İnsanlar iki gruba ayrılır. Birinci grup sadıklardır. Allah Teal yuce kitabımızda onlar icin “Muminlerden Allah’a verdikleri soze sadık kalan nice er*ler vardır.” (Ahzab, 23) diye buyurmaktadır. İnsanların ikinci grubu ise, dunyayı talep edip, sıdk ve sada*katten, ahde vefadan uzak kalanlardır. Onlar icin de; “Yapmayaca*ğınız şeyleri nicin soylersiniz?” (SÂf, 2) buyurulmaktadır.

Peki, biz bu ayeti nasıl anlayacağız ve bize yuklenen sorumluluk nedir? Yapmaya calışıp yapamamakla, kasten yapmamak arasında bir fark var mıdır? Bizim dinden, tasavvuftan soz ederken dikkat etmemiz gereken olcu nedir?

Ayetin tefsirinde, alimler ehl-i tasavvufla ilgili şunları soylemişlerdir: Tasavvuf sohbeti yapanlar, eğer tasavvuf ahlÂkı ile her gun nefslerini tezkiye ve kalplerini tasfiye ile uğraşıyorlar ve ne*fslerinden şikayetci olarak onu ıslah etmek gayreti icinde oluyorlarsa, bu gayret sorumluluğun şiddetini azaltır. Fakat kendi nefsiyle bir mucadelesi olmayıp mucahede etmeyenler bu ayet-i celilenin sorumluluğu altına girerler.

Bu nedenle insan kendi haddini bilip nerede susması gerektiğini anlamalıdır. Hic olmazsa şeytanın oyuncağı olmamak icin boyle davranmalıdır. Sadıklardan olmadan onun hayırlara bile fitne karıştırmayacağından emin olunamaz. İblis ne diyordu: Ben onların onlerinden, arkalarından, sağların*dan, sollarından girerim; onlar da bana uyarlar. Bu, İblis’in umit ve zannı idi. Ahdine vefa gostermeyenler de İblis’in bu zannını doğru cıkardılar. Kur’an’da da buyuruluyor ki: “Andolsun ki İblis onlar aleyhindeki zannını doğru cıkardı. İclerinde mumin bir topluluk dışında herkes ona uydu.” (Sebe, 20)

Muminlerden bir kısmı, bilerek bilmeyerek veya aldanarak şeytana ve nefse uyuyor. Bir kıs*mı da şeytanın o kotu zannını boşa cıkarıyor. Bunlar Allah TealÂ’nın Kur’an-ı Kerim’de: “Şeytanın onlar uzerinde hicbir gucu yoktur. Onlar Rablerine tevekkul etmişlerdir.” (Nahl, 99) diye tarif ettiği kimselerdir.

Sıddıklar, salihler ve şehitler şeytana uymayarak onun umidini boşa cıkarmışlardır. Bunlar refik, yol arkadaşı, dost olarak en guzel insanlardır. Hakiki manada Allah’a tevekkul edenler bunlardır. Canlarını ve mallarını MevlÂ’ya gonul hoşluğuyla feda ederler.

Allah TealÂ, bu sadakati gostermeyenler icin şoyle buyurmaktadır: “İman edip korunursanız Allah size mukÂ*fatınızı verir. Ve sizden mallarınızı tamamen sarf etmenizi de istemez. Eğer onları tamamen isteseydi ve sizi zorlasaydı cimrilik eder ve kinlenirdiniz.” (Muhammed, 36-37) Bunlarla sadıklar bir olur mu?

Butun bunlara rağmen hepimizde gorulen bir durumdur: İtaatimiz az iken cok umitvÂrız; ihlÂsımız kusurlu, tevbemiz samimi değil, fakat bir buyuklenme icerisindeyiz. Kendimizi beğeniyor, soz ve davranışlarımızda durmamız gereken yeri bilemiyoruz. Halbuki ayet ve hadisler*le bildiriliyor ki boyle yapmak mesuliyetimizi ağırlaştırıyor.

Olgunluğa ermek icin uzun bir yol, pek cok mer*tebe ve merhale var. Onun icin herkes kendini bilmelidir. Kimse buyuklen*me ve kibire kapılmamalıdır. Allah Teal kendini beğenen kimseyi kendisinden uzaklaştırır ve araya perdeler ceker. Boyle bir ceza da mumin olana yeter.

İnsana duşen, kendisine sadıklardan bir zatla tanışmak lutfedildiğinde, kıymet bilip şukretmektir. Boyle bir dostun elinden tutup yoluna bakmaktır.
__________________