CenĂ‚b-ı Hakk’a kulluğun tezĂ‚huru olan butun ibadetler, rûha verilen ayrı ayrı vitaminler mesĂ‚besindedir. Her ibadetten almamız gereken hikmetler, dersler ve ahlĂ‚kî kıymetler bulunmaktadır. İbadetlerimizin makbûliyetinin alĂ‚meti de bunlardır.
İlk farz kılınan ibadet; dînin direği olan namazdır. Namaz; kendini ilĂ‚hî huzurda bilme, her dĂ‚im bizimle olan Rabbimiz’le kalben buluşma, secdelerle O’na olan yakınlığı artırmadır.
Namazdan sonra oruc farz kılındı. Oruc, belli bir sureliğine yeme-icmeyi bırakmaktan ibaret değildir. Zira oruc, mideye ilĂ‚veten butun uzuvların, bilhassa da gozun, kulağın ve dilin haramlardan korunmasıyla kulu “takvĂ‚” hassĂ‚siyetine erdirmeyi hedefleyen şumullu bir ibadettir. Yani kula belli bir sureliğine bĂ‚zı helĂ‚lleri dahî yasaklayıp haramlardan ne kadar sakınmak gerektiğini tĂ‚lim eden bir nefis terbiyesidir. HelĂ‚lleri dahî asgarîde kullanmayı telkin eden bir riyĂ‚zat hĂ‚lidir. Acları ve muhtacları hatırlatarak, merhamet, şefkat ve comertliği geliştiren bir vicdan tekĂ‚muludur.
Oructan sonra zekĂ‚t farz kılındı. ZekĂ‚t; fakir-fukarĂ‚nın, dînen zengin sayılanların malındaki asgarî hakkıdır. Diğer infaklarla bu asgarî miktarı da aşmaya calışmak îcĂ‚b eder. Zira kulun bu fedakĂ‚rlığı, CenĂ‚b-ı Hakk’a yaklaşma iştiyĂ‚kının bir gostergesidir.
CenĂ‚b-ı Hakk’ın zekĂ‚t ve infaklardaki murĂ‚dı da; emĂ‚net olarak ihsĂ‚n ettiği butun nîmet ve imkĂ‚nlardan, kulun ne kadar fedakĂ‚rlıkta bulanabileceğini test etmektir. Yani kulun Hakk’a tevekkul, teslîmiyet, muhabbet ve şukur duygularını imtihan etmektir.
Son olarak farz kılınan hac da, diğer ibadetler gibi, ihtivĂ‚ ettiği hikmetlerin tefekkurunde derinleşerek, hassas bir gonulle îfĂ‚ edilmesi gereken muhim bir ibadettir.
Hac Hazırlığı
Haccı kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚da edĂ‚ edip onun hakîkatine erebilmek icin, daha hac yolculuğuna cıkmadan evvel, maddî-mĂ‚nevî bir hazırlık safhası gereklidir. Maddî hazırlığın en muhimi, borcları ve kul haklarını odeyip helĂ‚lleşmektir. Hac, hem bedenî hem de mĂ‚lî bir ibadet olduğundan, malı da infaklarla temizlemek îcĂ‚b eder.
Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Ey tuccar topluluğu! (Ne kadar dikkat etmeye calışsanız da) muhakkak ki alışverişe yalan ve yemin bulaşır. Bunun icin siz de ona (ihtiyaten) sadaka karıştırınız!” (Ahmed, IV, 6; Ebû DĂ‚vûd, Buyû, 1/3326)
Bu hadîs-i şerîfte, her ne kadar ticĂ‚ret ehline hitĂ‚b edilmiş olsa da, her meslek erbĂ‚bının maîşet temininde, sehven, buna benzer kusurları olabilir. Dolayısıyla, hacca gidecek mu’minlerin, oraya temiz parayla gidebilmek icin, kul haklarını odemeye ilĂ‚ve olarak, ihtiyaten, infak ve sadakalarla da servetlerini temizleyip hata ve noksanlıkları icin tevbe ve istiğfarda bulunmalarında fayda vardır. Aksi hĂ‚lde, haccın gonul feyzine erebilmek mumkun olmaz.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Kim bu Beyt’i, haram kazanctan elde ettiği parayla ziyaret ederse AllĂ‚h’a itaatten cıkmış olur. Boyle bir insan hacca niyet eder, ihrĂ‚ma burunerek bineğinin uzengisine ayağını basıp devesini hareket ettirdikten sonra; «Lebbeyk AllĂ‚humme lebbeyk» derse, semĂ‚dan bir munĂ‚dî şoyle seslenir:
«Sana, ne lebbeyk ne de sa‘deyk! Cunku senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır. Hicbir sevap almadan, gunahkĂ‚r olarak don! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı uzul!..»” (Heysemî, III, 209-210)
Bunun icin, borc varsa odenmeli, kul hakkı varsa helĂ‚llik alınmalı, fakirin servetteki hakkı olan zekĂ‚t, hak sahiplerine teslim edilmelidir.
Bu maddî hazırlıktan sonra, mĂ‚nevî hazırlık safhası gelir ki, o da gonlu bu mukaddes yolculuğa hazırlamaktır.
BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî Hazretleri’nin Hicaz’a giderken yaşadığı hikmet dolu bir hĂ‚diseyi, MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri şoyle nakleder:
“BĂ‚yezîd, hac icin yola cıktığı vakit, bir pîr-i fĂ‚nî gordu ki, onda velîlerin rûhĂ‚niyeti vardı. Gozleri dunyaya Ă‚mĂ‚, kalbi ise Guneş gibi aydınlıktı. BĂ‚yezîd, o pîrin karşısına oturdu. Pîr ona:
«–Ey BĂ‚yezîd! Nereye gidiyorsun?..» diye sordu. BĂ‚yezîd de:
«–Hacca gitmek niyetindeyim; iki yuz dirhem de param var…» dedi. Pîr, BĂ‚yezîd’e dedi ki:
«–Ey BĂ‚yezîd! O dunyalığın bir kısmını Allah yolundaki muhtaclara, gariplere, bîcĂ‚relere dağıt! Onların gonullerine gir ve duĂ‚larını al ki; rûhunun ufku acılsın! Boylece ilk olarak gonlune haccettir! Ondan sonra rakik bir gonulle o nĂ‚zik hac yolculuğuna devam et!..
Cunku KĂ‚be, AllĂ‚h’ın hĂ‚ne-i birridir. Yani ziyareti farz ve sevĂ‚ba vesîle olan bir beyttir. LĂ‚kin insan kalbi, bir sır hazinesidir.
Eğer sende basîret varsa, once gonul KĂ‚be’sini tavaf et!.. Taş ve topraktan yapılmış sandığın KĂ‚be’nin asıl mĂ‚nĂ‚sı gonuldur.
CenĂ‚b-ı Hak, gorunen, bilinen sûret KĂ‚be’sini tavĂ‚f etmeyi, kirlerinden arınmış bir kalbe sahip olasın diye sana farz kılmıştır.
Şunu iyi bil ki, sen AllĂ‚h’ın nazargĂ‚hı olan bir gonlu incitir, kırarsan, KĂ‚be’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevap, gonul kırmanın gunĂ‚hını dengeleyemez.
Sen varını-yoğunu, malını-mulkunu ver de bir gonul yap! Kazandığın o gonul, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!..
AllĂ‚h’ın huzûruna altın dolu binlerce kese gotursen, CenĂ‚b-ı Hak:
«Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gonul getir! Cunku altın-gumuş Biz’im icin bir şey değildir. Eğer Biz’i ve rızĂ‚mızı istiyorsan, bunun ancak bir gonul kazanmaya bağlı olduğunu unutma!..» buyurur. Hakk’ın nûrunun insandaki tecellîsini gormek icin kalp gozun iyice acılsın!..»
BĂ‚yezîd, pîrin bu nuktelerini kavradı. Buyuk bir vecd icinde hac yolculuğuna devam etti.”
Duşunmeliyiz ki, bu fĂ‚nî cihanda hepimiz ebediyet yolcusuyuz. Ecel senedinin vĂ‚desi ne zaman dolacak, mechul. O hĂ‚lde, nasıl ki hac yolculuğu icin maddî-mĂ‚nevî hazırlık yapmak gerekiyorsa, kabir ve Ă‚hiret yolculuğu icin de her an hazırlıklı olmamız elzemdir.
NazargĂ‚h-ı İlĂ‚hî
Tasavvufî eserlerde gonlun KĂ‚be’ye teşbîhine sıkca rastlanır. Bu durum, mahlûkĂ‚tın en şereflisi ve kĂ‚inĂ‚tın gozbebeği olarak yaratılan insandaki kalbin, kĂ‚inĂ‚t icinde KĂ‚be’nin mevkiine benzemesinden dolayıdır. Gercekten, her ikisi de tecellîgĂ‚h-ı ilĂ‚hî olmak yonunden merkezî bir durumdadır.
Yeryuzundeki en muhim nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî KĂ‚be olduğu gibi, mĂ‚sivĂ‚dan arınıp mĂ‚rifetullah tecellîlerine mazhar olmuş selîm kalpler de nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hîdir. Tavafta bu iki nazargĂ‚h, bir olmaktadır.
Nitekim Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, KĂ‚be’yi tavaf ederken şoyle buyurduğu nakledilir:
“(Ey KĂ‚be!) Sen ne guzelsin ve kokun da ne guzel! Sen ne yucesin ve hurmetin de ne yuce! Ama canım elinde olan AllĂ‚h’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, kanıyla mu’minin hurmeti senin hurmetinden daha buyuktur!..” (İbn-i MĂ‚ce, Fiten, 2)
Demek ki nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî olan selîm bir kalp, KĂ‚be gibi hurmete lĂ‚yıktır. Kalplerinin takvĂ‚da seviye kazanması icin KĂ‚be’ye gidenler, bunun ilk şartının, mu’min kardeşinin kalbini kırmamak olduğunu iyi bilmelidirler. Zira bir mu’minin kalbini kırmak, KĂ‚be’yi yıkmak gibi ağır bir curum sayılmıştır.
Yûnus Emre Hazretleri ne guzel soyler:
Ak sakallı pîr hoca,
Bilemez hÂli nice,
Emek yimesun hacca,
Bir gonul yıkar ise…
Gonul kırmak, bu kadar ağır bir curum olduğu gibi, kırık bir gonlu tesellî etmek de, KĂ‚be’yi tavĂ‚f etmek gibi fazîletli gorulmuştur.
Nitekim Molla CĂ‚mî buyurur:
“Gonul al! (Cunku gonul almak) hacc-ı ekberdir.
Bir gonul, binlerce KĂ‚beʼden daha iyidir.
KĂ‚be, Âzeroğlu İbrahim’in yaptığı binĂ‚dır.
Gonul ise, Celîl ve Ekber olan AllĂ‚h’ın nazargĂ‚hıdır.”
Hacc-ı Ekber SevĂ‚bı
NazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî olan gonulleri arayıp bulmak, onları dertlerinden kurtarıp ferahlatmak, yeri gelir, ilĂ‚hî rahmeti o kadar celbeder ki kulun ebedî kurtuluşuna medĂ‚r olur. Zira kulu CenĂ‚b-ı Hakk’ın rızĂ‚sına nĂ‚il edecek vesîleler, -meşhur tĂ‚biriyle- mahlûkĂ‚tın nefesleri adedince coktur. Muhim olan, her dĂ‚im Hakk’a vuslat arayışı icinde bulunabilmektir.
MevlÂn Hazretleri der ki:
“Hacca gidenler, orada KĂ‚be’nin sahibini arasınlar. O’nu bulduktan sonra KĂ‚be’yi her yerde bulabilirler.”
Bu bakımdan, Allah ile beraberliğin gonul feyzi icinde yaşayan bir mu’min, her zaman ve mekĂ‚nda hacc-ı ekber sevabının kazanılabileceğini hatırından cıkarmaz. CenĂ‚b-ı Hakk’ın hangi amel hurmetine kulundan rĂ‚zı olacağı belli olmadığından, karşısına cıkan hicbir hayır fırsatını kacırmama firĂ‚setiyle hareket eder. Bilhassa CenĂ‚b-ı Hakk’ın husûsî nazarlarına mazhar olan mahzun ve mağmum gonullere dermĂ‚n olmaya calışmanın, rızĂ‚-yı ilĂ‚hîyi tahsîlin en guzel yollarından biri olduğu şuuruyla yaşar.
Şu hĂ‚dise, bunun ne guzel bir misĂ‚lidir:
Tabiîn neslinden, Ă‚lim, muhaddis, Ă‚rif ve fĂ‚zıl bir zĂ‚t olan Abdullah bin MubĂ‚rek, haccı îfĂ‚ ettikten sonra, KĂ‚be-i Muazzama’da yakaza hĂ‚linde iken, semĂ‚dan iki meleğin indiğini muşĂ‚hede eder. Meleklerden biri diğerine:
“–Bu sene 600 bin kişi haccetti. Hepsinin haccı, Şam’da Ali bin Muvaffak ismindeki bir ayakkabı tamircisinin yaptığı amel hurmetine makbul oldu. Bu kişi hacca gitmeye niyet etti, lĂ‚kin gidemedi. Onun yaptığı bir amel hurmetine bu kadar huccĂ‚cın haccı kabul edildi.” der.
Abdullah bin MubĂ‚rek Hazretleri, merak ve hayret icinde kalır. Bir kervanla Şam’a gider. O zĂ‚tı bulup:
“–Sen hacca gitmediğin hĂ‚lde ne amel işledin?” diye sorar.
Ali bin Muvaffak, Abdullah bin MubĂ‚rek gibi meşhur bir zĂ‚tı karşısında gorunce once cok şaşırır. Heyecanından kendinden gecer. Kendine geldiğinde şoyle anlatır:
“–30 senedir hacca gitmeyi arzu eder dururdum. Bu maksatla 300 dirhem para biriktirdim. Hac yolculuğuna niyet ettim. HĂ‚mile olan hanımım:
«–Komşudan et kokusu geliyor; gidip benim icin bir parca et ister misin?» dedi.
Komşuma gittim. Durumu anlattım. Komşum ağladı:
«–Yedi gun oldu ki, cocuklarım actır. Yolda olu bir hayvan buldum. Ondan bir parca et kestim. Şimdi onu kaynatıp cocuklarımı avutuyorum. HelĂ‚l bir gıdĂ‚ bulamazsam, mecbûren onu yedireceğim.
İsterseniz size de vereyim. Fakat bu kaynayan et, olumle burun buruna geldikleri icin bu cocuklara helĂ‚l, size ise haramdır.» dedi.
Bunu duyunca, sanki icimden bir parca koptu. Binbir zorlukla biriktirdiğim bu 300 dirhemi ona verdim ve; «YĂ‚ Rabbi, hac niyetimi kabûl et!..» diye Rabbime ilticĂ‚ ettim.”
Bunları dinleyen Abdullah bin MubĂ‚rek Hazretleri:
“–Rabbim bana doğruyu bildirmiş!” buyurur.
Dolayısıyla mu’min, mahzun bir din kardeşinin huznunu gidermekte boylesine hassas davranırsa, bu, kendisi icin Ă‚deta hacc-ı ekber gibi buyuk bir ecre vesîle olabilir.
Fakat her gonlu hoşnud etmek, hacc-ı ekber ecri kazandırmaz. “Sen onları sîmĂ‚larından tanırsın.”[1] Ă‚yet-i kerîmesinde işaret edildiği uzere, Hakk’a yakın olan kırık kalpleri, yuksek edep, hayĂ‚ ve iffetlerinden dolayı insanlara hĂ‚lini arz edemeyen mahzun yurekleri arayıp bulmak îcĂ‚b eder.
Diğer taraftan, gonul almanın fazîletiyle ilgili bu ifadeleri de doğru anlamak gerekir. Zira butun bu hakîkatler, farz bir ibadet olan hac mukellefiyetini kucumsemek icin değil, bilĂ‚kis onu; zĂ‚hir ve bĂ‚tın, madde ve mĂ‚nĂ‚, kalp ve beden Ă‚hengi icinde, en makbul sûrette edĂ‚ edebilmenin luzûmunu ifade icindir. Yani hicbir mu’min; “Ben bir gonul aldım, o bana hacc-ı ekber oldu.” diyerek kendini hac mukellefiyetinden muaf goremez.
HattĂ‚, tayy-i mekĂ‚n ile kerĂ‚meten hacca gittiğini soyleyen bir zĂ‚ta SĂ‚mi Efendi Hazretleri’nin, boyle bir gidişle şer’î mukellefiyetin zĂ‚il olmayacağını, zĂ‚hirî şartlarına riĂ‚yetle de hac farîzasını yerine getirmesi gerektiğini soylemiş olmaları, bu husustaki şer’î hassĂ‚siyetin en guzel orneklerinden biridir.
Unutmayalım ki tasavvuf, şerîati ikmĂ‚l icindir. Tasavvufun gĂ‚yesi, şer’î hukumleri kĂ‚milen îfĂ‚ edebilmek icin gerekli olan kalbî kıvamı temin edebilmektir. Bu gerceği goz ardı ederek, zĂ‚hirî mukellefiyetleri hafife almak, gaflet korluğuyle bĂ‚tıla dalmaktır. Hangi sebeple olursa olsun, imkĂ‚nı olup da haccetmekten kacınanlar, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu dehşetli ihtĂ‚rına muhĂ‚tap olmaktan kurtulamazlar:
“Bir kimse, yiyecek, icecek ve binecek masraflarına mĂ‚lik olup da BeytullĂ‚h’a gitmek mumkun iken haccetmezse, onun yahudî veya hristiyan olarak olmesine hicbir mĂ‚nî yoktur!” (Tirmizî, Hac, 3)
Bu nebevî îkaz, hac farîzasını ihmĂ‚lin ne buyuk bir gunah ve ne ağır bir vebĂ‚l olduğunu, cok acık bir sûrette ifade etmektedir.
GÂye; TakvÂya Erebilmek
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Hac (ayları) bilinen aylardır. İşte kim o (ay)larda haccı, (niyet ederek ve ihrĂ‚ma girerek kendine) farz ederse, (artık) hacda refes (şehevî arzular), fusûk (gunah davranışlar) ve cidĂ‚l (munĂ‚kaşa-kavga) yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Bir de (hac seferine yetecek miktarda) azıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvĂ‚dır…” (el-Bakara, 197)
Orucun farz kılındığını bildiren Ă‚yetin sonunda “لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ : umulur ki takvĂ‚ya erersiniz.”[2] buyrulduğu gibi, hacca dĂ‚ir Ă‚yette de “takvĂ‚ azığı” hazırlamaya dikkat cekilmiş olması, ibadetlerle kulun kazanması gereken hassĂ‚siyeti net bir sûrette ortaya koymaktadır. Yani hac da bir nevî “takvĂ‚” eğitimidir. Haccı makbul şekilde îfĂ‚ edebilmenin en buyuk alĂ‚meti, hacdan sonra da takvĂ‚ uzere yaşamaktır.
Haccın hikmetlerinden, vermek istediği mesajlardan ve ahlĂ‚kî değerlerden lĂ‚yıkıyla hisse alıp omur boyu o hassĂ‚siyetleri koruyabilmek icin; bu buyuk ibadetin belli başlı rukunlerinin mĂ‚nĂ‚ ve mĂ‚hiyetini tefekkur etmek gerekir.
İhram HassĂ‚siyetleri
Hac ve umrede giyilen iki parca bezden ibaret olan ihram; fĂ‚nî hayatın son giysisi olan kefene burunmenin bir temsilidir. Bu yonuyle hac, mahşerde dirilişin Ă‚deta provasını yaşatarak, “olmeden evvel olunuz” sırrını idrĂ‚ke vesîle olan bir ibadettir. Olmeden evvel olmek; ecel gelip cattığında mecbûren terk edilecek nefsĂ‚nî ihtirasları, bugun kendi irĂ‚demizle terk edebilmemizdir. Nefsin şikĂ‚yet ve îtirazlarını susturarak, Allah ve Rasûlu’ne tam bir teslîmiyetle itaat etmemizdir.
Yine ihram, kulun hicliğini tefekkur vesîlesidir. Her zaman giyilen elbiseler cıkarılarak, dunyevî apoletlerin, rutbelerin, makam-mevkî gibi etiketlerin sıfırlanmasıdır. Dolayısıyla Allah katında yegĂ‚ne ustunluk sebebinin “takvĂ‚” olduğunu daha net bir sûrette idrĂ‚k etme vesîlesidir. Beşerî munĂ‚sebetlerimizi; kılık kıyafetimiz, servet ve şohretimiz, makam ve mevkîmiz uzerinden değil; insanlığımız ve ahlĂ‚kımız uzerinden belirleyip mutevĂ‚zı olmamız gerektiğinin bir telkinidir.
Yine ihramlıyken, “refes, fusûk ve cidĂ‚l” yasaktır.
Refesten sakınma; ihramlıyken nefsĂ‚niyetin bertarĂ‚fı ve rûhĂ‚nî istîdatların inkişĂ‚fı icin, kişinin helĂ‚li olan Ă‚ilesiyle bile munĂ‚sebetlerini tahdit etmesidir.
Fısk, yani gunah davranışlardan, bir muslumanın her zaman sakınması gerekir. HattĂ‚ dîn ve dunyasına fayda vermeyen boş işlerden dahî sakınıp vaktini en hayırlı meşgûliyetlerle doldurması îcĂ‚b eder.
CidĂ‚l, yani munĂ‚kaşa ve kavgadan sakınmak da ihrĂ‚mın şartlarındandır. Mu’min dĂ‚imĂ‚ olgun, gecim ehli, mulĂ‚yim, affedici ve hatĂ‚ ortucu olmalıdır.
Unutmamak gerekir ki ilk cidĂ‚l, şeytanın Allah TeĂ‚lĂ‚’ya îtirazıyla başlamıştır. Şeytan, nĂ‚kıs aklıyla -hĂ‚şĂ‚- AllĂ‚h’ın hukmunu beğenmeme kustahlığında bulunmuş ve ilĂ‚hî emre isyan etmiştir. Demek ki bir hususta Allah ve Rasûlu’nun acık bir hukmu varken, buna değil de kendi aklına îtibĂ‚r etmek, şeytanın cidĂ‚lini tatbik etmekten farksızdır. Gunumuzde Kur’Ă‚n hukumlerini, nĂ‚zil olduğu zaman ve mekĂ‚na munhasır şeyler olarak goren “tarihselciler” de bu kustahlığın bir benzerini yapmış olmaktadırlar.
Bu sebeple mu’minin vazifesi cidĂ‚l değil, Allah ve Rasûlu’nun emirlerine tam bir teslîmiyetle itaattir. Bu itaat, en buyuk “şeytan taşlama”dır. Fakat biz AllĂ‚h’a itaatten ayrılırsak, o zaman şeytan bizi taşlamaya başlar.
Bu bakımdan, şeytan taşlama yalnız hacca mahsus değildir. Ozu itibĂ‚riyle, hayatın her safhasında devam ettirilmesi gereken bir kulluk vazifesidir.
Bunların yanı sıra, ihramda AllĂ‚h’ın kullarını incitmemeye de son derece dikkat etmek gerekir. Zira orada yapılan sĂ‚lih ameller gibi, işlenen kabahat ve gunahların da kat kat fazlasıyla karşılık goreceği unutulmamalıdır.[3]
Orada av hayvanı bile olsa bir cana kıymanın, hattĂ‚ canlı bir otu koparmanın dahî yasak olduğunu unutmamak gerekir. Bu da, butun mahlûkĂ‚ta HĂ‚lık’ın şefkat nazarıyla bakabilme tĂ‚limidir.
İhramlı olarak girilen mîkat sınırları icinde nasıl ki AllĂ‚h’ın koyduğu hudut ve yasaklara Ă‚zamî derecede hurmet ve riĂ‚yet gerekliyse, hacdan sonra memleketine donen bir hacı da, artık butun yeryuzunu Ă‚deta bir mîkat bolgesi ve her Ă‚nını Ă‚deta ihramlı bilerek, tam bir zararsızlık ve butun mahlûkĂ‚ta merhamet hassĂ‚siyetiyle yaşamaya gayret etmelidir. Yani hacı olmakla iş bitmez; muhim olan, son nefese kadar hacı kalabilmektir.
Pakistan’ın mĂ‚nevî mimarı Muhammed İkbĂ‚l, Medîne’den donen hacılara sorar:
“–Medîne-i Munevvere’yi ziyaret ettiniz; uhrevî Medîne carşısından gonlunuzu ne gibi hediyelerle doldurdunuz? Getirdiğiniz maddî hediyeler; takkeler, tesbihler, seccĂ‚deler bir muddet sonra eskiyecek, solacak. Medîne’nin solmayan, gonulleri ihyĂ‚ eden, mĂ‚nevî hediyelerini getirdiniz mi?
Hediyeleriniz icinde Hazret-i Ebû Bekr’in sıdk ve teslîmiyeti; Hazret-i Omer’in adĂ‚leti; Hazret-i Osman’ın hayĂ‚ ve comertliği; Hazret-i Ali’nin irfan ve cihĂ‚dı var mı? Bugun binbir ıztırap icinde kıvranan İslĂ‚m dunyasına gonlunuzden bir asr-ı saadet heyecanı verebilecek misiniz?..”
Kurban Bayramı
Ramazan bayramı, nasıl ki bir “takvĂ‚” hayatının şehĂ‚detnĂ‚mesi ise, kurban bayramı da bir “fedakĂ‚rlığın” şehĂ‚detnĂ‚mesidir. Hazret-i İbrahim ve İsmĂ‚il -aleyhisselĂ‚m-’ın fedakĂ‚rlığını ornek alarak CenĂ‚b-ı Hakk’a yaklaşabilmeyi telkin eden bir bayramdır.
Kurbandan maksat, CenĂ‚b-ı Hakk’a takarrub/yakınlaşmadır. Zira Ă‚yet-i kerîmede buyrulduğu uzere:
“(Kurbanların) ne etleri, ne de kanları AllĂ‚h’a ulaşır. AllĂ‚h’a ulaşan, ancak takvĂ‚nızdır…” (el-Hac, 37)
Dolayısıyla kurban, takvĂ‚ hassĂ‚siyetinden doğan, maldan ve candan fedakĂ‚rlığın bir semboludur.
CenĂ‚b-ı Hakk’ın muazzam lûtufları da dĂ‚imĂ‚ buyuk fedakĂ‚rlıkların ardından gelmiştir. Nitekim İbrahim -aleyhisselĂ‚m- tevhid mucĂ‚delesi uğruna canından gecip Nemrud’un ateşine girmeye rĂ‚zı olduğunda, CenĂ‚b-ı Hak ateşi ona serin ve selĂ‚met kıldı. Oğlu İsmĂ‚il’i kurban etmeyi goze aldığında, CenĂ‚b-ı Hak kıyĂ‚mete kadar gelecek îman nesline bir ibadet olarak hediye ettiği kurbanı lûtfetti. Allah icin kurban olmayı goze alan İsmĂ‚il -aleyhisselĂ‚m-’ın neslinden, KĂ‚inĂ‚tın Fahr-i Ebedîsi Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz geldi.
Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de canları pahasına îmanlarını korumanın muhteşem misalleri olarak zikredilen Firavun’un sihirbazları, ateş dolu hendeklere atılan AshĂ‚b-ı Uhdûd, kavmi tarafından taşlanarak şehîd edilen Habîb-i NeccĂ‚r, hem CenĂ‚b-ı Hakk’ın ebedî mukĂ‚fatlarına nĂ‚il oldular, hem de Allah icin kurban olabilme hususunda butun mu’minlere ornek teşkil etme şerefine eriştiler.
Hakîkaten, onları ornek alan ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, hicbir fedakĂ‚rlıktan cekinmedi. “Canım-malım, her şeyim Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” dedi. Gazvelere, seriyyelere şehĂ‚det aşkıyla koştu. Allah Rasûlu’nun mektuplarını kralların cellĂ‚tları onunde, sarsılmaz bir îman cesaretiyle okudu. İslĂ‚m’ı tebliğ icin, evini-yurdunu terk edip o zamanın şartlarında Cin’e, Semerkand’a, Kayrevan’a gitti.
Fatih’in Peygamber mujdesine mazhar olan askerlerinin; “Bugun şehidlik sırası bize geldi.” diyerek Rum ateşleri, kızgın yağlar ve ok yağmurlarına aldırmayıp İstanbul surlarına tırmanmaları da aynı îman aşkının bir tezĂ‚huruydu.
Osmanlı’nın 3. sultĂ‚nı Murad HudĂ‚vendigĂ‚r, Kosova’da kendilerinin iki katından daha kalabalık Haclı ordusuyla karşılaştığında Rabbine sığınıp şoyle duĂ‚ etmişti:
“YĂ‚ İlĂ‚hî! Bu mu’min askerleri kuffĂ‚r elinde helĂ‚k eyleme!.. Onlara oyle bir zafer lûtfet ki, butun muslumanlar bayram etsin! Dilersen o bayramın kurbĂ‚nı da şu Murad kulun olsun!..”
Hakîkaten, o gun CenĂ‚b-ı Hak muazzam bir zafer lûtfetti. Murad HudĂ‚vendigĂ‚r da o zafer bayramının kurbĂ‚nı oldu.
İşte 6 asırdır Kosova’da ezan sesleri ve secdeler devam ediyorsa, bu, Murad Han ve îmanlı askerleri gibi, canını Hak yoluna kurbĂ‚n etmekten cekinmeyen aziz şehid ve gĂ‚zilerin fedakĂ‚rlıkları sĂ‚yesindedir.
Şuphesiz ki, 15 Temmuz 2016’da aziz milletimizin gosterdiği buyuk fedakĂ‚rlık da, aynı rûhun bir başka tezĂ‚huruydu. İslĂ‚m dunyasının en muhim karakolu ve butun mazlum muslumanların umit ışığı olan Turkiyemiz, CenĂ‚b-ı Hakk’ın nusret ve inĂ‚yetiyle buyuk bir felĂ‚ketin eşiğinden dondu.
Bu itibarla; Allah icin, mukaddesĂ‚t icin, dînin yaşanabileceği bir vatan icin canlarını comertce bezleden şehid ve gĂ‚zilerimize vefĂ‚ gostermek, onlara lĂ‚yık nesiller olmak, gerektiğinde onlar gibi dînimiz ve vatanımız icin hic tereddut etmeden fedĂ‚-yı cĂ‚n eylemek; hepimiz icin buyuk bir îman mes’ûliyeti ve vicdan borcudur.
CenĂ‚b-ı Hak, hac ve kurbanın mĂ‚nĂ‚ ikliminde, Allah icin gayret ve fedakĂ‚rlıklarla muzeyyen bir omur yaşayıp son nefesimizle ebedî bir bayram sabahına uyanabilmeyi cumlemize nasip ve muyesser eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] el-Bakara, 273.
[2] Bkz. el-Bakara, 183.
[3] Bkz. M. CemĂ‚leddîn el-KĂ‚sımî, Zubdetu’l-İhyĂ‚, İst. 1969, s. 94.
Osman Nuri Topbaş-Altınoluk Dergisi
2016 – Eylul, Sayı: 367, Sayfa: 032
__________________
Hac ve Kurban
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme