Cevap:

Deprem kader mi, değil mi? Bunu tahlil etmek icin once kaderin ne olduğunu hatırlayalım: Kader, kısaca, her varlığın ve her olayın butun incelikleriyle Allahın ezeli ilminde malum olması ve ona gore takdir edilmesi, yaratılmasıdır. Her hadise “mukadderdir”, yani yeri ve zamanı ezelden belirlenmiştir. Kainatta olup bitenler gibi, olacaklar da Allah tarafından bilinir. İlahi ilmin dışında kalan hicbir olay duşunulemez. Her ne oluyorsa, adına kısaca kader dediğimiz ilahi ilmin sınırları icinde olmaktadır. Kainatta tesaduf yok, tevafuk vardır. Butun mekanları ve butun zamanları kuşatan kader gerceği tesadufe meydan bırakmamıştır.

Deprem de bir fiil. Her fiil gibi o da failini gosteriyor. Dunyayı yoktan var eden, onu guneşin etrafında bir uzay gemisi gibi ucuran, buyuk bir sistem dahilinde mevsimleri değiştiren, yeryuzunde bitkileri, hayvanları, insanları hÂlk eden, sayısız işleri vakti vaktine, şaşırmadan, akıl almaz bir olcuyle duzenleyen, nihayetsiz ilmi, iradesi ve kudretiyle atomları mucizevi bir şekilde yan yana getirip harikulade eserler yaratan Allah, kendi mulkunde meydana gelen ve insanları yakından ilgilendiren deprem gibi onemli bir hadiseyi bilmesin, irade etmesin, başıboş bıraksın, tesadufe havale etsin... Mumkun mu?

Kainattaki her olay gibi deprem de Allah tarafından bilinmekte ve icra edilmektedir Ne zaman ve nerede deprem olacak, nasıl olacak, neticesinde kimler olecek, kimler kurtulacak butun bu unsurlar, butun ayrıntılarıyla kaderde mevcuttur.

Bu temel hakikati boylece tespit ettikten ve imanımızı tazeledikten sonra şimdi başka bir hususu inceleyelim.

Biri cıkıp diyebilir ki: “Biz bu cumleyi kaderi inkar etmek ve depremin tesadufen meydana geldiğini soylemek icin kullanmıyoruz. Maksadımız, insanları tedbire davet etmek. Deprem kuşağında yerleşim birimleri kurmamak, deprem ihtimalini daima goz onunde bulunduran binalar yapmak, inşaatlarda depreme dayanıklı ve hafif malzemeler kullanmak gibi tedbirlerle bu felaketin zararını bir derece onleyebiliriz. İşte biz, bu noktaları hatırlatarak ihmalcileri ikaz etmek istiyoruz.”

Eğer soylenmek istenen bu ise şunu onemle belirtelim ki, koru korune teslimiyetciliğe “kader” deyip, tedbirler almayı “kaderi değiştirmek” diye ifade etmek yanlış bir anlayıştır. İslami tevekkul anlayışı hicbir tedbir almadan sonucu beklemek değil, elden gelen her şeyi yaptıktan sonra sonucu teslimiyetle beklemektir. Sebeplere teşebbus edip; sonucu Allahtan istemektir. Cunku, sebepler bir araya gelmekle mutlaka netice hasıl olacağı şeklinde bir kural yoktur. Sebepler yaratıcı değil, birer vesiledirler. Tedbir icin her ne yapılırsa yapılsın, yine de neticeleri yaratacak olan Allahtır.

Tedbir alınsın veya alınmasın, her iki hÂlde de olup bitenler “kader” dir. Tedbir almakla kaderin dışına cıkılmaz. Gemi rota değiştirmekle okyanustan cıkmış olmaz. Biz insanlar kader okyanusunda yuzen birer gemi gibiyiz. Rotamızı ne yana cevirirsek cevirelim, tedbir alalım veya almayalım o ilim okyanusundan ayrılmış olmayız. Tedbir almamaya kader deyip, tedbir almayı kaderden kurtulmak zannetmenin, doğru kader inancı ve anlayışıyla hicbir alakası yoktur.

Haller değişir, ama kader değişmez. Mesela, bir fakir calışıp zengin olmakla, “Ben kaderimi değiştirdim.” diyemez. Değişen onun hÂlidir, fakirliğin yerini zenginlik almıştır. Şoyle demesi gerekir: “Benim kaderimde once fakir olmak, sonra da calışıp zengin olmak varmış.”

İslam bize, “Kadere inanıyorsan tedbiri bırakacaksın.” demiyor. Aksine, once tedbir alıp, sonra tevekkul etmemizi istiyor.



Zafer Dergisi

__________________