Hak yola girmiş bir insanın bilmesi lazım gelen onemli meselelerden birisi de Hakk’a tevekkuldur. Yani kendi uzerine duşeni eksiksiz yapar, bir taraftan da neticeleri Allah TealÂ’ya havale eder. O’nun takdirine razı olup hicbir şeyden şikayet etmez. Cunku şikayet ve tevekkulun bir arada olması mumkun değildir.

Allahu Azimuşşan Hazretleri’nin takdir ettiği zorluk ve sıkıntılardan, bela ve musibetten soz edip şikayet etmek, teslimiyet ve tevekkulu zedeler. Başa gelen sıkıntıya da bir faydası olmaz. Cunku Allah TealÂ’nın takdir ettiğini butun kÂinat bir araya gelse değiştiremez. O ne takdir ettiyse gercekleşir.

Bir bela ve musibetle karşılaşan kişi, belasını sabırsızlıkla yanındaki eşine dostuna ulaştırdığı zaman, aslında Allah Azimuşşan’ı kula şikayet etmiş olur. “Gordun mu başıma geleni? Allah bana neler yaptı!” demeye gelir. Halbuki Hak yolcusu kişi ilÂhi sevgiye taliptir. Sevmek, sevilmek icin yola cıkmıştır. Durum boyle iken hem sevgi hem şikayet bir arada olmaz.

Boyle bir taleple yola cıkan kişi, murşidinden aldığı eğitimin nuruyla Rabbini bilmeye yonelir. Butun gaye de gafletten kurtulup bu marifete ermektir. Rabbini bildikten sonra da artık şikayete yol kalmaz. Seve seve Rabbine kulluk eder. Artık hicbir bahane onu yolundan alıkoymaz.

Kıyamet gununde bir kul Allah’ın huzuruna getirilir. “Seni kulluktan ne alıkoydu?” denir. “Dunya işlerim alıkoydu.” der. Allah Teal o zaman misal gosterir. “Sen gormedin mi on iki sene zindanda kalan Yusuf’u? Beni Rabbi olarak bildi, zikrimden gafil olmadı. Gormedin mi Yunus’u, balığın karnında her an beni zikretti. Eyup, o kadar sıkıntıya rağmen beni anmaktan geri kalmadı.”

Sonra bir zengini getirirler. “Seni benim kulluğumdan ne alıkoydu?” denir. “Malımın cokluğu beni meşgul etti..” der. Suleyman Aleyhisselam huzura getirilir. “Sen Suleyman kulumu gormedin mi? Butun dunyayı nimet olarak verdim. Dunyadan gecmişlerle oturur, beni zikrederdi.”

Bahane arayan, durumu iyi de olsa, kotu de olsa kendince sebepler bulur. Kendisine verilenden razı olmaz, sabırsızdır, her şeyi acele ister, şikayetlenir. Fakat boyle davranmanın sonu hayrolmaz. İnsan sabredip azmederek hakka uygun hareket etmedikce, nasıl yaşıyor olursa olsun, farketmez. İster taş taşısın, ister yan gelip yatsın, Rabbini bilip O’nu anmadıkca huzur bulmaz. Halbuki insanın butun ihtiyacı Cenab-ı Hakk’ı bilmektir. Dunyanın rahatı, zenginliği değil...

Şoyle bir kıssa anlatılır: Suleyman Aleyhisselam zamanında mağarada yaşayan bir Âbid vardı. Nebevî bir mucize olarak Suleyman Aleyhisselam semadan kavmiyle beraber gecerken, mağaradaki derviş onları gordu. “Ya Rabbi, Davud’un oğlu Suleyman’a ne cok mulk ve nimet vermişsin!” dedi. Suleyman Aleyhisselam bu sozu duyup mağaraya indi ve dervişe: “Ey Âbid, sırlarını anlayamacağın meselelerin peşine duşme. Vazifeli olduğun kulluğu yerine getirip, şu mağarada bir kere Allah veya l ilÂhe illallah demen, Davud’un oğlu Suleyman’a verilen mulkten daha hayırlıdır.” dedi.

İnsan gokte de ucsa, mağarada da yaşasa işi bellidir. Dunyaya başka bir şey icin gelmiş değildir. Teslim olacak, razı olacak ve ibadet edecektir. Ancak bu teslimiyet ve tevekkul icinde huzur bulur.

İlim buna ulaşmak icindir, ibadet bunun icindir. Allah TealÂ’nın kula takdir ettiği her şey, bela ve musibetler de sabırla, sukûnetle karşılandığında bunun icindir. Oyle ki Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “Allah bir kulunu sevdiği zaman onu bela ve musibetlere muptela kılar.” buyurmuştur.

Şuphesiz, Rabbimizden iki cihanda afiyet dilememiz istenmiştir. Rabbimizden hem afiyet dileriz, hem de şikayeti bırakıp, ibadet ve taatle meşgul oluruz. O’nun takdirine teslim olur, O’na tevekkul ederiz.
__________________