TĂ‚biînden ve hanım velîlerin buyuklerindendir. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. 752 (H. 135) yılında Kudus civĂ‚rında vefĂ‚t etti.

Babası İsmĂ‚il'in uc kızı vardı. Bir tane daha doğunca adını RĂ‚bia (dorduncu) koydu. Babası cok fakir olduğundan RĂ‚bia doğduğu gece evde ihtiyac olan şeylerden hicbiri yoktu. Bu duruma annesi cok ağlayıp mahzûn oldu. Efendisine; "FilĂ‚n komşuya gidip, bir mikdar kandil yağı isteyebilir misin?" dedi. Hazret-i RĂ‚bia'nın babası, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka kimseden bir şey istememeğe soz vermişti. Bununla beraber hanımını uzmemek icin komşuya gitti. Kapıya elini surdu ve geri gelip; "Kapı acılmadı" deyince hanımı ağladı. O da cok uzuldu. Babası, başını dizine dayadı ve oylece uyuya kaldı. RuyĂ‚sında Peygamber efendimizi gordu. Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki: "Hic uzulme! Bu kızın, oyle bir hanım olacak ki, ummetimden yetmiş bin kişiye şefĂ‚at edecek. YĂ‚rın bir kĂ‚ğıda şoyle yaz: "Sen her gece Peygamber efendimize yuz salevĂ‚t-ı şerîfe, CumĂ‚ geceleri de dort yuz salevĂ‚t gonderirdin. Bu CumĂ‚ gecesi unuttun. Bunun keffĂ‚reti olarak, bu yazıyı sana getiren zĂ‚ta dort yuz altını helĂ‚l parandan ver." Sonra Basra vĂ‚lisi ÎsĂ‚ ZĂ‚dĂ‚n'a git. O yazıyı ver." Hazret-i RĂ‚bia'nın babası uyandığında, Peygamber efendimizi gormenin şevkiyle ağlıyordu. Hemen kalktı, denileni yaptı ve ÎsĂ‚ ZĂ‚dĂ‚n'ın yanına gitti. VĂ‚li mektubu alınca, Resûlullah efendimizin kendisini hatırlamasının şukru icin, binlerce altını fakirlere sadaka verdi. RĂ‚bia-tul Adeviyye'nin babası İsmĂ‚il Efendiye de mektupta yazılanı ve ona ilĂ‚ve olarak pekcok altını da sadaka verip, bir ihtiyĂ‚cı olursa tekrĂ‚r gelmesini tenbîh etti. Altınları aldıktan sonra luzumlu ihtiyaclarını temin etti. Boylece bolluğa kavuştular ve kızlarına rahatca bakıp guzel edeb ve terbiye ile buyuttuler.

RĂ‚bia-tul Adeviyye biraz buyumuştu. Annesi ve babası vefĂ‚t etti. Ustelik, Basra'da kıtlık ve fevkalĂ‚de pahalılık vardı. Bu hengĂ‚mede RĂ‚bia'nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan RĂ‚bia'yı zĂ‚lim bir kimse yakaladı ve hizmetci olarak iş gordurdu. Sonra da kole olarak altı gumuş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetcisi olarak, gosterilen zor işleri sabırla yapmaya calışıyordu. Cok sıkıntılı gunler gecirdi. Cok zahmetler cekti, fakat isyĂ‚n etmedi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdirine rĂ‚zı oldu. Edebi fevkalĂ‚de idi. Bir gun karşısına bir nĂ‚mahrem, yabancı cıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken duşup kolu kırıldı. Acz ve kırıklık icinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvardı.

"YĂ‚ Rabbî! Garib ve kimsesizim. Yetim ve oksuzum. Kole edildim. Bir de kolum kırıldı. LĂ‚kin ben bunların hic birine uzulmuyor, yalnız senin rızĂ‚nı istiyorum. Benden rĂ‚zı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi. Bu sırada bir ses duydu. "Uzulme, sen Ă‚hirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın." diyordu. RĂ‚bia tekrar efendisinin evine dondu. Gunluk hizmetleri yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gun oruclu olur, geceleri de Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det ve tĂ‚atle gecirirdi. Bir gece efendisi uyandığındaRĂ‚bia'nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, RĂ‚bia'nın, secde ettiğini, Allahu teĂ‚lĂ‚ya şoyle yalvardığını duydu. Diyordu ki: "Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saĂ‚detim senin huzûrunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibĂ‚detten, bir Ă‚n geri kalmam. Fakat ev sĂ‚hibimin hizmetinde bulunduğum icin ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibĂ‚det edemiyorum..." Ev sĂ‚hibi, bunları duydu. Ayrıca, RĂ‚bia'nın başı ustunde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gordu ve hayretten dona kaldı. "Artık RĂ‚bia kole olamaz!" diyordu. Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen RĂ‚bia'yı cağırdı ve dedi ki: "Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim." RĂ‚bia; "Gideyim." dedi. Oradan ayrılıp kucuk bir eve yerleşti. Butun vakitlerini ibĂ‚detle gecirir, bir gun ve gecesinde bin rekat namaz kılardı. Kefenini dĂ‚imĂ‚ yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, uzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse gormedi. SufyĂ‚n-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı.

Kimseden bir şey almazdı. Bir keresinde Hasan-ı Basrî hazretleri kendisini ziyĂ‚rete gelmişti. Kulubesinin kapısında, zenginlerden birinin ağladığını gordu. "Nicin ağlıyorsunuz?" diye sordu. O zengin; "Zuhd ve kerem sĂ‚hibi şu hĂ‚tun olmasa, halk mahv olur. O, zamĂ‚nın bereketidir. Allahu teĂ‚lĂ‚ bizi, bir cok belĂ‚ ve sıkıntılardan onun hurmetine muhĂ‚faza etmektedir. Ona bir mikdar yardımım olsun diye şu keseyi getirdim. Fakat kabûl etmez diye ağlıyorum. Bunu ona verseniz, belki sizin hatırınız icin kabûl eder" dedi. Hasan-ı Basrî hazretleri iceri girip olanları bildirince, RĂ‚bia-tul Adeviyye buyurdu ki: "Ben bu dunyĂ‚lıkları bunların hakîkî sĂ‚hibi olan Allahu teĂ‚lĂ‚dan istemeğe utanır iken başkasından nasıl alırım? Allahu teĂ‚lĂ‚ bu dunyĂ‚da, kendisini inkĂ‚r edenlerin bile rızkını verirken, kalbi O'nun muhabbetiyle yanan birinin rızkını vermez mi zannediyorsunuz? O kimseye selĂ‚mımızı soyle. Kalbi mahzûn olmasın. Biz Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasından bir şey almamaya ahdettik. Hic bir kimseden bir şey beklemiyoruz. Geleni kabûl etmiyoruz. Bir defĂ‚sında devlete Ă‚id olan bir kandilin ışığından istifĂ‚de ederek gomleğimi yamadım da kalbim dağıldıkca dağıldı ve dikişleri sokunceye kadar kalbimi toparlayamadım."

MĂ‚lik bin DinĂ‚r şoyle anlatır: Birgun RĂ‚bia'nın yanına gittim. Abdestini almış, kalan sudan bir kac yudum da icmişti. Dikkat ettim, testinin bir tarafı kırıktı ve cok eski bir hasırda oturuyordu. Kerpicten bir de yastığı vardı. Bunları gorunce cok uzuldum, icim yandı ve; "Ey RĂ‚bia! Zengin arkadaşlarım var. Kabûl edersen sana onlardan bir şeyler alayım" dedim. Bana donerek; "YĂ‚ MĂ‚lik! Bana da, onlara da rızkı veren Allahu teĂ‚lĂ‚dır. O, fakirleri fakir olduğu icin unutup, zenginleri de zengin olduğu icin hatırlıyor ve yardım mı ediyor sanıyorsun?" dedi. Ben de "Hayır, hic oyle olur mu?" dedim. Bunun uzerine "MĂ‚dem ki Rabbim benim hĂ‚limi biliyor, benim hatırlatmama ne luzum var. O, oyle istiyor, biz de O'nun istediğini istiyoruz" diye cevap verdi.

RĂ‚bia-tul Adeviyye, "Niye evlenmiyorsun?" diye ısrĂ‚r edenlere şoyle soyledi: "Benim uc buyuk derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı garanti ederseniz, o zaman evlenirim. Birincisi, (AcabĂ‚ son nefesimde îmĂ‚nımı kurtarabilecek miyim?) İkincisi, (KıyĂ‚met gununde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol tarafımdan mı verecekler?) Ucuncusu, (Herkesin hesĂ‚bı goruldukten sonra bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, acabĂ‚ ben hangi grupta bulunacağım?)" dedi. O kimseler; "Biz bu suĂ‚llerin cevĂ‚bı olarak size bir şey soylemekten Ă‚ciziz" dediler. "O halde onumde boyle dehşetli gunler varken ve bu gunlere hazırlanmak elbette lĂ‚zım iken, evlenmeyi nasıl duşunebilirim?" buyurdu.



Bir gun ikindi vakti yanına bir misĂ‚fir geldi. Tencerede bir parca et vardı. Eti pişirip misĂ‚fire ikrĂ‚m edeyim diye duşundu. Fakat, yemeği hazırlamak icin de misĂ‚firin yanından ayrılamadı. NihĂ‚yet akşam vakti oldu. Namazlarını kıldılar. Kendisi de, misĂ‚firi de oruclu idiler. NihĂ‚yet evde bulunan bir kuru ekmek ve bir mikdar suyu misĂ‚fire ikrĂ‚m icin hazırladı. Sonra, etin bulunduğu tencerenin Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile kaynadığını ve yemeğin cok guzel piştiğini gordu. MisĂ‚fire ikrĂ‚m ile iftarı birlikte yaptılar. MisĂ‚fir; "HayĂ‚tımda bu kadar lezzetli bir yemek yemedim." deyince, RĂ‚bia-tul Adeviyye; "Her hĂ‚linde Allahu teĂ‚lĂ‚yı hatırlıyan ve sĂ‚dece O'nun rızĂ‚sını istiyenlere işte boyle yemek pişirirler." buyurdu.

RĂ‚bia-tul Adeviyye'nin hacca gitmek arzusu coğaldı. Bir kĂ‚fileye katılarak yola cıktı. Yolda merkebi olunce kĂ‚filedekiler; "EşyĂ‚larınızı bizim hayvana yukleyelim" dediler. Onlara; "Ben Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevekkul ederek yola cıktım. Siz yolunuza devam ediniz, ben yavaş yavaş gelirim" dedi ve kervan yoluna devam etti. "YĂ‚ Rabbî! Cok Ă‚ciz olduğumu gorup, biliyorsun. Beni evine dĂ‚vet ettin ama bineğim yarı yolda oldu. Koca colde yalnız kaldım. Durumu sana havĂ‚le ettim." diyerek eşyĂ‚larını yuklendi. Onun bu yalvarışından sonra Allahu teĂ‚lĂ‚ merkebi diriltti. Hazret-i RĂ‚bia buna cok sevindi.

Bir gun, RĂ‚bia-iAdviyye'ye yemek yapmak istediler, fakat soğan yoktu.Komşudan alalım dediler. O da; "Kırk senedir, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasından bir şey istememek uzere soz verdim. Zararı yok soğansız olsun." buyurdu. Sozunu yeni bitirmişti ki, bir kuş ayaklarındaki soğanları oraya bırakıp gitti. Bunu goren hazret-i RĂ‚bia; "Bu ilĂ‚hî bir imtihandır, Allahu teĂ‚lĂ‚nın azĂ‚bından emin değilim, korkuyorum!" deyip, yemek yerine kuru ekmeği yedi.

Bir gun, Hasan-ı Basrî hazretlerinin evinin onunden geciyordu. O sırada evin damında bulunan Hasan-ı Basrî, Allahu teĂ‚lĂ‚nın muhabbetinden pek cok ağlamış, goz yaşlarını ruzgĂ‚r, aşağıdan gecmekte olan RĂ‚bia-tul Adeviyyenin yuzune duşurmuştu. Damlanın nereden geldiğini araştırıp, yukarıda ağlamakta olan Hasan-ı Basrî'yi gorunce; "Ey Hasan! Sakın gozyaşların nefsinin arzusuyla akmış olmasın! Bu gozyaşlarını icinde muhafaza et ki, icerde bir derya olsun. Allahu teĂ‚lĂ‚nın muhabbeti ile kaynasın" dedi.

Bir defĂ‚sında kendisini sevenler ziyĂ‚rete gelmişlerdi. Evde, odayı aydınlatacak bir kandil yoktu. Gelenlere ise ışık lĂ‚zımdı. RĂ‚bia-tul Adeviyye hazretleri parmaklarına ufledi. Bunun uzerine Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle sabaha kadar parmaklarından ışık yayıldı ve oda aydınlandı.

Bir kimse, kendisine, cebinden cıkardığı parayı vermek istedi. Hazret-i RĂ‚bia elini havaya doğru uzattı. Avucu altınla dolu olduğu halde o kimseye; "Sen cebinden alıyorsun, bana boyle veriyorlar." dedi.

Bir gun iki kişi, RĂ‚bia-tul Adeviyye'yi ziyĂ‚rete geldiler. İkisi de actı. "Yemeği helĂ‚ldir" diye iclerinden yemek yimek gecti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızĂ‚sı icin bir şeyler istedi. RĂ‚bia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi.RĂ‚bia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki: "Ekmekler yirmi olsa gerektir." Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Cıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular. "Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Onumuze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu soyledin."CevĂ‚bında şoyle buyurdu: "Siz ikiniz gelince karnınızın ac olduğunu anladım. Onunuze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahu teĂ‚lĂ‚dan bu ekmeklerin misĂ‚firlerin karnını doyuramayacağını, bunun icin bir yerine on vermesini istedim. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîmde (En'Ă‚m sûresi 160. ayet-i kerîmesinde) bire on vereceğini bildiriyor. Ben O'nun bu vĂ‚dine guvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim icin de ekmeklerin noksan olduğunu soyledim."

Bir defĂ‚sında namaz kılarken gozune bir kamış saplandı. Kalb huzûru ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın muhabbetinin her tarafını kaplamış olması hĂ‚li o kadar fazla idi ki, namazda bunu hic farketmedi. Namaz bitince oradakilere; "Gozume bir bakın. GĂ‚libĂ‚ gozume bir şey girmiş" dedi. Baktılar kamış parcası gozune saplanmıştı. Guclukle cıkardılar.

Hasan-ı Basrî hazretleri suĂ‚l edip: "Ey RĂ‚bia, yokluğu nerede buldun?" dedi. CevĂ‚bında; "KendimiHak teĂ‚lĂ‚ya teslim ve işlerimi O'na havĂ‚le ettim." buyurdu. Yine Hazret-i Hasan suĂ‚l edip; "Ey RĂ‚bia! Hak teĂ‚lĂ‚ aşkına sana ihsĂ‚n olunan ilim ve amelden bana bir harf oğret" dedikte, cevĂ‚bında: "Ey Hasan, cĂ‚riyelikten kurtulalı beri iplik eğirip satarım, gecimimi temin ederim. LĂ‚kin hic bir zaman iki akceyi bir elime almadım. İkisi bir yere gelir de beni Hak teĂ‚lĂ‚nın yolundan ve mĂ‚rifetullahtan alıkoyar diye korktum." buyurdu.

Birinin; "YĂ‚ Rabbî, bana rahmet kapısını ac!" diye duĂ‚ ettiğini işitince, Rabia-i Adviyye; "Ey cĂ‚hil, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rahmet kapısı kapalı mı idi de şimdi acmasını istiyorsun. Rahmetin cıkış kapısı her zaman acık ise de giriş kapısı olan kalbler, herkeste acık değildir. Bunun acılması icin duĂ‚ edilmelidir." dedi.

Kendisine, Hasan-ı Basrî hazretlerinin; "Cennet'te, Allahu teĂ‚lĂ‚yı gormekten bir an mahrum olursam oyle ağlayıp, feryĂ‚d edeceğim ki, butun Cennet ehli bana acıyacak." dediğini naklettiklerinde; "Bu cok guzeldir. LĂ‚kin, eğer dunyĂ‚da, Allahu teĂ‚lĂ‚dan bir an gĂ‚fil olduysa ve bu gafletinden dolayı aynen bildirdiği uzuntu, ağlamak ve inlemek meydana geldiyse Ă‚hirette de dediği gibi olacaktır. Aksi halde olmayacaktır." buyurdu.

RĂ‚bia-tul Adeviyye bir gece; "YĂ‚ Rabbî! Ya kalb huzûru ile namaz kılmamı nasîb et, veya kalb huzûru ile kılamadığım namazımı kabûl buyur. Allah'ım benim butun dunyĂ‚daki arzum ve işim, seni yĂ‚detmek, Ă‚hirette de CemĂ‚l-i ilĂ‚hiyene kavuşmaktır. Ne olur, beni bu anlayışıma bağışla!" diye yalvardı.

Bir gun RĂ‚bia ağlıyordu. "Ey Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kulu nicin ağlıyorsun? Rabbinle yakınlığın var." dediler. Buyurdular ki: "Ayrılıktan korkuyorum, belki olum vaktinde (Sen bana gerekmezsin ey RĂ‚bia !) diye Allahu teĂ‚lĂ‚ hazretleri hitĂ‚b buyurursa benim hĂ‚lim nice olur? Eyvah, eyvah!" deyip ağladı.

Tevekkulu o dereceye ulaşmıştı ki; "Gok tunc olsa, yer demir kesilse, gokten bir damla yağmur duşmese, yerden bir bitki bitmese ve dunyĂ‚daki butun insanlar benim cocuğum olsa, Allahu teĂ‚lĂ‚ya yemîn ederim ki onlara nasıl bakacağım duşuncesi kalbime gelmez. Cunku, Allahu teĂ‚lĂ‚ hepsinin rızkını vereceğini bildirmiş ve uzerine almıştır" derdi.

Bir zaman hasta olmuştu. ZiyĂ‚retine gelenler; "Ey RĂ‚bia! Sana gelen bu hastalık cok ızdırap vermektedir. DuĂ‚ et de Allahu teĂ‚lĂ‚ cektiğin bu ızdırĂ‚bı hafifletsin." dediklerinde, buyurdu ki: "Siz biliyor musunuz ki, bu ızdırĂ‚bı cekmemi Allahu teĂ‚lĂ‚ irĂ‚de etmiştir.""Evet biliyoruz" dediler. O da; "Bunu bildiğiniz halde, O'nun irĂ‚desine muhĂ‚lefet etmemi, O'ndan tersini dilememi nasıl istiyebiliyorsunuz?" dediği zaman, onlar; "Ey RĂ‚bia, peki senin arzun nasıldır?" diye sordular. O da; "Allahu teĂ‚lĂ‚ benim hakkımda ne irĂ‚de ve ne takdir etmişse ona rĂ‚zı olmak" buyurdu.

Bir gun kendisine sordular ki: "Olumu arzu ediyor musun?" Buyurdu ki: "İnsanlardan birine karşı bir kabahat işlemiş olsam, o insanla karşılaşmaktan utanırım. HalbukiAllahu teĂ‚lĂ‚ya karşı olan kabahatlerimiz o kadar cok ki, huzûruna varmayı (olumu) nasıl arzu ederim?"

"Bu yuksek derecelere ne ile kavuştun?" dediklerinde; "Beni ilgilendirmeyen her şeyi terk ve ebedî olanın dostluğunu istemekle" buyurdu.

RĂ‚bia-tul Adeviyye devamlı inlerdi ve onu hep dertli bir hĂ‚lde gorurlerdi.Yakınları; "Hic bir hastalığınız yok, ağlayıp sızlanmanıza, yakınmanıza sebep nedir?" dediler. O da; "Benim gonlumde oyle bir dert var ki, tabibler tedĂ‚visinde Ă‚ciz kaldılar. Yaramın merhemi Allahu teĂ‚lĂ‚ya vuslattır (kavuşmaktır). Boyle yanıp yakılıyorum ki, belki maksadıma kavuşurum. Bu benim yaptığım ise, bu işte en az olanıdır" diye cevap verdi.

Yaşı sekseni bulmuştu. Yolda yaşlılığın tesiriyle yurumekte gucluk cekerdi. Oyle ki gorenler, ha duştu, ha duşecek zannederlerdi. Boyle olmakla beraber kimsenin yardımını kabûl etmezdi. VefĂ‚tı yaklaşınca yakınlarından Abede bintiŞevvĂ‚l adında bir hĂ‚tunu yanına cağırdı. Her zaman yanında taşıdığı kefeni gostererek; "VefĂ‚t ettiğim zaman beni bu beze sar ve defnet." diye vasiyet etti.

VefĂ‚t etmeden once hasta yatağının başucunda bekleyen sevdiklerine; "Kalkınız, burayı boşaltıp, yalnız bırakınız. Allahu teĂ‚lĂ‚nın melekleriyle başbaşa kalayım" deyince, oradakiler odayı boşalttılar. Kapıyı orttuler. İcerden meĂ‚len şu Ă‚yet-i kerîmenin okunduğu işitiliyordu: "Ey mutmainne nefs, rĂ‚zı olmuş ve rĂ‚zı olunmuş olarak Rabbine don! Has kullarımın arasına katıl ve Cennetime gir."(Fecr sûresi: 89) Aradan biraz zaman gecti ses kesilmişti. İceri girdiklerinde vefĂ‚t ettiğini gorduler. VefĂ‚tından sonra Abede binti ŞevvĂ‚l vasiyyetini yerine getirdi. Tur Dağı uzerine defnedildi.



Abede binti ŞevvĂ‚l şoyle anlatmıştır: "RĂ‚bia'yı vefatından bir sene sonra ruyĂ‚da gordum. Yeşil elbiseler giymiş, başında da yeşil bir ortusu vardı. Ben; "Seni sardığım kefenine ne oldu?" dedim. "Allahu teĂ‚lĂ‚ onları cıkardı ve bana bunları verdi." dedi.

VefĂ‚tından sonra kendisini ruyĂ‚da gorenler; "Munker ve Nekir melekleri ile aranızda ne gibi bir şey oldu?" diye sordular. "O iki heybetli melek gelip de bana Men rabbuke (= Rabbin kim?) suĂ‚lini sorunca, onlara dedim ki, ey melekler! Hemen geri gidip Rabbime şoyle arzediniz: (Ey Allah'ım! DunyĂ‚da bunca halk arasında, ihtiyar bir kadıncağızı unutmadın. Ben, seni hic unutur muyum?)"

Nakledildiğine gore Muhammed bin Eslem Tûsî ile Nu'mĂ‚n Tûsî, RĂ‚bia-tul Adeviyye'nin kabri başına gelip; "HĂ‚lin nasıldır?" diye sordular. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile şoyle cevap verdi: "Allahu teĂ‚lĂ‚ bana cok nîmet ihsĂ‚n etti. Nîmetler icindeyim elhamdulillah."

BessĂ‚r bin GĂ‚lib en-NecrĂ‚nî diyor ki: "RĂ‚bia-tul Adeviyye icin vefĂ‚tından sonra hep duĂ‚ ederdim. Bir defasında onu ruyĂ‚mda gordum. Bana; "Hediyelerin nûrdan mendil icinde ve nûrla kaplanmış tabaklarla bize sunulmaktadır." dedi. "Bu nasıl oluyor?" dedim. "Hayatta olan muminler oluler icin duĂ‚ ettiklerinde, ipek mendiller icinde nûrdan tabaklara konup, oluye goturulur ve (Bu, sana filĂ‚n dostunun hediyesidir) denilir" buyurdu.



"YĂ‚ Rabbî, dunyĂ‚da, bana neyi takdir etmiş isen onların hepsini duşmanlarına ver. Âhirette benim icin hangi nîmetleri ihsĂ‚n etmeyi takdir etmiş isen onları da dostlarına ver. Ben sĂ‚dece seni istiyorum."

"YĂ‚ Rabbî, eğer sana ibĂ‚det etmem Cehennem korkusu ile ise beni Cehennem'e at. Eğer Cennet'e girmek umidi ile ibĂ‚det ediyor isem, Cennet'ini yasak eyle. Eğer sırf, senin rızĂ‚n icin ibĂ‚det ediyor isem, bĂ‚kî olanCemĂ‚lin ile muşerref eyle."

Cok defĂ‚ şoyle derdi: "İstiğfĂ‚r etmekle kurtulduk sanırız... Halbuki o istiğfĂ‚rımız da, bir başka istiğfĂ‚ra muhtactır."

Allahu teĂ‚lĂ‚nın muhabbeti ile cok ağlar, hep mahzûn olarak yaşardı.Cehennem lafzını duyunca, onun dehşeti ile kendinden gecerek bayılıp duşerdi.

"Bir kulun Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdirine rĂ‚zı olup olmadığı nasıl bilinir?" diye sordular. "Gelen nîmetlerden zevk aldığı gibi, gelen musîbetlerden de zevk aldığı zaman." buyurdu.

Bir kimse; "YĂ‚ Rabbî! Benden rĂ‚zı ol!" dedi. Bunu goren hazret-i RĂ‚bia; "Kendisinden rĂ‚zı olmadığın (KazĂ‚ ve kaderine rızĂ‚ gostermediğin) bir zĂ‚tın, senden rĂ‚zı olmasını istemeğe utanmıyor musun?" dedi.

Kendisine sordular ki: "İnsanı Allahu teĂ‚lĂ‚ya yaklaştıran en ustun şey nedir?" "Muhabbet sĂ‚hibi olan kişi, muhabbetinde oyle sĂ‚dık olmalı ki, gonlunde O'nun icin olmıyan hic bir sevgi bulunmamalı." buyurdu.

"İşlediğiniz gunahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin."

"Sabır insan olsaydı cok kerîm olurdu."

"MĂ‚rifetin alĂ‚meti, her an Allahu teĂ‚lĂ‚yı hatırlamaktır."

"Kul Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgisini tattığı zaman, Allah o kulunun kusurlarını kendisine gosterir. Boylece o, başkalarının kusurlarını goremez olur."

BENİ KENDİNLE MEŞGÛL EYLE

Hazret-i RĂ‚bia, cok oruc tutardı.Bir defĂ‚sında bir hafta hic yiyecek bulamadı. Sekizinci gece aclığı iyice şiddetlendi. Nefsine eziyet ettiğini duşunurken birisi kapıyı caldı. Bir tabak yemek getirdi, o da yemeği alıp, yere koydu. Mum getirmeğe gitti, gelince bir kedinin yemeğini dokmuş olduğunu gordu. Su bardağını almaya gitti. Mum sondu. Su icmek isterken bardak duşup kırıldı. O da; "YĂ‚ Rabbî! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat Ă‚cizliğimden sabredemiyorum." diyerek bir Ă‚h cekti. Bu Ă‚htan neredeyse ev yanacaktı. Bir ses duyuldu: "Ey RĂ‚bia, istersen dunyĂ‚ nîmetlerini ustune sacayım. İstersen, uzerindeki dert ve belĂ‚ları kaldırayım. Fakat bu dertler, belĂ‚lar ile dunyĂ‚ bir arada bulunmaz." Bu sozu işitince; "YĂ‚ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma." diye duĂ‚ etti. Bundan sonra dunyĂ‚ zevklerinden oyle kesildi ki; kıldığı namazı;"Bu benim son namazımdır." diye huşû ile kılar, hep Allahu teĂ‚lĂ‚ ile meşgûl olurdu. HattĂ‚ birisi gelip kendisini Allahu teĂ‚lĂ‚ ile meşgûliyetten alıkoyar korkusuyla; "YĂ‚ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle de, kimse senden alıkoymasın." diye duĂ‚ ederdi.

BOŞA YORULMUŞ


RĂ‚bia-tul Adeviyye, bir gece, evinde gec vakitlere kadar namaz kılarken hasırın uzerinde uyuya kaldı. Bu arada evine bir hırsız girdi. Her tarafı aradı, calacak bir şey bulamadı. Giderken; "Girmişken boş cıkmayayım" diyerek, RĂ‚bia hazretlerinin dışarıda giydiği ortusunu aldı. Evden cıkarken yolunu şaşırdı, kapıyı bulamadı. Geri donup ortuyu aldığı yere bıraktı. Bu sefer rahatlıkla kapıyı buldu. Kapıyı bulunca tekrar geri donup, ortuyu aldı. Fakat yine kapıyı bulamadı. Bu hĂ‚l yedi defa tekrarlandı. Yedinci defĂ‚ tekrar ortuyu eline alınca şoyle bir ses duydu: "Ey kişi kendini yorma. O yıllardır kendini bize ısmarladı. Şeytanın ona yaklaşma gucu yok iken, hırsızın onun ortusune yaklaşması mumkun mudur? Git, yorulma, boşuna uğraşma. O uyuyorsa da dostu uyanıktır ve onu korumaktadır." Bu hĂ‚diseden korkup dışarı fırlayan hırsız, tovbe edip bu kotu huyundan vazgecti.

1) El-A'lÂm; c.3, s.10

2) Ed-Durr-ul Mensûr; s.202

3) VefeyÂt-ul-A'yÂn; c.2, s.285

4) CÂmi-u-KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.2, s.10

5) TabakÂt-ul-KubrÂ; c.1, s.65

6) Tezkiret-ul-EvliyÂ; s.39

7) NefehÂt-ul-Uns; s.692

8) Keşf-ul-Mahcûb; s.253

9) RisĂ‚le-i Kuşeyrî; s.262, 290, 329, 424, 516, 531, 624





Allah(c.c.)'a Emanet Olun İnşallah...
Dualarınızı Eksik Etmeyin...
__________________