Muslumanın dunya hayatı Allah TealÂ’nın emir ve yasaklarıyla cizilen hudutlar icine alınmıştır. Butun bu hudutlar, insanın guvenlik ve huzur icinde yaşaması icindir. Cunku hudutun otesi duşmanın mekÂnıdır ve orada muslumana hayat yoktur. İcimizdeki ve dışımızdaki duşmanın...

Allah’ın sınırlarının otesi, omrunu heder etmiş, yoldan cıkmış, haddini aşarak sapıtmış vahşilerin yeridir. MevlÂmız, mumin kullarının oyle bir vahşet diyarına gecip zarar gormesini istemez. Onlar icin en uygun olanı bilir ve orta yolu emir ve tavsiye ederek, itaat edenleri koruması altına alır.

Hicbir ilÂhi emir insanı mahrum etmek icin değildir. Aksine dunya ve ahiret saadetine erdirmek icindir. Zaten Allah Teal dunyayı da ahireti de insan icin yaratmış; alemi insanın hizmetine vermiştir.
İnsanın gıdası, giysisi, barınması, bilumum ihtiyacları karşılansın diye alemi yaratan O’dur. Yarattığı nizamla da, ihtiyacların her zaman karşılanır olmasını sağlamıştır.

Rabbimizin insana lutfu da yalnızca dunya nimetlerinden ibaret değildir. O’nun vaad ettiğinin yanında dunyada olanların kıymeti pek kucuktur. Fakat kucuk buyuk her nimet şukredilmeyi, gonulden bir teşekkuru hak eder.

Rabbimizin uzerimizdeki hakkı sonsuzdur. Bu hakkın karşılığını verebilmemiz mumkun değil, fakat hic olmazsa nankor olmamak gayretini, niyetini gostermek bizim elimizdedir.

Bunun icin, şu cok kısa dunya hayatını Rabbu’l-Alemin’in muradına uygun yaşayıp, O’na teslim olup tevekkul ederek, nezih fıtratımızın bozulmamasına itina gostermek zorundayız. İnsana yakışan, insanı insan yapan da budur. Aksi durum tam bir kayıptır. İsterse insan dunyanın butun nimetlerine, imkanlarına sahip olsun... Elinde kalacak olan acı bir lokmadan ibarettir.

Bir imtihandayız, uzerimizde ulvî bir gorev, buyuk bir sorumluluk var. Bu gorevin, sorumluluğun gereklerinin yerine getirileceği yer de dunya... Dunyanın butun onemi de buradan kaynaklanıyor. Rabbimizin rızası icin gayret edip, O’nun affı, merhametiyle şereflenmemize vesile olacağı icin onem taşıyor. Yoksa MevlÂmızın katında dunyanın değeri, Fahr-i KÂinat s.a.v. Efendimizin buyurdukları gibi “bir kenara atılmış hayvan leşi”nden daha fazla değil.

İşte bu dunya hayatında şukredici olmak, kanaat etmek, Allah TealÂ’nın verdiğine razı ve mutmain olmak en buyuk gorevimiz.

Acgozluluk, doymazlık, tatminsizlik, Yuce Mevl ile irtibatımızın kesilmesine, O’nu unutmamıza, sonu gelmez arzuların kolesi olmamıza yol acar.

Kulluk, yalnızca namaz kılmak, oruc tutmak gibi ibadetlerle sınırlı değildir. Hayatın her anı imtihan, her anı bir ibadet ya da -Allah korusun- isyandır. Dunyevî ihtiyaclarımızın karşılanması olan gecim, maişet işlerinde de helÂle yonelmek buyuk bir ibadetken, meşru olmayan yollarla kazanmak ve harcamak, israf da haramdır.

Cenab-ı MevlÂmız: “Allah’ın, kulları icin yarattığı susu ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dunya hayatında, ozellikle kıyamet gununde muminlerindir.” buyurarak, aslen dunya nimetlerinin sahibinin de muminler olduğunu buyurmuştur. Fakat O, dunyanın temiz ve helÂl nimetlerinden istifade etmemizi buyurduktan sonra, israf etmememizi emretmiştir. Cunku israf, haddi aşmak, bir bakıma asi olmaktır.

İnsanın haddi aşmasının en buyuk sebebi gaflettir. Gayesini, maksadını, matlubunu unutan, şaşkınlık icinde kalır. Dunyayı, dunya zevklerini gaye zannederek yoldan cıkar. Halbuki insanın bunun sonuclarına katlanacak gucu yoktur. Dunyanın da aslında dunyaperestlere vereceği bir tad yoktur. Bu gecici bir aldanmadır.

MevlÂsını unutmayan ise kazanırken, harcarken hep Rabbi’nin huzurundadır, O’nun ne murad ettiğini bilir ve ona gore hareket eder. İşte tasarruf budur. Yoksa harcamaların kısılması, ihtiyacların asgari duzeyde karşılanması israfı engellemez. Bu anlamda cimrilik de bir israftır. Allah TealÂ’dan gaflet ederek biriktirmenin de harcamanın da bir hayrı yoktur.

Bizler, cidden zayıf, Âciz, Halik TealÂ’ya muhtac kullarız. O’na muhtac olmak, O’nun olmak nimetlerin en guzelidir. Cenab-ı MevlÂmız ise o sonsuz kudretiyle cok şefkatli, cok merhametlidir. O’na sığınanın her şeyi vardır, korku ve huzunden uzaktır.

İnsanın tek hakiki ihtiyacı ilÂhi rızadır. Diğer butun ihtiyac dediklerimiz, bu ihtiyacın karşılanması icin araclardır. Vucudumuzun gıdaya ihtiyacı, sağlık, ev, taşıt, arkadaşlar, sohbet, eğlence ve daha nicesi hep asıl gayenin gercekleşmesine vesile olur, olmalıdır. Yorgunluğu atıp şoyle bir kendine gelmek icin uyumak, meşru sınırlar icinde insanın gucunu tazeleyen neşeli bir durum yaşamak, yenilen bir meyvenin tadıyla hoş olmak, muhabbetli bir sozle insanlar arasında bir sıcaklık, guven oluşturmak da ibadettir.

Fakat arac, yani dunya hayatı, gayenin yerini alır, Rabbimiz’le irtibatımızın kesilmesine, O’nu unutmamıza yol acarsa, işte o zaman tehlike başlar.

Allah’tan geldiğimizi ve yine O’na doneceğimizi hep hatırlamak zorundayız. Fahr-i KÂinat s.a.v. Efendimiz’in buyurdukları gibi, dunyada garip, asıl yurdundan ayrı duşmuş yolcularız. Bu garipliğin, zenginlik fakirlikle alakası yok. Yolumuzu şaşırıp da yurdumuza ebediyen donememe cezasından Allah’a sığınırız.

Artık, dunya hayatında insana duşen, akıl ve biraz gayretle dunya hayatını meşru hudutlar icinde yaşayıp, taat ve ibadetle MevlÂ’ya yonelmektir.
__________________