Bu goruş iki ceşittir. Biri. obur alemde vasıtasız olarak CEMAL şifalının tecellisini gormek. Oburu de, kalb aynası delaletiyle bu alemde ilahî sıfatların tecellisine ermek... Cemal nurlannın tecellisi olarak, bu sıfatlar FUAD - kalb gozuyle gorulur.. Bu goruşu Allah-u Teala şu Ayet-i Kerime ile bildirmektedir:

- «Kalb, - FUAD - gorduğunu yalanlamadı.» (Necm, 11)

îlahî tecellilerin gorunuşu uzerine. Peygamber S.A. efendimizin buyurduğu şu Hadis-i Şerif de onemlidir:

- «Mumin muminin aynasıdır.»

Burada anılan, birinci muminden murad, muminin kalbi olup; ikincisinden ise, bizzat Allah-u Teala murad edilmektedir. Herkim bu alemde sıfat tecellisine ererse, obur alemde; şekilsiz olarak, zatım gorur..
Arz edilen bu kelamlar; Allah'ın sevgili kullar tarafından teyid edilmiştir.
Hz. Omer R.A. der ki;

- Kalbim, Rabbımın nuru ile, Rabbımı gordu..

Hz. Ali R.A. der ki;

- Gormediğim Allah'a kulluk etmem.

Bu anlatılanların cumlesi; ilahi sıfatların muşahadesini anlatır. Bir kimse; pencereye duşen guneşin ışığını gorse ve:

- Guneşi gordum. Dese, yalan olmaz.

Allah-u Teala sıfat tecellileri itibarı ile, bir misal olarak anlatacağımız şu Ayet-i Kerimeyi inzal eyledi:

- «Onun nuruna misal bir penceredir ki; orada aydınlık veren madde bulunur. O aydınlık veren madde bir billur icinde durur. O, mubarek zeytin ağacından hasıl olan şeyle inci gibi yanar ve parlar gibidir.» (Nur, 35)

Yukarıda arz edilen ayette bahsi gecen pencereden murad; imanlı kulun kalbidir. Oradaki lambadan murad ise. FUAD'ın - kalbin - ozundeki sır olduğu soylenir. O sır ise bizzat sultanî ruhtur. Birinci olarak vasfedilen billurdan kgsd ise. FUAD'dır. O tam bir nurla kaplandığı icin Hak Taala onu inciye benzetti.. Sonra; o nurun kaynağı bir mubarek zeytin ağacından alınip yakıldığı şeklinde anlatılışı; halis TEVHÎD halinm telkin ağacıdır. Ki bu, vasıtasız olarak, kudsiyet dilinden alınır.. Aslında, KUR'AN-I Azirn'i pey-gamber S.A. efendimiz dilden vasıtasız olarak almıştı.. Cibrilin sonradan getinnesi, bazı maslahat icabı idi; ki, bunda umumî bir fayda vardır. Bilhassa kafir ve munafıkların ineydaoa cıkması..
Peygamberimize, Kur'an'm vasıtasız verildiğini şu Ayet-i Kerime, beyan eyler:

- «Sen, katî olarak bu ki; Kur'anı, HAKİM ve ALÎM zatın katından aldın...»

Peygamber S.A. efendimiz Cibril Kur'anı ge-tirmeden, alacağı yerden vahyini almıştı.. Bu hikmete binaen; Cibril, vahyi tebliğ ederken, Peygamber S.A. efendimiz daha once kalbinde bulurdu. Ve daha once okurdu... Bundandır ki. şu Ayet-i Kerime nazil oldu:

- «Vahyi tamam almadan acele ile Kur'an-ı okumaya başlama.» (Taha, 114)

Yine bu hikmet icabıdır ki, mirac gecesi Cibril, sidre-i muntehayı gecemedi:

- Bir adım daha gecersem yanarım.

Dedi ve Peygamber S.A. efendimizi haline terk etti..
Sonra; daha once zikri gecen Ayet-i Kerimede, o ağacı Hak Teala şoyle tavsif ediyor:

- «O ne şark'a aittir, ne de garba..» (Nur, 35)

Yani. ona bir had ve yokluk tanınmaz. Ye-niden doğması veya batması da akla gelmez. Belki o, ezeli bir vasıf tacir ve daimî kalır. Nasıl ki, Allah-u Taalanın bir vasfı, ezeli, bir vasfı da ebedî'dir. Onun zatinin yokluk yeri olmaz; sıfat-ları da oyle olmalı; değil mi ya. Cunku o sıfatlar; kendi nurlarıdır. Tecellileridir. Zatı ile kaim olan sıfatlarıdır. Ona tam ibadet edilebilmesi icin, kalb yonunden perdelerin kalkması gerekir. O zaman, kalb o ilahî nurların feyzini alır; ruha gelince; o ulvî pencereden Hakkın sıfatım muşahede ederler.
Her ne olursa olsun, bu alemin yaratılışından kasd; o gizli hazinenin keşfidir. Bunu anlatan kudsî hadisin zikri yukarıda gecti. Faydasına binaen bir daha anlatalım:

- «Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim. Halkı da beni bilsinler diye yarattım.»

Demek oluyor ki, dunyada sıfatlanmı bilsin-ler; zatımı gorme işine gelince; o, obur alemde olacak.. Orada vasıta olmayacak.. înşallah... TIFL-I MAANÎ adı ile anılan sır gozu ile bakılacak... Bu manayı şu Ayet-i Kerime teyid eder:

- «O gun; yuzler vardır, parlar; Rablanna bakarlar..» (Kıyamet, 22)

Peygamber S.A, efendimizin şoyle bir Hadis-i Şerifi vardır:

- «Rabbı mı, guzel bir delikanlı şeklinde gordum.»

Bu - TIFL-I MAANİ - demek olur. Ve yaratanın o surette tecellisidir. Ruh aynasına oyle tecelli eyledi... Suret; ruhun aynası sayılır. Tecelli ile, ona mazhar olan arasında bir vasıta olur. Yoksa, Hak Teala suret ve yemek şekline gormekten, cismin ozellikleri ile favsif edilmekten munezzehtir.
Suret bir aynadır. Gorunen ne aynadır; ne de goren... anla... cunku o, sır aieminin ozleridir. Ki bunlar sıfat aleminde olmaktadır. Zat alemine gelince; orada butun vasıtalar yanar ve mahvolur. O alemde olanlar Allah-u Teala'nın zatından gayrını duyamazlar. Bu hali. Peygamber S.A. efendimizin şu Hadis-i Şerifi bize daha iyi anlatır:

- «Rabbımı, Rabbımla anladım..»

Yani onun nuru ile... insanın hakikati işte bu nurun mahremi sayılır. Bunu da şu kudsî hadis bize anlatır:

- «İnsan benim sımmdır; ben de onun sırrı..»

Peygamber S.A. efendimizin şu Hadis-i Şe-rifi de bu babda onemlidir:

- «Ben, Allah'tan,'muminler de bendendir.»

Yeri gelmişken şu kudsî hadisi de zikredelim :

- «Muhammedi yuzum nurundan yarattım.»

Burada bahsi gecen yuzden murad, ERHAM sıfatı ile tecelli eden, mukaddes zattır. O, ERHAM -en cok merhamet eden sıfatım şu kudsî hadisle beyan eyler:

- «Rahmetim, gazabımı gecti.»

Hazret-i Resul S.A. Hakkın nurudur. Hak Taala nuru icin aşağıdaki ayet ve kudsi hadisleri buyurdu.. Teberruken zikredelim:

- «Biz seni ancak; alemlere rahmet olarak gonderdik» (Enbiya, 107)

- «Size Allah'tan nur vo herşeyi beyan eden kitap geldi.» (Maide, 15)

- «Sen olmasaydın; felekleri yaratmazdım..»

(Kudsî hadis)




Kaynak: Gavsul Azam Abdulkadir Geylani Hz. Sırrul Esrar
__________________