Bir yıl daha gecti omrumuzden. Zaten atalarımız da “sayılı gunler tez gecer” demişler. Oysaki Rabbimiz, bize verilen surenin sayılı olduğunu haber veriyor kerim kitabımızda. (Mu’minun, 23/113.) Belki nisyan ile malul oluşumuzdan, belki nefsin ve şeytanın iğvasına kapıldığımızdan cabucak gecen bu dunya hayatına dalıyor ve asıl hayatımız olan ahiret yurdunu unutuveriyoruz. Belki de dunya hayatının hepimizi buyuleyen ihtişamlı cazibesi kuşatıveriyor bizi: Daha cok kazanma, daha guzele kavuşma arzusu; makam ve mevki hırsı, daha konforlu bir yaşam hayali… Bu doyumsuzluğun ilacı, Efendimizin ifade ettiği gibi bir avuc topraktan başka bir şey değil aslında. (Buhari, Rikak, 10; Muslim, ZekÂt, 116-119.)
Zaaflarımız bunlarla da sınırlı değil. Bu zaaflar birleştiğinde onemli olan ne varsa hepsini bir bir unutuveriyoruz. Bizi en guzel şekilde yaratıp, endamlı kılan Rabbimizi unutuyoruz en başta: “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip olculu yapan, dilediği bir bicimde seni oluşturan comert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitar, 82/6-8.) Topraktan geldiğimizi, toprağa gireceğimizi ve sonra O’nun huzuruna varıp yaptıklarımızın hepsinin hesabını teker teker vereceğimizi… Canın, hayatın, cevrenin velhasılher şeyin elimizde bir emanet olduğunu... Bize emaneten verilen canlarımızı “sayılı zaman” dilimi bittiğinde ertelenmeden teslim edeceğimizi. (Munafikûn, 63/11.) Oysaki ne yarının bizim icin neler getireceğinden haberdarız, ne de bu emaneti nerede teslim edeceğimizden. (Lokman, 31/34.) Lokman Hekim oğluna sorumluluk duygusu aşılamaya calışırken (Lokman, 31/16.), kıyamet gununde onun icin elinden bir şeyler gelmeyeceğinin farkındaydı. Amacı, canından bir parca olan oğlunu, geleceğinde şuphe olmayan cetin bir gune hazırlamaktı. Sonucta butun tavsiyelerine rağmen oğlunu ikna edemeyen Nuh gibi olmak da var bu hayatta. (Hud, 11/42-47.)
Bu gidiş nereye?
İnsanlığın giderek kan ve gozyaşına boğulduğu dunyamızda once insanlığımızı mı sorgulamalıyız yoksa İslamlığımızı mı? Hangisinden başlasak acaba… Aslında bu soruyu sormak ve bir yerden başlamaktı onemli olan. Yirmi birinci asır dunyasına şoyle bir goz attığımızda onca guzelliğe rağmen insanlığımızın da Muslumanlığımız uzerinden sorgulanması kacınılmaz bir hÂl alıyor. İnsana verilen değer hic bu kadar azalmamıştı… Farklı kaygılar, ekonomik hedefler ve menfaat eksenli dunya duzeninde birbirini somurme yarışına girmiş olan insanoğlu… İnsanca yaşamaktan başka hedefi olmayan anaların-babaların ve bebeklerinin, insanlığın gozu onunde olume terk edilmesi… Kudus’te, Suriye’de,Mısır’da, Irak’ta, Bosna’da, Myanmar’da, Doğu Turkistan’da olen insanlıktı. İnsanlık gunden gune yok oluyor, umutlarını ucsuz bucaksız okyanuslara bırakıyordu.
Ya Muslumanlık?
Muslumanlığın yansımalarının gorulebildiği hangi alana baksak acaba… Pamuk ipliğine bağlı ibadet hayatımıza mı; acınası bir hÂlde olan insani ilişkilerimize mi? Bizi biz yapan ahlaki ilkelere mi? Ya haramlar ve gunahlar hususundaki durumumuz!…
İnsanla ve varlıkla olan ilişkilerimiz asıl sorgulamamız gereken alanı ifade ediyor. Bu alanda gercekten ciddi bir sıkıntı icinde olduğumuzu soylersek abartmış olmayız. En başta sosyal ilişkilerimiz aşınmayı ortaya koyar nitelikte. Bu alanda başta anne baba, evlat ilişkileri olmak uzere akraba ilişkilerinde ciddi problemlerimizin olduğu muhakkak…
Olculerin şaştığı anlarda Musluman acısından yapılacak şey bellidir. İnanc, ibadet, muamelat, insani ilişkiler, varlıkla ilişkileri hususunda kendi olculerimiz bir kenara bırakılıp Allah ve Rasulu’nun bize hayat bahşeden olculeri esas alınmalıdır. Zira olcu şaşarsa istikamet de kaybolur.
Ya Muslumanlığımızın simgesi olan yuce ahlaki ilkelerimize ne demeli? Doğruluk, adalet, durustluk ve guvenilirlikten başlayalım işe. Bugun en buyuk toplumsal problemlerimizden biri, Kur’an’ın ısrarla vurguladığı bizi takvaya ulaştıran başta “adalet”olmak uzere yuce değerlerin yitirilmesi değil midir? Oysaki Kur’an, duşmana muamelede bile adaletli olunması gerektiğini emreder.(Maide, 5/8.) Karşımızdakine zengin olsun, fakir olsun, yakın olsun uzak olsun adaletle muamele etmek Allah’ın emridir. (Nisa, 4/135.) Emanetin ehline verilmesini ifade eden ayet-i kerimeler acık bir şekilde bu konuda bizi hassas olmaya davet etmektedir. (Nisa, 4/58; Mearic, 70/32.) Şuphesiz ki, adalet mulkun temelidir; emanetin zayi olması kıyametin alametidir. Oyleyse bu temel hasletlerin yitirilmemesi gerekir.
Ya kardeşlik algımıza ne demeli. Kur’an, “Ancak muminler kardeştir.” (Hucurat, 49/10.) demektedir. Kur’an’ın butun muminleri kardeş kılan bu acık emrinin hilafına sadece “kendi cemaatinden/cemiyetinden mensup olanı ya da ihvanını” kardeş edinen Muslumanın durup duşunmesi gerekmez mi? Ozden kopuşun, istikametten ayrılışın en onemli gostergelerinden biri bu değil mi? Ve bu gidiş nereye demeyi haklı kılmıyor mu?
Tabii burada comertlik, diğerkÂmlık, isar gibi infak yaşamımızı ilgilendiren hususlarda nispeten başarılı olduğumuzu soyleyebiliriz. Elhamdulillah vermeyi, ikram etmeyi seven bir milletiz. Bugun OECD olcutlerine gore gayrisafi millî hasılası dikkate alındığında dunyada en cok hayır ve yardımı yapan ulkeyiz.
İstikamet sahibi olmak…
Olculerin şaştığı anlarda Musluman acısından yapılacak şey bellidir. İnanc, ibadet, muamelat, insani ilişkiler, varlıkla ilişkileri hususunda kendi olculerimiz bir kenara bırakılıp Allah ve Rasulu’nun bize hayat bahşeden olculeri esas alınmalıdır. Zira olcu şaşarsa istikamet de kaybolur. İstikamet ise bir Musluman icin cok onemli bir duruştur. Bu nedenle Kur’an’da rabbimiz acıkca, “Oyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol, hak ve adalet olculerini aşma.” (Hud, 11/112.) buyuruyor. Bir diğer ayette aynıyla tekrarlanan bu emir cumlesine ayrıca, “başkalarının heva ve hevesine uyma” emri eklenerek istikametin cercevesi cizilmiş oluyor. Ayetin devamında, “adaleti gercekleştirme gorevi”nden ve donuşun Allah’a olduğundan bahsedilmesi oldukca manidardır. (Şûra, 42/15.) Ayet-i kerime istikametin, heva ve hevese uymaksızın sadece Allah’ın emrettiği gibi dosdoğru olarak ve adaletten ayrılmadan yaşamakla gercekleşebileceğini vurguluyor ki bu da asıl ihtiyac duyduğumuz husustur. Kısaca istikamet, O’nun istediği tutumları sergileyerek yola koyulmak, yoldan ayrılmamaktır. Mutedil olmak, orta yolu takip etmek ama asla yoldan cıkmamaktır. Eğrilmeden bu ilkeler uzere sebat etmektir. Rabbimizin gosterdiği dosdoğru yolun dışındaki yollara, hevaya ve hevese uymamaktır. (En’am, 6/153.) Haddi aşmamaktır. Olcuyu şaşırmamaktır. Haktan, hakikatten, adaletten ayrılmamaktır. Aksi takdirde insan olculeri yitirir, yolunu kaybeder.
Oyleyse işin icine kendimizi de katarak hep beraber “bu gidişe bir dur demeli”, samimiyet ve ihlasımızla emrolunduğumuz gibi dosdoğru bir yaşam gayretinde olmalıyız. Merhum Diyanet İşleri Başkanı Omer Nasuhi BİLMEN’in tefsirinde Sait Paşa’dan naklettiği şu kıtanın zihnimizde yer etmesi umidiyle istikametimiz daim olsun:
Halkı tahrib eyleyip de kendin ÂbÂt eyleme”
Bu cihanda ev yapıp ukbayı berbat eyleme”
Nefin icin zÂlimi bî rahme imdat eyleme”
Âlemi tenfîr eden ahvali mutÂd eyleme”
Mustakim ol Hz. Allah utandırmaz seni”
Diyanet Aylık Dergi / Ocak 2016
__________________
İstikamet Sahibi Olmak..
Dini Bilgiler0 Mesaj
●25 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- İstikamet Sahibi Olmak..