulmediklerinden dolayıdır. Bkz. Abdulkerim Nevfan, Âlemu’l-Cinn fi Davi’l-Kitabi ve’s-Sunne, Riyad, 1999, s.11-58.
[11] Kur’an, Ahkaf(46): 29-30-31.
[12] Şemsuddin Ebu Abdillah Muhammed İbn Kayyım el-Cevzi, Tariku’l-Hicreteyn ve Babu’s-SaÂdeteyn, el- Matbaatu’s-Selefiyye, Kahire, 1394, s. 421.
[13] Kur’an, Cin(72): 2.
[14] Kur’an, (Furkan(25): 1.
[15] İbn Hacer, İsabe, I, 11.
[16] Kur’an, Muddessir(74): 2.
[17] İbn Hacer, İsabe, I, 14.
[18] Mustafa Oz, Turkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, ”Ahmet Han” Maddesi, İstanbul, 1989, II, 74.
[19] Oz, a.g.m., II, 74.
[20] Muhammed el-Behiy, Min Mefahîmi’l-Kur’an fi’l-Akideti ve’s-Suluk, Matbaatu’l-İstiklali’l-Kubra, Kahire, 1973, s.133.
[21] Muslim, 44/FedÂilu’s-Sahabe, 53 (IV, 1965, H. no: 2537); Tirmizî, 34/Fiten, 64 ( IV, H. No: 2251).
[22] Efendimiz (s.a.v.) hicri 11’de vefat ettiler. Bu tarih uzerine yuz eklendiğinde hicri 110’a ulaşılır ki, bu da sahabe devrinin sonudur. Bu yuzden hicri 110’dan sonra yapılan ikrarlara itibar edilmemiştir. Bkz. İbn Hacer, İsabe., I, 15; Ahmed Naim, Sahih-i Buhari Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, D.İ.B.Y., I, 16-17.
[23] Kur’an, Fetih(48): 18.
[24] İbn Hacer, Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, Dar-u İhyai’t-Turasi’l-Arabi , Beyrut, 1988, I, 159.
[25] Kur’an, Bakara(2):143.
[26] İbn Hacer, İsabe, I, 18.
[27] Kur’an, Al-i İmran(3): 110.
[28] Kur’an, Tevbe(9): 100.
[29] Kur’an, Enfal(8): 74.
[30] Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed Kurtubi, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000, VIII, 38.
[31] Kur’an, Hac(22): 78.
[32] İbn Kayyım, İ’lamu’l-Muvakki’în an Rabbi’l-Alemin, Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, 1996, IV, 116.
[33] Kur’an, Al-i İmran(3): 30.
[34] Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud el-Ayni, Umdetu’l-KÂri Şerh-u Sahihi’l-BuhÂri, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2001, I, 244.
[35] Ayni, a.g.e., I, 246.
[36] Buhari, Fedail-u Ashabi’n-Nebi, 5; Muslim, Fedailu’s-Sahabe, 221-222.
[37] Ayni, a.g.e., 62/Kitab-u Fedaili’s-Sahabe, 5, (H No: 3673); Muslim, 44/Kitab-u Fedaili’s-Sahabe, 54, (H No: 2541); Tirmizi; Tirmizi, 50/Kitabu’l-Menakib, 58, (V, 462, H. No: 3887).
[38]Tirmizi, 50/Kitabu’l-Menakib, 58, (V, 463, H. No: 3888); Ahmed, Musned, IV, 86.
[39] Tirmizi, 50/Kitabu’l-Menakib, 57, (V, 462, H. No: 3886).
[40] Ayni, a.g.e., II, 227.
[41] İbn Hacer, İsabe, I, 21.
[42] Suleyman Ateş, Yuce Kur’an’ın Cağdaş Tefsiri, İstanbul, 1988, IV, 134.
[43] Edvard Said, Oryantalizm, (ter. Selahattin Ayaz), Pınar Yayınları, İstanbul, 1999.
[44] Ebu Abdillah Muhammed b. Cafer, Nazmu’l-MutenÂsir mine’l-Hadisi’l-Mutevatir, Daru’l-Kutubi’s-Selefiyye, Kahire, ty., s.199.
[45] İbn Esir, a.g.e., I, 23.
[46] İbn Hacer, İsabe, I, 25.
[47] Reşit Rıza, Tefsiru’l-Menar, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, I, 267 - 273.
[48] Reşid Rıza, a.g.e., I, 269.
[49] Abdulkerim Nevfan, Alemu’l-Cin fî Davi’l-Kitabi ve’s-Sunne, Dar-u İşbilya, Riyad, 1999, s.122.
[50] Kur’an, Bakara(2): 55.
[51] Kur’an, İsra(17): 90-93.
[52] Kur’an, Hud(11): 91.
KAYNAK: Sadabat.net
Yeni paylaşımlarda buluşmak dileğiyle...
[IMG]http://img322.**************/img322/7687/destek2ba9.gif[/IMG]
__________________
Butun Zamanların En Hayırlı Kuşağı: Sahabe
Dini Bilgiler0 Mesaj
●15 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Butun Zamanların En Hayırlı Kuşağı: Sahabe