Hazret-i MevlÂnÂ’nın Gonul DeryÂsında Sır ve Hikmet İncileri


YAZIK!

CenÂb-ı Hak insana kıymet verdi; “Benî Âdem’i mukerrem kıldık…” (el-İsrÂ, 70) buyurdu. En kıymetli şeyleri insana ihsÂn etti. Ruh verdi, akıl verdi, sıhhat verdi, omur verdi. En kıymetli rehberi ve en muhteşem kitabı gonderdi.

Sonra butun bu kıymetleri, guzelce değerlendirmesi karşılığında yine cok kıymetli bir ikram va‘detti: Onu, cennet-i ÂlÂya davet etti.

LÂkin ne yazık ki, insan kıymet bilmedi. Kendi kıymetini de kendisine emÂnet edilen değerleri de gafletine fed etti. DÂim israfa duştu. Nimetleri yazık etti. Kendisini boyle değersiz kılanları da CenÂb-ı Hak, cehenneme supurmeyi va‘detti.

CenÂb-ı Hak buyurur:

“Allah; pis olanı temizden ayırmak, pis olanların hepsini birbiri ustune koyup yığarak cehenneme koymak icin boyle yapar. (Hak edenleri cehenneme sevk eder.) İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (el-EnfÂl, 37)

İnsanın bu fecî Âkıbetten kurtulmak icin kıymet bilmesi şarttır.

Hazret-i MevlÂnÂ, insanın meccÂnen nÂil olduğu kıymetlerin farkına varması yolunda onu îkāz eder:

MÎRASYEDİ OLMA!

“MîrÂsa konan, o malın kadrini kıymetini bilmez! Cunku, onu kolay buldu; ter dokmeden elde etti.

Ey insan! Sen de Hakk’ın lutuf ve ihsÂnına mîrascı oldun! (Ona meccÂnen ulaştın.) Hak sana bu canı bedava verdi de o yuzden canının kadrini kıymetini bilmiyor, mîras yiyen gibi onu harcayıp duruyorsun!”

Âyet-i kerîmede de insanın mîrÂsı oburca yiyişine dikkat cekilmiştir:

“HelÂl-haram demeden, (hak gozetmeden) mîrÂsı yiyorsunuz.” (el-Fecr, 19)

Hazret-i MevlÂnÂ, CenÂb-ı Hakk’ın bize ihsÂn ettiği kıymetleri nasıl israf ettiğimizi şoyle îzah eder:

“Şu dunya hayatında karşımıza cıkan, bize cok onemli gibi gorunen ceşitli vak‘alar, hÂller, zorluklar ve engeller; toprak Âleminin dalgaları olup, bunlar bizim vehmimizden, anlayışımızın kıtlığından ve duşuncelerimizin noksanlığından meydana gelmektedir.”

Bu noksan goruş ve vehimler icinde, omur nimeti ziyan olup gider. Hazret-i MevlÂnÂ, omru dalgıcların deniz altındaki calışmalarına benzetir:

“Dalgıclar denize dalar. Her dalgıc aceleyle, eline ne gecerse onu toplar. Cevher ve kıymetli inci umidi ile ne bulduysa torbasına doldurur. Ucsuz bucaksız denizin dibinden cıktılar mı, paha bicilmez inciye kim sahip olmuştur, meydana cıkar. Birinin kucucuk bir inci, oburunun ise cakıl taşı ve boncuk cıkardığı belli olur. İşte onları uyandıracak, kahredici ve kotulukleri acığa vurucu imtihan, yani mahşer de boyle gelir, catar.”

Mahşer gunu; kimin kazanclı cıktığı, kimin husrana dûcÂr olduğu ortaya cıkacaktır.

Fakat asıl maharet, o gun gelmeden uyanmaktır. Bu sebeple Hazret-i MevlÂnÂ, uyandırıcı bir feryattır:

GONUL KANDİLİNİ UYANDIR!

“Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu, omur guneşi batmak uzere… Gucun kuvvetin varken; şu iki gunluk omurde comertlikte bulun, amel-i sÂlihler işle… Elde kalan bu kadarcık tohumu, yani omrunun geriye kalan son senelerini iyi ek de ve iyi harca da; şu iki nefeslik omurden uzun bir omur elde edesin…

Cok kıymetli olan bu omur kandili sonmeden aklını başına al da; fitilini duzelt, cabucak yağını koy, yani amel-i sÂlihler işleyerek şu fÂnî gunlerini rûhÂnî bir kulluk ve ibÂdetle gecir, gonul kandilini uyandır! Aklını başına al da bu işi yarına bırakma! Nice yarınlar geldi gecti. Hemen tevbe ve istiğfÂr ile işe başla ki; ekin mevsimi, şu fÂnî gunler ziyan olmasın!”

Zaman ve omur, insana bahşedilen en kıymetli varlıklardandır. Fakat mahduttur. Cunku bu dunya fÂnîdir. Dunyaya dair emekler ve gayretler yok olup gidecektir. Yazık olacaktır. İnsanın en kıymetli metÂını; fÂnîlik girdabında batıp gidecek bir gemiye yuklemesi, ne hazin bir israftır. MevlÂn Hazretleri seslenir:

“Ey işinin ustune cok duşen kişi! Bir tÂcirin yuku suya duşecek olursa, tÂcir elini en değerli kumaşa uzatır. En kıymetli metÂını kurtarmaya calışır.

Mademki senin de bir şeyin suda yok olup gidecek, en iyisini kurtar da değersizini bırak gitsin.”

CenÂb-ı Hak, zaman mefhumuna dikkatimizi cekmek uzere yemin ediyor:

“Asra yemin olsun ki insan gercekten ziyan icindedir. Bundan ancak îmÂn edip sÂlih ameller işleyenler; birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler mustesnÂdır.” (el-Asr, 1-3)

İslÂm’ı, Fahr-i KÂinÂt Efendimiz ve ashÂb-ı kiram hassÂsiyetinde yaşamak şeklinde tarif edebileceğimiz tasavvufun en muhim esaslarından biri, «Vukûf-i ZamÂnî»dir. Yani zaman nimetini cok hassas bir şekilde kullanmaktır.

Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye etmek isteyen bir mu’min; ecelin mechuliyeti dolayısıyla her an kendini muhasebe mecburiyetinde bulunduğunun idrÂki icinde olup, vaktini sÂlih amellerle değerlendirmelidir.

Luzumsuz işleri terk ederek mÂnÂsız konuşmalardan uzak durmalı, Hazret-i MevlÂnÂ’nın ifadesi ile lisÂnını «sozun maskarası» olmaktan muhafaza etmelidir.

MÂLÂYÂNÎYİ TERK

Zira CenÂb-ı Hak, «felÂha kavuşan» mu’minlerin bir vasfını da şoyle beyan buyurmaktadır:

“Onlar boş ve faydasız şeylerden yuz cevirirler.” (el-Mu’minûn, 3)

Bir başka Âyet-i kerîmede de, CenÂb-ı Hak, hÂlis kullarını aynı hakikatten bahisle şoyle vasıflandırıyor:

“…Boş soz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan gecip giderler.” (el-Furkān, 72)

Devrimizde kıymetli omurler, televizyonun ve cep telefonlarına kadar inen internetin karşısında heb olmaktadır. Bu programların zararları, rûha sactığı zehirler bir tarafa; seyredilen programlar zararsız bile addedilse, en buyuk zarar olan vakit israfıdır.

Hazret-i MevlÂnÂ, anlattığı uzun bir hikÂyede bir calgıcının nedÂmetini şu ifadelerle dile getirir:

“Ey ihsan ve vef sahibi AllÂh’ım, cefÂlarla ve suclarla gecen omrume, sen acı.

Allah bana oyle bir omur lutfetti ki; o omrun bir gununun bile kıymetini kimse bilemez, ona değer bicemez.

Ben ise hayatımı, kıymetli omrumu boş yere harcadım. Bana verilen sayılı nefeslerimin hepsini de tiz ve pes seslerle tukettim, gitti.

Ben nağmelerle uğraşırken, ırak perdesini duşunurken, firak zamanını duşunemez oldum; yani dunyadan ayrılacağım zamanın acılığı hatırımdan cıktı gitti.

Yazıklar olsun ki dÂim boş calgılarla meşgul oluşumdan dolayı, gonlumde bulunması gereken mÂnevî nağmeler heb oldu; gonlumse oldu.

Eyvahlar olsun ki, şu yirmi dort perdenin sesi ile omur kervanı gecti gitti. Gun bitti, akşam oldu.”

Asr Sûresi’nde ifade edildiği uzere, omru husrandan ve israftan kurtaracak en muhim vazifelerimiz îman ve sÂlih amellerdir. Ancak bu ibÂdetlerin de golgelerine değil asıllarına talip olunmalıdır.

Cunku Rabbimiz; ibÂdetleri ruh ve beden Âhengiyle, ihlÂs, takv ve huşû icinde ed etmemizi emretmektedir. Bu sebeple en muhim nokta, ibÂdette israfa duşmememiz yani ibÂdette kıvam bulmamızdır.

İBÂDET KIVÂMI

Cenab-ı Hak, ibÂdette israfa duşenlere;

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazı gafilÂne kılarlar.” (el-MÂûn, 4-5) buyurmaktadır.

Yazık edilmeyen, hakkı verilen namazın ise, AllÂh’a yaklaşma vesilesi olduğunu;

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyurarak bizlere bildirmektedir.

CenÂb-ı Hakk’a selîm ve munîb bir kalp ile yaklaşılabilir. Hendeseden, yani birtakım vucut hareketlerinden ibaret bir namaz; kulu AllÂh’a yaklaştırmaz.

Oruc da boyledir. Hakkı verildiğinde yani, ağız ile beraber; goz, kulak, dil ve gonul ile birlikte tutulan oruc; kulu takvÂya eriştirir. Fakat gozunu haramdan, dilini yalandan ve dedikodudan sakınmayanların, yanına ancak aclıkları kÂr kalır.

Ardından başa kakma ve eziyet gelen sadakalar iptal olur.

Kazancının helÂliyetine dikkat etmeyen, «cidal»den ve «refes»ten uzak kalamayan bir hac yolcusuna; «Lebbeyk» değil; «LÂ lebbeyk!» denir.

Bunlar ne hazin israflardır. İnsanın ezelî duşmanı olan şeytan; insana olan hasedinden dolayı, dÂim onun elindeki kıymetli şeyleri calmaktadır.

Şeytan, tevbeyi geciktirerek insanı kandırır ve boylece omrun israfına zemin hazırlar. Âyet-i kerîmede buyurulur:

وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

“…Sakın şeytan, AllÂh’ın affına guvendirerek sizi kandırmasın.” (LokmÂn, 33; FÂtır, 5)

Şeytan, yaygaralara boğarak, vesveseler vererek ve vehimlerle korkutarak; insanın malına ve evlÂtlarına ortak olmaya calışır. (Bkz. el-İsrÂ, 64) İnsanın Âhiret sermayesi olan malını ve gozunun nûru olan evlÂtlarını şeytana kaptırması, ne ağır bir husran ve buyuk bir israftır!..

Bu sebeple, şeytanın ifsatlarından malları ve evlÂtları korumamız zarûrîdir. Bu, insan icin cok muhim bir imtihan vesilesidir.

EvlÂtlarımız husûsunda israftan ve şeytanın ortaklığından korunmak icin; onları Allah yolunda, Kur’Ân ve Sunnet ekseninde terbiye etmemiz zarûrîdir.

Malları şeytanın ortaklığından korumak ise, nefse gereğinden fazla harcama israfından uzak durmak ve dÂim helÂlinden kazanarak Allah yolunda infÂk etmekle olur.

SÂlih amellerin muhim bir kısmı, mÂlîdir. Cunku mal, Âdet insanın cok meylettiği ve gonlunde taht kurduğu bir puttur. Mala olan meylin bertarÂf edilmesi zarûrîdir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللَّهِ أَندَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ ۖ

“İnsanlar arasında AllÂh’ı bırakıp da ona (putlar, mal, makam-mevki, şohret ve şehvet gibi) ortaklar koşanlar vardır. Onları, AllÂh’ı severcesine severler…” (el-Bakara, 165)

Bu Âyetin tehdidinden muhafaza olabilmek icin insan; kalbinde, şu muhasebeyi yapmalıdır:

Kalbimde dunya malına muhabbet var mı?
Dunya malıyla alÂkalı tasarruflarım hangi gaye istikametinde? Yani nereye harcıyorum? Nereye yatırım yapıyorum?
Dunya ile ukb karşı karşıya geldiğinde hangisini tercih ediyorum?
Malı infÂk ederken gonlumde bir sıkıntı hissediyor muyum?
Bir mu’minin telÂkkîsi şoyle olmalıdır:

MULK ALLÂH’IN, ŞARTLAR ALLAH’TAN…

Mulk, AllÂh’ındır. Kula sadece emÂneten verir. FÂnîlik hukmunce zaten insan infÂk etmediği, harcamadığı malı dunyada bırakır gider. Halkın ifadesiyle; «Kefenin cebi yoktur.»

Yûnus Emre Hazretleri de der ki:

Mal sahibi mulk sahibi

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan mulk de yalan,

Var biraz da sen oyalan!..

Necip Fazıl da, dunyanın fÂnîliğine atıfta bulunarak şoyle soyler:

Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!

Mezarda gecer akca neyse, onu biriktir!..

RezzÂk olan Allah, kuluna rızık olarak mal verir. Eğer rızkından fazlasını vermişse, burada hususî bir imtihan vardır. Mulkun sahibi olan Allah, kuluna tasarruf şartları koymuştur:

İsraf yok!
Cimrilik yok!
İsraf denilince sadece cope giden ekmekler akla gelmemelidir. Fazladan yenen lokma da israftır. Nefse gereğinden, kÂfî miktarından fazla harcanan her şey israftır.

Oburluğu dÂim tenkit eden Hazret-i MevlÂn nukteli bir şekilde şoyle buyurur:

“CenÂb-ı Hak, ekmek yiyenlere; «İsraf etmeyin!» buyurdu. Nur yiyenlere; «Fazla yemeyin!» demedi.

Maddî boğazımız belÂlara, hastalıklara uğrayış boğazıdır; mÂnevî boğazımız ise israftan da ileri gidişten de eman bulmuştur!”

Ayrıca darb-ı meselde denilir ki:

“Hayırda israf yoktur! İsrafta hayır yoktur!”

İnsan, şahsiyetini mÂnevî hasletlerle inşÃ‚ eder. Ancak şahsiyetini ikmal edememiş kişiler, maddiyat ile bu aşağılık duygusunu bastırmaya ve şahsiyet noksanını telÂfi etmeye calışırlar. Modalar, reklÂmlar ve luks gibi yaldızlı hulyalara kapılıp, kibir ve debdebeye sığınarak, kendilerini hayran olunacak vaziyette, guclu, kuvvetli gostermeye calışırlar. Bu beyhûde bir gayrettir. Cunku aslolan, karakter ve şahsiyettir. İnsanın gercek kıymeti, guzel ahlÂk ve fazîlettir. Musrif, hodgÂm, egoist ve fırsatcı kişilere aslında kimse hayranlık duymaz. Belki ancak aynı temÂyulde olan kişilerin hasedini celbederler.

Deniz suyuyla susuzluk giderilemeyeceği gibi, insanın rûhî ihtiyaclarını da fÂnî dunyalıklarla tatmin edebilmesi mumkun değildir. FÂnî şeyler dÂim ızdırÂbı artırır. Sonunda da yanık bir nedÂmet kalır.

Bu sebeple, israfın caresi; kanaatkÂr, iktisatlı ve sade bir hayat surerek, elde arta kalan malı infak ve tasadduk etmektir.

Cunku cimrilik de yasaktır.

ÎMÂNIN MEYVESİ

Îman tohumu, ekildiği kalpte merhamet meyvesini verir.

Merhametin en muhim tezÂhuru de; başkalarının mahrumiyetini telÂfi icin, butun imkÂnlarıyla muhtacların yardımına koşmaktır. Yani AllÂh’ın ihsÂn ettiği nimetleri, ondan mahrum olanlara infÂk etmektir.

Hazret-i MevlÂn ne guzel soyler:

“Dunya hayatı bir ruyadan ibarettir. Dunyada servet sahibi olmak, ruyada define bulmaya benzer. Dunya malı, nesilden nesile aktarılarak dunyada kalır.”

Bu bakımdan malı-mulku hic infÂk etmeyip, onu tamamen mÂnevî terbiyeden mahrum yetişen ve nasıl harcayacakları mechul olan mîrascılara bırakmak, ağır bir Âhiret hesabı yuklenmek olur. Bu ise, selîm bir aklın kÂrı değildir. Zira Âyet-i kerîmede şoyle buyurulur:

“…Altın ve gumuşu yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları acı bir azÂb ile mujdele!” (et-Tevbe, 34)

Peygamber Efendimiz -sallallÂhu aleyhi ve sellem- bir gun ashÂbına sordu:

“–Hanginize mîrascısının malı, kendi malından daha sevimlidir?”

Ashab;

“–Ey AllÂh’ın Rasûlu! Hepimiz kendi malımızı daha fazla severiz!” dediler.

Bunun uzerine Hazret-i Peygamber -sallallÂhu aleyhi ve sellem-;

“–Kişinin kendi (asl&#238 malı, hayır yaparak onceden (Âhirete) gonderdiği; mîrascısının malı ise, harcamayıp geriye bıraktığıdır!” buyurdu. (BuhÂrî, Rikāk, 12)

Omrunu israf edip, malını cimri bir şekilde infaktan sakınmış olanların son nefeslerinde duşecekleri vahim ve caresiz nedÂmeti, Âyet-i kerîmede Rabbimiz şoyle tarif buyurur:

وَاَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ فَاَصَّدَّقَ وَاَكُنْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ

“Herhangi birinize olum gelip de; «Rabbim! Beni yakın bir sureye kadar geciktirsen de sadaka verip sÂlihlerden olsam!» demesinden once, size verdiğimiz rızıktan harcayın.” (el-MunÂfikûn, 10)

İşte hayatın israfı!..

Hazret-i MevlÂnÂ, bu hÂle duşmemenin yolunu şoyle gosterir:

“Mala-mulke fazla sarılma ki, vakti gelince kolayca bırakabilesin! Hem kolayca verip gidesin hem de sevap kazanasın! Sen, seni sımsıkı tutana sarıl ki; Evvel de O’dur, Âhir de O’dur.”

CenÂb-ı Hak, bizi kıymetini muhafaza edebilen kullarından eylesin. Verdiği nimetleri en kıymetli şekilde değerlendirebilen, israfa duşmeyen, Hakk’ın ikrÂmı olan mal ve canlarını, Allah yolunda sarf edip, cennet-i Âl ve CemÂl-i Mevl mujdesiyle sevinen kulları zumresine bizleri ve nesillerimizi de ilhÂk eylesin.

Âmîn!..


Osman Nuri Topbaş
Yuzakı Dergisi
Yıl: 2017 Ay: Mart Sayı: 145

__________________