USTADIMIZ ŞEYH MAHMUD USTAOSMANOĞLU HOCAEFENDİ (K.S)


[B][FONT=Trebuchet MS][SIZE=5][COLOR=#556b2f]İSMAİLAĞA CEMAATİ


Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin ustadı olan Ali Haydar Efendi'nin omrunun son on yılında en fazla duşunduğu mesele, İsmet Efendi Tekkesi'nin geleceği olduğu sevenleri tarafından dillendiriliyor. Yine Ali Haydar Efendi, derin duşuncelere daldığı bir gun ruyasında şeyhi Ali Rıza Bezzaz Efendi'yi gormuştu. Rivayetlere gore, Ali Rıza Bezzaz Efendi, kendisine o ana kadar hic gormediği ve tanımadığı bir genci gostererek "Bu bizimdir! Bunu teslim al!" dedi. O genc, Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'den başkası değildi. Ali Haydar Efendi bunun uzerine hasta olmasına rağmen Bandırma'ya gitti ve Ali Rıza Bezzaz Efendi'nin kabrini ziyaret etti. Cuma namazını Haydar Cavuş Camii'nde kıldı. Bu cami, İsmet Efendi Tekkesi'nin geleceğinin de şekillendiği mekan oldu. Cunku aynı donemde Bandırma'da askerlik yapan Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi de cuma namazı icin camideydi. Cıkarken Ali Haydar Efendi'yi goren Mahmud Hocaefendi, buluşmalarını şoyle anlatıyor: "Cuma namazını kıldım, camiden cıkarken sağ tarafta Ali Haydar Efendi'yi gordum. Bana padişah gibi heybetli gorundu. İmama kim olduğunu sordum, Ali Haydar Efendi dedi. Onunla goruşmek istediğimi soyleyince İmam "Yarın Eskici Abdullah Efendi'nin evinde olacak oraya gel" dedi. Sabah Abdullah Efendi'nin evine gittim, kendileri oradaydı. İlk goruşmemiz o zaman gercekleşti."
[B][FONT='Bookman Old Style'][FONT=Trebuchet MS][COLOR=#000000]
AYRILMAK İSTEMEDİM'


Bu goruşmeden birkac ay sonra bolukte dağıtım yapıldı ve Ustaosmanoğlu, İstanbul Selimiye Kışlası'na sevk edildi. Ceşitli birliklerde gorev yaptıktan sonra 1954 yılında Davutpaşa kışlasında askerlik vazifesine devam ederken, İstanbul'da kaldığı sure zarfında carşı izinlerini İsmet Efendi Tekkesi'nde Ali Haydar Efendi'nin yanında gecirdi. Askerlikten sonra Of'a donen Mahmud Hocaefendi, ust uste yazdığı mektuplarında kendisine "Dost bahşişi Yusufum!" diye hitap eden Ali Haydar Efendi tarafından İstanbul'a davet edildi. Yeniden İstanbul'a gelen Hocaefendi, 1954'te Ali Haydar Efendi'nin isteği uzerine İsmet Efendi Tekkesi ile aynı sokaktaki İsmailağa Camii'nde imam-hatip olarak vazifeye başladı. Ali Haydar Efendi 1960 yılında ahirete irtihal edince ilim ve irşad bayrağını Mahmud Hocaefendi taşımaya başladı.

[B][FONT='Bookman Old Style']BATIN VE ZAHİRİ BİLİYOR


Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin hayatını bilmek, İsmailağa'nın bugununu anlamak icin de bir anahtar anlamında. 1929'da Of'ta dunyaya gelen Hocaefendi, Zehra Hanım'la evlendi ve Ahmed Abdullah, Fatıma isimli uc cocuk sahibi oldu. Babası Ali Efendi'nin nezaretinde, annesi Fatıma Hanım'ın hocalığında kucuk yaşlarda hafız oldu. Tahsil hayatında Mehmed Ruştu Aşıkkutlu, Calekli Dursun Efendi ve Ali Haydar Efendi ustadları cok etkili oldu. Of ve Kayseri'de ilim adamlarından Arapca ve Farsca oğrenen Mahmud Efendi, Of'a dondukten sonra Osmanlı medreselerinde takip edilen sarf, nahv, usul-u fıkıh, usul-u hadis, tefsir, kelam, mantık, siyer gibi kitapları okudu. Aşıkkutlu'nun yanında Kur'anı Kerim kıraatı, Ali Haydar Efendi'den de tasavvuf dersleri aldı.

Vaaz ve derslerinde ne anlatıyor?


Mahmud Hocaefendi gerek İstanbul Sultan Selim Camii'nde gerekse de Anadolu'daki muhtelif meclislerde yaptığı sohbetleri ise şoyle gercekleştiriyor: Sohbet meclisinde hazır bulunan bir Hocaefendi Kur'an-ı Kerim'den bir aşır okuyor. Mahmud Efendi de okunan ayetleri tefsir ediyor ve ardından İmam Rabbani'nin "Mektubat"ından her hangi bir mektubu okutarak onu tercume ediyor ve acıklamasını yapıyor. Risale-i Kudsiyye'den okunan bir dortluğun acıklamasını yaparak sohbeti noktalıyor. Vaazlarının kayda alınmasına sıcak bakmayan Mahmud Hocaefendi, uzun yıllar vaazlarında mikrofon kullanmadı. Onde olmaktan rahatsızlık duyduğunu ise bir cok kez tavır ve sozleriyle belli etti. Murşidin insanların icinde kaybolan kişi olması gerektiğini ifade eden Hocaefendi, her zaman soyleneni daha one cıkarırken soyleyenin ise geride kalmasını tercih etti.
Cocuklara bile saygılı


Hocaefendi, irşat faaliyetlerine ilk olarak Of'un Yaranoz-Kavakpınar koyunde başladı. Dursun Efendi'de okurken soz konusu koyde imamlık yaptı. İmamlığı esnasında cok sayıda talebe yetiştirdi. Yaşı 15-16'larda olmasına rağmen yaşantısıyla koylu uzerinde derin tesirler bıraktı. Kavakpınar sakinleri koylerinde imamlık yapan Mahmud Efendi ile alakalı şunları soyluyor: "O, koyumuze geldiğinde henuz cok gencti. Fakat hareketleriyle olgun bir insandan daha kamil gorunurdu. Yuruduğu sokakta oyun oynayan cocuklar kendisini gorduklerinde oyunlarını bozmasınlar diye yolunu değiştirmesi, imamlıktan dolayı ucret almaması gibi hareketleri ile kısa zamanda gonullerde taht kurdu."

SUFİLİK FITRATINDA VAR


Mahmud Hocaefendi, cocuk sayılacak yaşlardan itibaren kamil bir rehber arayışına girmişti. O yıllarda icinde bulunduğu ruh halini anlattığı ceşitli eserlerde şoyle diyor: "Cocukken geceleri başımı yastığa koyduğumda kendi kendime şoyle seslenirdim: Dunyanın bir ucunda kamil-mukemmel bir murşid olsa yalın ayak, ac ve susuz olsam hemen yola koyulur o murşidi bulurum." Mahmud Hocaefendi, bu arayışların neticesinde ilk olarak Of'ta Mapsinolu Ahmed Efendi olarak bilinen yorenin meşhur Nakşibendi buyuğune bağlandı. Askerde Ali Haydar Efendi ile tanışınca ona intisap etti. Mahmud Hocaefendi, askerden sonra ustadının irfan meclislerine daha fazla katılma imkanı buldu. İlerleyen yıllarda ise yanı başından hic ayrılmadı. Bu birliktelikle alakalı Ali Haydar Efendi'nin kucuk oğlu şunları soyluyor: "Babam, Mahmud Hocaefendi ile kuşluk vaktinden sonra baş başa kalır, uzun uzun sohbetler yapardı. Babam derdi ki: 'Oğlum! Goruyorsun ki bende olan her şeyi ona aktarıyorum. Fakat onu muşahede altında tutabilmem icin bunu tedricen yapıyorum. Zira manevi aleme ait malumatın birden kazanılmasına hicbir akıl tahammul edemez." Ali Haydar Efendi, tasavvuf literaturune ait zengin birikimini Mahmud Hocaefendi'ye aktardı. Ona Mesnevi, Mektubat-ı Rabbani, Reşahat, Risale-i Kudsiyye gibi sufi eserlerin tasavvuf disiplini icerisinde ne anlam ifade ettiklerini de oğretti.
Literatur icerisinde Mektubat'ın yerini belirlerken şoyle derdi: "Evladım Mahmud! Mektubat o kadar buyuk bir kitaptır ki, Reşahat ona ancak elif-ba olabilir."

Sufi geleneği devam ettirdi


Ali Haydar Efendi vefatından kısa bir sure once Ustaosmanoğlu'nu huzuruna alıp emaneti kendisine bıraktığını ifade ederken, bağlılarına hitaben yaptığı "Mahmud'un elinden tutan benim elimden tutmuş olur" şeklindeki konuşma da İsmet Efendi Tekkesi'nin surdurduğu ilim ve irşad geleneğinin yeni temsilcisinin Mahmud Hocaefendi olacağını haber veriyordu. İlk buluşmalarında başlayan muhabbetin hep artarak devam ettiğini anlatan Mahmud Hocaefendi, Ali Haydar Efendi ile goruşunceye kadar "soru sorarlar" endişesiyle tasavvuf buyukleriyle goruşmekten imtina ettiğini, fakat Ali Haydar Efendi'nin kendisini etkilemesi nedeniyle huzurundan hic ayrılmak istemediğini kaydediyor. Hocaefendi, devraldığı sufi geleneğe sıkı sıkıya bağlı kaldı. Bahauddin Nakşibend ve diğer Nakşi buyuklerinin silsile halinde sure gelen tavsiyelerini olduğu gibi yerine getirdi.

[B][FONT='Bookman Old Style']İsmailağa'da 24 saat huzur


İsmailağa'yı hedef alan saldırılar, cemati uzse de, “Allah icin birbirini seven” insanların Carşamba'da meydana getirdiği huzuru hÂl sokakta ve camide gormek mumkun. Carşamba'da seher vaktinde dua ile başlayan hayat, sabah namazıyla gune acılıyor. Guneşin doğuşu seccadenin uzerinde seyrediliyor. Bu surede belli dualardan oluşan tesbihat yapıldıktan sonra "işrak namazı" kılınıyor. Namazın ardından dağılan cemaat "kuşluk vakti" camiyi yeniden hareketlendiri-yor. Sarıklar sarılıyor ve "kuşluk namazı" kılınıyor ancak cemaat, nafile namazlarını daha cok ev ya da işyerlerinde kılmayı tercih ediyor. Oğle ve ikindi namazlarını cemaatle eda etmek isteyen cevre sakinleri yine camiyi dolduruyor. Farz na-mazların edasından sonra işlerine dağılan cemaat, akşam namazı icin tekrar saf tutuluyor. Akşam namazının sunnetinden sonra kılınması guzel kabul edilen 6 rekatlık "evvabin namazını" kılanların sayısının diğer camilere gore oldukca fazla olması gozlerden kacmıyor. Akşamdan sonra cemaatin bir kısmının camide kalıp, bir koşeye cekildiğine şahit olunuyor. Bu; insanların kendileriyle baş başa kaldığı, gunun muhasebesini yaptıkları ozel anlardan biri.

RAMAZAN AYI HİC BİTMİYOR


Nafile oruc tutulması tavsiye edilen Perşembe ve Pazartesi gunleri akşam namazından sonra bu muhasebeye katılanların sayısında azalma goze carpıyor. Bircoğumuzun yalnızca Ramazan ayında yaşadığı ya da şahit olduğu iftara misafir davet etme geleneğine, İsmailağa'da her Pazartesi ve Perşembe gunleri sıkca rastlanıyor. Yatsı namazı vakti yaklaştıkca evlerde abdest ile başlayan hazırlıklar, biraz sonra sokaklara yeniden hareket getiriyor. Cemaatin gozleri ve sozleri, İsmailağa Camii'nde "huşu" ve "huzur"un en cok bu vakitte yaşandığını hissettiriyor. Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin yatsı namazı sonrasında ayakta kalmayı tavsiye etmemesi nedeniyle, cemaat camiden ayrılıp, evlerinde istirahata cekiliyor. Hocaefendi, Sohbetler kitabında bu tavsiyesinin gerekcesini şoyle izah ediyor: "Ashab-ı Kiram'dan (R.A) bazıları yatsı namazını kılıp evlerine giderken sokakta dış elbiselerini cozmeye başlarlardı. Neden boyle yaparlardı? Cunku gece "teheccut namazına" kalkabilmeleri icin hemen yatmaları gerekirdi."

NAFİLELER İHMAL EDİLMİYOR


Hocaefendi, oğrencilerine teheccut yani gece namazı sonrası sabah namazına kadar seccadenin uzerinde beklenilmesini tavsiye ediyor. Sunnetten beslenen nafile namazlar konusundaki hassasiyet, esasında sadece İsmailağa Camii ve cemaatine ozgu değil. 1927 yılında Konya'dan Of'a gonderilen bir asker mektubunda Konya camile-rine dair şoyle bir kayıt bulunduğu biliniyor: "Kuşluk vaktinde butun camiler nafile namaz kılmak isteyen insanlar tarafından tıklım tıklım dolduruluyor." Nafile na-mazlara gosterilen hassasiyet yalnızca İsmailağa Camii ve cemaatine ozgu değil. Konya gibi İstanbul ve Anadolu'daki bir cok camide de nafile namaz vakitlerinde hareketlilik yaşanıyor. İsmailağa'da namaz vaktinde her şey duruyor ve butun kapılar camiye acılıyor. Manzara adeta Ustad Necip Fazıl Kısakurek'in şu dizesini acıklıyor: "Dunyaya kapalı Allah'a acık."

Hızır Hoca'nın gul sevgisi


1998 yılında 55 yaşında iken gorev yaptığı Cukurbostan Camii'nde şehit edilen Hızır Ali Muradoğlu da, İsmailağa'da yaşanan huzura adeta aynalık ediyordu. İstanbul'da universitede okurken Arapca dersi almak istediği Kocamustafa Paşa'daki Gul Camii'nin imamı Nuri Efendi vasıtasıyla Mahmud Hocaefendi ile tanışan Hızır Ali Hoca, daha sonra damadı olduğu Hocaefendi'nin peşini bir daha bırakmadı. Tum vaktini İsmailağa'da geciren ve kısa surede ilim ve irfan yolunda olgunlaşan Muradoğlu, Hocaefendi'nin bulunmadığı zamanlarda onun yerine sohbet gorevini yerine getirdi. Eğitim, ilim ve irfan calışmaları yoğun bir şekilde devam ederken hanımı ağır bir rahatsızlığa yakalandı. Omrunun sonuna kadar devam eden bu rahatsızlık hali suresince, evin butun hizmetlerini de Hızır Hoca yerine getirdi. Muradoğlu, 1991 yılından itibaren gorev yaptığı Carşamba Cukurbostan Camii'ndeki imamlığı esnasındaki sempatik, guler yuzlu, şakacı ve etkileyici uslubuyla kısa zamanda cevresindekilerin hayranlığını kazandı. Hızır Ali Muradoğlu, uslubu ve anlattıklarıyla cemaatin hızla artmasına da sebep oldu.

GULUN ONUNDE EĞİLMELİ


Muradoğlu, cami bahcesini kendi diktiği gullerle suslemiş ve her gun bakımını da ihmal etmemişti. Bir gun yeğenlerinden birisi gullerden birini eliyle tutup kendine cekerek koklamak isteyince "Dur gul oyle koklanmaz" diyerek gulu iki avucunun icine alıp eğilerek koklamış, Peyfamber Efendimiz'i simgeleyen gule bile edeble yaklaşmıştı. Şaka ve latifeyi İslam'ın sevilmesi ve oğrenilmesi icin ustalıkla kullanan Hızır Efendi etrafındakileri soz ve hareketleri ile sık sık guldururdu.

Niteliğinin gostergesi: Omer Nasuhi Bilmen


İsmailağa'nın sadece bir cemaat olmasının otesinde sahip olduğu ilim ve irfan derinliğini anlamak icin yakın tarihin onemli bilim adamlarından Omer Nasuhi Bilmen onemli bir gosterge. Mahmud Hocaefendi'nin ustadı olan Ali Haydar Efendi'nin bir ara katipliğini yapan eski Diyanet İşleri Başkanı Bilmen 1950'lerden once İstanbul Universitesi Hukuk Fakultesi'nin talebi uzerine 8 ciltlik "Hukuk-u İslÂmiyye ve Islahat-ı Fıkhiyye KÂmûsu" hazırlamıştı. Ordinaryus Prof. Sıddık Sami Onar ile Hukuk Fakultesi'nin Dekanı Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bu kamusa birer onsoz yazmıştı. Sıddık Sami Onar onsozunde "Bu eser, gelecekte kanun hazırlayacaklar icin fevkalade muhim bir kaynaktır" derken, Prof. Velidedeoğlu ise "Boyle bir hukukcu bugune kadar gelmedi" ifadesini kullanmıştı.

Ortak eğitim icin ağ oluşturulacak


Bildiride sıralanan diğer başlıklar ise şoyle: Ortak eğitim politikası icin Turkiye'nin onculuğunde ve desteğinde bir ağ ve bilgi bankası oluşturulmalı, Kulturel mirasın envanteri cıkartılmalı. Gencler icin ortak mucadele yolları aranmalı. Bildirgede ayrıca Avrasya Tahkim Divanı Orgutu kurulması, Turk Dunyası Belediyeler Birliği'nin daha aktif hale getirilmesi, Turk devlet ve toplulukları tarafından belirlenecek bilim adamlarınca oluşturulmuş bir komisyonun isimlendireceği bilim odulu ihdas edilmesi ulkeler arasında kultur sanat faaliyetlerinin geliştirilmesi ve karşılıklı kulturel değişim programlarının hayata gecirilmesi alınan kararların hayata gecirilmesi icin kurumsal takip mekanizması kurulmasına karar verildiği de ifade edildi.

Yahya Kemal'in penceresinden İsmailağa


Carşamba sokaklarında bir namaz vakti, seller gibi İsmailağa'ya akan insanlar arasına karışıp camide saf olduysanız, ruhunuz sizi surekli zorlayacak ve "hadi bir daha, bir daha İsmailağa'da namaz kılalım" diyecektir. Siz unutsanız bile ruhunuz bu şehrayini unutamayacaktır. Yıllar sonra olsa bile ayaklarınız sizi alıp eski İstanbul camilerindeki bu muhteşem manzaranın bir parcası olmaya goturecektir. Bugun zamanın camiden ve gelenekten kopardığı hatta karşıt bir duşunceyle yetiştirdiği nesillerin ızdırabına caresiz bir halde tanıklık ederken Yahya Kemal'in şu hatırasını duşunur bir anlık da olsa yureğime su serperim: "... Bugunku babalar, havası ve toprağı Muslumanlık ruyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gorduler, mubarek gunlerin akşamları bir minderin koşesinden okunan Kur'an sesini işittiler; bir raf uzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, kucuk elleriyle actılar gul yağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi oğrendiler; kandil gunlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların Bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler icinde şafak sokerken Tekbir'leri dinlediler dinin boyle bir merhalesinden gectiler, hayata girdiler." "... Medenileşen ust tabakanın cocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Turk cocuğunun en guzel ruyasını goremiyorlar."
"... Dort sene evvel Buyukada'da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hic uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Buyukada'nın mahalle icindeki sakit yollarından kendi başıma camiye doğru gittim. Vaiz kursude vaaz ediyordu... İcim huzunle dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı diz cokup dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Musluman kardeşlerim, butun cemaatın arasında yalnız benim vucudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissedi-yordum." "... Biz ki minareler ve ağaclar arasında ezan seslerini işiterek buyuduk. O mubarek muhitten cok sonra ayrıldık, biz boyle bir sabah namazında anne millete tekrar donebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Turk cocukları donecekleri yeri hatırlayama-yacaklar." Bu gunun aydını belki babalarının kollarında gittikleri camilerde ak sarıklarıyla saf tutan muminlerin aralarında bayram namazları kılmış olacak kadar yaşlı değillerdir. Fakat bir coğunun babası Fatih'te, Suleymaniye'de ak sarıklı İstanbullular arasında namaz kılmış, onlarla aynı mahalleri hatta evleri paylaşmışlardır. Belki de bir coğunun dedesi sunnet diye sarık sarmıştır. Cok değil 80 yıl oncesinin İstanbul manza-ralarını hatırlayabilenler ya da babalarının, ak sakallı dedelerinin kollarında camilere gidişini tasavvur edebilenler İsmailağa'yı anlamakta gucluk cekmeyeceklerdir. İşte o zaman gorecekler ki İsmailağa; Cumhuriyet doneminin en buyuk fakihi Omer Nasuhi Bilmen gibi bir alimin bir ara katipliğini yaptığı dersiam (Ordinaryus Profesor) Ali Haydar Efendi ile milletin koklerine bağlı bir irfan ocağıdır. Mahmut Efendi kokleri Osmanlı'ya oradan da saadet asrına uzanan bu ilim-irfan yolunun son temsilcisidir.

İsmailağa'yı anlamak icin tasavvuf bilinmeli


İsmailağa Camii cemaatindeki sevgi birlikteliğini doğru anlayabilmek icin tasavvufun inceliklerinin de bilinmesi gerekiyor. Cemaat, yıllardır guzel ahlakı ve iyiliği tavsiye eden hocaefendilerine karşı buyuk sevgi besliyor.İsmailağa Cemaati, kendilerine ozgu yaşam bicimleri, İslam'ı yaşama konusundaki gosterdikleri titizlik nedeniyle zaman zaman gundemin ilk sırasına oturdu. İstanbul'un orta yerinde, devam eden cemaat hayatı, herkese acık tutulmasına rağmen, adeta devletin bile giremediği bir getto gibi tanıtıldı. Cevresinde oluşan sevgi halkasıyla dikkatleri ceken Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi ise merkezine konulmaya calışıldığı tartışmalara, cemaatine yonelik kışkırtıcı tutumlara karşı sufi tavrını hep muhafaza etti. Binlerce seveni olmasına rağmen hicbir zaman kimseye karşı kin ve nefret tohumu ekilmesine izin vermedi... Bu yazı dizisi, işte bu sufi tavrın arka planına ışık tutuyor. İsmailağa Cemaati'nin bağlı olduğu Halidiye kolunu dunu, bugunu ve toplumdaki yansımaları ile incelerken, Mahmut Usta- osmanoğlu'nun hayatına, tavavvuf anlayışına, eğitime yaptığı hizmetlere, kamuoyundaki yerine mercek tutuyor.
Tasavvuf, bugun insanları Allah Teala'ya yaklaştıran, ruhu İslÂmi değerlerle donatan bir yol olarak tanımlanıyor. Tarikatlar ise bu yolda tarihi surec icerisinde oluşan irfan ocakları olarak karşımıza cıkıyor. Tarikat, insanları İslam'la tanıştırmasının yanında, İslam'a gore nasıl yaşanılabileceğinin de yolunu gosteriyor. Osmanlı Devleti'nin guclu bir toplum yapısına sahip oluşu doğrudan tarikatların varlığıyla ilişkilendirilirken yaklaşık 250 yıldır Anadolu ve cevresinde etkin olan ve Nakşibendiyye-Halidiyye kolu ise ummet anlayışı ile ozellikle Osmanlı'nın dağılma surecine girdiği donemde millet-devlet dayanışmasının cimentosu olarak vazife gormuş olmasıyla dikkat cekiyor. Halidiyye kolu, kurucusu Ziyauddin Halid bin Huseyin El-Bağdadi'nin (1779-1827) cabalarıyla tekke ve medrese arasındaki ayrılığı kaldırması nedeniyle "ilmiye sınıfının tarikatı" sıfatı da alıyor. Abdullah Mekki vasıtasıyla Bağdadi'ye dayanan, gunumuzde İsmailağa'daki İsmet Efendi Tekkesi ise Halidiliğin kolları icerisinde geleneksel yapıyı koruması nedeniyle on plana cıkıyor.

NAKŞİBENDİLİK, OSMANLI VE ANADOLU'NUN RENGİ


İsmailağa'ya gelmeden once Nakşibendilik ve Halidiyye'nin doğuşuna bakmak gerekiyor. 14. asır ortalarında Buharalı Muhammed Bahauddin Nakşibend tarafından kurulan ve oğrencileri tarafından yayılan Nakşibendilik Tarikatı, ozellikle İmam-ı Rabbani'nin etkisiyle once Batı'ya doğru uzanan geniş bir coğrafyada etkili oldu. Nakşibendiliğin Osmanlı topraklarında yayılması ise Halid el-Bağdadi kanalıyla oldu. Halid el-Bağdadi ummet bilincini aşıladığı yuzlerce halife ve muritleri ile Osmanlı topraklarında emperyalizme karşı hilafetin mudafaasını yaptı. Bağdadi'nin talebeleri kurdukları medreselerde ummet bilincini aşılarken, ozellikle ehl-i sunnet itikadının temel kitaplarını okuttu. Yaşadığı donemdeki alimlerden buyuk saygı goren Bağdadi'nin muritleri arasında İbn Abidin, Ruhu'l-Meani isimli tefsirin sahibi Mahmud el-Alusi, II. Mahmud'un Şeyhulislamı Mekkizade Mustafa Asım Efendi gibi devrin onemli alimleri de yer aldı. El-Bağdadi Nakşibendilik icerisinde İmam-ı Rabbani'den sonra en etkin olan ikinci adam oldu. Halidiyye kolunu temsil eden murşitlerin ulema sınıfından gelmesi ise tarikatın İstanbul ulemasınca kabul gormesini sağlarken Nakşibendilik ilim ve devlet a damları nezdinde ciddi bir saygınlığa ulaştı.
__________________