[Kur'an-ı Hakîm'in hikmet-i kudsiyesi(kutsi hikmetleri) ile felsefe hikmetinin icmalen muvazenesi(kıyası), hem hikmet-i Kur'aniyenin insanın hayat-ı şahsiyesine(şahsi hayatına) ve hayat-ı ictimaiyesine(toplum hayatına) verdiği ders-i terbiyenin gayet kısa bir fezlekesi, hem Kur'anın sair(bilinen) kelimat-ı İlahiyeye ve butun kelÂmlara cihet-i ruchaniyetine(ustunluk yonune) bir işarettir. İşte bu sozde "Dort Esas" vardır.]

BİRİNCİ ESAS: Hikmet-i Kur'aniye ile hikmet-i fenniyenin farklarına şu gelecek hikÂye-i temsiliye dûrbîniyle bak:
Bir zaman, hem dindar, hem gayet san'atkÂr bir HÂkim-i Namdar(Namlı bir hakim) istedi ki: Kur'an-ı Hakîm'i, maÂnîsindeki(manasındaki) kudsiyetine ve kelimatındaki(kelimelerindeki ) i'caza(mucizeye) şayeste bir yazı ile yazsın. O mu'ciz-numa kamete, hÂrika bir libas(kıyafet) giydirilsin. İşte o Nakkaş(nakşeden) ZÂt, Kur'anı pek acib bir tarzda yazdı. Butun kıymettar cevherleri, yazısında istimal etti(kullandı). Hakaikının tenevvuune(ceşilerle yaratması) işaret icin bazı mucessem(cisimleşmiş) hurufatını(harflerini) elmas ve zumrut ile ve bir kısmını lu'lu ve akik ile ve bir taifesini pırlanta ve mercanla ve bir nev'ini(turunu) altın ve gumuş ile yazdı. Hem oyle bir tarzda suslendirip munakkaş etti ki, okumayı bilen ve bilmeyen herkes temaşasından(izlemesinden) hayran olup istihsan ederdi. Bahusus(ozellikle) ehl-i hakikatın nazarına(bakışlarına) o surî guzellik, manasındaki gayet parlak guzelliğin ve gayet şirin tezyinatın(suslemenin) işaratı olduğundan, pek kıymettar bir antika olmuştur.
Sonra o HÂkim, şu musanna(sanatlı) ve murassa(suslu) Kur'anı, bir ecnebi feylesofa ve bir musluman Âlime gosterdi. Hem tecrube, hem mukÂfat icin emretti ki: "Herbiriniz, bunun hikmetine dair bir eser yazınız." Evvel o feylesof, sonra o Âlim, ona dair birer kitab te'lif ettiler. Fakat feylesofun
kitabı, yalnız harflerin nakışlarından ve munasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hÂsiyetlerinden ve tarifatından(tariflerinden) bahseder. Manasına hic ilişmez. Cunki o ecnebî adam, arabî hattı okumayı hic bilmez. Hatt o muzeyyen Kur'anı, bilmiyor ki bir kitabdır ve manayı ifade eden yazıdır. Belki ona munakkaş(nakışlı) bir antika nazarıyla bakıyor. LÂkin cendan(gerci) arabî bilmiyor fakat cok iyi bir muhendistir, guzel bir tasvircidir, mahir(Becerikli) bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. İşte o adam, bu san'atlara gore eserini yazdı.
Amma musluman Âlim ise ona baktığı vakit anladı ki: O, Kitab-ı Mubin'dir, Kur'an-ı Hakîm'dir. İşte bu hakperest zÂt, ne tezyinat-ı zahiriyesine(Gorunuşteki suslemelerine) ehemmiyet verdi ve ne de hurufun(harflerin) nukuşuyla(nakşıyla) iştigal etti. Belki oyle bir şeyle meşgul oldu ki, milyon mertebe oteki adamın iştigal ettiği(meşgul olduğu) mes'elelerinden daha Âlî(yuksek), daha galî(pahalı kıymetli), daha latif, daha şerif(şerefli), daha nÂfi'(faydalı), daha cÂmi'(toplanmış ... Cunki nukuşun(nakışların) perdesi altında olan hakaik-i kudsiyesinden(kutsi hakikatlerden) ve envÂr-ı esrarından(sırlarının nurlarından) bahsederek gayet guzel bir tefsir-i şerif(şerefli tefsir) yazdı. Sonra ikisi, eserlerini goturup o HÂkim-i Zîşan'a takdim ettiler. O HÂkim, evvel feylesofun eserini aldı. Baktı gordu ki: O hodpesend(kendini beğenin mağrur) ve tabiatperest adam cok calışmış, fakat hic hakikî hikmetini yazmamış. Hicbir manasını anlamamış, belki karıştırmış. Ona karşı hurmetsizlik, belki edebsizlik etmiş. Cunki o menba-ı hakaik(hakikatler madeni menbaı) olan Kur'anı, manasız nukuş(nakış) zannederek, mana cihetinde kıymetsizlik ile tahkir etmiş(hakaret etmiş) olduğundan, o HÂkim-i Hakîm(hikmetli halkeden) dahi onun eserini başına vurdu, huzurundan cıkardı.
Sonra oteki hakperest(hakka tapan), mudakkik(dikkatle uğraşan ince eleyen) Âlimin eserine baktı gordu ki: Gayet guzel ve nÂfi'(faideli) bir tefsir ve gayet hakîmane(hikmetli ), murşidane bir te'liftir. "Âferin, bÂrekÂllah" dedi. İşte hikmet budur ve Âlim ve hakîm, bunun sahibine derler. Oteki adam ise, haddinden tecavuz etmiş bir san'atkÂrdır. Sonra onun eserine bir mukÂfat olarak; herbir harfine mukabil, tukenmez hazinesinden "On altın verilsin" irade etti.
Eğer temsili fehmettin ise(anladın ise) bak, hakikatın yuzunu de gor:
Amma o muzeyyen Kur'an ise, şu musanna(sanatlı) kÂinattır. O hÂkim ise, Hakîm-i Ezelî'dir(Allah(CC)). Ve o iki adam ise, birisi yani ecnebisi; ilm-i felsefe ve hukemasıdır(felsefe alimi hakimidir). Diğeri, Kur'an ve şakirdleridir(talebeleri). Evet Kur'an-ı Hakîm, şu Kur'an-ı Azîm-i KÂinatın(Azametli Kainat kuranının) en Âlî bir mufessiridir(tefsir edenidir) ve en belig(meramını noksansız bildiren) bir tercumanıdır. Evet o Furkan'dır(Kur'an) ki; şu kÂinatın sahifelerinde(sayfalarında) ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan ÂyÂt-ı tekviniyeyi(yaratmakla ilgili delilleri) cin ve inse ders verir. Hem herbiri birer harf-i manidar(manalı harf) olan mevcudata(varlıklara) "mana-yı harfî" nazarıyla, yani onlara SÂni'(sanatkarları) hesabına bakar, "Ne kadar guzel yapılmış, ne kadar guzel bir surette SÂniinin(sanatkarının) cemaline (guzelliğine)delalet(delil olmak) ediyor" der. Ve bununla kÂinatın hakikî guzelliğini gosteriyor. Amma ilm-i hikmet
dedikleri felsefe ise; huruf-u mevcudatın(varlık harflerinin) tezyinatında(zinetlerinde) ve munasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatın yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebirin(buyuk kitabın) hurufatına(harflerine) "mana-yı harfî" ile, yani Allah hesabına bakmak lÂzım gelirken; oyle etmeyip "mana-yı ismî" ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar, oyle bahseder. "Ne guzel yapılmış"a bedel, "Ne guzeldir" der, cirkinleştirir. Bununla kÂinatı tahkir(hakir gormek hakaret etmek) edip, kendisine muştekî(şikayetci) eder. Evet dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kÂinata bir tahkirdir...


ikinci esası inşallah daha sonra yazarım.
temsili ve hakikati ne kadar guzel acıklamış bu acıklamanın uzerine bir şey soylenmez ama yine haddimi aşıp şunu soylemek istiyorm.

hakikaten kainatta olan hadiseler baktığımızda insana ait ne kadar cook faide ve maslahat olduğunu goruyoruz.

yani bir gulu kokladığımızda bir meyveyi yediğmizde, cocukları olan anneler bebelerini sevdiklerinde aldıkları lezzet ve haz nereden geliyor.
yani cicek nasıl kokar dersem hemen derlerki " işte falan gen var falan hucre duvarı var falan hucre koku pigmenti veriyor falan hucre ona renk veriyor vs... " doğru bunlar yalan ve yanlış değil . ama CİCEK NEDEN GUZEL. NEDEN GUZEL KOKUYOR BU MEYVELER NEDEN BU KADAR LEZİZ. ANNELER YAVRULARINI NEDEN BU KADAR MUHAFAZA EDİYOR. işte bu nedenler bize perde arkasında " KENDİNİ BİZLERE TANITTIRMAK VE SEVDİRMEK İSTEYEN BİR CEMİL-İ ZULCELALİ" gosteriyor.
bizlerde bu guzel nimetlere bakıp " ne kadar guzelmiş deyip cirkinleştirmek yerine " ne kadar guzel yapılmış deyip O zat' a verelim.

Vaktinizi Aldım Hakkınızı Helal edin...........................
MSN: [email protected]
__________________