Hayatta en kıymetli sermaye zaman. Yedi bucuk milyar insan var dunyada. Sayısız mahlûkat var; denizde, karada, havada. Sayısız nebÂtat var. Hic kimse, hicbiri, omrunun ne kadar olduğunu bilmiyor. Hepsi bir ekolojik bir denge ile geliyor. Hepsi bir takvimle geliyor. İnsan, cin, melek… Sayabildiğimiz kadar sayalım. Ve son yaprak, son geldiği zaman hayat bitmiş oluyor. Dunya hayatı bitmiş oluyor. Yeni baştan bir hayat başlayacak.
CenÂb-ı Hak lûtuf olarak bazı zamanları bazı zamanlardan ustun kılmıştır. İşte icinde bulunduğumuz, şereflendiğimiz uc ay da en kıymetli zaman dilimlerinin başında gelir.

Hayat, bir sefere mahsus ikram edilmiş bir nîmettir. Tekrarı ve telÂfisi yoktur. İnsanın, bunun idrÂki icinde yaşaması zarûrîdir. Onun icin; “Yarın diyenler helÂk oldu.” buyruluyor.

Yine, Efendimiz buyuruyor:
اَللّٰهُمَّ لَا عَيْشَ إِلّٰا عَيْشُ الْآخِرَةِ
“YÂ Rabbi, esas hayat Âhiret hayatıdır.” buyuruyor Efendimiz. (BuhÂrî, Rikāk, 1)

Varlıkta Âhireti unutmamak, zorlukta Âhireti unutmamak. Varlığın da bir imtihan olduğunun, yokluğun da bir imtihan olduğunun idrÂki icinde mu’minin olabilmesi.
Omrumuzde ne kadar daha uc aylar var, bilemiyoruz. Gecen sene olan cok akrabalarımız, eşlerimiz, dostlarımız vardı; onlar bu uc aylarda yok. Onlar, mezar Âleminde şimdi.
CenÂb-ı Hakk’ın uzerimizde en buyuk nîmeti, bizleri İslÂm ile şereflendirmesidir. Zira İslÂm nîmetini takdir edebilmek… İnsanın hayal ve havsalası dahilinde akla gelebilecek her suÂle İslÂm cevap vermiştir. Hayatımızı o şekilde tanzim etmiştir. İslÂm, muslumanların, hatt butun insanların yegÂne surur, mutluluk ve huzur recetesidir.
İslÂm’ın yaşanması, îmÂnın kemÂle ermesinde dikkat edilecek iki husûsiyet vardır.

Birincisi; “tÂzim li-emrillÂh”:
AllÂh’ın butun emirlerini, kalp ve beden Âhengi icerisinde îf edebilmek. Butun ibadetler, muÂmelÂt, muÂşeret, vs…
İkinci husûsiyet…
Hayatın her safhasında, hic boşluk yok. Zira CenÂb-ı Hak:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ buyuruyor.
“Bir iş bittiği zaman (diğer) işe koş ve AllÂh’a yonel.” (el-İnşirÂh, 7-8)
Hic kaybedecek bir zaman yok. Zaman cok kıymetli.

İkincisi:
“Şefkat al halkıllÂh”:
CenÂb-ı Hakk’ın butun mahlûkÂtına şefkat ve merhamet gosterebilmek. Zira CenÂb-ı Hak kulundan hassas bir yurek istiyor.
Bu iki husûsiyetin tahakkuk etmesi icin de iki bilgiye ihtiyacımız var.

Birincisi; “zÂhirî bilgi”.
Yani dıştan alınan bilgiler. Yani insanın beş duyu organı vÂsıtasıyla dışarıdan aldığı bilgiler. Hocadan, kitaptan, defterden alınan bilgiler. Bunlar zihne geliyor. Tabi bu kÂfî değil. Yani îmÂn ettik demekle kÂfî değil. “ÎmÂn ettik demekle kurtulacaklarını mı zannediyorlar.” (el-Ankebût, 2) buyuruyor. Huşû icinde ibadet şart, muÂmelÂt şart, ahlÂkî umdeleri yaşamak, yaşatmak zarûrî.

İkincisi; “bÂtınî bilgi”.
Bu icten, kalbin vereceği bir bilgidir, bu da “takv”. CenÂb-ı Hak; هُدًى لِلْمُتَّقِينَ (“…O, muttakîler icin bir yol gostericidir.” [el-Bakara, 2]) buyuruyor. Kur’Ân-ı Kerîm ancak takv sahiplerine yol gosterir, hidÂyet verir.

CenÂb-ı Hak yine;
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ buyuruyor. “…Siz takv sahibi olursanız Allah size (yon verir) oğretir size…” (el-Bakara, 282) buyruluyor.
İşte bu, insanın, dıştan alınmayan, insanın kendi kendine vereceği bir ilim.
İşte ilim; “İlim kendini bilmektir.” buyuruyor Yunus. Kendini bilmezsen, bu nasıl bir ilim, olmuş oluyor.
Demek ki insanın kendini tanıması… Kendini de CenÂb-ı Hakk’a yakın hÂle getirebilmesi… AllÂh’ın nîmetlerini tefekkur etmesi…

CenÂb-ı Hak:
“…Rûhumdan ufurduğum zaman…” (el-Hicr, 29; SÂd, 72) buyuruyor. Yani CenÂb-ı Hak kendinden vasıflar veriyor kuluna. O cemÂlî sıfatlarla kalpler muzeyyen hÂle gelecek. Bu neyle olacak? Tezkiye ile olacak, temizlenmekle olacak. Allah’tan uzaklaştıran her şeyden kalp temizlenecek. Tezkiye olacak, temizlenecek. Tasfiye olacak, butun menfîliklerden kalp boşaltılacak. Bu şekilde bÂtınî bilginin kapısı acılacak.

وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
(“…Siz takva sahibi olursanız, Allah size oğretir…” [el-Bakara, 282])
CenÂb-ı Hak bu kalbe oğretmeye başlıyor. Bu kalpte hayır ve şer tefrik ediliyor. Guzel ahlÂkla muzeyyen hÂle geliyor. CenÂb-ı Hak yine Âyet-i kerîmede:
“Ey îmÂn edenler! AllÂh’a karşı gelmekten sakınınız (takv sahibi olun). O size bir furkan (yani hakkı bÂtıldan ayıracak bir anlayış) verir o zaman…” (Bkz. el-EnfÂl, 29)

Takv ile kalp… Bir defa takv nedir?
TakvÂ; nefsÂnî arzuları bertaraf etme, rûhÂnî istîdatları inkişÃ‚f ettirme, kendimizi ilÂhî kameraların, ilÂhî muşahedenin altında olduğumuzun kalben bir idrak hÂline gelebilmek. Yani dÂim ilÂhî muşÃ‚hedenin altındayız, biz farkında olsak da olmasak da. Melekler tespit yapıyor. CenÂb-ı Hak:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])
Nereye gitseniz, CenÂb-ı Hak bizimle beraber olduğunu bildiriyor.
Takv neticesinde ne olacak? Kalp Âlemi derinleşecek. Duyuşlar ve rûhÂniyet artacak. Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in hÂlinden in’ikÂs olacak. O şekilde bir, kul, sÂlih bir kul olacak, sÂliha bir kul olacak, CenÂb-ı Hakk’a yakın bir kul olacak.

Boyle kullar icin CenÂb-ı Hak şoyle buyuruyor:
“Biliniz ki Allah dostlarına korku yoktur. Onlar uzulmeyeceklerdir…” (Yûnus, 62)
Ne zaman:
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(“…Onlara, (kıyÂmet gunu) korku yoktur, onlar uzulmeyecekler de.” [Yûnus, 62])

Kabir Âlemi, Âhiret Âlemi, zor gecitler… Yerlerin ayrı yer, goklerin ayrı gok olduğu zaman. Buyuk bir infilÂk kıyÂmet. Orada uzulmeyeceklerdir. Orada dost dosta CenÂb-ı Hak ikramını -elhamdulillÂh- gosterecek.

Yani daha hepimizin olumune vakit var, daha bugun sağız. Olumun ne kadar zaman sonra geleceğini bilmiyoruz. Onun icin, şu yaşadığımız hayat, bilhassa şu uc ayların icine girdik, cok buyuk bir nîmetin icindeyiz.

Zorluklara karşı, birtakım menfî telkinlere karşı, yolların, sokakların vs… İnternetlerin, vesÂirelerin, modalar vs… Bunlara karşı olan bir direniş gostermeye de CenÂb-ı Hak “قَرْضًا حَسَنًا” (guzel bir borc) buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 245; el-Hadîd, 11, 18; el-MÂide, 12…) CenÂb-ı Hak borc, Allah yolunda verilen guzel bir borc olarak kullarının mukÂfÂtını artırıyor.
Rabbimiz’in kurduğu sem takviminde on iki aydan bazılarını, diğerlerine gore CenÂb-ı Hak lûtuf olarak daha ustun kılmıştır. İşte Receb ayı da bu ustun kılınan aylardan biridir. Bu aya “şehrullah” deniyor, “AllÂh’ın ayı” denmiş oluyor.
Bir RegÂib Kandili gecirdik. Onumuzde Mîrac Kandili var bu ayda. Efendimiz’e, yalnız Efendimiz’e mahsus, semÂlara cıktığı bir, CenÂb-ı Hak’la mulÂkatta bulunduğu bir gece de gelecek.
Cok şerefli bir ayın icindeyiz. Yani bu ayda -inşÃ‚allah- gucumuzu Allah yolunda kullanmaya, mesÂimizi Allah yolunda sarf etmeye daha cok gayret edersek -inşÃ‚allah- buyuk tecellîlere nÂil oluruz Rabbimiz’in lûtfuyla.

İşte CenÂb-ı Hak -ilk okunan Âyet-:
“Kullarım Sana Ben’i sorduklarında (Sen onlara soyle) Ben onlara cok yakınım…” (el-Bakara, 186) buyuruyor.
CenÂb-ı Hak hep nîmetler hÂlinde bize. Duşunmeye, tefekkure bizi sevk ediyor. CÂsiye Sûresi’nin 13. Âyetinde:
“O, goklerde ve yerde ne varsa, hepsini kendi katından ÂmÂde kıldı…” buyuruyor.
Guneş ÂmÂde, Ay ÂmÂde, toprak ÂmÂde, hayvanlar ÂmÂde…
“…Duşunen bir toplum icin.” (el-CÂsiye, 13) CenÂb-ı Hak buyuruyor.
“Ben cok yakınım.” buyuruyor.

Yine CenÂb-ı Hak, Bakara Sûresi’nin 29. Âyetinde:
“O, yerde ne varsa hepsini sizin icin yarattı…” buyuruyor. Şu Dunya’da ne var, sizin icin yarattı buyruluyor. Buyuk bir, CenÂb-ı Hak ikram hÂlinde. “Sayamazsınız nîmetlerimi” buyuruyor. (Bkz. İbrahim, 34)
Efendimiz, bu uc aylara girerken, bu telkin ettiği duÂnın -inşÃ‚allah- rahmeti uzerimizde tecellî eder:
اَللّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبٍ وَ شَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ
(“AllÂhʼım! Receb ve ŞÃ‚ban aylarını bize mubÂrek eyle ve bizi Ramazana ulaştır!” [TaberÂnî, Evsat, IV, 189; Beyhakî, Şuab, V, 348. Krş. Ahmed, I, 259])
Nasıl bir, namaza başlarken, bir tahÂret, abdest alma vs… O şekilde bir başlangıc yapıyoruz. Ondan sonra ilÂhî huzurda olmuş oluyoruz. Demek ki bu iki ayda, Receb ve ŞÃ‚ban ayında bir hazırlık oluyor. Kalbimizi hazırlamak. İbadetlerle, muÂmelÂtla, muÂşeretle kalbimizi hazırlamak, RamazÂn-ı Şerîf’e mulÂkî olabilmek.

Bir Hak dostu buyuruyor:
“Biz diyor, Ramazan gelmeden altı ay evvel diyor, Ramazan’a kavuşmak icin du ederdik. Yine RamazÂn-ı Şerîf’ten bayramdan sonra da CenÂb-ı Hakk’a, RamazÂn-ı Şerîf’in kabulu icin yine dua ederdik.” buyuruyor.

Yani boyle bir şerefli ayın arefesinde bulunuyoruz. Bu mubÂrek gunler, CenÂb-ı Hakk’ın rahmetinin tuğyÂn ettiği zamanlardır. Bu zamanların kıymeti, toprağa hayat veren bahar yağmurları gibidir. Bu gunlerden gaflette kalmak ise bu ilÂhî rahmet yağmurunun, kayalara, collere, denizlere akıp kaybolması gibidir. Goncaları gul yapan, uzerine yağan bereketli yağmurlardır. Bu uc aylarda gonulleri, Hakk’a rÂm eden, o bereketli yağmurlarla gule ceviren, bereketli mevsimdir, omrun bereketidir.

Muhabbetin zirvesi, Allah ve Rasûl’une olan muhabbettir. İlÂhî tecellîler, CenÂb-ı Hak nasîb edecek. Allah ve Rasûl’une olan muhabbet. Muhabbeti veren CenÂb-ı Hak. İnsan rûhunun pırlantası mesafesindedir. Maalesef nÂ-ehil olanlara muhabbet beslemek ise, bu pırlantanın sokağa atılması, ziyan edilmesidir. Sokağa duşmuş bir pırlantanın hÂli de ne hazindir.
Onun icin, muhabbetimiz bizi nereye goturuyor, neye en cok muhabbetimiz var, onu bilhassa bu uc aylarda bir muhÂsebe etme durumundayız.
Efendimiz’i her şeyden ustun tutmak, emsalsiz bir aşk ve muhabbetle sevmek; îmÂnın kemÂlindendir. Yani lÂyıkına muhabbet, mustahakkına nefret olmuş oluyor. Yine biz bu aylarda ummet-i Muhammed olmanın nîmetini tekrar tefekkur edelim. Zira Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- 124 bin kusur peygamberin en zirvesi, en buyuğu. CenÂb-ı Hak bizi meccÂnen ummet kıldı. Peygamberimiz’i biz secmedik. Zaten kimsenin secmeye hakkı da yoktu, hukuku da yoktu. CenÂb-ı Hak bize en buyuk nîmeti ihsÂn etti. Demek ki bir şukur icinde bulunabilmek.

Yine CenÂb-ı Hak bildiriyor:
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظِيمٍ
“Sen yuce bir ahlÂk uzeresin.” (el-Kalem, 4) Zirve bir ahlÂk. Daha otesi yok. İki cihan saadetinin en buyuk rehberi.
عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
“Sen sırÂt-ı mustakîm uzeresin.” (YÂsîn, 4) buyuruyor. En doğru yol uzeresin buyuruyor.
Bizler icin de:
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ
“Kim Rasûl’e itaat ederse, AllÂh’a itaat etmiş olur…” (en-NisÂ, 80)
İki itaat birleşmiş oluyor.
Her derdin şifÂsı, Rasûlullah Efendimiz’e itaatte ve O’nun sunnet-i seniyyesini yaşayabilmektedir.

Yine buyruluyor:
(Rasûlum!) De ki: Eğer AllÂh’ı seviyorsanız, bana tÂbî olun ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah gafur ve rahîmdir.” (Âl-i İmrÂn, 31)

Her peygamber bir kavme geldi. Efendimiz, Âlemlere geldi.
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
((Rasûlum!) Biz Sen’i Âlemlere ancak rahmet olarak gonderdik.” [el-EnbiyÂ, 107])

Bu bakımdan hayatımızın her safhasında O’nu ornek almak, şahsiyetiyle kendi hÂlimizi mîzan etmek durumundayız:
Benim ibadetlerim nasıl, Allah Rasûlu’nun ibadetleri nasıldı?
Benim Âile hayatım nasıl, RasûlullÂh’ın Âile hayatı nasıldı?
Benim evlÂt yetiştirmem nasıl, Allah Rasûlu’nun o torunlarını yetiştirmesi, evlÂtlarını yetiştirmesi nasıldı?..

Osman Nuri Topbaş -2017 Sohbetleri


__________________