Kibir, ruhumuzda biriken kirlerdir. Noksanlıklarımız, hatalarımız, ruhumuzu kirlendirmekten ve boylece ruhumuzun aydınlığına kalın tabaka ormemizden kaynaklanmıyor mu? Muhammed BÂkır r.a. Hazretleri’nin “kişinin noksanlığı, kalbindeki kibri kadardır” sozune katılmamak mumkun mu?

“Kucuk insanların buyuk gururları olur.” der Voltaire. Kendisiyle barışık olmayan, ozguvenden yoksun insanların kalesidir gurur. Kişiliği belirginleşmemiş, olgunlaşma surecinde yarı yolda kalmış insanın kişiliksizliğini gizleme cabasıdır gurur. Kendisini var olduğundan daha buyuk gosterme ve bu amac icin eksikliklerini ortme gayretidir gurur.

AhlÂk psikolojisi acısından baktığımızda gururun temel sebeplerinden biri, insanın ‘aciz’ olduğu bilincinden uzak yaşamasıdır. “Mala mulke mağrur olma, yok deme ben gibi. / Bir muhalif ruzgÂr eser, savurur harman gibi.” beytinde ifade edildiği uzere, sahip olduğu parasına, malına veya bulunduğu makama aşırı bağlanan ve guvenen insan, Allah’ın ve O’nun dostlarının otoritesini gormezden gelerek kendisini otorite haline getirme cabasındadır.

Emretme tavırları, onun saldırganlık icgudusunu okşamaktadır. Cevresinde emrine amade gibi gozuken sahtekÂr insanların varlığı, kendisine değerli olduğu hissini vermekte ve bu yanılgısı bir yandan onun gururunu Kafdağı buyukluğunde azdırmakta, diğer yandan ıstırabını cektiği ama farkında olamadığı varoluşsal boşluğunu derinleştirmektedir.

“Kavakların dikliğine, boylarının uzunluğuna bakıp onları onemli bir şey sanmayın. Butun kibirli, meyvesiz ve golgesiz yaratıkların başları bulutlarda sallanır.” diyen Cemil Sena Ongun’un bu sozu ne kadar isabetlidir.

Gururlu kişinin zindanı

Yaşadığımız cağda mağrur yani gururlu insanlar cevremizde kol gezmektedirler. Gururunun kendisine verdiği bir his ve vehimle pek cok insandan daha değerli olduklarını ispatlamak icin gayret sarfetmektedirler. Bu kişiler, farkına vardıklarında kendilerinin bile rahatsız olacakları ruh dunyalarındaki gercek benliklerinin kamufle edilmesini, cevrelerindeki insanlara karşı ordukleri duvarlar ile sağlamaktadırlar.

Bu duvarlar onun sahtekÂr yapısının muhafazası acısından payanda hukmundedir. Yaşı ilerledikce, plastik bile olmayan duvarların yıkılacağı ve gercek yuzunun ortaya cıkacağı endişesi ile duvarlarını surekli olarak tahkim etmektedir. Oyle ki mağrur kişi gunun birinde, sağlam olduğunu zannettiği ve kale duvarı gibi yukselen taşlaşmış yapıdan kendisi bile sıkılabilir. Sert ve yuksek kale duvarları, kendisi ile cevresi arasındaki iletişimi kopardığından, aslında kendi zindanında yalnızlığa mahkûm olmuştur.

Gururlu ve kibirli insan, diğer insanlara, dunyaya, evrene ve sonsuzluğa pencerelerini kapamış insandır. Kendisini kendi icine hapsettiğinden dolayı sınırlarını zorlayacak şekilde şişecek ve her an patlayabilecektir.

Gurur-başarı ilişkisi

İnsandaki gururun artmasını sağlayan onemli faktorlerden biri de, elde edilen başarılardır. Aslında gurur, başarının en buyuk duşmanı yani başarıyı engelleyecek onemli bir engel olduğu halde, herhangi bir başarı kazandıktan sonra insan her nasılsa kendisinden gurur duyabilmektedir. Boylece bugunun başarılarıyla mağrur insan, farkında olmadan gelecekteki muhtemel başarılarının onunu kesebilmektedir.

Bahsettiğimiz başarı, sadece elde edilen birtakım maddi menfaatler veya statuler anlamında değildir. Aynı zamanda bir insanın yerine getirdiği ibadetleri, yaptığı zikirleri, manevi anlamda kazandığı mertebeleri de onun icin başarı olarak kabul edilmelidir.

Sabah namazını kılmak uzere uyanmış bir insan, penceresinden dışarıya bakıp da diğer evlerin lambalarının yanmadığını gorduğunde, sabah namazına kalkmış olması ayrıcalığını fark edip aklını ve kalbini gizli kibirle kışkırtırsa, “insanlar uyurken ben ibadet ediyorum ve Allah katında kazanıyorum” derken acaba neler kaybettiğinin farkında mıdır?

Namazı kılmayanlara karşı olması gereken huzun ve gayret başkadır, onların kılmaması gerceği uzerine bina edilen gurur heykelimizin varlığı başkadır. İlkinde mumin insanın herkesi kuşatıcı rahmet tavrı ve onların da kurtuluşunu talep vardır; diğerinde ise elde ettiğimizi duşunduğumuz başarının nefsimizde tezahur eden gururu vardır.

İnanan kimse, kişiliğiyle ve yaşayışıyla toplumda ornek olarak gosterilen kimsedir. Bir muminde vakarlı olma, iyilikseverlik, elinden dilinden emin olunma, doğru sozlu olma gibi daha pek cok vasıf tebaruz etmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki mumin vakarlıdır ama kibirli değildir. Onurludur ama gururlu değildir. Mutevazidir ama buyuklenen değildir. Nitekim Rasulullah s.a.v. Efendimiz, kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan kişinin cennete giremeyeceğini ifade etmişlerdir. (Tirmizî, Birr, 60). Vakar, onur ve tevazu ise, muminin ziynetleridir.

Gurur ile vakarın farkı

‘Gurur’ ile ‘vakar’ın birbirine karıştırılmaması ise bizler icin ayrıca onem arz eder. Cunku vakarı dolayısıyla bir insanın sozunu, davranışını veya ortaya koyduğu tavrını gurur yapıyor diye haksız yere damgalayabiliriz.

Hic şuphesiz şeytan, insanın yaratılışı icin; “Ben ondan iyiyim. Beni ateşten, onu camurdan yarattın.” (SÂd, 76; A’raf,12) diyerek, insanın yaratılışını kucumsemiş ve kendi yaratılışını ustun gorerek kibre duşmuştur. Oysa vakarlı olma, zillet karşısında boyun eğmeme, bir mumin olarak kendine guvenme ve onurlu olma manasına gelmektedir.

Vakur insan, sahip olduğu asaleti gereği, varlığında sukûneti sağlamış, hayatındaki cizgisini belli bir istikrar icerisinde belirlemiştir. Asaletinin temel cercevesini, ruhunda ozumsediği medeniyetinin derinliği belirler.

Asil insanın guven icerisinde yaşadığı kendisine ait bir dunyası vardır. Dunyasını kurabilmiş insan, daha doğrusu var olan dunyaları algılayabilmiş ve kendi dunyasını da bu medeniyet platformu icerisine oturtabilmiş insanın, kimseye minnet etmeksizin ortaya koyduğu samimi ve olculu ilişkilerini gurur kavramıyla acıklayamayız.

Vakur insanın bir derya olan engin dunyasının pencereleri herkese acıktır. İcerisinde nice guzellikleri barındıran bu dunyası, hemen hemen herkesi ferahlatabilecek ve kuşatabilecek kadar geniştir. Ancak o pencerelerden icerilere yani onun dunyasının guzelliklerine bakmak, hatta dunyasına girmek, soz konusu insanla aynı yetkinlikte ve derinlikte olmayı veya bu idealle donanmış olarak adım atmayı gerekli kılmaktadır.

Nasıl kurtulacağız bu hastalıktan?

Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin, “Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yuzulur, ne uculur.” şeklindeki kutlu sozunden hareketle, bugune kadar gururla orulu her bir soz ve davranışlarımızla belimize bağladığımız ağır taşları uzerimizden atmaya calışarak manevi anlamda olgunlaşmaya doğru ilerleyebiliriz.

Kendi nefsimizle başbaşa kaldığımızda, bazen vicdanımızı sızlatsa bile, kendi varlık dunyamıza fısıldadığımız ovucu soz ve telkinlerden oluşan kalemizin kapısını acarak buradan nasıl kacabiliriz?

Şinasi, “Alcak yerde tepecik kendini dağ sanar.” demektedir. Oncelikle bizdeki bilgi seviyesinin, ibadet sevgisi ve uygulamalarının, insanlararası ilişkilerimizde vahyî olculere ne kadar dikkat ettiğimizin, insanların kalplerini ne kadar kazanabildiğimizin tarafımızdan bilinmesi gereklidir. Bu bilme ve boylece kendimizi tanıma surecinin riskli bir tarafı, kendimizi yeterli gorme ihtimalidir.

Evet, varlığımızla ve yaptığımız salih amellerle bir tepecik oluşturmuş olabiliriz ama tarihte ve gunumuzde tepeciklere nazaran nice dağların olduğunu da hatırlarsak, gururumuzdan vazgecebiliriz. Peygamberlerin ve buyuk velilerin hayatlarını sıklıkla okumaya calışırsak, buyuklenecek fazla bir şeyimiz olmadığını anlayabiliriz. Kendimizi kendimizden buyuklerle karşılaştırmalıyız ki, hem ic dunyamızda hem de insanlarla ilişkilerimizde yurumemiz gereken nice uzun yollar olduğunu gorebilelim.

İci arınmamışsa, neler bekler insanı,
Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna!
Tutkuları icinde ne kemirici kaygılar.
Ne korkular icinde kıvranır insan!
Ne cokuntuler yapar bizde gurur, şehvet,
Ofke, gevşeklik ve tembellik! (Lucretius)

Kucuk insanların buyuk golgeleri de bizleri etkileyebilmektedir. Hatta bu golgeler kendi varlığımızı bile karartabilmektedirler. Siz de gurur yaparak kendi golgenizi oluşturmaya kalkarsanız işte o zaman hic guneş doğmayacak, daha doğrusu var olan guneşin ışıkları kesafetli golgelerin varlığı dolayısıyla sizlere ve insanlara ulaşamayacak demektir. Golgelerin puslu ortamlarından sıyrılabilmek icin golgelerle rekabet edeceğimiz yerde, golgesi bile olmayan varlık duzeyine yukselebilmeliyiz. Bir başka ifadeyle, golgenizin olmaması, ozel bir terbiye sonucu nefsinizin etkilerinden arınmanız demektir. Kendi nefsimizi başkalarından ustun, diğer insanları da hakir gormemekle bu seviyeye ulaşabiliriz. Hakkı ciğnemekten korunmanın ana yolu da budur.

Unutmamalıyız ki, dağ ne kadar yuksek olursa olsun, yol onun uzerinden gecer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma! Yol ol ki, herkes senin uzerinden gecerken, sen dağların bile uzerinden gecesin.
__________________