Diğer butun isimler, Allah (c.c.) isminin adeta sıfatı durumundadırlar. Allah (c.c.) lafzı, butun guzel isimlerin anlamını kendisinde toplamıştır. Bir insan Allah (c.c.) demeye başladığında ayrıca Allah’ın (c.c.) butun guzel isimlerini de zikrediyor sayılır. Bundan dolayı tarikatların hemen hepsi zikirde Allah (c.c.) kelimesini temel almışlardır. Bu nedenle zikirlerin en guzeli “Allah” lafzı ile yapılır.
İslam bilginlerin coğuna gore Allah (c.c.) kelimesi herhangi bir kokten turememiştir. Her ne kadar bazı İslam bilginleri Allah (c.c.) lafzının ceşitli kelime koklerinden turediğini iddia etse de yaygın kanaat bunun kok halinde bulunan bir kelime olduğudur.
İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s), Allah (c.c.) lafzının Arapca elif, şeddeli lam ve he seslerinden oluştuğunu belirtmektedir. Kelimenin kokunun bir zamir olan ve “O” anlamına gelen “He (huve)” olduğunu soylemektedir. Baştaki elif ve şeddeli lamın ise nekre (belirsiz) olan isimleri marife (belirli) yapan takılar olduğunu ifade etmektedir. Belirli yapıda olan bir zamirin başına belirsiz isimleri belirli yapan boyle iki tane ekin gelmesinin bir işlevi olduğunu iddia etmektedir: Ona gore bunlarla Allah (c.c.) kelimesinin ifade ettiği anlamın bilinemeyeceği, kavranamayacağı, anlaşılamayacağı vurgulanmak istenmektedir. Allah’ın zatını Allah’tan başka kimse bilemez.
Allah (c.c.) kelimesinin lafız (harf, ses) yonu hadistir, yani ezeli olmayıp sonradan ortaya cıkmıştır. Ama Allah (c.c.) kelimesinin anlamı ezeli ve ebedi olan Allah’a (c.c.) aittir. Bu kelimenin zikrinden de amaclanan şey ezeli ve ebedi olan Allah’ın (c.c.) rızasıdır. Allah (c.c.) bu buyuk isminin zikrine rızasını saklamıştır. İnsan Allah’ın (c.c.) bu guzel ismini zikrederken Allah’ın (c.c.) zatını zikretmiş olur. Cunku sadece Allah (c.c.) guzel ismi yuce Allah’ın (c.c.) zatına işaret etmektedir. Allah’ın (c.c.) diğer guzel isimlerini zikirle ancak sıfatlarını tanıyabiliriz. Sıfat tecellisine ulaşabiliriz. Allah (c.c.) lafzını zikir ise en buyuk tanımayı, zat tecellisini sağlar. Tasavvufta en ileri makamlar ancak zat tecellisi ile mumkun olur.
Turkce’deki “tanrı” sozcuğu, Arapca’da “ilah” anlamına gelir. Tanrı, Allah (c.c.) ozel ismin yerini tam olarak tutamaz. Cunku Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c.) zatını bu isimle adlandırmıştır. Ozel isimler bilindiği uzere yabancı bir dile cevrilemezler.
İslamiyet’ten once Araplar putlarına ve insanlara Allah (c.c.) ismini takmazlardı. Allah (c.c.), o zaman da sadece O’na has bir isimdi.
Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c.) Kendi zatını en cok “Allah (c.c.)” kelimesi ile anmıştır. Bu kelime kutsal kitabımızda 2697 yerde gecmektedir.
Allah lafzı gizli olarak da acık olarak da zikredilebilir. Ama Nakşibendiyye tarikatında bu kelime sadece gizli olarak zikredilir.
Gizli zikir, acık (cehri) zikre gore ustundur. Nasıl bir insan dudakları kıpırdayarak veya sesli olarak birkac sayfa kitap okuduktan sonra yorulursa acık zikir sahipleri de boyledir. Zikirleri o kadar uzun surmez. Bir de zikirden sonra yorgunluk duyarlar. Oysa gizli zikir hem uzun surer hem de yorgunluk vermez. Bir insan gizli zikirle tum saatlerini gecirse de bir yorgunluk duymaz. Cunku bu zikir sırasında dil ve ağız icerisindeki organlar hareket etmedikleri icin insan yorulmaz. Yine benzetmemize devam edelim: Gozleri ile kitap okuyanlar daha verimli bir okuma gercekleştirirler. Okuduklarını daha iyi anlarlar. Cunku goz ile zihin arasına başka bir organ veya konu ile ilgisiz duşunceler girmez. Zihin dağılmadığı ve okuma suratinde işlediği icin okudukları uzerinde dikkatini daha cok teksif eder. Aynen bunun gibi gizli zikir acık zikre gore daha bir etkilidir. Zira zikirde aslolan şey daha guzel gercekleşir. Lafza-i Celal yani Allah kelimesini zikirde amac bunun sesini ruhunda ve letaiflerinde duymaktır. Bu zikir ne kadar hızlı ve suratli cekilirse o kadar da verimli olur. Yavaş cekildiğinde istenen neticelere ulaşılmaz.
Bazı sofiler Lafza-i Celal zikrini ben yavaş cektiğimde daha cok zevk alıyorum, derler. HÂlbuki kendi kendilerini kandırıyorlardır. Zevk aldıkları şey, Lafza-i Celal zikri değil daldıkları duşuncelerdir. Lafza-i Celali cekerken Allah'ın zatını zikretmenin bilinci ile hareket ederek bundan başka hicbir şey duşunmemeli, sadece tespihin sesi ile iceriden yukselen Allah sesini kalple, ruhla, letaiflerle duymaya, dinlemeye calışmalıdır. Bundan başka her yuz tespihten sonra da kendi duyacağı bir alcak sesle soyle demelidir: ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’
Sofiler zamanla Lafza-i Celal zikrini cekerken dinlemeyi oğrenmekle kalmaz bundan sonsuz bir zevk de duyarlar. Yaşadıkları ceşitli haller de bu zevkin kucuk hediyeleri olur.
Bazı sofiler kitaplardan okudukları birtakım halleri yaşamak isterler. Allah (c.c.) rızasını pek gozetmezler. O zaman kalp rotadan cıkabilir. Oyle durumlarda hemen ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ demelidirler, kalplerini rotaya sokup nefislerine gereken dersi vermelidirler. Bu yolda hal değil Allah’ın (c.c.) rızası onemlidir. Allah’ın rızası da ancak ahrette bilinir. Hal sahibi olmak Allah’ın rızasına ermek demek değildir. Allah (c.c.) hal ile de mekir (hile) yapabilir. Kişi tek olcu olarak Allah’ın (c.c.) kitabını ve peygamberin (s.a.s) sunnetini gormelidir. Bunlara değer vermelidir. Bunların yanında hallere hicbir kıymet vermemelidir.
Zikir ve vird bir takım dunyevi ve uhrevi maksatları gercekleştirmek veya sevap kazanmak icin değil Allah (c.c.) rızasını tahsil icin yapılır. Zaten O’nun rızası kazanıldığı zaman insanın sevaba da ihtiyacı yoktur.
Sofi yaşadığı her hali şeyhine veya vekiline mutlaka soylemelidir. Yoksa vebal altına girer. Dahası nefsin ve şeytanın hilelerine kapılabilir. Zira hallerin bir kısmı şeytani bir kısmı da Rahmani’dir. Bunları sofinin kendi başına birbirinden ayırması imkÂnsızdır. Onun icin bu yola yani zikir yoluna girenlerin mutlaka bir şeyhe ihtiyacları vardır. Bu manada şoyle bir kelam-ı kibar pek şohret kazanmıştır: ‘Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.’ Yalnız zikir yoluna girmeyen Muslumanlar icin bu soz varit değildir. Onları bu sozle itham etmek doğru değildir.
Kalp saniyede halden hale girer. Değişkendir. Onu bir noktada tutmak zordur. Hele zikir sırasında bu daha cok olur. Nefis ve şeytan vesveseleri ile kalbi bulandırırlar, zikri dunyevi bir amac haline donuşturebilirler. O yuzden Nakşibendîler, Lafza-i Celal zikrini her tespih devredişinde (100 adetten sonra) ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ demektedirler. Boylece sapmış, sapacak, donek, renkten renge giren, girecek olan kalbe rotasını gosterirler. Kalp bu rotadan saptı mı zikir yarar değil insana zarar vermeye başlar.
Bu zikri yeni alan sofiler once gizli zikirden haz almazlar. Sıkılırlar. Kıymetini de hic bilmezler. Gafletle cekerler. Boyle de olsa zikri hicbir zaman bırakmamalıdırlar. Bu ceşit zikrin de yararı vardır. Hic cekmemekten iyidir. Biraz sabırla ve gayretle hareket ederlerse ileriki zamanlarda tespihin sesi ile birlikte iclerinden yukselen Allah sesini dinlemeye başlarlar. İşte bu zikirde tek amac da budur. Tabii bu dinleme olayı da ruh kulağı ile olmalıdır. Yani bu zikirde ruhun ağzı ile soylenen sozu ruhun kulağı ile dinlemek temel amactır. Başka şeyler duşunmek doğru değildir. Bunlar tefekkur grubuna girse de doğru değildir. Zira gizli zikrin faziletini yok ederler. Yalnız Allah’ın (c.c.) zatının huzurunda olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Tespihin kalp uzerinde tutulmasının amacı da budur. Yani bu sesi, Allah kelimesini kalbe duyurmak amacı ile boyle yapılır. Bir sure sonra, tabii bu bazılarında olur bazılarında olmaz, kalbin uzerinin oynadığı, kalp gibi attığı gorulur. Bu somut bir harekettir. Elbiseyi de oynatacak kadar guclu olabilir. Buna veled-i kalp denir.
Veledi kalp (Kalbin cocuğu), zikrin neticesi olarak kalp gibi atar durur.
Sofi letaif zikrine gectiğinde bu sefer tespihleri letaif noktaları uzerinde tutar. Oralarda belli sayıdaki zikri yapar. Burada da amac Allah lafzını ruhun organları olarak değerlendirebileceğimiz letaiflerin duymasını ve bu zikre iştirak etmesini sağlamaktır. Bunun sonucu olarak sultani zikre ulaşılır.
Sultani zikir, butun bedenin zikre gecmesidir. Her hucre adeta titreşimdeki cep telefonu gibidir, akıl almaz bir hızla zikre gecer. İnsana buyuk bir hoşluk verir. Sofi bu aşamaya ulaştığında zikirden buyuk bir zevk alır. Artık vucudu maddenin yapı taşından ta galaksiler kadar her şeyin zikir halinde olduğu bu Âleme intibak etmiş olur. O da evren korosuna kendince katılır.
Belli sayıdaki zikre virt denir. Virt şeyhten veya vekilinden alınır. Şeyhin veya vekilinin izni olmaksızın kendi başına ne artırılır ne de azaltılır. Ama virtten amac, surekli zikre gecmektir. Surekli zikir icin sofi ne şeyhten ne de vekilinden izin almak mecburiyetinde değildir. Surekli zikir her halde, her durumda, her zamanda, her mekÂnda sayıya vurmadan Allah’ı zikretmektir. Bu sırada Allah lafzı da başka zikirler de cekilebilir. Ama surekli zikri yapan kişiler virdi kesinlikle ihmal etmemelidirler. Vird her saniye zikir halinde olsak da yapılması gereken bir ev odevi gibidir. Sofiler genellikle virtle surekli zikri birbirine karıştırırlar, buyuk bir taassupla bunun virdi kendi kendine artırmak anlamına geldiğini, bu nedenle doğru olmadığını duşunurler. HÂlbuki surekli zikir Allah’ın emridir. Allahın emri ve peygamberin sunneti olan hususlarda şeyhten veya vekilinden izin almaya gerek yoktur. “Ey iman edenler, Allah’ı cok zikredin (Ahzab suresi, ayet 41).” Maalesef bu durum pek cok sofi icin bir handikap olur. İleri hallere bir turlu gecemezler. Zira yalnız virt ile yetinen, surekli zikre gecmeyen sofi pek yol alamaz. Olduğu yerde sayar durur.
Surekli zikir icin vakit ayırmaya gerek yoktur. İnsan işine giderken, işini yaparken de yapabilir. Bunun icin kucuk bir el tespihini yanımızdan eksik etmemek gerekir. Tespih insana daima zikri hatırlatır. İnsan tespih elinde iken daima zikretme gereği duyar. Her boş vakti bu zikirle değerlendiren sofi ileri halleri yaşamaya başlar.
Zikir cekerken telebbusu rabıtaya (şeyhin kılığına girme, vucuduna şeyhi ikame etme) onem verilmesi gerektiğini de hatırlatalım. Ayrıca her işin başında ve sonunda rabıtalı olmak cok yararlıdır.
Nakşibendiyye tarikatından olan sofilerden bazıları bizim yolumuzda zikir gizli yapılır diyerek Allah lafzı dışındaki zikirleri de ya gizli cekerler ya da hic cekmezler. HÂlbuki gizli zikir sadece Allah lafzı icin gecerlidir. Diğer zikirlerdeki gizlilik derecesi ise kişinin kendi duyabileceği ses ayarındadır.
Lafza-i Celal zikrinde amac ruhu tum letaifleri ile Allah’a ulaştırmaktır. Yani bu zikir ruhu guclendirir. En onemlisi de ruhun manevi organları durumunda olan letaiflerin (kalp, ruh, sır, hafi, ahfa) zikirle tasfiye edilip yani gunah kirlerinden arındırılıp guclenip enerjilerini alarak Allah’tan gelen bir cezbe ile asıl yerleri olan emir Âlemine (Allah indindeki yerlerine) ulaşmalarını sağlamaktır. Letaiflerin her biri kendi asıl memleketleri olan emir Âlemine ulaşınca farklı bir renkteki nurla vucut Âleminde gorunur. Sofi gozlerini yumup zikre daldığında bu nurları farklı renkte algılar (kırmızı, sarı, beyaz, yeşil, siyah …). Nurlar yavaş yavaş kendilerini belli ederler. Zikir arttığında hepsi ic ice girerek değişik tonları da doğurur. Akıl almaz bir hızla helezonik olarak donmeye, bazıları azalmaya, bazıları coğalmaya başlarlar. Cok hoş bir renk cumbuşu olurlar. Hayranlıkla seyredilir. Sonunda tek bir renk hÂkim olur.
Sofi bunlardan sonra bazen renksiz halde bulunan gercek nuru da gorebilir.
Lafza-i Celal zikrinin amacı ruhu tasfiye edip guclendirerek letaiflerle birlikte Allah’a (c.c.) ulaştırmaktı. Kelime-i tevhit ve nefy u ispat zikrinin amacı ise nefsin belini kırmaktır. Nefsi zayıflatmaktır. Onun icin letaif derslerinden sonra onlar gelir. Nefis, kelime-i tevhit ve nefy u ispat kazmalarıyla deşilmedikce ruh ve letaifler emir Âlemine yukselemezler. Kelime-i tevhit ve nefy u ispat zikrini cekerken vahdaniyet murakabesinde olmak bu zikrin daha feyizli ve bereketli gecmesini sağlar.
Bunlardan sonra murakabe dersleri başlar.
Murakabe dersleri ise amaca kilitlenmek gibidir. Murakabe derslerinde nefis adeta yağ gibi erimeye başlar. Daha once rabıta ve zikirle Allah’a doğru yuruyen ruh, murakabe derslerinde adeta koşar.
Murakabe dersleri Allah’ın er-Rakîbu (gozetleyen) guzel ismine dayanır.
Allah (c.c.) canlı ve cansız varlıkları yarattıktan sonra bir kenara cekilmemiştir. O her yarattığı varlığı kendisine ozgu olan sonsuz guc ve kudretiyle gozetlemektedir. İnsanın sınırsız ihtiyacları icin ceşitli care yollarını yaratan O’dur. Ta doğumundan itibaren insanı annesinden ve babasından daha sıkı bir bicimde gozetlemiştir. Bu nedenle anne ve babasını kendisine bakması icin gerekli icgudusel donanımla O yaratmıştır. Yeryuzu canlı ve cansız varlıkları ile onun yaşamsal ihtiyacları icin gerekli butun şeyleri karşılamakta yada bir hizmetci gibi iş gormektedir.
Allah (c.c.) er-Rakîb (c.c.) guzel ismiyle butun varlıklar uzerinde onları surekli bir bicimde gozetlemektedir. Hicbir kimse bir saniye de olsa bu denetlemeden uzak olamaz. Allah (c.c.) kulun kalbinin derinliklerinde bulunan duyguların yanında bilincinde ve bilincaltında bulunan butun duşuncelerini de her an kontrol etmektedir, hic kimse bu gozetlemenin otesine gecememektedir.
Sofi murakabeden her zaman hissesini almalıdır. Yeni, eski tum sofiler akıllarına geldikce telebbusu rabıta ile murakabe haline girmeleri onlara buyuk yararlar sağlar.
Er-Rakîb guzel isim ile kula duşen ilk gorev, her yaptığı işin, soylediği sozun Allah (c.c.) tarafından gozetlendiğinin ve bilindiğinin bilincinde olmaktır. Buna murakabe dendiğini belirttik. Murakabeye zikirle ve rabıtayla ulaşılabilir. Murakabe insanı olgunlaştırıp Allah’a (c.c.) yaklaştırır. Namazdaki huzur hali de bir ceşit murakabedir. Pek cok tarikat, muridi eğitmek, velilik yolunda yetiştirmek icin murakabe dersleri vermiştir. Muridin her an Allah (c.c.) tarafından gozetlendiği bilincini taşıması onun manevi dunyasında onemli bir dereceye ulaştığının gostergesidir.
Allah hepimize her daim zikrini, murakabesini ve bunların tabii sonucu rızasını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
3 Hafta once #2
muhsin iyi
Yeni Uye
Allah Zikri (Lafza-i Celal Zikri), Gizli Zikir, Kalp Zikri (2)
Allah Zikri (Lafza-i Celal Zikri), Gizli Zikir, Kalp Zikri (2)
Lafza-i Celal zikrinin gizli olarak cekilmesinde karşılaşı*** en buyuk problem, bu zikri ceken kişinin gizli zikir sırasında bu zikri cekemediğini veya şeytanların ve nefsin mudahalesi ile başka şeyleri zikrettiğini sanmasıdır. Bu durumda kişi zikirden lezzet duyamadığı gibi boşu boşuna zikir cektiği duygusuna da kapılabilir.
Oncelikle şunu belirtelim ki, gizli zikir cok faziletli ve kazanclı olduğu icin şeytanlar bu konuda cok vesvese verirler. Sofiyle haddinden fazla uğraşırlar. Bunlara aldanmamak gerekir. Hele bir de buna ilaveten Lafza-i Celal zikri, bizzat Allah’ın (c.c.) zatını zikir olduğu icin, ayrıca bunun ustunde daha faziletli bir kelime olmadığından, şeytanların hucumları kat kat artmaktadır.
Yukarıdaki gibi bir probleme sahip olan kişilerin, yani gizli zikir sırasında bu zikri cekemediğini veya şeytanların ve nefsin mudahalesi ile başka şeyleri zikrettiğini sanan kişilerin, once bu zikre şeytanların ne kadar duşman olduklarını bilmeleri gerekir. Ayrıca bu zikri ceken kişilerin kafalarına şeytanların olmadık duşunceleri vesvese yolu ile attıklarını, bu yuzden zikir sırasında gonullerini huzursuzlukla, hoşnutsuz duygularla doldurduklarını da unutmamalıdırlar.
Lafza-i Celal zikrinde Allah’ın rızası gizlidir. Şeytanlar bunu cok iyi bildiklerinden bu zikre adeta savaş acarlar.
Şu kesindir ki, kişinin gizli zikir sırasında bu zikri cekemediğini veya şeytanların ve nefsin mudahalesi ile başka şeyleri zikrettiğini sanması, şeytanların vesveseleri ile olan bir haldir. Bu hale zerre kadar değer verilmemelidir; yani bu hal sebebiyle gizli zikirden vazgecmemek, onu ihmal etmemek gerekir. Boyle bir konuda sıkıntısı olan kişiler, aşağıda onerdiğimiz bir yolla Lafza-i Celal zikrini cekerlerse problemlerini kolaylıkla aşabildikleri gibi gizli zikirden buyuk bir zevk de alacaklardır. Ayrıca Allah’ın (c.c.) izniyle bu zikri en faziletli bir şekilde ceken kişiler grubuna yukseleceklerdir:
Lafza-i Celal zikri sırasında onemli olan şey, iceriden Allah kelimesini ‘sesle soylemek’ değildir. Sesi olcu olarak gorduğumuzde cekilen tespihin hızına yetişmemiz imkÂnsızdır. İlk yazımızda da belirttiğimiz gibi gizli zikirde tespih elimizden geldiğince hızlı cekilir, dondurulur. Daha doğrusu tespihi ne kadar hızlı cekersek zikrimiz o kadar faziletli ve bereketli gecer, amacına da ulaşır. Temel olcumuz, tespihin cekilişteki sesinin ‘Allah’ diye zikrettiğini kabul etmektir. Bunun yanında icimizin de (kalbimizin veya tespihi tutan elimizin uzerinde bulunduğu letaif noktasının) bu tespih cekiliş sesi ile birlikte ‘Allah’ kelimesini zikrettiğini duşunmektir, kabul etmektir. Kısacası tespihin cekiliş sesi ile icimizin bir uyum, ritim halinde Allah’ı zikrettiğini duşunmemiz, kabul etmemiz gerekir.
Tespihin cekiliş sesi ile icimizin bir uyum ve ritim halinde Allah’ı zikrettiğini duşunmemiz buyuk bir konsantrasyonu gerektirir. Onun icin gozler kapatılır. Butun dikkat tespihe ve tespihin uzerinde olduğu manevi organ uzerine teksif edilir. Hicbir şey duşunulmez. Sadece Allah’ın (c.c.) zatının huzurunda olduğu duygusu korunmaya calışılır.
Bu oyle bir ayardır ki, onceleri bu konuda bazı sıkıntıların yaşanması pek tabiidir. Zira sofi her tespih cekişte kendisini icten de ‘Allah’ diye bir sesi soyletmek zorunda hisseder. HÂlbuki tespihin devredişi cok hızlıdır. Her tespihte ‘Allah’ diye bir sesi soylemek imkÂnsızdır. Daha doğrusu boyle icten yukselen bir ses vardır ama bu sesten ziyade kalbinden veya tespihin uzerinde olduğu letaif noktasından gelen bir ‘uyumdur, ritim’dir. Bir ic monolog (ic konuşma) değildir. Bu uyum ve ritim Allah lafzını soyluyormuş diye kabul edilir. Daha doğrusu hicbir kuşkuya kapılmadan icten yukselen boyle bir uyum ve ritimle cekilen tespihin sesinin birlikte ‘Allah’ diye zikre koyulduğu duşunulur. Yani tespih taneleri cekilirken onunla beraber icimizden yeknesak bir tempo ile ruhumuzdan yukselen sese benzer bir yapıda ama daha hızlı olan bir uyum ve ritim soz konusudur. Burada en acık olan şey, daha doğrusu olması gerekli olan şey, bizim tespih cekerken boyle bir uyum ve ritimle Lafza-i Celali de zikrettiğimize inanmamızdır.
İşte Lafza-i Celal zikri vucut tarafından ozumsendiğinde değişik organlarda bu sozunu ettiğimiz uyum ve ritim bizzat sezilmeye ve duyumsanmaya da başlar. Yani organlar tıpkı titreşimdeki cep telefonu gibi akıl almaz bir hızla, yani farkına varı*** bir uyum ve ritimle zikre gecerler. Buna sultani zikir dendiğini belirtmiştik. Bu durum icin elimizde tespih olmasına da gerek yoktur. Zikir yapmadığımız halde gun boyunca bu sultani zikir bazı organlarda acıkca hissedilir. İşte boyle guzel bir hal yaşayan sofi fırsatı ganimet bilmelidir. Boş zamanlarında veya bir işle meşgulken dilini damağına yapıştırarak kendince bu ceşitli organlarında varlığını acıkca hissettiği sultani zikre bilincle iştirak etmelidir. Cunku zikir bilincli olarak cekilmedikce amaca ulaştırmaz. Bu sultani zikir yardımıyla yapı*** gizli zikir, tespihle yapı*** zikirden kat kat daha hızlıdır. Hem de cok faziletlidir. Cunku bu sırada kişinin vucudu tum hucreleri ile birlikte cok hızlı bir tempo ile Allah’ı zikretmektedir. Bunun icin cok şey yapmaya gerek yoktur. Dil damağa yapıştırıldıktan sonra tum vucudun Allah’ı zikrettiğini duşunmek, bu duşunce ile icinde oluşan uyuma, ritme kendini bırakmak yeterlidir.
Sultani zikre ulaşmamış kişiler de bu yolla, yani dilini damağına yapıştırarak zikrederlerse kısa zamanda buyuk kazanclar elde ederler. Ama bu onlara cok zor gelecektir. Bu yol ilk zamanlarda pek kullanışlı değildir. Onun icin boylelerine herhalukarda elde bir tespihi (kucuk de olabilir) duşurmeden zikretmek daha yararlıdır.
İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) peygamberimizin (s.a.s) risaletten once dili damağa yapıştırmak suretiyle gizli zikir yaptığını belirtmektedir. Nitekim peygamberimiz (s.a.s) Mekke’den Medine’ye hicret sırasında saklanmak amacıyla sığındıkları Sevr mağarasında Hz. Ebubekir’e (r.a) de bu zikri talim eylemişlerdir.
İnsan dışındaki butun canlı ve cansız varlıklar, yaratılışları istikametinde kendi dilleri ile zikir halindedirler. Mikro Âlemde maddenin en kucuk parcası atomun cekirdeği etrafındaki elektronlar sınırsız bir hızla donerek bu zikir halini gercekleştirirken; makro Âlemde dunya gerek kendi ekseni gerekse guneşin etrafında yaptığı donuşlerle ayrı ayrı zikirlerde bulunur. Guneş sisteminin belli bir yorungede Vega yıldızına doğru akışı da başka bir zikir halidir. Bitkiler ve hayvanlar da zikirden asla gafil değillerdir. Yalnız bu dunyada imtihana tabi tutulmakta olduğu icin insanların buyuk bir kısmı zikirden uzak bir hayat yaşamaktadır: “Yedi kat gok, dunya ve onların icinde olan herkes Allah’ı tespih eder. Hatta hicbir şey yoktur ki O’na hamd ile O’nu tespih etmesin. Lakin siz onların bu tespihlerini anlayamazsınız. Muhakkak O kullarına karşı Halîm ve Gafûr’dur ( İsr suresi, 44).”
Şiir sanatında sevdiğim bir kavram vardır: İmge. İmge hayalden farklı bir kelimedir. Hayal yaşadığınız şeyleri veya gelecekte yaşayacağınız şeyleri kafamızda canlandırmamızdır. İmge ise hayali tıpkı modern ressamlarda olduğu gibi değiştirmedir. Hayali gercek hayatın kanunlarının ve alışılmışın dışında, bambaşka bir kompozisyonla yeniden kurmadır. Picasso’nun resimlerinde başın yanında kolların bitivermesi gibi.
Sultani zikir buyuk bir devlettir. Boyle bir devlete eren sofinin bundan cok iyi yararlanması, bunu cok iyi değerlendirmesi gerekir. Ozellikle uyurken başını yastığa koyduğunda yukarıda soylediğimiz egzersizi daha da genişletebilir. Kendisini mezarda curumuş, tamamen toprak olmuş kabul ederek (boylece fenafillÂhın egzersizleri olan murakabe-i vahidiyyeti de yapmış olur) her zerresinin zikre gectiğini duşunur. Atomun cekirdeği etrafında elektronların sonsuz bir hızla zikrettiğini hayal eder. Mezarındaki toprakla birlikte butun dunya cansız maddeleriyle beraber zikirdedir. Onların her bir atomu tıpkı sofinin elindeki tespih gibidir. Cekirdekler, tespih daneleri hukmunde olan elektronlarını cevresinde sonsuz bir hızla dondurmektedirler. Hatta bu imgeye atomun yapısına benzeyen gezegenlerin ve yıldızların kozmik hareketlerini de katar. Boylece Allah’ın (c.c.) zatı huzurunda butun evrenin cansız varlıklarının koro halinde zikre koyulmuş olduğunu imgeler. Artık vucudu veya toprağı, maddenin en kucuk yapı taşından ta galaksilere kadar her şeyin zikir halinde olduğu bu Âleme intibak etmiş olur. O da evren korosuna kendince katılır. Bu muhteşem tabloya sofinin tamamen toprak olmuş bedeni de bir ritim ve uyumla renk verir.
Cansız varlıklarda rızık, gecim endişesi olmadığı icin onlar her daim zikirdedirler. Zikirden hic gafil kalmazlar. En kucuk yapı taşları, sozunu ettiğimiz tarzda yuce Allah’ı zikrederler. Cunku iradeleri tamamen Allah’a (c.c.) bağlıdır. Allah ise şanını en mukemmel şekilde zikrettirendir. Sonra sırasıyla bitkiler ve hayvanlar gelir. Bitkiler tevekkullerinden yerlerinden ayrılmazlar. Hayvanlara gore zikre daha bir tutkundurlar. Cunku iradeleri hayvanlara gore daha bir azdır, daha bir Allah’a bağlıdır. Hayvanlar zikirde insanlardan ondedirler. İnsan kadar bir iradeye malik olmadıkları icin yuce Allah onlara zikir nimetini daha cok tattırmaktadır. İnsanların bazılarına zikir hic nasip olmaz.
Şeytanlar hicbir zaman bizden uzak değillerdir. İleri manevi hallerde varlıkları da gorulebilir. Onlar duman halinde tum bedeni, organları sararlar. Letaiflerde nurların gorulmesinde olumsuz etkilerde bulunabilirler. Sultani zikirle birlikte yapacağımız daimi zikirler onların bellerini de kıracaktır.
Tasavvuf ve tarikat yolunun bazı temel esasları vardır. Bunlara uymadıkca zikir devleti pek ele gecmez. Gecse de zikirden lezzet alma nimeti pek bulunmaz. Bunlardan ikisine cok dikkat etmek gerekir: Birincisi nefsi her şeyden, herkesten kucuk gormedir. Bu sayede başkalarından gelen kotulukler hoşnutlukla karşı***ır. Nefse her kotuluk az bile gorulur. Bu da zikirde bu yoldan gelebilecek nefsani ve şeytani vesveselerin onunu tıkar. Zira başka zaman değil de tam ibadet sırasında nefis ve şeytanlar vesveseleri ile bu damarı cok kullanarak ibadetteki huzuru ve ihlÂsı zedelerler. İkincisi dunyayı kalpten cıkarmadır. Dunya herkese başka turlu hitap eder. Cunku herkes başka bir nimetine tutkundur. Ama para bu farklılıkları genellikle biraraya getirir, birarada toplar. Onun icin zekÂt ve sadaka vermeye azami derecede dikkat etmek gerekir. Bu yolun, yani Nakşibendiyye tarikatının başında bulunan Hz. Ebubekir’in (r.a.) gerektiğinde her şeyini İslam dini icin fedadan kacınmaması boşuna değildir. ZekÂt ve sadaka verme gonlun dunyaya duşkun olmasını onler. Gonlu Allah’a bağlar.
Bu iki noktaya dikkat eden kişide Allah’ın izni ile zikir cekme aşk haline gelebilir. Ozellikle gizli zikirde karşılaşı*** buyuk problem, yani bu zikri ceken kişinin gizli zikir sırasında bu zikri cekemediğini veya şeytanların ve nefsin mudahalesi ile başka şeyleri zikrettiğini sanması sorunu Allah’ın izni ile bu sayede cozume kavuşur. İnsanların coğu başkalarıyla kavgalarını ve dunyayı (parayı) Allah’la aralarına perde koydukları icin Allah’ı gonul huzuruyla zikredemezler. Allah’ı zikretmek isteseler bile bu boyle bir durumda onlara nasip olmaz.
‘Lafza-i Celal zikrinde’ kişi canlı veya toprak olmuş bedenini ve evrendeki cansız maddelerin atomlarını zikir halinde canlandırırken ‘Kelime-i tevhit zikrinde’ ise insanın kendi bedenini, tum evreni Allah’ın zatı karşısında yok etmesi amaclanır. Olum insan icin bunu sağlar, kıyamet de tum evrenin yok oluşunu gercekleştirecektir. İnsan olunce tum bedeni toprak olacaktır, kıyamet kopunca da tum evren yıkılacak, maddenin en kucuk parcası olan atomlar bile dağılıp aslı olan yokluğa donuşecektir. Baki kalan sadece yuce Allah’ın zatı olacaktır. İşte Kelime-i tevhit zikri cekilirken bu esasa cok dikkat etmek gerekir. Zikir sırasında Allah (c.c.) dışında her şeyi yok bilmek gerekir. Onların faniliklerini goz onune getirmek bu acıdan yararlıdır. Yine kendimizi mezarda curumuş, tamamen toprak olmuş gordukten sonra evrenin buyuk bir patlama ile yokluğa karıştığı imgesini gozumuzun onunde canlandırabiliriz. Bu hayalden sonra Allah’ın zatının ezeli ve ebedi olduğunu, baki kaldığını duşunmek gerekir. ‘Yeryuzunde olan her şey fanidir, ancak celal ve ikram sahibi olan Rabbinin zatı bakidir. (Rahman suresi, 26-27).’
Lafza-i Celalin hızlı cekilmesi gerektiğini belirtmiştik. Kelime-i tevhit zikrini de hızlı cekmek cok yararlıdır. Cunku bu şekilde cekmek kişiye buyuk bir coşku verir. Coşku da aşkı doğurur. Bir zikir aşkla cekildi mi kişiyi Allah’ın izni ile ileri makamlara ve hallere ulaştırır. Tespihi hızla cekme dolayısıyla ‘la-ilahe’ tespihin bir tanesine, ‘illallah’ diğerine denk duşebilir. Ama yine de bu iş kişiden kişiye değişebilir. Aslında tespih boyle bir anda sayıyı belirleyen bir alet değil, coşku sağlayan bir unsur olur. Elbette Nakşibendiyye tarikatında Kelime-i tevhit zikri kalple cekilmez. Kişinin kendi duyacağı bir ses ayarıyla zikredilir. Virtte doğal olarak sayıyı korumak hÂkim olduğu icin zikirde tespih taneleri o kadar hızlı cekilemez. Ama sayısız zikirde coşkuyu artırmak icin eldeki tespihi dediğimiz veya dilediğimiz tarzda kullanabiliriz. Zikrin o zaman tadına doyum olmaz.
İnsanın tek başına yalnız havas bilgileri ile (Allah’ın şu guzel ismini şu kadar cekersen şu faziletlere sahip olacaksın tarzında bilgiler…) zikre yonelmesi beraberinde buyuk itikadi yanlışlıklar ve sapmalar da getirebilecektir. Zikir ehil birisinin, murşid-i kÂmilin rehberliğinde cekilmedikce insana yarar kadar zarar da verebilir. Tabii bu sozunu ettiğimiz şey, Laza-i Celal (Allah), kelime-i tevhit gibi zikirleri cokca cekme ile ilgilidir. İnsan kararında oldukca, murşid-i kÂmilsiz, kendisi de yalnız başına zikir edinebilir. Bir takım haller yaşadığında bir murşid-i kÂmile danışabilir, başvurabilir. Esma-i Husna zikri de murşid-i kÂmile başvurmadan kişinin kendi isteğiyle cekilebilir. Ama yine de Esma-i Husnada da ihtiyatlı olmak lazımdır. En azından tasavvuf ve tarikat kulturunu hazmetmek gerekir. Tasavvuf ve tarikat kulturunun de temelini her an tovbe ve istiğfar halinde olma, nefisle mucadele etme, onu her daim kucuk gorme ve Allah rızasını amac olarak kabul etme oluşturur. Cunku şeytanlar hicbir fırsatı kacırmaz. Kılavuzsuz yola cıkanları ceşitli tehlikeler bekleyebilir. Orneğin yaptığı zikirle dualarının kabul edildiğini goren birisi istidraca duşebilir. Benliği guclenip kendisinde olmayan ceşitli buyuklukler gorebilir, kibire ve ucuba kapılabilir. Cunku zikrin neticesi birtakım haller yaşanmaya başlayacaktır. Bunların bazısı Rahmani bazısı da şeytanidir. Bunları insanın yalnız başına birbirinden ayırması imkÂnsızdır. Birbirlerine cok benzerler. Farkına varmadan şeytanın oyuncağı olabilir. Bunlar da insanı ebedi helake, pişmanlığa goturmeye yeter. Ayrıca vesveseye de duşebilir. Hele icinde bulunduğumuz cağda insanlar gerekli dini ve itikadi bilgilerden bile yoksunken onların ellerine verilecek boyle bir havas bilgisi Allah’ın (c.c.) guzel isimlerinin gereği ve amacı dışında zikredilmesine yol acacaktır. Onun icin zikir yoluna gireceklerin bir murşid-i kÂmilin himayesine girmesi en doğru yoldur. Nefis tezkiye olmadıkca zikir, ozellikle Esma-i Husna zikri ona yarardan ziyade zarar verecektir. Cunku boyle bir kişi Allah’ın guzel isimlerine hep nefis hesabıyla bakacaktır. Bu da onu manevi olarak zarara sokacaktır. HÂlbuki Esma-i Husna zikrini cekmenin temel amacı Allah’ı ovup yuceltme veya O’nun guzel ahlakıyla ahlaklanmadır. O’nun rızası dışında her şey nefis hesabınadır. Allah’ın rızası dışında kendisine bir hedef cizen ve bu konuda Esma-i Husnadan umut bekleyen kişi ise yoldan cıkmıştır. Nefis ve şeytanlar onu aldatmıştır. Allah (c.c.) bu durumlara duşmekten bizleri korusun. Âmin. Evet, şu ayet-i kerime bu kişilere hitap etmektedir: “En guzel isimler Allah’ındır. O halde O’na en guzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına carptırılacaklardır (Araf suresi, ayet 180).”
Rabıta ve zikrin feyziyle kısa zamanda kalp ve letaif noktaları acılarak ilahi (kırmızı, sarı, beyaz, yeşil, siyah, bunların karışımı değişik tonlardaki renkli) nurlar gorulebilir.
Biz ilk zamanlarımızda bu nurlara karşı cok meraklı idik. Tabii varlıklarını kitaplardan okurduk. Acaba gercekten gorebilecek miyiz, diye kendi kendimize soylenip dururduk. Bizden once bu yola girenlere, ileri derecede zikir cekenlere bu ilahi nurları gorup gormediklerini sorardık. Onlar nedense konuşmak istemezler, Nakşibendiyye yolunda her şey gizlidir, sırlar soylenmez, kabilinden cevaplar verirlerdi. Dedikleri doğruydu. Bir insanın durduk yerde hallerini etrafa anlatması edebe aykırıdır. Tasavvuf ve tarikat yolu ise baştan sona edeptir. Bir de o kişinin gurura, ucuba duşmesine neden olabilir. Bu da telafisi mumkun olmayan buyuk zararlar getirebilir. Ayrıca nazar tehlikesi de bunun cabasıdır. Allah her birimizi bu afatlardan korusun. Âmin. Kuran-ı Kerim’de yuce Allah, pek cok yerde ‘boburlenenleri’ ve ‘ovunenleri’ sevmediğini beyan buyurmuşlardır (Hadid suresi 23, Lokman suresi 18, Nisa suresi 36, Kasas suresi 76, vb.). Tasavvuf ve tarikat yolu nefsi ezmek ve hic etmek sanatıdır. Kişi bu yolda kendisinde cok az da olsa bir varlık gorduğu zaman anında manevi ilerlemesi durur, ceşitli sıkıntılar yaşamaya başlayabilir. Bu buyuk tehlikelere karşın Allah’a sığınarak ve sadatlardan manevi himmet dileyerek insanların bu konulardaki meraklarını gidermek, onlara tavsiyelerimizin daha etkili olması icin, ayrıca onları rabıta ve zikre teşvik etmek gayesiyle yaşadığımız tecrubelerden birazcık da olsa kısaca bahsetmek istiyoruz:
Gercekten sultani zikirde tum vucudun veya bazı organların hucreleri titreşimdeki cep telefonu misali akıl almaz bir hızla zikretmektedir.
Gercekten kalp ve letaifler acıldığında bu noktalardan, daha doğrusu goğusten, ibadetler sırasında (namaz ve zikir gibi) cok buyuk hazlar alındığı gibi gozler kapalı olduğunda değişik renklerdeki nurlar da gorulmektedir.
Gercekten değişik renkteki nurlar goruldukten epey bir zaman sonra saydam bir nur halesi, daha doğrusu nur kalesi insanı kuşatmaktadır. Bu insanı şeytanlara karşı korumaktadır.
Boyle nimetleri kullarına bahşeden Rabbimize kelimeleri adedince şukurler, hamd u senalar olsun.
Sofiler rabıta ve zikirlerine dikkat ederlerse kısa zamanda bu soylediğimiz halleri yaşayacaklardır. Tabii tasavvuf ve tarikat yolunda bu halleri yaşamak onemli değildir. Bu konuda vesveselere duşmemek de gerekiyor. Cunku insan bunlarla da imtihan edilebilir. İnsan bir omurde bu halleri yaşamasa bile Allah’ın (c.c.) rızasına erebilir. Onemli olan da budur. Bu tur halleri yaşayan kişilerin de Allah’ın rızasına erdiğini duşunmek doğru değildir. Son nefeste imansız gitme tehlikesi peygamberler dışında herkes icin gecerlidir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) de dediği gibi Allah (c.c.) ahrette bizleri yaşadığımız manevi hallerden sorguya cekmeyecektir. Onemli olan Allah’ın emir ve yasaklarını (şeriatı) yerine getirip Allah’ın rızasına ermedir. Rabıta ve zikirde amac, Allah rızasıdır. Hal elde etmek değildir. Boyle bir isteğin kalpte olması bile bir fitnedir. İmtihan konusudur. Allah’ın rızası ile araya giren aşılmaz bir perdedir. Allah hepimizi bu tur afatlardan korusun. Âmin.
Ozellikle rabıta sırasında insan nefsini cok ezmeli, kendini toprak misali yok bilip sadatlardan gelecek feyze ve nura talip olmalıdır. Aslında bu butun ibadetlerde, hatta yaşamın her anında boyle olmalıdır. Onları rabıtada gormek istemek gibi bir duygu her şeyden once bir edepsizliktir. Boylelerinin rabıtanın nuru ve feyzinden de bir nasipleri olmaz.
Allah fazl u ikramıyla bizlere son nefese kadar zikrini ve murşid-i kÂmile yapı*** rabıtayı sevdirsin ve bizlere her daim rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
__________________
Lafza-i Celal (Allah) Zikri, Gizli Zikir, Kalp Zikri
Dini Bilgiler0 Mesaj
●22 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Lafza-i Celal (Allah) Zikri, Gizli Zikir, Kalp Zikri