MUSLUMANLARIN EN BUYUK SORUNU:
MODERN CAHİLİYE

MODERN CAHİLİYE

“Cahiliye” ozelde İslam oncesinde Arapların, genelde her milletin butun yanlışlarıyla birlikte kendi dinî duşunce, orf ve Âdetlerini topyekûn kutsayarak bunun dışında her turlu gerceğe ve değere kulak tıkayıp sırt cevirmesini, bunun da otesinde onlara karşı savaş acmasını ifade eder.
Kur’an-ı Kerim’de “atalar dini” olarak adlandırılan bu husus, başta Hz. Muhammed (s.a.s.) olmak uzere butun peygamberlerin davet surecleri boyunca en fazla mucadele ettikleri ve ustesinden gelmekte en cok zorlandıkları husustur: “Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun.’ denilince, ‘Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız’ derler; ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru olmayan kimseler idiyseler?” (Bakara, 2/170.)
Bu noktada Hz. Peygamber (s.a.s.), Cahiliye taassubunun en ust duzeyde gorulduğu bir bolge ve millete gonderilmiştir. Onun risalet sureci, bu uğurda İslami değerler adına verdiği insan ustu mucadeleyle gecmiştir. Ve o, hayatını bu konuda biz ummetine Veda Hutbesi’nde verdiği şu nihai tavsiyelerle tamamlamıştır:
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in cocuklarısınız, Âdem ise topraktandır.
Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap uzerine ustunluğu olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah uzerine, siyahın da kırmızı tenli uzerinde bir ustunluğu yoktur. Ustunluk ancak takvada, Allah’tan sakınmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız ondan en cok sakınanınızdır…”
Bununla birlikte Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte pek cok Cahiliye Âdet ve alışkanlığı tekrar nuksetmiş ve gunumuze değin etki ve gucunu artırarak devam edegelmiştir. Bugun itibarıyla İslam Âlemi, cok ciddi bir kriz donemi yaşamakta, Âdeta bir olum kalım savaşı vermektedir. Gorunurde siyasi, askerî, ekonomik, vb. dÂhili ve harici pek cok sebep ve gerekce ileri surulmekteyse de, bizce meselenin ozunde yatan temel sorun, İslam Âlemine Kur’an ve sunnete ait ilahî prensip ve değerler yerine Cahiliye’ye ait kabile asabiyetinin farklı gorunumlerde hÂkim olmasıdır.
Elbette koprunun altından cok su akmıştır ve soz konusu Cahiliye anlayışı, farklı donem ve bolgelerde mutasyona uğrayarak değişik birtakım gorunum ve şekiller almıştır. Bununla birlikte Arap yarımadasında kabile asabiyeti belli aile ve kabileler eliyle hÂl ilk gunku hÂl ve gorunumunu muhafaza etmektedir. Bir kimsenin kendi milletini sevmesi, onun millî değerlerini benimseyip yaşatması en doğal hakkı ve İslam’ın da bir gereğidir. Fakat burada soz konusu olan husus, bir Muslumanın butun İslami değerleri bir yana bırakarak sırf kendi ırkından değil diye diğerine kem gozle bakıp ondan nefret etmesi,uzerine yuruyup onu oldurmeye ve yok etmeye calışmasıdır: “Kim bir mumini kasten oldururse cezası, icinde ebediyen kalacağı cehennemdir.Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun icin buyuk bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93.)
Kabile asabiyetinin Musluman ulkelerde yerel capta ortaya cıkan tezahuru bolgecilik ve hemşehriciliktir. İnsanlar, kendi doğdukları veya anne babalarının geldikleri yerlere ilgi duyup oralarda yaşamaya ve oraları geliştirmeye gayret edecekleri yerde, yaşamayı tercih ettikleri buyuk şehirlerde bir tur hemşehri veya bolge dayanışması geliştirmek suretiyle buraların mevcut imkÂnlarını kendilerine ve yakınlarına daha fazla aktarma gayretine duşmekte, bu konuda helal-haram, hak-hukuk, adalet-liyakat, kul hakkı vb. butun İslami değerleri bir kenara atabilmektedirler. Bu tur bir asabiyetin doğal sonucu “altta kalanın canı cıksın” anlayışıdır ki, İslam’ın temel gonderiliş gayesi bu ilkel cahiliye anlayışını ortadan kaldırmaktır: “Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah icin şahit olarak adaleti gozetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yuz cevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şuphesiz haberdardır.” (Nisa, 4/135.)
Bizce meselenin ozunde yatan temel sorun, İslam Âlemine Kur’an ve sunnete aitilahî prensip ve değerler yerine Cahiliye’ye ait kabile asabiyetinin farklı gorunumlerde hÂkim olmasıdır .
Bir diğer Cahiliye anlayışı, tarihî surec icinde kemikleşerek Âdeta bir kangren hÂline gelen Şiilik ve Sunnilik catışmasıdır. Mesele bir kimsenin Hz. Ali’ye, diğerinin Hz. Ebubekir veya Hz. Omer’e uyması değildir. Zira her biri ayrı bir yıldız olan bu zatlar butun Muslumanları tek tek Kur’an ve sunnetin yoluna ulaştırmaya kadirdir. Fakat sorun, biri adına diğerine kufrederek mezhepciliği din hÂline getirip ummeti bir daha bir araya gelemeyecek şekilde bolup parcalamaktır: “Allah ve Rasulune itaat edin, birbirinizle cekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Cunku Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46.)
İslam Âlemine hÂl hÂkim olan bir diğer Cahiliye anlayışı, beşeri ideolojilerdir. Oculuk, buculuk, şuculuk şeklinde tezahur eden bu asabiyet turleri, binlerce, milyonlarca Muslumanı zaman icinde kendi oz dinine, tarihine ve milletine tamamen yabancı hÂle getirmiştir. Kurtuluşu kendi oz değerlerinde değil de, başka yerlerde arayan bu zavallı zumreler, ulkelerini zihniyet ve yaşam tarzı olarak yabancılara peşkeş cekmenin adeta yarışı icine girmiş, Batı’ya mı, yoksa Doğu’ya mı yaranalım kavgası icinde kardeşi kardeşe duşman etmiş, Muslumanı Muslumana kırdırmışlardır: “Muminler ancak kardeştirler. Oyleyse kardeşlerinizin arasını duzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurat, 49/10.)
Musluman ulkeler bağlamında gunumuzde karşımıza cıkan bir diğer Cahiliye turu, particilik, sendikacılık, dernekcilik vb. sosyal yapılardır. Esasen bunlar, gelişmiş ulkelerde farklı alanlara yonelik hizmet faaliyetlerini yuruten ve kendi alanlarında birbirleriyle yarışan onemli ve gerekli cağdaş kurumlardır. Bununla birlikte bu tur kurumlar, ehil olmayan ellerde kısa surede tamamen ideolojik bir yapıya donuşerek ulkeye hizmet aracı olmaktan cıkabilmekte ve Âdeta milleti bolup parcalama ve birbirine duşurme aracına donuşebilmektedir. Bu durumda vatandaşlar, urettikleri ve hak ettikleri hizmete gore değil de, ya ideolojisine veya arkasındaki maddi guce gore mu- amele gormektedir: “Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parca parca bolduler. Her gurup kendilerinde bulunan (fikir ve davranış) ile sevinip boburlenmektedir. Şimdi sen onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile başbaşa bırak!” (Muminun, 23/53, 54.)
Oculuk, buculuk, şuculuk şeklinde tezahur eden bu asabiyet turleri, binlerce, milyonlarca Muslumanı zaman icinde kendi oz dinine, tarihine ve milletine tamamen yabancı hÂle getirmiştir.
Musluman toplumlar bunyesinde son donemlerde on plana cıkan bir diğer asabiyet turu, cemaatcilik ve tarikatcılıktır. Başlangıcta belli bir Âlim; onun goruş ve eserleri aracılığıyla tamamen İslam’a hizmet gayesiyle ortaya cıkan bu hareketlerden bazıları, maalesef tarihî surec icinde ehil olmayan ellere gecmesi sebebiyle yozlaşmış ve Âdeta din icinde ayrı bir dine donuşmuşlerdir. Şoyle ki belli bir aşamadan sonra bunlara muntesip olan kraldan cok kralcı kimseler, kendi liderlerini Âdeta bir peygamber, onun eserlerini kutsal kitap, taraftarlarını da sahabe gibi gormuşler, bunun neticesi olarak da cemaat ve tarikatları adına yaptıkları her şeyi mubah saymışlardır. Buna karşın bu kesimler, bilhassa kendileriyle ihtilafa duştukleri diğer Muslumanları butunuyle batıla duşen fasıklar olarak nitelemişler, dolayısıyla onlara verdikleri her turlu eziyet ve zararı caiz, hatta vacip gorur hÂle gelmişlerdir: “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parcalanmayın…” (Âl-i İmran, 3/103.)
Butun bu anlayış ve oluşumları Cahiliye’deki kabile asabiyetine benzer, hatta aynı kılan husus, onların helal-haram, hak-hukuk, adalet-liyakat, kul hakkı vb. İslami değerleri butunuyle bir tarafa bırakarak kendi goruş ve taraftarlarını tamamen hatasız gorup kutsamaları, buna dayalı olarak da her turlu menfaatikuralsız bir şekilde kendilerine mal ederken diğer kimselere her turlu haksızlık ve eziyeti reva gormeleridir. Bizce bu tur anlayışların İslam’la uzaktan yakından hicbir ilgisi ve alakası yoktur, velev ki İslam adına yapılsalar bile. Bilakis İslam icin en buyuk tehdit işte bu modern gorunumlu ilkel asabiyet anlayışlarıdır.
Muslumanların bir an once onları icten ice kemirip birbirine duşman eden bu tur hastalıklardan kurtularak İslami değerlere yeniden kavuşması zorunludur. Gelin bunun icin hepbirlikte cesur bir şekilde el ele ve yurek yureğe calışıp gayret edelim: “Allah katında din, şuphesiz İslam’dır.” (Âl-i İmran, 3/19.)
Diyanet Aylık Dergi / Ocak 2017
__________________