Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlum!) De ki: Eğer AllÂh’ı seviyorsanız bana tÂbî olun ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Âl-i İmrÂn, 31)
***
Ali RÂmitenî Hazretleri şoyle buyurmuşlardır:
“Muhabbetin şartı, sevdiğine tÂbî olmaktır.”
Yani bir kimse, muhabbeti olcusunde, sevdiğinin hÂliyle hÂllenir. Bu muhabbet sebebiyle onun sevdiklerini sever, sevmediklerinden de uzak durur. YegÂne gÂyesi, zÂhiren ve bÂtınen sevdiği kimse gibi yaşamaya calışmaktır. Şayet yaşamıyorsa, bu kimse muhabbetinde samimî değildir.
Peki bizler, zÂhir ve bÂtın itibariyle ne kadar Peygamber Efendimiz’e benziyoruz?
İcinde bulunduğumuz “Kutlu Doğum” mevsiminde kendimizi bir muhÂsebeye cekelim:
Mesel Efendimiz’in hayatında asl gurur ve kibir yoktu. O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, peygamberlerin zirvesinde olduğu hÂlde, zaruret îcÂbı bir fazîletini ifÂde etmesi gerektiğinde dahî dÂim “لَا فَخْرَ / Ovunme yok.”[1] buyururlardı.
Yine Efendimiz’in hayatında haset yoktu. İlÂhî taksîme dÂim rız hÂlindeydi. Mu’minleri de bu hususta şoyle îkaz buyururlardı:
“Haset etmekten sakının. Zira ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer bitirir.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 44/4903)
“Birbirinize kin tutmayınız, haset etmeyiniz, sırt donmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey AllÂh’ın kulları, kardeş olunuz.” (BuhÂrî, Edeb, 57)
Yine Efendimiz’in hayatında insanın zayıflık ve liyÂkatsizliğinin bir ifÂdesi olan ofke de yoktu. O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, şahsı icin asl ofkelenmedi.
Aklı baştan gideren ofkeyi sabırla yenebilme dirÂyetini gosterenler icin de şoyle buyurdu:
“Yiğit dediğin, gureşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit, kızdığı zaman ofkesini yenen adamdır.” (BuhÂrî, Edeb, 76)
“Gereğini yerine getirmeye gucu yettiği hÂlde, ofkesini yenen kimsenin kalbini Allah, emniyet ve îmanla doldurur.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 3; Tirmizî, Birr, 74)
Yine Efendimiz’in hayatında riy yoktu. DÂim istikÂmet uzere yaşadı. CenÂb-ı Hakk’ın kendisi hakkında; “(Sen) doğru yol uzerindesin.” (YÂsîn, 4) şehÂdeti olduğu hÂlde, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..” (Hûd, 112) Âyet-i kerîmesi gelince, kalbî rikkati sebebiyle duyduğu endişeden, Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in sac ve sakalına aklar duştu. (Bkz. Tirmizî, Tefsîr-i Sûre, 56/3297)
Yine Efendimiz’in hayatında cimrilik yoktu. CenÂb-ı Hakk’ın lûtfettiği nîmetleri, hicbir zaman kendisi icin biriktirmedi. O Âdeta kıyısı olmayan bir comertlik denizi hÂlinde yaşadı. Mu’minleri de şoyle uyardı:
“Gercek mu’minde şu iki haslet asl bir araya gelmez: Cimrilik ve kotu ahlÂk!..” (Tirmizî, Birr, 41/1962)
Nitekim, “Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in Âile efrÂdı Medine’ye geldiği gunden beri, vefÂt ettiği gune kadar, uc gun arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Muslim, Zuhd, 20) buyuran Âişe validemiz diğer bir rivÂyette sozlerini şoyle tamamlamaktadır:
“Dilesek doyabilirdik. (Yani bu aclık, yokluktan değildi. Ganîmetler ve benzeri imkÂnlar her zaman vardı.) Fakat Hazret-i Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- (“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infÂk etmedikce asl «birr»e (yani hayrın kemÂl noktasına, dolayısıyla da Hakk’ın yakınlığına) eremezsiniz! Her ne infÂk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.”[2] Âyetinin tecellisine nÂil olabilmek icin, mu’min kardeşlerini kendine tercih makamında) îsÂrda bulunurdu. (Boylece elimize geceni bu şuur ve idrÂk ile hemen infÂk ederdik.)” (Beyhakî, Şuabu’l-îmÂn, III/62 [1396])
Yine Efendimiz’in hayatında israf yoktu. CenÂb-ı Hakk’ın ihsÂn ettiği her nîmeti, israfa duşmeden yine O’nun yolunda sarf etti.
Yine Efendimiz’in hayatında ayıp ve kusur araştırmak demek olan tecessus asl yoktu. Bu sebeple dÂim kendi ayak uclarına bakarak yururler, meraklı gozlerle etrafı suzmezlerdi. Bu hususta da şoyle buyururlardı:
“Muslumanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine duşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlÂkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 37)
Yine Efendimiz’in hayatında yalan yoktu. Hazret-i Âişe VÂlidemiz’in haber verdiği uzere:
“Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’e, yalandan daha kotu ve cirkin gelen bir huy yoktu. AshÂbından birinin herhangi bir hususta azıcık yalan soylediğini duysa, onun tevbe ettiğini oğreninceye kadar kendisini o sahÂbîden uzak tutar, fazla goruşmek istemezdi.” (İbn-i Sa’d, I, 378)
Yine Efendimiz’in hayatında gıybet yoktu. Bir musluman kardeşinin arkasından, duyduğunda uzuleceği veya utanacağı bir kusurunu ifÂde eden sozler, O’nun mubÂrek ağızlarından hicbir zaman sÂdır olmamıştır.
VelhÂsıl, kulu CenÂb-ı Hak’tan uzaklaştıracak hicbir kotu vasıf, Efendimiz’in hayatında yoktu.
Peki, ne vardı Efendimiz’in hayatında?
O’nun hayatında dÂim guzel ahlÂk vardı. Zira O’nun murebbîsi bizzat CenÂb-ı Hak’tı. Bu hakîkati şoyle ifÂde buyurmuşlardır:
“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de pek guzel yaptı.” (Suyûtî, I, 12)
KıyÂmet gununde mu’min kulun terazisinde guzel ahlÂktan daha ağır bir şey bulunmayacağını da beyan etmişlerdir. (Bkz. Tirmizî, Birr, 62/2002)
Yine Efendimiz’in hayatında dÂim tefekkur vardı. Yeryuzunu seyrederken, gokyuzunu temÂşÃ‚ ederken dÂim ilÂhî azamet ve kudret akışlarının tefekkurunde yoğunlaşır, CenÂb-ı Hakk’ın yuce kudreti karşısında kendi hicliğinin idrÂkiyle Allah TeÂlÂ’yı butun eksik ve noksan sıfatlardan tenzih ederdi.
Yine Efendimiz’in hayatında merhamet vardı. Engin merhameti sebebiyle, butun insanların hidayetine vesîle olabilmek icin cırpındı. Taşlanmayı goze alarak TÂif’e gitti. Orada kendisine rev gorulen zulum karşısında dahî, TÂif halkına merhametle du buyurdu. Şu ifadeleriyle de mu’min gonulleri bu merhamete dÂvet etti:
“Siz yeryuzundekilere merhamet edin ki, gokyuzundekiler de size merhamet etsin.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 58)
Yine Efendimiz’in hayatında comertlik vardı. Hem de oyle bir comertlik ki, O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, ancak etrafındaki acları doyurdukca, muhtacların ihtiyaclarını giderdikce, onların gonullerini huzurla doldurdukca huzur buldu. Onların rahata ermesiyle rahata kavuştu.
Bir muhtacın ihtiyacını gidermenin, mu’minin bir vicdan vazifesi olduğunu bildirdi. Bizleri de şu beyanlarıyla comertliğe teşvik etti:
“Allah TeÂl CevÂd’dır, yani comert ve ihsan sahibidir, bu sebeple comertliği sever.” (Suyûtî, I, 60)
“Comertlik, dalları dunyaya uzanan Cennet ağaclarından bir ağactır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu Cennet’e goturur.” (Beyhakî, Şuabu’l-ÎmÂn, VII, 435)
Yine Efendimiz’in hayatında hak-şinaslık vardı. DÂim hak uzere yaşadı. Hakkı tevzî etti. Bir hırsızlık hÂdisesinde, cezÂnın tatbik edilmemesi icin ricÂda bulunmak uzere gelen kişiye Fahr-i KÂinÂt Efendimiz, en sevgili kızını misÂl vererek:
“AllÂh’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı FÂtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim.” buyurdu. (BuhÂrî, EnbiyÂ, 54; Muslim, Hudûd, 8, 9)
Hicbir golgenin bulunmadığı kıyÂmet gunu Arş-ı ÂlÂ’nın altında golgelenecek olan yedi sınıftan birinin de, “Âdil devlet başkanları”[3] yani adÂletle hukmedenlerin olduğunu haber verdi.
Yine Efendimiz’in hayatında tevÂzu vardı. Herkese karşı alcak gonullu idi. Bizlere de CenÂb-ı Hakk’ın emrini şoyle haber verdi:
“Allah TeÂl bana; «O kadar mutevÂzı olun ki, kimse kimseye boburlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin!» diye emretti.” (Muslim, Cennet, 64)
Yine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- el-Emîn ve es-SÂdık’tı. Kendisine:
“–Ey AllÂh’ın Rasûlu! Muslumanların en fazîletlisi kimdir?” diye soran Ebû Mûs -radıyallÂhu anh-’a şu cevabı vermişlerdi:
“–Dilinden ve elinden muslumanların emniyette olduğu kimse.” (BuhÂrî, ÎmÂn 4, 5, Rikāk 26; Muslim, ÎmÂn 64, 65)
Yine Efendimiz’in hayatında baştan sona edep ve hay vardı. Rûhun ve gonlun susu olan edep, O’nun butun soz ve davranışlarına yansıyordu. Yurumesi, oturması-kalkması, konuşması, velhÂsıl her hÂli bir edep numûnesi idi. Ayrıca sahÂbe-i kirÂmın ifÂdesine gore Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ortusune burunmuş bÂkire bir genc kızdan daha fazla hay sahibi idi.
Yine Efendimiz’in hayatında sabır vardı. Değişen şartlar altında asl muvÂzenesi bozulmadı. İptilÂlar karşısında bunalmadı, tahammul gosterdi. DÂim Rabbine sığındı.
Sabrın ceşitlerini ve fazîletlerini bir hadîs-i şerîflerinde bizlere şoyle bildirmiştir:
“Sabır uctur:
Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve gunah işlememekte sabır…” (Suyûtî, II, 42; Deylemî, II, 416)
VelhÂsıl bu fÂnî cihanda saÂdet ve huzurun yegÂne recetesi, Efendimiz’e tÂbî olmaktır. Nitekim ashÂb-ı kirÂm, Allah Rasûlu’nun her hÂline rÂm olmak sûretiyle hakikî saÂdeti buldu ve CenÂb-ı Hakk’ın taltifine mazhar oldu.
Rabbimiz bizleri de, Habîb’inin guzel hÂlleriyle hÂllendirsin. Fazîlet deryası olan hayatını daha yakından tanımayı nasîb ve muyesser kılsın. Gonullerimizi O’nun muhabbet şebnemleriyle tezyîn eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] Bkz. Tirmizî, MenÂkıb, 1; İbn-i MÂce, Zuhd, 37; Ahmed, I, 5, 281.
[2] Âl-i İmrÂn, 92.
[3] BuhÂrî, Ezan 36, ZekÂt 16.
“(Rasûlum!) De ki: Eğer AllÂh’ı seviyorsanız bana tÂbî olun ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Âl-i İmrÂn, 31)
***
Ali RÂmitenî Hazretleri şoyle buyurmuşlardır:
“Muhabbetin şartı, sevdiğine tÂbî olmaktır.”
Yani bir kimse, muhabbeti olcusunde, sevdiğinin hÂliyle hÂllenir. Bu muhabbet sebebiyle onun sevdiklerini sever, sevmediklerinden de uzak durur. YegÂne gÂyesi, zÂhiren ve bÂtınen sevdiği kimse gibi yaşamaya calışmaktır. Şayet yaşamıyorsa, bu kimse muhabbetinde samimî değildir.
Peki bizler, zÂhir ve bÂtın itibariyle ne kadar Peygamber Efendimiz’e benziyoruz?
İcinde bulunduğumuz “Kutlu Doğum” mevsiminde kendimizi bir muhÂsebeye cekelim:
Mesel Efendimiz’in hayatında asl gurur ve kibir yoktu. O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, peygamberlerin zirvesinde olduğu hÂlde, zaruret îcÂbı bir fazîletini ifÂde etmesi gerektiğinde dahî dÂim “لَا فَخْرَ / Ovunme yok.”[1] buyururlardı.
Yine Efendimiz’in hayatında haset yoktu. İlÂhî taksîme dÂim rız hÂlindeydi. Mu’minleri de bu hususta şoyle îkaz buyururlardı:
“Haset etmekten sakının. Zira ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer bitirir.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 44/4903)
“Birbirinize kin tutmayınız, haset etmeyiniz, sırt donmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey AllÂh’ın kulları, kardeş olunuz.” (BuhÂrî, Edeb, 57)
Yine Efendimiz’in hayatında insanın zayıflık ve liyÂkatsizliğinin bir ifÂdesi olan ofke de yoktu. O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, şahsı icin asl ofkelenmedi.
Aklı baştan gideren ofkeyi sabırla yenebilme dirÂyetini gosterenler icin de şoyle buyurdu:
“Yiğit dediğin, gureşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit, kızdığı zaman ofkesini yenen adamdır.” (BuhÂrî, Edeb, 76)
“Gereğini yerine getirmeye gucu yettiği hÂlde, ofkesini yenen kimsenin kalbini Allah, emniyet ve îmanla doldurur.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 3; Tirmizî, Birr, 74)
Yine Efendimiz’in hayatında riy yoktu. DÂim istikÂmet uzere yaşadı. CenÂb-ı Hakk’ın kendisi hakkında; “(Sen) doğru yol uzerindesin.” (YÂsîn, 4) şehÂdeti olduğu hÂlde, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..” (Hûd, 112) Âyet-i kerîmesi gelince, kalbî rikkati sebebiyle duyduğu endişeden, Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in sac ve sakalına aklar duştu. (Bkz. Tirmizî, Tefsîr-i Sûre, 56/3297)
Yine Efendimiz’in hayatında cimrilik yoktu. CenÂb-ı Hakk’ın lûtfettiği nîmetleri, hicbir zaman kendisi icin biriktirmedi. O Âdeta kıyısı olmayan bir comertlik denizi hÂlinde yaşadı. Mu’minleri de şoyle uyardı:
“Gercek mu’minde şu iki haslet asl bir araya gelmez: Cimrilik ve kotu ahlÂk!..” (Tirmizî, Birr, 41/1962)
Nitekim, “Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in Âile efrÂdı Medine’ye geldiği gunden beri, vefÂt ettiği gune kadar, uc gun arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Muslim, Zuhd, 20) buyuran Âişe validemiz diğer bir rivÂyette sozlerini şoyle tamamlamaktadır:
“Dilesek doyabilirdik. (Yani bu aclık, yokluktan değildi. Ganîmetler ve benzeri imkÂnlar her zaman vardı.) Fakat Hazret-i Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- (“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infÂk etmedikce asl «birr»e (yani hayrın kemÂl noktasına, dolayısıyla da Hakk’ın yakınlığına) eremezsiniz! Her ne infÂk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.”[2] Âyetinin tecellisine nÂil olabilmek icin, mu’min kardeşlerini kendine tercih makamında) îsÂrda bulunurdu. (Boylece elimize geceni bu şuur ve idrÂk ile hemen infÂk ederdik.)” (Beyhakî, Şuabu’l-îmÂn, III/62 [1396])
Yine Efendimiz’in hayatında israf yoktu. CenÂb-ı Hakk’ın ihsÂn ettiği her nîmeti, israfa duşmeden yine O’nun yolunda sarf etti.
Yine Efendimiz’in hayatında ayıp ve kusur araştırmak demek olan tecessus asl yoktu. Bu sebeple dÂim kendi ayak uclarına bakarak yururler, meraklı gozlerle etrafı suzmezlerdi. Bu hususta da şoyle buyururlardı:
“Muslumanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine duşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlÂkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 37)
Yine Efendimiz’in hayatında yalan yoktu. Hazret-i Âişe VÂlidemiz’in haber verdiği uzere:
“Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’e, yalandan daha kotu ve cirkin gelen bir huy yoktu. AshÂbından birinin herhangi bir hususta azıcık yalan soylediğini duysa, onun tevbe ettiğini oğreninceye kadar kendisini o sahÂbîden uzak tutar, fazla goruşmek istemezdi.” (İbn-i Sa’d, I, 378)
Yine Efendimiz’in hayatında gıybet yoktu. Bir musluman kardeşinin arkasından, duyduğunda uzuleceği veya utanacağı bir kusurunu ifÂde eden sozler, O’nun mubÂrek ağızlarından hicbir zaman sÂdır olmamıştır.
VelhÂsıl, kulu CenÂb-ı Hak’tan uzaklaştıracak hicbir kotu vasıf, Efendimiz’in hayatında yoktu.
Peki, ne vardı Efendimiz’in hayatında?
O’nun hayatında dÂim guzel ahlÂk vardı. Zira O’nun murebbîsi bizzat CenÂb-ı Hak’tı. Bu hakîkati şoyle ifÂde buyurmuşlardır:
“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de pek guzel yaptı.” (Suyûtî, I, 12)
KıyÂmet gununde mu’min kulun terazisinde guzel ahlÂktan daha ağır bir şey bulunmayacağını da beyan etmişlerdir. (Bkz. Tirmizî, Birr, 62/2002)
Yine Efendimiz’in hayatında dÂim tefekkur vardı. Yeryuzunu seyrederken, gokyuzunu temÂşÃ‚ ederken dÂim ilÂhî azamet ve kudret akışlarının tefekkurunde yoğunlaşır, CenÂb-ı Hakk’ın yuce kudreti karşısında kendi hicliğinin idrÂkiyle Allah TeÂlÂ’yı butun eksik ve noksan sıfatlardan tenzih ederdi.
Yine Efendimiz’in hayatında merhamet vardı. Engin merhameti sebebiyle, butun insanların hidayetine vesîle olabilmek icin cırpındı. Taşlanmayı goze alarak TÂif’e gitti. Orada kendisine rev gorulen zulum karşısında dahî, TÂif halkına merhametle du buyurdu. Şu ifadeleriyle de mu’min gonulleri bu merhamete dÂvet etti:
“Siz yeryuzundekilere merhamet edin ki, gokyuzundekiler de size merhamet etsin.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 58)
Yine Efendimiz’in hayatında comertlik vardı. Hem de oyle bir comertlik ki, O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, ancak etrafındaki acları doyurdukca, muhtacların ihtiyaclarını giderdikce, onların gonullerini huzurla doldurdukca huzur buldu. Onların rahata ermesiyle rahata kavuştu.
Bir muhtacın ihtiyacını gidermenin, mu’minin bir vicdan vazifesi olduğunu bildirdi. Bizleri de şu beyanlarıyla comertliğe teşvik etti:
“Allah TeÂl CevÂd’dır, yani comert ve ihsan sahibidir, bu sebeple comertliği sever.” (Suyûtî, I, 60)
“Comertlik, dalları dunyaya uzanan Cennet ağaclarından bir ağactır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu Cennet’e goturur.” (Beyhakî, Şuabu’l-ÎmÂn, VII, 435)
Yine Efendimiz’in hayatında hak-şinaslık vardı. DÂim hak uzere yaşadı. Hakkı tevzî etti. Bir hırsızlık hÂdisesinde, cezÂnın tatbik edilmemesi icin ricÂda bulunmak uzere gelen kişiye Fahr-i KÂinÂt Efendimiz, en sevgili kızını misÂl vererek:
“AllÂh’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı FÂtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim.” buyurdu. (BuhÂrî, EnbiyÂ, 54; Muslim, Hudûd, 8, 9)
Hicbir golgenin bulunmadığı kıyÂmet gunu Arş-ı ÂlÂ’nın altında golgelenecek olan yedi sınıftan birinin de, “Âdil devlet başkanları”[3] yani adÂletle hukmedenlerin olduğunu haber verdi.
Yine Efendimiz’in hayatında tevÂzu vardı. Herkese karşı alcak gonullu idi. Bizlere de CenÂb-ı Hakk’ın emrini şoyle haber verdi:
“Allah TeÂl bana; «O kadar mutevÂzı olun ki, kimse kimseye boburlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin!» diye emretti.” (Muslim, Cennet, 64)
Yine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- el-Emîn ve es-SÂdık’tı. Kendisine:
“–Ey AllÂh’ın Rasûlu! Muslumanların en fazîletlisi kimdir?” diye soran Ebû Mûs -radıyallÂhu anh-’a şu cevabı vermişlerdi:
“–Dilinden ve elinden muslumanların emniyette olduğu kimse.” (BuhÂrî, ÎmÂn 4, 5, Rikāk 26; Muslim, ÎmÂn 64, 65)
Yine Efendimiz’in hayatında baştan sona edep ve hay vardı. Rûhun ve gonlun susu olan edep, O’nun butun soz ve davranışlarına yansıyordu. Yurumesi, oturması-kalkması, konuşması, velhÂsıl her hÂli bir edep numûnesi idi. Ayrıca sahÂbe-i kirÂmın ifÂdesine gore Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ortusune burunmuş bÂkire bir genc kızdan daha fazla hay sahibi idi.
Yine Efendimiz’in hayatında sabır vardı. Değişen şartlar altında asl muvÂzenesi bozulmadı. İptilÂlar karşısında bunalmadı, tahammul gosterdi. DÂim Rabbine sığındı.
Sabrın ceşitlerini ve fazîletlerini bir hadîs-i şerîflerinde bizlere şoyle bildirmiştir:
“Sabır uctur:
Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve gunah işlememekte sabır…” (Suyûtî, II, 42; Deylemî, II, 416)
VelhÂsıl bu fÂnî cihanda saÂdet ve huzurun yegÂne recetesi, Efendimiz’e tÂbî olmaktır. Nitekim ashÂb-ı kirÂm, Allah Rasûlu’nun her hÂline rÂm olmak sûretiyle hakikî saÂdeti buldu ve CenÂb-ı Hakk’ın taltifine mazhar oldu.
Rabbimiz bizleri de, Habîb’inin guzel hÂlleriyle hÂllendirsin. Fazîlet deryası olan hayatını daha yakından tanımayı nasîb ve muyesser kılsın. Gonullerimizi O’nun muhabbet şebnemleriyle tezyîn eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] Bkz. Tirmizî, MenÂkıb, 1; İbn-i MÂce, Zuhd, 37; Ahmed, I, 5, 281.
[2] Âl-i İmrÂn, 92.
[3] BuhÂrî, Ezan 36, ZekÂt 16.
Osman Nuri Topbaş
Genc Dergisi
Yıl: 2017 Ay: Mart
Sayı: 127
Genc Dergisi
Yıl: 2017 Ay: Mart
Sayı: 127
__________________