Ruh Cağırma Nedir?


Ruh cağırdıklarını iddia edenler, bazı gafil ve safdil insanları muhtelif şekillerde aldatmaktadırlar. Bunlardan en yaygını şudur: Medyum, yani, Ruh cağıran kişi bir masa uzerine birkac fincan dizer ve birtakım harfler serer. Guya, cağıracağı Ruhun ismini soyler. Biraz sonra fincanda kımıldanmalar başlar, masadan "Tak, tak!.." sesleri yukselir. Bu arada, harfler sağa sola doğru hareket eder. Harflerin kımıldanmasından sozde Ruhun suallere verdiği cevapların belirlenmesine calışılır.

Ruh cağırma hadisesinin, gercekten Ruhlarla bir ilişkisi var mıdır? Medyumların cağırıp konuştuklarını iddia ettikleri, hakikaten olmuş insanların Ruhları mıdır? Eğer bunlar, olmuş insanların Ruhları değilse, masaya vurarak ses cıkaranlar kimlerdir?

Once şunu belirtelim ki, kainatta hicbir şey gayesiz, sahipsiz ve başıboş değildir. Hicbir şey kendi haline bırakılmamış, tesadufe havale edilmemiştir. Kainatta canlı-cansız her mahluk bir nizamın esiridir, bir murakabe ve te'sir altındadır. Hicbir şey, Cenab-ı Hakk'ın koyduğu ihatalı ve şumullu kanunların hukmunden haric değildir.

Hem Cenab-ı Hakk'ın, insan Ruhunu, mahlukat icinde en muşerref ve en mukerrem bir mahiyette yaratıp, o Ruhu yuksek meziyetlerle suslemesi, kainatı ona teveccuh ettirmesi ve onu kendisine muhatap ve dost olarak secmesi apacık gosteriyor ki, onun idaresini ve tasarrufunu, başka ellere teslim etmez. Birtakım sefih cambazlara bırakmaz.

İnsanın kendi cesedi uzerindeki tasarrufu dahi elinde değildir. Mesela, yediği bir lokmanın, boğazından gectikten sonra, nasıl taksim edildiğini, her azaya ne kadar dağıtıldığını dahi bilememektedir. Kendi ic alemindeki bunca tasarruftan haberi olmayan insanın, Ruhlar uzerinde tasarruf dava etmesi ne kadar gulunc bir iddiadır, tarif edilemez.

Yerde ve gokte ne varsa, hepsi Allah’ın tasarrufu altındadır. Binaenaleyh, Ruhlar da kendi iradelerine terk edilmemişlerdir. Onlar kendi iradeleriyle, diledikleri gibi hareket edebilselerdi, belki de, bir kısmı dunyaya bile gelmek istemeyecek, gelse de gitmek istemeyecekti.
İsra Suresi, 85. ayetinde, "Ruh Allah'ın emrindendir" buyurulmaktadır. Ayet-i kerimede apacık olarak, insan Ruhunun, Allah'ın emrinden geldiği bildirilmektedir. Emr-i İlahi'den gelen bir Ruha, hangi kuvvet tesir edebilir ve onda tasarruf sahibi olabilir?

Yine pek cok ayetlerde, insan Ruhunun, olumden sonra da başıboş bırakılmadığı, olumle birlikte muhasebesinin de başladığı beyan edilmektedir. Mesela, Mu'min Suresi, 46. ayette de, "Onlar (kabir icinde kıyamet gunune kadar) sabah ve akşam ateşe arzedileceklerdir" buyurulmaktadır. Bu ayette de acık olarak, kafirlerin kıyamet gunune kadar azap gorecekleri bildirilmektedir. Nahl Suresi 32. ayette ise muminler hakkında şoyle buyurulmaktadır: "Bunlar (o kimselerdir ki) melekler Ruhlarını en iyi halde alır. Ve onlara: 'Selam sizin uzerinize olsun. Yaptıklarınızın karşılığı olarak Cennet'e giriniz' derler."

Olumden sonraki haller ve kabir azabı hakkında Hazret-i Resulullah'ın (sav) pek cok hadisleri mevcuttur. Bunlardan birisinde şoyle buyurmaktadır:
"Kabir (herkesin ameline gore) ya Cennet bahcelerinden bir bahce, veya Cehennem cukurlarından bir cukurdur."
Demek oluyor ki, alemde, her mahluk gibi, Ruh da, başıboş değildir. İnsanın olumunden sonra Ruhu, alem-i berzah denilen kabir aleminde daimi bir murakabe ve muhasebeye tabi tutulmakla, bir kahır veya taltife muhatap olmaktadır.
Ayrıca, şunu da belirtelim ki, alem maddeye munhasır olmadığı gibi, Ruh da, yalnız insana munhasır değildir. Ruhani alemler hadsizdir; o alemlerde yaşayan mahluklar da nihayetsizdir. Nitekim, meleklerin, cinlerin, şeytanların, kısacası Ruhani varlıkların sayısını ancak Allah bilir.
Şimdi, bu Ruhani varlıkların, "Ruh cağırma" iddiası ile irtibatlarının olup olmadığını kısaca tahlil edelim:
Ruhani varlıkların en buyuk taifesi meleklerdir. Melekler "Nurdan" yaratılmıştır. Melekler, Allah'a mutlak itaat ederler, zikir, tesbih, ibadet, marifet gibi vazifelerle meşgul olur, hicbir surette asi olmazlar. O halde, medyumlara haber getirenler melekler olamazlar.
İnsan Ruhlarına gelince, bunlar dorde ayrılırlar
1— Peygamberlerin ve Velilerin Ruhları.
2— Şehitlerin Ruhları.
Bu iki gurup Ruhların medyumların ayağına gelmeyecekleri acıktır.
3— Gunahkar Mu'minlerin Ruhları:
Bu Ruhlar, Allah'a ve ahirete inandıkları halde, salih amel işlemeyerek, sefahete duşup, gunahlara daldıklarından, kabirlerinde azaba maruzdurlar. Bunların, medyumların ayağına gelmeleri hic duşunulemez. Zira, kendi hesaplarını vermekle baş başadırlar.
4— Kafirlerin Ruhları: Bu Ruhlar da, kabirde daimi ve şiddetli bir azaba maruzdurlar. İlahi azaba muhatap olan bu Ruhları, kim bırakır ki, gelsinler, masaları tıkırdatsınlar?
Oyleyse, medyumların irtibat kurmaları neticesinde, gelip masaya vuranlar kimlerdir?

Bu suale yeterli cevap verebilmek icin insanların yaratılmaları ile ilgili hikmetler uzerinde biraz durmakta fayda vardır. İnsan suresinin 2. ayetinde mealen şoyle buyurulmaktadır: "Hakikat, biz insanı birbiriyle karışık bir damla sudan yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeple onu işitici ve gorucu yaptık..."
Ayetin mealinden acıkca anlaşıldığı uzere, insan bu dunyaya imtihan icin gonderilmiştir. Dunya, onun onune, bir musabaka yeri olarak acılmıştır. Elmas gibi Ruhların, komur gibi Ruhlardan ayrılmaları bu musabakayı gerektirmektedir. Bu musabakada iyilerle kotulerin birbirinden ayrılmaları, şeytanların yaratılmasını iktiza eder. Ta ki, şeytanlar beşere musallat olsun, iyilerle kotuler birbirlerinden ayrılsınlar.
Nitekim, şeytanların hayırdan mahrum ve şer uzere yaratılmış mahluklar oldukları ve insanlara musallat olup, onları iğfal edecekleri Kur'an-ı Kerim'in A'raf suresinin 11-12. ayetlerinde, şoyle beyan buyurulmaktadır: "Andolsun sizi yarattık, sonra size suret verdik, sonra da meleklere, secde ediniz dedik. Hepsi secde ettiler. Yalnız iblis etmedi, o secde edenlerden olmadı. (Allahu Teala) dedi: 'Ben sana secde emretmiş iken seni alıkoyan nedir?' O da: 'Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu camurdan yarattın' dedi. (Allahu Teala): 'Oyleyse, oradan hemen in. Sana orada kibirlenmek gerekmez. Hemen cık, cunku sen alcaklardansın' dedi. (O da): 'Bana dirilip kaldırılacakları gune kadar muhlet ver' dedi. (Hak Teala da): 'Sen muhlet verilmişlerdensin' dedi. (İblis), 'Oyle ise' dedi. 'Sen beni azgınlığa mahkum ettiğin icin onları gozetlemek uzere Senin doğru yolunda oturacağım. Sonra, andolsun, onların onlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim (musallat olacağım). Sen de onların coğunu şukredici (kimse)ler bulmayacaksın.' Allah (cc) dedi ki: 'Zem ve tahkire uğramış ve kovulmuş olarak cık oradan. Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa Cehennemi butun sizlerden dolduracağım.'"Ayet-i kerimede, iki nokta meselemizle yakından ilgilidir. Birincisi; şeytanların beşere musallat olmasına, ta kıyamete kadar musaade edilip muhlet verilmesi; ikincisi ise, şeytanların insanlara, onlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulabilmeleridir. Bunun icin şeytanlar, daima insanların sufli ve hayvani arzularını işletmekte, onları aldatmakta, doğru yoldan saptırmaktadırlar. İğfal yollarından biri de, medyumları maskara olarak kullanmaları ve onlara yanlış haberler vererek beşeri ifsat etmeleridir.
Bir ayet-i kerime de şoyle buyrulur:
"Haber vereyim mi size, şeytanlar kimin uzerine inerler? Vebal yuklenici her bir sahtekar uzerine inerler. Onlar (Şeytanlara) kulak verirler ve ekseri yalan soylerler."
Evet, cağırıldığı zaman gelenler ve medyumların masalarına vurarak ses cıkaranlar, şeytanlar ile, cinnilerin fasık olan kısımlarıdır.
Ustad Bediuzzaman Hazretleri bu konuda şunları soylemektedir:
"Bu mes'ele, felsefeden ve ecnebiden geldiği icin ehl-i imana cok zararları olabilir. Ve cok su'-i istimalata menşe' olmakla beraber icinde bir doğru olsa on yalan karışıyor. Cunku, doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir mihenk, bir mikyas olmadığından ervah-ı habise ve şeytana yardım eden cinnilerin bu vesile ile hem onun ile meşgul olanların kalbine ve hem de İslamiyet'e zarar vermek ihtimali var. Cunku maneviyat namına Hakaik-ı İslamiye'ye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ı habise iken kendilerini, ervah-ı tayyibe zannettirip belki, kendilerine bazı buyuk veliler namını verip İslamiyet'in esasatına muhalif sozlerle zarar vermeye calışabilirler. Hakikati tağyir edip, safdilleri tam aldatabilirler."
Mevzu ile ilgili olarak, Mevlana'nın şu mısralarını da nakledelim:
"Cin insana galip gelir ve ona musallat olursa, insandaki insanlık sıfatı kaybolur."
"Her ne soylese, onu cin soylemiş olur. İster bu baştan, ister obur baştan, hakikatte soz cinnindir."
"Boyle bir zamanda insanın kendi benliği gitmiş, tamamiyle cin hakim olmuştur."
Cinlerin insanlara musallat olmaları hususunda Ebu Hureyre (ra) demiştir ki, "Nebiyy-i Ekrem (sav) bir gun buyurdu ki, 'Cin (taifesinden) bir ifrit dun gece namazımı bozdurmak icin bana ansızın hucum etti. (Lakin) Allah (beni galip getirip) ona istediğimi yapmaya fırsat verdi. Sabah olunca hepiniz onu gorup seyredesiniz diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Fakat Suleyman bin Davud (as)'ın: 'Ya Rab, beni mağfiret et ve benden sonra kimseye nasib olmayacak bir mulku, bana bağışla' demiş olduğu hatırıma geldi de ifriti kopek gibi kovdum."

Babanzade, bu husustaki acıklamalarının ilk kısmında, mahlukat nevilerinin sayılarını bilmenin ancak Allah'a mahsus olduğunu ifade eder ve hayat sahibi mahlukların, yalnız insan ve hayvanlar olmadığını belirtir. Bu iki taife dışında, melek ve cin gibi latif mahlukların da bulunduğunu, Peygamberimizin ihbarı yanında, asfiyanın da şehadetlerini delil gostererek beyan eder ve şu bilgilere yer verir: "Cinler, insanlar gibi yeryuzunde yaşarlar. Kafir ve mu'minleri vardır. Değişik şekil ve kılıklara girebilirler. Melek ve cinlerin varlıkları Kur'an'ın beyanı ve Peygamberimizin ihbarıyla sabittir."

Ahmed Naim Bey, medyumların, elleri değmeden, sandalyelerin havada dolaşmalarının ve fincanların masa uzerinde kıpırdanmalarının cin ve şeytanlar tarafından yapıldığını belirtmektedir.

Makaleden Alınmıştır

__________________