Resûlullah (s.a.s.), Ved hutbesini okurken, Arafat’ta toplanmış bulunan yuz bin kişi civarındaki herkesin sozlerini rahatca duyup anlayabilmesi icin gerekli onlemleri almıştır. Bu cercevede ashabından bazı kişileri kendi sozlerini yuksek sesle tekrarlamak uzere gorevlendirmiş ve sozlerinin herkese ulaşması sağlanmıştır.(24) Arafat’ta zilhicce ayının 9’una rastlayan cuma gunu okunmuş olan hutbeden sonra nazil olan bir Âyette, Allah’ın hoşnut olduğu din olan İslÂm’ın kemale erdiği belirtilmiştir.(25) Muslumanlar da bu ifadeden Kur’Ân’ın indirilmesinin tamamlanarak, Hz. Muhammed’in ilÂhî tebliğ gorevinin sona erdiği ve artık onun vefatının yaklaştığını duşunmeye başlamışlardır.(26)
Calışmamızda Muhammed Hamidullah’ın ‘Mecmûatû’l-vesÂiku’s-siyÂ- siyye li’l-ahdi’n-nebevî ve’l-hilÂfeti’r-rÂşide’(27) adlı eserinde derlediği Ved hutbesi metnini temel alacağız. Bu metin, yine Muhammed Hami- dullah’ın İslÂm Peygamberi başlığı ile Turkceye tercume edilen eserinde de yer almaktadır.(28) Ayrıca başka calışmalarda da Ved hutbesi tercumeleri bulunmaktadır.(29) Hamidullah’ın hazırlamış olduğu Arapca metin ile onun tercumesi, bu yazının ekinde yer almaktadır. Araştırmada Ved hutbesi metninden yola cıkılarak sırayla verilmeye calışılan prensip ve konuların yer aldığı hadis ve İslÂm tarihi kaynakları da dipnotlarda ayrıca gosterilmiştir. Şimdi bu konu ve prensipleri sırayla ele alalım:
1.)Başlangıc: Allah’a Dua, O’na Sığınma, Allah’ın Birliği, Mutlak HÂkimiyetinin İfadesi ve Kelime-i ŞahÂdet(30)
Bu başlangıc aynı zamanda Muslumanlar arasında genel olarak soze başlamadan once kullandıkları kalıp bir giriş ifadesi olarak yerleşmiştir. Buradaki giriş mahiyetindeki ifadeler, İbn Kuteybe’nin Uyûnu’l-ahbÂr adlı eserinde, KitÂbu’l-İlm ve’l-BeyÂn ana başlığı altında hitap konusunu işlerken, Peygamberimizin buradaki hutbeye giriş ifadelerinin yaklaşık aynısını naklederek, bunun Hz. Peygamber’in hutbelerinin karakteristik ozelliklerinden biri olduğunu belirtmiştir.(31)
Hz. Muhammed (s.a.s.) başlangıcta oncelikle yalnız Allah’a hamd ettiğini ve O’ndan yardım beklediğini belirtmiştir. Kur’Ân-ı Kerîm’de de Muslumanların yalnız Allah’a hamd ve şukretmeleri, O’ndan yardım istemeleri ve O’ndan bağışlanma dilemeleri gerektiği ve hidayete ermenin insanın Allah’a yonelmesiyle gercekleşmekle birlikte, Allah’ın bir lutfu olduğu ve yalnız O’na yonelmek gerektiği bildirilmiştir. Kur’Ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan FÂtiha sûresi neredeyse tamamen bu konuyla ilgilidir. Bu sûrede Muslumanların sadece Allah’a kulluk etmeleri, O’na hamd etmeleri, sadece O’ndan yardım beklemeleri gerektiği ifade edilmiştir. Yine bu sûrede doğru yola goturecek tek varlığın Allah olduğu bildirilerek muminlerin ‘O’ndan kendilerini doğru yola iletmesini talep etmelerini’ istemektedir.(32) Bir başka Âyette de, ‘Allah’tan başkalarından yardım istemenin (beklemenin) boşuna bir beklenti olduğu’ ifade edilmiştir.(33) Yine İnşirÂh sûresinde de Allah’a yonelmek ve butun rağbetin Allah’a olması gerektiği bildirilerek; ‘Ancak Rabbine yonel ve yalvar.’(34) diye buyrulmuştur.
Hz. Muhammed hutbeye giriş ifadelerinde ayrıca her turlu kotulukten Allah’a sığınmış ve doğru yola hidayetin de Allah’ın elinde olduğunu ifade etmiştir. Bu anlamda Kur’Ân’da her turlu kotulukten ve şeytanî durtulerden Allah’a sığınmamız gerektiğini bildiren Âyetler bulunmaktadır.(35) Kur’Ân’da Allah’a tevekkul eden halis kullar icin şeytanın zorlayıcı bir gucu olmadığı ifade edilmiş, Allah’ı veli kabul ederek yalnız O’na yonelen ve O’na tevekkul eden kişilerin şeytanın tuzağına duşmekten korunduğu bildirilmiştir.(36) Yine Kur’Ân-ı Kerîm’in en sık okunan sûrelerinden olan Felak ve Nas sûrelerinde her turlu kotuluk ve şerden Allah’a sığınmamız gerektiği vurgulanmıştır.(37) Bir başka Âyette her turlu kotulukten Allah’a sığınmak gerektiği belirtilerek mealen şoyle buyrulur:
“Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Şuphesiz Allah kendine sığınanları bilir, dualarını işitir. Allah’a itaatsizlikten sakınan kimseler şeytanî bir kışkırtmaya maruz kaldıklarında aklıselimle duşunur ve kışkırtmanın kaynağını hemen fark ederler. Muşriklere gelince, dost bildikleri şeytanlar onları azgınlığa surukler ve peşlerini hic bırakmazlar.” (38)
Kur’Ân-ı Kerîm’de hidayet uzere olmanın Allah’ın insanlara bir lutfu olduğu ifade edilmiştir. Yine Allah’ın peygamberlerini doğru yola davet eden elciler olarak gonderdiği belirtilmiş, insanlardan dileyenin iman, dileyenin de inkÂr edeceği ve Allah’ın kendisine yonelenleri doğru yola ileteceği, inatla yalanlamaya devam edenleri de haktan uzaklaştıracağı bildirilmiştir.(39)
Kur’Ân’ın insanlara verdiği temel anlayış, Allah’tan başkasına kulluk edilmemesi gerektiği anlayışıdır. İslÂm davetinin temelini Allah’a kulluk ve diğer her turlu ilÂhı reddetme prensibi oluşturmaktadır. Kur’Ân-ı Kerîm butun peygamberlerin bu temel prensibi yerleştirmek icin gonderildiğini ifade eder. Kur’Ân’daki peygamber kıssalarında bu gercek defalarca tekrar edilmektedir.(40) Kur’Ân’da tamamen Allah’ın birliği konusuna ayrılmış bir de sûre vardır.(41) Tevhit konusunu ele alan şu Âyetleri de bu konuda ornek olarak hatırlayalım:
“O daima diridir, O’ndan başka hicbir Tanrı yoktur. O hÂlde dinde ihlaslı ve samimi kişiler olarak O’na dua edin. Her turlu ovgu Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. De ki: Bana Rabbimden apacık deliller gelince, sizin Allah’ı bırakıp o taptıklarınıza kulluk etmem bana yasaklandı ve bana Âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi.”(42)
“Allah, mutlak hak ve hakikatin ifadesi olarak kendisinden başka gercek ilÂh olmadığını acıkca bildirmiştir. Melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar etmişlerdir. Evet, mutlak guc ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilÂh yoktur.”(43)
“Allah, buyurmuştur ki: İki ilÂh edinmeyin. O, ancak bir (tek) ilÂhtır. O hÂlde yalnız benden korkun!”(44)
“İlÂhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilÂh yoktur. O, rahmandır, rahîmdir.”(45)
2.)Allah’a İtaatsizlikten Kacınmak ve O’na Boyun Eğmek Gerekir.(46)
Kur’Ân’da sık sık insanların takva sahibi (uyanık bir bilince sahip) olmaları gerektiği hatırlatılır. Takva kelimesinin gectiği bu Âyetler insana Allah’ı hic unutmaması gerektiğini hatırlatmaktadır. Âyetlerde daima Allah’ın nimetlerinin hatırlanması, bunun gereği olarak ona saygısızlık yapmaktan uzak durulması ve bu bilincle hareket edilmesi emredilmektedir. Gercek anlamda mumin olmak demek de, bir anlamda bu konuda gosterilen hassasiyete bağlıdır. Kur’Ân’da takva, Allah’a gereği gibi kulluk etmek ve O’na boyun eğmekle ilgili cok sayıda Âyet bulunmaktadır.(47) Bu
Âyetlerden bazıları mealen şoyledir:
“İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla gunahlardan sakınıp imanlarında sebat edip iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyla sakınıp imanlarında sebat ve samimiyetle Allah’ın emrine uygun işler yaptıkları takdirde (haram kılınmadan once) icki icmiş olmalarından dolayı hesaba cekilmeyeceklerdir. Allah iyi ve guzel işler yapanları sever.”(48)
"Namazı dosdoğru kılın ve Allah’tan korkun diye de emredildik. Huzuruna goturulup toplanacağınız O’dur.”(49)
“Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size iyi ile kotuyu ayırt edecek bir anlayış verir, suclarınızı orter ve sizi bağışlar. Cunku Allah buyuk lutuf sahibidir.”(50)
“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlÂdı, ne evlÂdın babası namına bir şey odeyemeyeceği gunden cekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği soz gercektir. Sakın dunya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına guvendirerek sizi kandırmasın.”(51)
“Hicbir gunahkÂr başkasının gunahını yuklenmez. Yuku (gunahı) ağır gelen kimse onu taşımak icin (başkasını) cağırsa, bu cağırdığı akrabası da olsa, onun yukunden bir şey yuklenemez. Sen ancak gormeden Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur. Donuş Allah’adır.”(52)
Butun bu Âyetlerde bildirildiği gibi Hz. Muhammed (s.a.s.), Muslumanları uyararak, yalnız Allah’a kulluk etmeleri, O’ndan başkasına boyun eğmemeleri ve ona itaatsizlikten uzak durmaları gerektiğini hatırlatmıştır.
3.)İnsanların Canları, Malları, Namus ve Şerefleri Dokunulmaz, Kutsaldır.(53)
Kur’Ân-ı Kerîm, yerde ve gokte ne varsa insanların emrine verildiğini, her şeyin onlar icin yaratıldığını bildirmiştir. Varlıkların en şereflisi insandır. Dolayısıyla insanların aşağılanması, onların hakarete uğraması kabul edilemez. Peygamberimiz de, insanların kanlarını, mallarını, şeref ve onurunu; Mekke’nin, hac ibadetinin yapıldığı zamanı, KÂbe’nin ve Haccın yapıldığı gunun kutsallığı (dokunulmazlığı, saygıdeğerliği) gibi kutsal (dokunulmaz) olduğunu hatırlatmıştır.
Kur’Ân’da muminlerin birbirini kasten oldurmesi kesinlikle yasaklanmıştır.(54) Yine kim olursa olsun insanların haksız yere oldurulmesi yasaklanmış, haksız yere bir insanı oldurmenin butun insanları oldurmek(55) kadar korkunc bir eylem olduğu vurgulanmıştır.
İslÂm, kişilerin mal mulk sahibi olmalarını yasaklamamış, mulkiyet hakkını korumak icin tedbirler almıştır. Bu anlamda hırsızlık ve gasp yasaklanmış,(56) yine başkalarının mallarına, meşru olmayan, rızasına dayanmayan yollarla el uzatarak elde edilen haksız kazanclar(57) ve ruşvet(58) haram sayılmıştır. İnsanların can ve mal guvenliğini tehdit etmek (yeryuzunde bozgunculuk yapmak), en ağır cezaları gerektiren bir suc olarak kabul edilmiştir.(59) Diğer yandan malların gereksiz yere heba olmasına yol acan israf da yasaklanmıştır. Yine malların korunması anlamında ruştune erişememiş cocukların ve sefihlerin mallarının en guzel şekilde korunması icin velilerine gorev verilmiştir.(60)
Kur’Ân’da insanın onurlu bir varlık olduğu ve en guzel, en mukemmel şekilde yaratıldığı belirtilmiştir.(61) Yine insanların ırz, namus, şeref, onur ve haysiyetlerine saygılı olunması emredilmiş, onların onurlarını zedeleyici alay, kufur ve hakaret, gıybet, haset, iftira, işkence, baskı gibi her turlu tutum ve davranış da yasaklanmıştır.(62)
Kur’Ân’da Allah’ın gokleri ve yeri yarattığı gunden beri bir yılı oluşturan ayların sayısının on iki olduğu ve bu aylardan dordunun haram ay olduğu ifade edilmiştir.(63) Hac ibadetinin yapıldığı zilhicce ayı da haram (kutsal) aylardandır.(64) Kur’Ân’da KÂbe’nin kutsallığı anlamında bu bolgenin guvenli bir yer olarak kalması gerektiği vurgulanmıştır.(65) KÂbe’nin insanlar icin kurulmuş olan ilk mabet, değerli bir yer ve hidayet kaynağı olduğu belirtilmiş ve burayı ziyaret etmek, gucu yeten herkese farz kılınmıştır.(66)
Hz. Muhammed (s.a.s.) hutbesinde insanların onuru, canı ve malının dokunulmazlığına (kutsallığına) dikkat cekmiş ve bunların KÂbe, KÂbe’nin icinde bulunduğu şehir olan Mekke ve yine KÂbe’nin ziyaret gunleri olan hac mevsiminin kutsallığı gibi kutsal, dokunulması yasak olan değerlerden olduğunu ilan etmiştir.
4.)Emanetler Sahiplerine İade Edilmelidir.(67)
Mumin olmak bir anlamda emin, guvenilir kişi olmak demektir. Allah’ın elcilerinin en onemli ozelliklerinden biri ve belki de birincisinin emin (guvenilir) kişiler olmaları olduğu vurgulanmıştır.(68) Guvenilir olmamak, sozunde durmamak şeytanî bir davranıştır.(69) Kur’Ân’a gore Muslumanlar, kendilerine ornek olan peygamberleri gibi emin olmalı hicbir şekilde emanete ihanet etmemeli, emaneti ehline teslim etmelidirler.(70) Kur’Ân’da guvenilirliği zedeleyen en kotu huylardan olan yalan yasaklanmıştır.(71)
Kur’Ân-ı Kerîm, hicbir şekilde haksızlığı kabul etmemiştir. Mesela bu anlamda kişilerin hakkının korunması icin borcların şahitler huzurunda yazılmasını, şahitliğin layıkıyla doğru bir şekilde yapılarak hakkın korunmasını emretmiştir. Yine muminlere emanetleri sahiplerine iade etmeleri gerektiği bildirilmiştir. Aşağıda zikredilen Âyetler bu hususlara işaret etmektedir:
“Ey iman edenler! Belli bir sure icin birbirinize borclandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Eğer yolculukta olur da bir yazıcı bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler belge yerine gecer. Eğer birbirinize guveniyorsanız, kendisine guvenilen kimse Rabbi olan Allah’tan korsun da uzerindeki emaneti (borcunu) odesin.”(72)
Diğer yandan Kur’Ân-ı Kerîm, kitap ehlinin emanet konusundaki yanlış tavrını da eleştirmiş ve sahibi kim olursa olsun emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Bu konuda mealen şu Âyeti hatırlayalım:
“Ehl-i Kitap'tan oylesi var ki, ona yuklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan oylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, 'Ummîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize sorumluluk yoktur.' demelerindendir. Allah adına bile bile yalan soyluyorlar.”(73)
Hz. Muhammed (s.a.s.), Ved hutbesi’nde emanetler konusunda ummetini son bir kez daha uyarmıştır. O kendisi de daha vahiy gelmeden once de guvenilirlik ve emanete riayet konusunda herkesten daha hassas bir kişiydi. Âyetlerden de anlaşılacağı gibi Kur’Ân-ı Kerîm bu konuya dikkat cekmiş ve Muslumanların guvenilir, sozune sadık, yalandan ve ihanetten uzak olmaları gerektiğini bildirmiştir. Burada ifade edilen toplumu ayakta tutan, birlikte yaşamanın en onemli gereklerinden olan guvenilirlik erdeminin/ gorevinin yeniden hatırlatılmasıdır.
5.)CÂhiliye Doneminden Kalma Faiz Uygulamaları Kaldırılmıştır.(74)
Kur’Ân-ı Kerîm faizi en sert ifadelerle yasaklamış, faiz yiyen kişileri ‘şeytan tarafından carpılmış gibi hareket edenler’(75) olarak tarif etmiştir. Aynı Âyette faiz yiyenlerin yaptıklarını meşrulaştırmak icin faiz ile alışverişin aynı olduğu iddiasının doğru olmadığı belirtilmiş, Allah’ın alışverişi helÂl, faizi ise haram kıldığı vurgulanmıştır. Faizde ısrar edenlerin ise ebedi olarak cehennemde kalacakları bildirilmiştir.(76) Yine faizden elde edilen gelirin Allah tarafından mahvedileceği, malını bereketlendirmek (artırmak) isteyenlerin sadaka vermeleri gerektiği bildirilmiş, mumin olan kişilerin faizden vazgecmesi gerektiği ve faiz almaya devam etmenin Allah ve Resulune savaş acmak olduğu ifade edilmiştir.(77) Diğer yandan Kur’Ân, faiz yasağının Ehl-i Kitap icin de gecerli bir hukum olduğunu belirtmiştir. Buna rağmen Yahudilerin faiz yediklerini ve bu yuzden de can yakıcı bir azaba muhatap olacaklarını ifade etmiştir.(78) Hz. Peygamber, Ved hutbesinde Kur’Ân’da bildirilen bu yasağı tekrar hatırlatarak, faizden kesinlikle vazgecilmesi gerektiğini bildirmiştir. O, her konuda olduğu gibi bu konudaki uygulamayı da once kendisinden ve kendi yakınlarından başlattığını ilan etmiştir.
6.)CÂhiliye Doneminden Kalma Kan Davaları Kaldırılmıştır.(79)
Kur’Ân’da haksız yere adam oldurmek yasaklanmış, bir insanı haksız yere oldurmek butun insanları oldurmek gibi kabul edilmiştir.(80) Ancak buna rağmen bu sucu işleyenler icin, Kur’Ân’da uygun bir ceza olarak kısas uygulanması takdir edilmiştir. Haksız yere oldurmelerde kısas cezası, hakkın yerini bulması ve gonullerdeki kin ve duşmanlığı dindirmeye yonelik onemli bir etkendir. Kur’Ân-ı Kerîm’de de buna dikkat cekilmiş, kısas uygulamasının hayat verici bir unsur olduğu bildirilmiştir. Kısas uygulanmasının, ancak oldurulen kişinin velisi tarafından affedilmek suretiyle kaldırılabileceği hukme bağlanmıştır.(81)
Kan davalarında yaygın olarak gorulen, olduren kişi ve onunla birlikte yakınlarının da oldurulmesi uygulaması ise kesinlikle yasaklanmıştır. Yapılan gunah ve sevaplar kişisel olarak değerlendirilmeli, sadece suc işleyen kişiler cezalandırılmalı, bir suctan dolayı yakını bile olsa başka birilerinin cezalandırmasına kalkışılmamalıdır.(82) Bu hususta Kur’Ân, yapılan eylemlerin yapanları bağladığını, hic kimsenin başkasının gunahını/sucunu yuklenmeyeceğini, cok yakını (babası, oğlu) olsa bile kimsenin başka birisi yerine cezalandırılamayacağını defalarca vurgulamıştır.(83)
İnsanlara en ağır gelen durumlardan biri elbette yakınlarının oldurulmesidir. Bu durumda yakınları oldurulen kişinin kendisi de bu fiili işleyenlerin en ağır şekilde cezalandırılmasını ister ve elinden geliyorsa bu cezayı bizzat kendisi vermek ister. Ancak cezanın hukuk cercevesinde verilmesi gerektiğini hatırlatan peygamberimiz, bu konuda da kendi yakınlarından birinin kan davasından vazgecildiğini belirterek ornek bir davranış sergilemiş ve hukukun herkese eşit uygulandığını bir kez daha gostermiştir.
7.)CÂhiliye Doneminden Kalma Mekke Şehri İle İlgili Yurutulen Gorevler Kaldırılmıştır.(84)
Mekkeliler, KÂbe ile ilgili birtakım gorevleri yaparak kendilerini diğer kabilelerden ustun gormekteydiler. Ancak Kur’Ân, ustunluğun tek gerekcesinin takva olduğunu belirterek onların bu anlayışını reddetmiştir. Bu konuda şu Âyeti hatırlayalım:
‘Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve ahiret gunune iman edip Allah yolunda cihat eden kimse(lerin amelleri) gibi mi sayıyorsunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah zalim topluluğu doğru yola erdirmez.’85
Kur’Ân-ı Kerîm’de Mekkelilerin keyfi olarak birtakım kurallar koydukları ve bunları insanlara dayattıkları bildirilmiştir. Bu kuralların hicbir dayanağının olmadığı belirtilerek, kuralların ancak Allah tarafından konulabileceği bildirilmiştir.(86) Mekkelilerin ataları tarafından konulan KÂbe ve Mekke şehriyle ilgili uygulama ve kurallar da, zaman icinde mutlaka uygulanması gereken kanun olarak gorulmuştur. Ancak İslÂmiyet’in gelmesiyle toplumsal kurallar ve yukumlulukler yeniden belirlenmiştir. Kur’Ân’ın vahyedilmesiyle birlikte cÂhiliye hukumleri ortadan kaldırılmış, en mukemmel hukmun Allah’ın hukmu olduğu hatırlatılmıştır.(87) Hacılara ya da başka ihtiyacı olanlara yemek ve su vermek insanî ve İslÂmî bir sorumluluktur. Bu yuzden bunun her yerde olduğu gibi Mekke’de de olması gerekmektedir.
Peygamberimiz hutbesinde cÂhiliye Âdetlerinden bu konuda yerleşmiş olan iyi uygulamaların devam edeceğini belirtmiştir. Ancak hicbir gercekliği ve dayanağı olmayan, kanun hÂline getirdikleri ve bunlarla Mekkeli bazı kabilelere ceşitli şekillerde ayrıcalıklar verdikleri uygulamalar ise kaldırılmıştır.(88)
8.)Kasten Adam Oldurmelerde Kısas Uygulaması ve Diyetler.(89)
Yukarıda da belirtildiği gibi Kur’Ân kasten oldurmelerde kısas hukmunu getirmiştir. Hata ile oldurme kastı olmadan gercekleşen olumlerde ise, oldurulen kişiler icin diyet odenmesi gerektiği ifade edilmiştir.(90) Peygamberimiz de Ved hutbesinde kısas yanında diyet ile ilgili acıklamada da bulunmuştur. Bu konudaki Resûlullah’ın duşuncesine zemin teşkil eden Âyetlerden biri olan Nis sûresi, 92. Âyette mealen şoyle buyrulmaktadır:
“Hata dışında bir mumin, diğer bir mumini olduremez. Ve kim bir mumini yanlışlıkla oldururse, mumin bir kole azat etmesi ve olenin ailesine (varislerine) teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Ancak olenin ailesinin bağışlaması mustesnadır. Eğer oldurulen, mumin olmakla beraber size duşman bir kavimden ise, o zaman, oldurenin bir kole azat etmesi gerekir. Eğer oldurulen sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise, oldurenin, olenin ailesine diyet vermesi ve mumin bir kole azat etmesi gerekir. Bunlara gucu yetmeyenin de Allah tarafından tevbesinin kabulu icin aralıksız iki ay oruc tutması gerekir. Allah, Alîmdir (her şeyi bilendir), Hakîmdir (hukum ve hikmet sahibidir).”
9.)Şeytanın Emellerinin Boşa Cıkarılması Konusunda Onemli Başarılar Elde Edilmiştir. Ancak Bu Konuda Gayreti Elden Bırakmamak Gerekir.(91)
Kur’Ân-ı Kerîm’e gore İslÂmiyet Allah’ın yolunu ifade eder. Muşriklerin yolu ise gercekte şeytanın yoludur. Kur’Ân’da Allah’ın dinine girmemiz ve şeytanın izinden uzaklaşmamız emredilmiştir.(92) Yani Musluman olmak, Allah yolunda olmayı ve muşriklik de şeytanın yolunda olmayı temsil etmektedir.(93) Allah insanları kendi yoluna, şeytan da kendi yoluna davet etmektedir.(94) Peygamberimizin Ved haccını ifa ettiği donemde bolge halkları tamamen İslÂmiyet’e girmiş ve şeytanın mağlubiyeti tescillenmişti. Ancak şeytan varlığının gereği olarak boş durmayacak ve insanları kendi yoluna cekmeye calışacaktır.(95) Kur'Ân’da, o gun itibariyle şeytanın adamları olan kÂfirlerin İslÂm dinini ortadan kaldırma konusundaki umitlerinin tukendiği belirtilmiş, bundan dolayı da Muslumanların sadece Allah’a boyun eğmeleri emredilmiştir.(96) Yine Kur’Ân-ı Kerîm muminlerin, uyanık olmaları, gevşeklik gostermemeleri, daima şeytanın hilelerine karşı teyakkuzda olmaları gerektiğini hatırlatmıştır. Bu konu ile ilgili olarak şu Âyetleri hatırlamamız yerinde olacaktır:
“Ey insanlar! Şuphesiz Allah’ın vaadi gercektir. Sakın dunya hayatı sizi aldatmasın. Sakın cok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında sizi aldatmasın. Şuphesiz şeytan sizin icin bir duşmandır. Oyle ise (siz de) onu duşman tanı- yın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya cağırır. İnkÂr edenler icin cetin bir azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler icin ise bir bağışlanma ve buyuk bir mukÂfat vardır.”(97)
10.)Ayların Yeri İle Oynamak, Takvimin Doğal İşleyişine Mudahale Etmek (EnNesî’), Haddi Aşmak, Doğru Yoldan Sapmaktır.(98)
Kur’Ân’ın indirildiği donemde Araplar Kamerî takvim kullanmaktaydılar. Bu takvime gore bir yıl, Guneş takvimine gore yaklaşık on bir gun kadar daha erken geldiği icin Ay takvimine gore ayların hac gunleri de değişik mevsimlere rastlamaktaydı. Hac mevsimi onlar icin aynı zamanda ticarî hareketliliğin en yoğun olduğu gunlerdi. Bundan dolayı cÂhiliye Arapları hac gunlerinin surekli değişerek, yazın sıcak gunlerinde gelmesini ortadan kaldırmak icin nesî denilen bir yola başvurmuşlardır. Boylece hac gunlerini, havaların yaz mevsimine gore daha serin olduğu gunlerde sabitleme yoluna gitmişlerdir. Aynı zamanda hac mevsimi de ticarî ortamın daha uygun olduğu zamanlara denk getirilmiştir. Bunu sağlayabilmek icin de, iki-uc yılda bir yılın sonuna on ucuncu bir ay ekleyerek, Ay ve Guneş takvimi arasındaki gun farkını kapatıyorlardı. Boylece yılın ilk ayı olan muharrem ayı, ikinci ay olan saferin yerine kaydırılmış, butun aylar bulunmaları gereken yerden bir ay geriye atılmış oluyordu. İşte takvimle bu şekilde oynama işine nesî denilmiştir.(99) Kur’Ân-ı Kerîm bu uygulamayı kaldırmış ve bunu buyuk bir nankorluk olarak ifade etmiştir. Hz. Peygamber de Ved hutbesinde, Tevbe sûresi 36 ve 37. Âyetlerinde dile getirilen ifadeleri hatırlatmıştır. Bu Âyetler mealen şoyledir:
“Şuphesiz Allah'ın gokleri ve yeri yarattığı gunku yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dordu haram aydır. İşte bu Allah'ın dosdoğru kanunudur… Haram ayları ertelemek, ancak inkÂrda daha da ileri gitmektir ki bununla inkÂr edenler saptırılır. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısına mudahale ederek Allah’ın haram kıldığını helÂl kılmak icin Haram ayı bir yıl helÂl, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu cirkin işleri, kendilerine suslenip guzel gosterildi. Allah inkÂrcı toplumu doğru yola iletmez.”
11.)Kadın ve Erkeklerin Birbiri Uzerinde Hakları ve Karşılıklı Sorumlulukları Vardır.(100)
Kur’Ân insanın erkek ve kadın olarak Allah tarafından aynı ozden yaratıldığını ifade etmektedir. Kur’Ân’da tekrarlanarak anlatılan yaratılış kıssalarında bunu acıkca gorebiliriz.(101) İnsan daha yaratılışından itibaren kadın ve erkek olarak birbiriyle aynı ozden,(102) birbirinin ortusu ve tamamlayıcıdır.(103) Bununla birlikte Kur’Ân-ı Kerîm insanların farklı yaratıldığını ve bazı konularda birbirinden ustun yonleri olduğunu da bildirmiştir.(104) İnsanlar arasındaki ve aile icindeki ilişkilerde bu farklılığın dikkate alınması gerekmektedir. Bu farklılık karşılıklı sorumluluklar ortaya cıkarmış; insanların birbirine karşı bu sorumluluklarını yerine getirmemeleri hÂlinde de ceşitli mueyyideler konulmuştur.105
Zaman zaman kadın ve erkeğin birlikte oluşturdukları aile icinde cozulemeyecek derecede bir sorun soz konusu olabilmektedir. Boyle durumlarda iki taraftan da birer hakem belirlenmeli, hakemler iyi niyetle ve adaletle sorunu cozmeye calışmalı, her şeyden once tum cabalarını barışı ve ailenin devamını sağlamaya yoğunlaştırmalıdırlar.(106) Kur’Ân-ı Kerîm Musluman erkeklere, kadınlara kotu muamele etmeyi yasaklamış, onlarla iyi gecinmek gerektiğini bildirmiştir. Sonuc olarak onlardan tam olarak hoşlanılmasa bile, Allah’ın onlar sayesinde kendilerine birtakım iyilikler ve guzellikler sunabileceğini hesaba katmalarını istemiştir.(107) Ancak her şeye rağmen boşanma gercekleşmişse, kadınların bir muddet (uc Âdet suresi) bekleyerek, hamilelik durumu olup olmadığının netleşmesi ve boyle bir durum varsa da bunu gizlememeleri gerektiği hatırlatılmıştır. Eğer yeniden barışma imkÂnı varsa da bunu ciddiyetle değerlendirmek gerektiği ifade edilmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.s.) irad ettiği Ved hutbesinde, Kur’Ân’da kadın ve erkeğin birbirleri uzerinde karşılıklı hakları olduğunu bildiren ifadelere işaret etmiştir. O, Âyette de belirtilen erkeklerin aile icindeki konumları gereği bir derece daha onde olduğunu hatırlatmıştır. Ancak aile hayatının yurutulmesi esnasında bazı sıkıntılar ortaya cıkabilecektir. Şayet boşlanılacak derecede bir durum soz konusu ise ya da evlilik surdurulecekse, her iki durumda da guzellikle hareket edilmesi gerektiği bildirilmiştir.(108) Ayrılmaya karar verilirse erkeklerin verdikleri mehirden tamamen vazgecmeleri gerekmektedir. Eğer kadın, kendi isteğiyle boşanmak istiyorsa mehir hakkından vazgececektir.(109) Âyette erkeklere de kadınlara da yaptıklarından bir pay olduğu ve isteklerin Allah’ın sonsuz bağışından talep edilmesi gerektiği belirtilmiştir.(110) İşte Kur’Ân’da ifade edilen kadın erkek ilişkilerindeki bu temel kurallar, Veda hutbesi vesilesiyle Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından Muslumanlara tekrar hatırlatılmıştır.
12.Muminler Birbirinin Kardeşidir, Birbirinin Mallarına Haksız Yere Sahip Olmaya Calışmaları HelÂl Değildir.(111)
Kur’Ân’da muminlerin birbirinin kardeşi olduğu ifade edilmiş, aralarındaki ilişkileri doğruluk ve hakikat uzere inşa etmeleri gerektiği vurgulanmıştır. Muslumanlara birbirlerinin mallarını aralarında haksız yollarla elde etmeleri yasaklanmıştır. Bu anlamda gasp, ruşvet, faiz gibi haksızlıklar ve mağduriyetlere sebep olacak işler en ağır ifadelerle menedilmiştir.(112) Kur’Ân, dunya hayatı ve burada insanlara sunulan nimetlerin imtihan icin verildiğini, Muslumanların bunun bilincinde olmaları, terk edip gidecekleri dunyada başkalarına haksızlıklar yaparak mal elde etmeye kalkışmamaları anlayışını vurgulamıştır.(113) Cunku dunya hayatı sonunda, duruma gore korkunc bir azap ya da Allah’tan bir bağışlanma ve rıza soz konusudur. Burada mealen şu Âyeti hatırlayalım:
“Bilin ki, dunya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir sus, aranızda karşılıklı bir ovunme, cok mal ve evlat sahibi olma yarışıdır. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şoyle: Bir yağmur yağar, bitirdiği bitki ciftcilerin hoşuna gider. Derken, bir de bakarsın ki sararıp solmuş, kuru ot, cer cop olmuş. Ahirette ise (dunyadaki amele gore ya) cetin bir azap veya Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dunya hayatı, aldatıcı bir hazdan başka bir şey değildir.”(114)
13.Peygamberin Olumu Sonrasında Muminlerin Doğru Yoldan Sa- parak Birbirini Oldurmemeleri Gerekir.(115)
Kur’Ân-ı Kerîm’de Peygamberin de olumlu bir insan olduğu ve onunolmesi durumunda da yalnız Allah’a kulluğun devam etmesi gerektiği, İslÂm’dan vazgecilip şirke sapılmasının kabul edilemez olduğu bildirilmiştir.(116) Yine daha once de belirtildiği gibi Kur’Ân’da muminlerin birbirlerini oldurmeleri yasaklanmıştır. Kasten bir mumini oldurmek ebedi cehennem ile cezalandırılacak en buyuk gunahlardan sayılmıştır.(117) Bir Âyette Muslumanlar Ehl-i Kitap'tan Yahudiler uzerinden uyarılmıştır. Yahudilerin, peygamberlerinin kendilerine yasak olduğunu bildirdiği hÂlde birbirlerine duşmanlık ederek bazı toplulukları yurtlarından surgun etmeleri ve iclerinden bir topluluğa duşmanlık uzerinde birleşmeleri en ağır şekilde eleştirilmiştir. Onların bu hÂllerinin inkÂra ve hak yoldan sapmaya gotureceği uyarısı yapılmıştır.(118) Tabii buradaki ifadeler her ne kadar Yahudilerle ilgili olsa da asıl uyarı Muslumanlaradır. Diğer yandan, kim olursa olsun haksız yere adam oldurmek kesin olarak yasaklanmış en buyuk gunahlardandır.(119) Yine Kur’Ân-ı Kerîm’de muminlerin birbirleriyle savaşmamaları gerektiği bildirilmiş, eğer savaş soz konusu olmuşsa da savaşan tarafların aralarının adaletle bulunması gerektiği belirtilmiştir. Boyle bir durumda savaşı başlatan ve surduren tarafa karşı muminlerin karşı durması ve savaştan vaz gecirmek icin mucadele etmeleri emredilmiştir.(120)
Kur’Ân, Hz. Muhammed’in de bir insan olarak olumlu olduğunu ve onun olmesi durumunda da Muslumanların Allah’a kulluğa, yani Musluman olarak yaşamaya devam etmeleri gerektiğini hatırlatmıştır.(121) İşte Hz. Muhammed (s.a.s.) de Ved hutbesinde Kur’Ân’da belirtilen bu konularda Muslumanları yeniden uyarmıştır.
14.Kur’Ân ve Sunnet Doğru Yolda Olmayı Sağlayan Kılavuz, Reh- berdir.(122)
Kur’Ân, Hz. Peygamber'in mucizesi, ummetine yol gosterici ve rehber olarak bıraktığı mirasıdır. Kur’Ân’ın Muslumanlar icin rehber ve oğut kaynağı olduğu, ilk Âyetlerden itibaren bircok kez tekrar edilmiş bir konudur.(123) Peygamberimiz de Kitap’ın hayata gecirilmesi konusundaki ihtilafları ortadan kaldırmaya yonelik olarak Âyetlerin nasıl uygulanacağını acıkca gostermiştir.(124) Bundan dolayı o, Kur’Ân tarafından ornek alınması gereken en guzel numûne olarak bildirilmiştir.(125) Kur’Ân ve Peygamber'in rehberliği konusunda şu Âyet meallerini hatırlayalım:
“Gercekten bu Kur’Ân en doğru olan yola goturur ve iyi işler yapan muminler icin buyuk bir mukÂfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar icin elem dolu bir azap hazırladığımızı mujdeler.”(126)
“Andolsun, Allah’ın Resulu'nde sizin icin; Allah’a ve ahiret gunune kavuşmayı uman, Allah’ı cok zikreden kimseler icin guzel bir ornek vardır.”(127)
Hz. Muhammed Ved hutbesinde Muslumanların doğru yolda devam etmeleri icin, Kur’Ân ve Sunnet rehberliğinde hareket etmeleri gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır.
15.Butun İnsanlar Hz. Âdem’in Cocuklarıdır ve Birbirine Ustun- lukleri Yoktur. Onlar Ancak Allah İcin Yaptıkları İyi İşlerle Diğer İn- sanlara Ustun Olabilirler.(128)
Kur’Ân-ı Kerîm’de bircok Âyette insanın yaratılışı kıssasına yer verilmiş, insanların atasının ve ozunun aynı olduğu ifade edilmiştir.(129) Allah katında insanlar eşittir ve aralarındaki tek ustunluk sebebi ise sadece insanların Allah’a olan saygısı ve Allah’ı hesaba katarak hareket etme konusundaki hassasiyetidir. Bu konuyu oldukca acık bir şekilde ifade eden bir Âyet mealen şoyledir:
“Ey insanlar! Şuphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız icin sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en cok sakınanınızdır. Şuphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”(130)
Kur’Ân’da insanların bir tek candan ve aynı ozden yaratıldığını ifade eden Âyetler bulunmaktadır.(131) Ancak insanlar imtihan edilmek icin farklı farklı yapıda ve konumda yaratılmışlardır. İnsanların ceza ve mukÂfatla muhatap olmalarının tek şartı yaptıkları iyi ya da kotu işlerdir. Kur’Ân, iyilik yapanları mujdelerken, kotuluk yapanların ise cezalandırılacağını bildirmiştir.(132) Kur’Ân’da hicbir Âyette insanların soylarından, cinsiyetlerinden, yaşadıkları yerlerden ya da zamanlardan dolayı iyi ya da kotu olması gibi bir durum soz konusu değildir. Kur’Ân-ı Kerîm'e gore iyi ya da kotu olmak, tamamen insanların tercihleri ve amelleriyle ortaya cıkmaktadır. Bu prensip, o gun olduğu gibi bugun de insanların en cok muhtac oldukları temel insanî ihtiyaclardandır. Bu prensibe uyulmayıp insanları renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine gore ayırıma tabi tutarak iyi ya da kotu ilan etmek, tarihte ve gunumuzde felaketlere sebep olmuş ve olmaya da devam etmektedir. İşte Hz. Muhammed (s.a.s.) de Ved hutbesinde Kur’Ân’daki bu temel prensibi bir kez daha dile getirmiştir.
16.Allah Kur’Ân’da Miras Paylarını/Haklarını Belirlemiştir. Vasi- yetle Bu Hakların Gasp Edilmesi Doğru Değildir.(133)
Nis sûresinin ilk Âyetlerinde miras hukuku ile ilgili hukumler acıklanmıştır. Burada mirascının ve miras bırakan kişinin konumu, cinsiyeti, sayısı gibi durumlara gore mirasın nasıl paylaşılacağı hukme bağlanmıştır.(134) Yine Kur’Ân’da olumun yaklaştığı hissedilirse ve eğer miras olarak bir mal bırakmak soz konusuysa, vasiyette bulunmak, bu vasiyete şahitlik yapacakların da şahitliklerini doğru, adaletli bir şekilde yapmaları emredilmiştir. Yine vasiyet edenin varislerin haklarını hice sayması gibi bir durum olduğunda, murisin uyarılması ve durumun duzeltilmesi icin caba harcanması gerektiği ifade edilmiştir.(135) Hz. Muhammed (s.a.s.) bu hukumleri hatırlatarak vasiyet yoluyla haksızlığa sebep olacak bir yola başvurulmamasını ifade etmiştir.
17.Herkes Ait Olduğu Babasına Nispet Edilir. İnsan Kendisini, Kendi Babası veya Efendisi Dışındakilere Nispet Etmemelidir.(136)
Kur’Ân-ı Kerîm gercek babası olmadığı hÂlde bir kimsenin (bu kişi peygamber dahi olsa) başkasına nispet edilmesini doğru kabul etmemiştir. İnsanları evlatlık olarak yanımızda bulundursak bile, gercek babalarının adlarıyla anmak, yani herkesi kendi babasına nispet etmek gerekmektedir. Yine insanlar, boş bulunarak ya da hadlerini aşarak eşleri ile ilgili de yersiz sozler soyleyebilmektedir. Bu anlamda bir Âyette mealen şoyle buyrulur:
“Allah annelerinize benzeterek (zıhar yaparak) kendinize haram kıldığınız eşlerinizi sizin gercek anneleriniz yerine koymamış, aynı şekilde evlatlıklarınız da sizin oz evlatlarınız saymamıştır. İşte bunlar sizin soyleyip durduğunuz boş laflardan ibarettir. Oysa Allah gerceği soyler ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu gosterir. O hÂlde evlatlıklarınızı oz babalarının adıyla cağırın. Allah’ın katında doğru olan budur. Eğer onların oz babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır.”(137)
“Muhammed, sizin adamlarınızdan hicbirinin babası değildir. Ama Allah’ın Resulu ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”(138)
Kur’Ân’da insanların nesepleri konusunda bir karışıklık olmaması icin ozel hukumler konulmuştur. Mesela, daha once de ifade edildiği gibi, boşanmalarda ve bir kadının eşinin olmesi durumunda belli bir sure bekleyerek, eğer hamilelik soz konusu ise bunun acığa cıkmasını sağlaması istenmiştir.(139) Boylece cocuğun babası ile ilgili bir karışıklık ve bundan dolayı da toplumsal hayatta ve miras konusunda bir haksızlığın soz konusu olması onlenmiştir. Bundan da ote, insan kendisi olmalı, Allah nerede, kimin cocuğu olarak yaratmışsa bunu kabul etmeli, buna razı olmalıdır. İnsanın kendisini babasından başkasına nispet etmesi, Allah’ın kendisi icin sectiği başlangıcın/ailenin inkÂrı anlamına gelmektedir. Hicbir kimse kendi ailesini secerek dunyaya gelmemektedir. Ailemiz ilÂhî takdirle belirlenmektedir. Bunu reddederek kendimizi sahip olduğumuz babamızdan başkalarına nispet etmemiz doğru bir şey değildir. Yine İslÂm’a gore bir kimsenin babası, dunyanın en kotu insanı olsa bile, bu onun da gunahkÂr olduğu anlamına gelmez. Cunku hicbir insan babası bile olsa başkasının gunahından veya yaptığı işlerden sorumlu tutulmayacaktır.(140) Bu gercekler ortadayken insanın kendisini sahte bir şekilde başkasına nispet etmesi yalan, hatta Allah’ın yaratma takdirini kabul etmemek olarak anlaşılmaktadır.
Diğer yandan her işin yerli yerince yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda Kur’Ân’da “Evlere arkalarından girmenin hoş gorulmediği” ifade edilmiştir.(141) Dolaysıyla her şey yerli yerinde bulunmalı, herkes kendi hÂlini ifade ederken ne ise onu soylemeli, başkalarını hicbir konuda aldatmaya kalkışmamalıdır. Yine Kur’Ân, Muslumanlara her turlu yalandan uzak durmaları gerektiğini bildirmiştir.(142) Yalan, munafıklığın en belirgin ozelliklerindendir ve munafıklar hastalıklı şahsiyetler olarak cehennemin en alt tabakasına layık gorulmuşlerdir.(143) Hz. Muhammed (s.a.s.) de Ved hut-besinde insanların kendilerini başkalarına nispet ederek olduğundan farklı gostermesini ve boyle yaparak diğer insanları aldatmaya calışmalarını, cok yanlış ve laneti hak eden bir durum olarak nitelenmiştir.
Sonuc
HÂris b. Amr b. Ahi’l-Mugîre b. Şu’be, MuÂz’dan naklen anlatıyor:
“Resûlullah (s.a.s.) Muaz’ı Yemen’e gonderdiği zaman kendisine sorar: ‘Sana bir dava geldiği vakit nasıl hukmedeceksin?’
MuÂz: “Allah’ın kitabına gore hukmedeceğim.” der.
Peygamberimiz: “Meseleyi Allah’ın Kitap'ında bulamazsan ne yaparsın?” der.
Muaz: “Resûlullah’ın sunnetiyle hukmederim.” diye cevap verir.
Peygamberimiz: “Ne Allah’ın Kitap'ında, ne de Resûlullah’ın sunnetinde bulamazsan ne yaparsın?” der.
Muaz: “Kendi reyimle ictihat ederim ve mutlaka konuyu sonuca bağlarım.” der.
Muaz, bu konuşmaların sonunda Resûlullah’ın (s.a.s.) memnun kaldı- ğını ve goğsune eliyle vurup: ‘Allah’ın elcisinin elcisini, Allah’ın elcisini memnun edecek şekilde başarılı kılan Allah’a hamdolsun!’ buyurduğunu belirtmiştir. (144)
Bu ifadelerde butun Muslumanların tabi olduğu bir temel prensip dile getirilmiştir. Muslumanlar bir konuda hukum verirken once Allah’ın kitap'ına muracaat emelidirler. Peygamberimiz (s.a.s.) de hayatı boyunca Muaz (r.a.)’ın ağzından belirtilen bu prensibe gore hareket etmiştir. O, yaptığı ve soylediği her şeyi Allah’ın Kitap'ından hareketle soylemiş ve ortaya koymuştur. Eğer doğrudan doğruya Kur’Ân’da bulunmayan bir durum soz konusu olsa, onu da Kur’Ân’a uygun ve onun temel prensiplerine aykırı olmayacak şekilde konunun cozum yolunu bulmaya calışmıştır. Kur’Ân’da Hz. Muhammed’in yuce bir ahlÂka sahip olduğu belirtilmiş(145)ve Hz. Aişe de, Hz. Peygamber'in ahlÂkının Kur’Ân olduğunu soylemiştir.(146) Bu ifadeyle Hz. Aişe aslında onun tum hayatının Kur’Ân tarafından şekillendiğini ifade etmiştir. Cunku Kur’Ân onun rehberidir ve hayatına yon veren temel prensipler de Kur’Ân-ı Kerîm tarafından ortaya konulan prensiplerdir. Onun sozlerinin başlangıcında kullandığı ifadelerden başlayarak, yalnız Allah’a kulluk, insanların canlarına ve mallarına gereken saygının gosterilmesi, emin kişiler olunması gereği, faiz, kan davası ve cÂhiliye Âdet ve uygulamalarının kaldırılması, nesî yasağı, muminlerin kardeşliği, insanların Âdem’in cocukları olarak Allah’ın eşit kulları olduğu gerceği, kadınlar konusundaki hassasiyet vurgusu ve diğer doğrudan doğruya Kur’Ân’ın bildirdiği hususlardandır. Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur’Ân’da yer alan ve daha once tebliğ etmiş olduğu bu hususları, Ved hutbesiyle binlerce Muslumanın şahsında butun ummetine ve insanlığa yeniden duyurmuştur. Yani bu Hutbe, onun 23 yıl boyunca sunduğu Kur’Ân tebliğinin genel bir ozeti mahiyetindeki son mesajı olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.), daha once ayrıntılı olarak sozlu ve fiili olarak gosterdiği, duyurduğu bu mesajı ile ummetine veda etmiştir.
Kaynak= Diyanet İlmi Dergi
__________________
Ved Hutbesindeki Temel Konu ve Prensiplerin Kur’Ânî Temelleri
Dini Bilgiler0 Mesaj
●27 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Ved Hutbesindeki Temel Konu ve Prensiplerin Kur’Ânî Temelleri