Kendilerine Musluman ismi verilenlere, ozel bir gorev yuklendi;Allah’ın elcisi onlara ornek olacak, onlar da tum insanlığa ornek olacaklardı.
(Hac, 22/78;Bakara, 2/143.)
Yuce Allah, insanları dunya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak ilahî bir kanun gondermek istediğinde bunun adını İslam koydu. İslam kelimesi, “barış” ve “esenlik” anlamına gelen bir kokten turemişti. Ve Rabbimiz bu din ile insanları darusselama (barış ve esenlik yurdu cennete) cağırdı.(Yunus, 10/25.)
Cağrıya kulak verenlere, birbirleriyle her karşılaştıklarında “esselamu aleykum” (barış ve esenlik sizin uzerinize olsun) diye soze başlamaları oğutlendi. Onların, soz ile de yetinmeyip “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin;cunku o, apacık duşmanınızdır.” (Bakara, 2/208.) buyruğunu hayata gecirmeleri gerekiyordu. Boylece İslam’ın mensuplarına; Rableriyle barışık, kendileriyle barışık ve cevreleriyle barışık olanlar anlamını kapsayan “Muslumanlar” ismi verildi.
Gonulleri fetheden peygamber: Hz. Muhammed (s.a.s)
Kendilerine Musluman ismi verilenlere, ozel bir gorev yuklendi; Allah’ın elcisi onlara ornek olacak, onlar da tum insanlığa ornek olacaklardı. (Hac, 22/78; Bakara, 2/143.) Oyleyse once elcinin vasıflarını iyi okumak gerekiyordu. Elci olan Hz. Muhammed’in en onemli ozelliği ise, Âlemlere “rahmet” olarak gonderilmiş olmasıydı. (Enbiya, 21/108.)
Peygamberimiz, bulunduğu toplumda el-Emin olduğu gibi, Muslumanı da, “elinden ve dilinden emin olunan kimse” diye tanımlamıştı. (Nesai, İman, 8.) Yine o, Muslumanın, cevresine korku salan değil, dostluk ve sevgi sacan kimse olması gerektiğini bildirmişti.(Buhari, Edep, 38; Musned, II, 400.)
Allah Rasulu yeryuzunu İslam ile buluştururken, merhametin gucune sarıldı. O, kavgayı değil gonulleri fethetmeyi secti. Bu hususu Yuce Allah şoyle acıklamaktadır: “Sen onlara sırf Allah’ın rahmeti sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hic şuphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlarla istişare et, karar verince de Allah’a guven.”(Âl-i İmran, 3/159.)
Merhamet ve adalet peygamberinin getirdiği dinde, haksız yere bir cana kıymak butun insanları oldurmek gibi, bir insanının hayatını kurtarmak ise butun insanlığı kurtarmak gibiydi. (Maide, 5/32.)
“Oteki”yle barış esaslı ilişkiler
Peygamberimiz cıktığı yolda ceşitli kesimlerin engellemeleriyle de karşılaşmıştı. En başta Mekkeli muşrikler ona turlu eziyetler cektirdiler. Rasulullah Mekke doneminde, muşriklerle bir catışmaya girmedi, hicreti tercih etti. Kutlu Nebi, Medine’ye vardığında farklı din mensuplarıyla barış anlaşmaları yaptı.
Mekkelilerin tehditleri hicretten sonra da bir turlu bitmek bilmiyordu. Nihayet şu ayet nazil oldu: “Saldırıya uğrayanlara, zulme maruz kaldıkları icin savaş izni verildi. (Hac, 22/39.) Boylece hayatın her alanında Allah icin gayret gostermenin adı olan cihat, artık kimi zaman savaş anlamına gelecekti. Cunku varlığını surdurebilmek ve ozgurluk icerisinde yalnızca Allah’a kulluk edebilmek icin bazen savaştan başka care kalmıyordu: “Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğer kısmını engellemesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler-ki oralarda Allah’ın adı cokca anılır - yıkılır giderdi.” (Hac, 22/40.)
İslam haklı savaşı meşru kılmakla yetinmedi; savaşın bir hukukunu ve ahlakını da vaz etti: “Size savaş acanlarla Allah uğrunda siz de savaşın; fakat aşırılığa gitmeyin!”, “Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin.” (Bakara, 2/190; Maide, 5/8.) Savaşta masum siviller oldurulemezdi. Bir savaşta cocukların oldurulmuş olduğunu oğrenen Hz. Peygamber, buna cok kızmıştı. Bunun uzerine:
“Ya Rasulallah! Onlar muşriklerin cocukları değil midir?” denilince Efendimiz: “Sizin en hayırlılarınız da muşriklerin cocukları değil midir?” karşılığını vermiş ve “Dikkat edin! Cocukları oldurmeyin!” sozunu defalarca tekrar etmişti. Ardından sevgili Peygamberimiz şoyle buyurdu: “Her cocuk, tertemiz bir fıtrat uzere doğar… onu Hristiyan veya Yahudi yapan, anne ve babasıdır.” (Musned, XXIV, 356.)
Savaşa izin verilmesine rağmen, diğer topluluklara karşı savaşın değil barışın esas alınması oğutlendi. Başta zikrettiğimiz “Hep birden barışa girin” ayeti genel cerceveyi ciziyordu. Bu yuzden Rabbimiz, onlar vazgectiğinde savaştan vazgecmeyi (Bakara, 2/192.), barış yapmak istediklerinde ise barış yapmayı emretmişti. “Eğer barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a guven!” (Enfal, 8/61.)
Hicbir zararı bulunmayan ve savaştan uzak duran topluluklara saldırılmaması ve barışın kıymetinin bilinmesi gerekiyordu:
“Sizinle de kendi kavimleri ile de savaşmayı iclerine sindiremeyip (tarafsız olarak) size gelenler mustesna. Allah dileseydi onları başınıza musallat ederdi de sizinle mutlaka savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa cekilirler de savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse Allah size, onların aleyhine bir yola girme hakkı vermemiştir.” (Nisa, 4/90.)
Muslumanlar, kendileriyle savaşmayan gayrimuslimlere iyilik de yapabilirlerdi: “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan cıkarmayanlarla iyi ilişkiler icinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz.”
(Mumtehine, 60/8.)
Savaşın meşru kılınış gerekcesi hakkın onundeki engelleri kaldırmak olunca, otesine gecilmeye izin verilmedi; kimse Musluman olmaya zorlanamazdı. Cunku Âlemlerin Rabbi: “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256.) buyurmuştu.
Bir cana kıymak, butun insanları oldurmek gibi
Merhamet ve adalet peygamberinin getirdiği dinde, haksız yere bir cana kıymak butun insanları oldurmek gibi, bir insanının hayatını kurtarmak ise butun insanlığı kurtarmak gibiydi. (Maide, 5/32.)
Kesin olmayan bilgilere ve suizanna dayanarak başkalarını tekfir etmek, oldurmek asla caiz değildi. Bir Muslumana kÂfir diye hitap edenin bizatihi kendisinin kufre girme tehlikesi vardı. (Muslim, İman, 111.)
Bir savaşta Usame b. Zeyd, karşısındaki kişi “L ilÂhe illallah” demesine rağmen onu oldurmuş ve “korktuğu icin boyle dedi” savunmasını yapmıştı. Bunun uzerine Hz. Peygamber şoyle dedi: “Kalbini yarıp baktın da mı korktuğu icin boyle soylediğini anladın? Kıyamet gunu, l ilÂhe illÂllah sozu karşına cıktığında ne yapacaksın!” (Muslim, İman, 158.)
Allah Rasulu, namaza gidip geldiği gorulen kişinin Muslumanlığına şahitlik edilmesini istemiş ve kelime-i tevhidi soyleyip ehlikıble olanların tekfir edilemeyeceğine işaret etmişti. (Musned, XVI- II, 194.) Medine’deki munafıkların oldurulmesi talebine karşı cıkan Hz. Peygamber, boylece, kufrunu ve duşmanlığını acıkca ilan etmeyenlere ilişilmeyeceğine işaret etmiş oluyordu. Bir taraftan da o, “Muhammed kendi adamlarını olduruyor” denilmesine fırsat vermeyerek (Buhari, Menakıb, 9.) Muslumanlar hakkında olumsuz algılar oluşmaması icin hikmete gore davranıyor, şerrinden korkulan değil merhametine sığınılan bir idare kuruyordu.
Mumin, dolaylı olarak bir kardeşinin olumune sebep olacak eylemlere de girişmemeliydi. Nitekim Yuce Allah Hudeybiye’de yaşananlardan sonra Mekke’ye savaş acma izni vermemişti. Cunku Mekke halkı icinde henuz tam olarak tanınmayan muminler bulunuyordu ve bir catışma anında bunlar da zarar gorebilirlerdi. (Fetih, 48/25.) Yıllar sonra Mekke’nin fethi gercekleştirilirken de, kan dokulmemesi icin Hz. Peygamber azami gayret sarf etti ve fetihten sonra “Bugun size kınamak yok.” diyerek Mekkelileri affetti.
İslam’ı itibarsızlaştırma cabaları
Bugune geldiğimizde, Muslumanların yaşadığı coğrafya, belki de tarihin en zorlu surecinden gecmektedir. Fakirlik ve cehalet bir yana, savaşlar ve kıyımlar yaşanmaktadır. Şuphesiz, bu durumun ortaya cıkmasında harici nedenlerin rolu inkÂr edilemez. Uzun yıllar suren somurgeler ve işgaller, Musluman coğrafyasına buyuk sıkıntılar cektirmiştir. Bir kırılma yaşayan Muslumanlardan bazılarının da, yaralı hÂlleriyle aşırılıklara saptıkları ve din adına yanlışlar yaptıkları gorulmektedir.
Cihat ve tekfir kavramlarının carpıtılarak Muslumanlara savaş ilan edilmesini veya zalim-masum ayırımı yapılmaksızın dunyanın ceşitli yerlerinde acılar yaşatılmasını kabul etmek mumkun değildir. Bu tur eylemler dinimizi terorle birlikte anmak isteyenleri sevindirmektedir. Boylece dinimize yonelik bir itibarsızlaştırma gundeme gelmektedir. Belki bu sonuc ortaya cıksın diye, birtakım art niyetli cevreler de bu eylemleri gizli-acık desteklemektedirler. Yoksa evlerinde gunluk yiyecek bulmakta zorlanan kimi insanların, ellerinde modern silahlarla sokaklarda dolaşıyor olmalarını izah etmek zordur.
Bazı Muslumanların, indi yargılarla hareket ederek, otekiyle ilişkiler bir yana, Muslumanlar icindeki farklı goruşlere nasıl davranılacağına ilişkin olculere bile uymadıkları gorulmektedir. Musluman geleneğinin, itikat sahasında “ehlikıble tekfir edilemez” ve fıkıh sahasında da “ictihat, ictihat ile nakzolunmaz” gibi prensipleri gormezden gelinmektedir. Değişik ulkelerde hicbir yetkisi bulunmayan ve Musluman halkların onaylarını almamış kimselerin ortaya cıkıp yargılama, ceza infazı ve savaş ilanı gibi uygulamalara giriştikleri de gorulmektedir ki, İslam bunları ancak meşru devletin yetkisine vermiştir. Muslumanların birlik ve beraberliğini sağlamaya matuf olan “ulu’l-emr” ve “hilafet” gibi kavramları tefrikaya alet etmek ve bunları kullanarak Muslumanları ayrıştırmak da, İslam’ın hukumlerindeki “hikmet”i yitirmiş olmanın bir gostergesidir. Sonuc olarak, İslam adına gercekleştirildiği soylenen fakat yanlışlarla dolu ve neticede İslam’ın aleyhine algılar oluşturan hareketler, sunnet-i seniyyeye uymamaktadır.
Bizler, Hz. Muhammed’in rahmet yuklu mesajlarını yeniden okumak ve bunlara sımsıkı sarılmak mecburiyetindeyiz. Ofkenin, kinin, aceleciliğin, vehimlerin ve cehaletin bizi esir almasına asla musaade edemeyiz. Bilgi kirliğinin yaşandığı cağımızda, insanların coğunun İslam hakkındaki bilgiyi, onun duşmanlarından aldıkları bir vakıadır. Birtakım zanlarla ve teyit edilmemiş bilgilerle insanları mahkûm etmede hata etmektense, iyi niyette ve musamahada hata etmek daha iyi değil midir? Zaman, tarihte buyuk acılara sebep olan taassubu, nice Kerbelalar yaşanmasına neden olan kirli siyasetleri, Peygamberimizin guzide sahabilerini bile kufurle itham edecek kadar aşırılık iceren tekfir hastalığı gibi curumleri tekrar etme zamanı değildir. Zaman, insanlığı zulmun ve şiddetin karanlığından barış ve huzurun aydınlığına cağırma zamanıdır.
Diyanet Aylık Dergi / Ocak 2016
__________________
İslam’ın Barış Cağrısını İtibarsızlaştırma Cabaları
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- İslam’ın Barış Cağrısını İtibarsızlaştırma Cabaları