Her insan cocukluk yaşlarının hemen ardından belirli bir eğitim sureci icerisine girer. Kişiliği zaman icerisinde surekli olarak gelişirken; bilgisi, becerisi, yetenekleri de belirli yonlerde şekillenmeye başlar. Belirli bir yaştan sonra insan artık ailesinin ya da cevresinin desteği olmadan, yavaş yavaş kendi başına da kucuk ya da buyuk birtakım başarılara imza atmaya başlar. Ve zamanla bu irili ufaklı başarılar, elde edilen guzel sonuclar, bu kişi acısından guzel bir birikim meydana getirir. Eğer bu kimse, aklı ve vicdanı acık bir kimseyse, bu durumda ahlakını da surekli olarak geliştirip guzelleştirebilir.

İşte bu noktada insan icin yepyeni bir tehlike ortaya cıkar. Şeytan bu aşamada, bu kişiyi ele gecirmek icin devreye girmeye hazırlanır. Cunku şeytan, bu şartlardaki bir insana yaklaşabileceği bir yol bulmuştur kendince. Şeytanın insanda oluşturmak istediği ‘buyukluk’ hissi icin gereken zemin oluşmuş, şeytanın hileli bir şekilde kullanabileceği pek cok delil cıkmıştır ortaya. Artık geriye kalan, bu kişiyi, her yaptığı şeyi ‘kendi aklı, becerisi ve gucu’ ile yaptığına ikna edip, bu ruh halini dışa yansıtan bozuk bir ahlak anlayışına surukleyebilmesidir. Eğer şeytan bu insanı, elde ettiği tum guzelliklerin, başardığı her iyi şeyin, aklettiği her olumlu detayın kendisinden kaynaklandığına inandırtabilirse, kendince ustlendiği gorevi buyuk olcude yerine getirebilecektir.

İşte vicdanı yeteri kadar acık olmayan bir insan, şeytanın bu gibi telkinleri sonucunda, kimi zaman kendisi bile farkında olmadan, icinde sinsice gelişip buyuyecek bir hastalığa yakalanır. Bu hastalığın adı ‘aklı beğenmek’tir.

İlk başlarda bu hastalığın tek farkında olan şeytandır. Ancak zamanla, hastalık yavaş yavaş dışarıya bazı alametler vermeye başlar. Cevresindeki insanlar bu kişide, yakalandığı hastalığın belirtilerini birer birer gormeye başlarlar. Coğu zaman, ‘yalnızca kendi aklına guvenme, daima haklı olduğuna inanma, sadece kendi teşhislerini esas alma, herkese kendi dediklerini yaptırmaya calışma, son sozu soylemenin takıntı haline gelmesi, başkalarının fikirlerine tabi olamama’ gibi belirtiler giderek bu kişilerde yoğunlaşmaya başlar. İşte artık hastalık ilerlemiş, kişinin tum benliğini sarmış ve bedenini ele gecirmiştir.

Ancak hastalığın dışarıya bu kadar cok alamet vermesinin iyi bir yanı da, her ne kadar ilerlemiş de olsa, insanlar tarafından cok acık bir şekilde fark edilebilir hale gelmiş olmasıdır. Cunku bu şekilde hastalığın teşhis edilebilme ve bunun sonucunda da tedavi edilebilme imkanı oluşur.

Fakat bu konuda unutulmaması gereken onemli bir bilgi daha vardır: Aklı beğenme hastalığının, yalnızca akıllı, yetenekli, becerikli, başarılı insanlarda gorulebilen bir bozulma olduğu sanılmamalıdır. Dunyanın en medeniyetten en uzak yerinde, hicbir kulture, gorguye, bilgiye sahip olmayan bir insan da, hayatını sokaklarda bomboş yatarak, kendine zarar vererek, hicbir konuda hicbir emek vermeden yaşayan insanlar da bu hastalığa cok kolaylıkla yakalanabilmektedirler. Ustelik bu hastalığı cok derin ve koklu bir şekilde de yaşayabilmektedirler. Bu insanlar da, yazının başında anlatılan başarılı, yetenekli, hayatın her alanında yukselen bir insanda olduğu gibi, akıllarından, kulturlerinden, bilgi seviyelerinden, kararlarından, inanclarından, alışkanlıklarından cok emin olabilmekte; ve bu konuda kendilerinden başka hicbir kimsenin sozune itibar etmeyecek kadar kendilerine guvenebilmektedirler.

İşte bu tablo, bu hastalığın nasıl bir musibet olduğunun daha iyi anlaşılabilmesi acısından cok ibret verici ve duşundurucudur.

Bu durum, şeytanın bir insanı gercek konumunun tam zıttına dahi inandırtabilecek kadar sinsi bir oyun ve kandırmaca icerisinde olduğunu gostermektedir.

Ve bu durum aynı zamanda da, dunyanın en aciz insanında da, en kibirli insanında da nefsin etkisinin aynı olabildiğini; insanın, nefsinin kandırmacalarına uyması sonucunda ne kadar buyuk bir gaflete kapılabileceğini ortaya koymaktadır.

Cozum ise, elbetteki her konuda olduğu gibi yalnızca Kuran’dadır. Kuran insana, Allah'ın buyukluğunu ve bu duruma karşılık insanın icerisinde bulunduğu aczi cok acık bir şekilde gostermektedir. Kuran ahlakını tam olarak yaşayan bir insan, Allah'ın izniyle asla aklını beğenip buyuklenme hastalığına yakalanmayacaktır. Bu konuda anlık bir gaflet yaşasa bile, hemen akabinde Allah'ın kudretini bilerek acizliğini ve muhtaclığını hatırlayarak Rabbimiz'in gucune teslim olacaktır.

Peygamberler bu konuda muminler icin cok guzel birer ornektir. Peygamberler Allah’ın lutfetmesiyle dunyanın en guzel ahlaklı insanlarıdırlar. Ancak bu guzel ozelliklerine rağmen, asla Rabbimiz'e karşı olan acizliklerini de unutmamış olan insanlardır. Butun bu guzel ahlaklarına, ustun yonlerine, keskin akıllarına, elde ettikleri başarılara rağmen, peygamberler aynı zamanda da dunyanın en tevazulu, en teslimiyetli, en yumuşakbaşlı ve en mulayim insanlarıdır. Onların bu ustun ahlakı, akıl beğenme hastalığından sakınmak isteyen tum Muslumanlar icin cok guzel birer ornektir.

İnsanın aczini bilmesi, Allah'ın buyukluğunu kavramasıyla mumkundur. Herşeyi ona veren, lutfeden yalnızca Allah'tır. O halde insan, sahip olduğunu zannettiği maddi manevi ne varsa, bunların hicbirinin aslında kendisinden olmadığını unutmamalıdır. Herşey zaten Allah'ındır; Allah'a aittir. İnsanın ‘akıl’ dediği ve akledebildiğinde de cok beğendiği sonuclar, yalnızca Allah'ın birer yaratmasıdır. Allah'ın sonsuz aklının insanda tecelli etmesidir. Oyleyse insanın yapması gereken aklını beğenmek değil, yalnızca aczini bilerek ve tevazuyla Allah'a olan şukrunu ve teslimiyetini gostermeye calışmak olmalıdır.
__________________