Evren, insan icin sonsuzluğun idrak edilmesi imkanını taşıyan bir alandır. Milyarlarca galaksi sistemlerinin, yıldız ve gezegenlerin varlıkları ve her birinin farklı ozellikler barındırması ufkumuzu genişletebilir.
Her gecen gun yeni galaksilerin, muhteşem renk cumbuşunu sergileyen yeni nebulaların keşfedilmesi, Yaratıcımızın sonsuz kudretini ve sınırsız guzelliklerini ortaya koymaktadır.
Bu durum aynı zamanda insanoğlunun aczini, yani teknolojik imkanlarımız ve astrofizik bilgilerimiz ne kadar gelişmiş olursa olsun, mutlaka ulaşamayacağımız mekÂnların olduğunu da gostermektedir. Cunku sonsuzluğun keşfi, oncelikle manevi anlamda gercekleşebilir. Bir başka ifadeyle, maddi duzlemde gorduğumuz her şeyin gercek ozlerinin mana alemlerinde bulunmasından dolayı, bu seviyeye yukselmeden evreni keşfetmek ve sonsuzluk nuruna yonelmek mumkun değildir.
Sonsuzluğa bir kapı aralamak
Sonsuzluk, ufuk cizgilerine vardığımızda biten ve başlayan noktaların aynılığını fark ettiğimizde hissedilebilir. Nokta ile cizgi arasında bire bir ilişki vardır. Noktalar olmazsa cizgi olmaz. Cizgi olmazsa noktalar gozukmez. Madde ve mananın peşi sıra alanlar olduğu değil de, birbirini tamamlayan ve ic ice olan hakikat yansımaları olduğunu idrak ettiğimizde nura doğru yonelmiş sayılabiliriz.
MevlÂna Hazretleri’nin insanın ve alemin yaratılışı acısından unutulmaması gereken, Allah’ın kudreti, lutfu, keremi ve kainatı kaplayan sonsuz mubarek nuru hakkındaki mubarek sozlerine bakalım:
“Allah kendi kudret ve buyukluğu ateşinden bir alev aldı ve onu cemali tecellisi ile saf bir nur haline koydu. Sonra o saf nur ile kainatta mevcut butun nurları parlattı.
Parıl parıl parlayan o nur butun ruhlara aksetti. Butun ruhlar uzerinde parladı. Adem a.s. da isimleri bilme bilgisini o nurla elde etti.
O buyuk ve sonsuz nura, can denizi ve denizlerin canı desem de layık değildir. Onu anlatabilmem icin ona yeni bir ad aramam gerek.
O buyuk ve eşsiz nur hakkı icin ki, bu ve şu denilen şeyler ondandır. Butun icler, butun ozler ona nispetle kabuk gibidir.” (Mesnevi-i Şerif, c. II, beyit: 906-935)
Nurdan oluşmuş, her zerresi nurla cevrilmiş, ancak zaman ve mekÂnla sınırlandırılmış bu alemde insan nerededir? Cevabını Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mısralarında bulabiliriz:
“Ne icindeyim zamanın
Ne de busbutun dışında;
Yekpare geniş bir Ânın
Parcalanmış akışında.”
İşte, sonsuzluğa kapı aralamak uzere uzayın sırlarına vÂkıf olmak isteyen insan icin, zamanın ve mekÂnın aşılmaya calışılması gerekmez mi? Zaman ve mekÂn otesi, var oluş icin yekpare bir duzlemdir; yani bu alanda farklı idrak bicimleri vardır. Artık her şey, var olan butunluk icerisindedir. Dunyadan uzayın derinliklerine doğru acıldığınızda zaman birimleri ve mekÂn koordinatları değişmiyor mu?
İnanan ve Yuce Allah’a ulaşmak isteyen insan icin sonsuzluğun idraki, aynı zamanda duygularımızı aşmayı da gerektirmektedir. Cunku kainatın yaratılışında ve ozunde var olan “Hakk’ın nuru deniz gibidir; duygu ise ciğ tanesine benzer.” (Mesnevi-i Şerif, c. II, beyit: 1295). Duygularımız bizi sadece insanî sınırlarımız icinde tatmin edebilir; deryaya nispeten bir ciğ tanesi kadar değeri olabilir ama Hakk’ın nuru icin nice ciğ taneleri de feda edilmelidir.
O denizin kıyısında
Peki, bahsettiğimiz bu sonsuzluk denizine nasıl ulaşabiliriz? Muhtemel pek cok cevaptan bazılarına şu orneklerle işaret edebiliriz:
Necip Fazıl’ın Sakarya Turkusu isimli şiirinde onemle vurguladığı gibi, insanın ve yaratılmış olan her şeyin bir akışta demetlenmiş olduğunu unutmamalıyız:
“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; / Bir yanda akan benim, obur yanda Sakarya. / Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; / Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. / Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; / Oluklar cift; birinden nur akar, birinden kir. / Akışta demetlenmiş, buyuk, kucuk, kÂinat;”
(Cile, 398)
Hepimiz, her şey, varlık, madde ve mana, hepsi bir merkeze doğru akmaktadır. Bu akış, manevi olan şeyleri de kapsamaktadır. Evrenle ve evrende halife olan insanla ilgili her şey bu akış sayesinde aslına donmektedir. Cunku yoneldiğimiz merkez, geldiğimiz yerdir. Boylece daire tamamlanmış olacaktır.
Vucudumuzda bize hayat veren kanımızı taşıyan butun damarlar, kalbimize akmıyor mu? Kalbimiz hayatımızın tam merkez noktası! Kalbimiz sadece biyolojik anlamda değil, aynı zamanda manevi anlamda da merkezî olma fonksiyonunu yerine getirmektedir. Yani kanımız gibi butun duygularımız da kalbimize akmıyor mu?
Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz s.a.v.’in bizlere, bir hadis-i şerifinde, kucuk bile olsa yapılan her gunahın, soylenen her kotu sozun, kalpte bir kara leke bıraktığına ve bunların devamı halinde kalbimizin busbutun karardığına işaret etmesi son derece anlamlıdır. Sozlerimizden, duygularımızdan, kalbimize neler akıyorsa, bunlar kalpten mucessem olarak, yani davranış ve tavır olarak dışa yansımaktadır. Boylece ahlÂkî yapımızı belirlemiş olmaktayız.
Sonsuzluk nuruna ulaşabilmemiz, daha doğrusu once bu yola girebilmemiz icin, yaratılışımızdan itibaren bu yolda olduğumuzu zihnen ve kalben idrak etmemiz gerekli…
Akış ve yorungeler
Yaratmış olduğu her varlığa Allah bir yorunge belirlemiştir. Yorungesine gore varlıklar ve tabii ki insanlar değer kazanabilir veya değeri tespit edilebilir.
“Geceyi, gunduzu, guneşi, ayı yaratan O’dur. Bunların her biri bir yorungede yuzmektedir.” (Enbiya, 33)
Bu ayet-i kerimedeki yuzme ifadesi, bir noktaya doğru akışı da ifade etmektedir.
Kendi yolumuzu tasvir eden yorungelerimiz, bizlerin fıtrî eğilimlerini de belirlemektedir. Bu anlamda baktığımızda hayatta yarış yoktur. Herkes kendi kabiliyetleri ve anlayışları olcusunde bulunduğu makamdadır.
“Ne guneş aya erişebilir, ne de gece, gunduzun onune gecebilir. Hepsi bir felekte yani yorungede yuzmektedirler.” (YÂsin, 40)
Feleğin, yani sema’nın veya gokkuresinin kendisi de bir yorungededir. Aşktan cûşa gelip sema’ eden semazenlerin kendi cizgilerindeki o muhteşem devranları, evrendeki yıldız ve gezegenlerin merkezdeki nura doğru akışlarının tecessum etmiş halleri değil midir?
Kainattaki varlıkların tek bir yorungesi mi vardır? Tabii ki hayır... Bir atomun elektronlarının sayısına ve karakterine gore, cekirdeğin etrafında farklı sayılarda yorungeler oluşturduğunu biliyoruz. Ceşitli atomların birbirlerinden elektron alması veya vermesi gibi karakterlerini ve karar bicimlerini, son yorungelerine bakarak belirliyoruz. İnsan da boyle; gezegenler de! Ve Kur’an bu gerceği şoyle bildirmektedir:
“Ceşitli yorungeleri bulunan goğe and olsun ki…” (Zariyat, 7)
“Nereye gidiyorsunuz?”
Şimdi sormamız gerekiyor: İnsan, evrendeki gezegenlerin yorungesine inanıyor da, nasıl oluyor kendi yorungesinin de olduğunu keşfedemiyor? Hepimiz bir yorungede akıp sonsuza doğru gitmekteyiz. Kendi yorungemizin farkında mıyız ve ondan razı mıyız? Bulunduğumuz alanı ve yorungemizi gorememek, cehennemin farklı bir bicimi olmasın!
Bu noktada bizlere pratik ve ahlÂkî anlamda bir sorumluluk duşmektedir: Herkesi kendi yorungesine gore değerlendirmek! Karşılaştığımız insanın yaptıklarında ve soylediklerinde bir istikrar varsa, hangi parkurda olursa olsun, o kimseye az veya cok bir değer atfetmeliyiz. İnsanlık ve var oluş icin asıl problemli insan, munafık dediğimiz surekli yorunge değiştiren istikrarsız insandır.
Soz konusu değerlendirmelerimiz ışığında sonsuzluk yolcularının dikkat etmesi gereken şey, bazı yuksek ruhlu insanların yorungelerinin cok değerli olduğunun bilinmesidir. Varlığının bir anlam ifade edebilmesi icin elektrona ihtiyacı olan insanlar, yuceliğin temsilcisi olan bu kişilerden kendilerine elektron transfer etmelidirler ki, onların evrende actıkları koridorlardan gecerek mana alemine ulaşabilsinler.
Hızla giden bir arabanın icindeki insanların yaşadıkları hızı bilememesi gibi, yaşadığımız zamanın da yeterince farkında olamayabiliyoruz. Bizi kendimize getirecek bir iksire ihtiyacımız var. Ancak adı aşk olan bu iksir bizleri sonsuzluğa taşıyabilir. Muhammed İkbÂl’in dediği gibi:
“Gerci zamanın akışı pek hızlıdır her şeyi silip goturmektedir;
Ama aşkın kendisi diğer selleri durduran bir buyuk seldir.” (Cebrail’in Kanadı, 97)
Butun derelerin, ırmakların okyanuslara yani bahr-i ummanlara akması gibi, gunun birinde bir bahr-i ummanın kucağına duşersek, bu deryada aşk iksirini icip sonsuzluk nûruna gark olabiliriz.
Boylece “Bu aşk bir bahr-i ummandır / Buna hadd-u kenar olmaz.” diyen Seyyid Seyfullah’ın yaşadığı, sınırı olmayan ummanda bulunmanın sonsuz zevkine ulaşabiliriz.
__________________
Sonsuzluk Nuruna YOnelİŞ
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Sonsuzluk Nuruna YOnelİŞ