Adem -aleyhisselĂ‚m-’dan beri butun peygamberler, neslin selĂ‚meti icin nikĂ‚h husûsunda buyuk bir ciddiyet gostermişlerdir. Cunku neslin muhĂ‚fazası, Ă‚ile muessesesinin sağlamlığı ile mumkundur. Âile muessesesi icinde terbiye edilmeyen, nikĂ‚hın dışında oluşan nesiller; hayatın Ă‚hengini bozar, ic*timĂ‚î nizĂ‚mı temelinden sarsar ve anarşiye sebep olur. NikĂ‚hın saĂ‚detini, fuhşun murdarlığına değişmek kadar ahmaklık ve cehĂ‚let olamaz!..
Âileyi oluşturan hayat arkadaşlarının mesud gunleri, ince ve derin hĂ‚tıralar, samimî neşeler, refah, huzur ve evlĂ‚d sevgisi, ancak nikĂ‚h golgesinde ve iyi hazmedilmiş İslĂ‚mî prensiplerin sağladığı olgunluk sĂ‚yesinde gercekleşebilir.
Gercek saĂ‚det, erkek ve kadının aralarındaki butun munĂ‚sebetleri ilĂ‚hî emirlere muvĂ‚fık bir uslupla gercekleştirmeleri neticesinde husûle gelir. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak, onları hem rûhen hem de bedenen birbirlerine muhtac bir sûrette yaratmıştır. Erkek ve hanım, ikisi birbirini ikmĂ‚l eder. İnsanların erkek ve kadın olarak birbirini tamamlayan iki cins şeklinde yaratılması, hayatın dengesini ve saĂ‚detini sağlayan onemli bir unsurdur. Bu denge buyuk savaşlar gibi sebeplerle bozulduğunda, aradan ceyrek asır bile gecmeden ilĂ‚hî bir tanzimle tekrar duzelmektedir.
Ciftlerin meşrû birliktelikleri ile toplumun temel taşları olan Ă‚ileler meydana gelmektedir. Âile, toplumun duzeninin kemĂ‚le ermesi ve hĂ‚nelerin saĂ‚det ve mutluluk ile dolabilmesi icin temel ve vazgecilmez bir muessesedir.
Âile tesis edilirken, erkek ve kadın birbirine kesin olarak soz verir; sevgi, samimiyet ve guven esasına dayalı bir birlik kurarlar. Boylece ilĂ‚hî kudret akışlarının bir tecellîsi olarak, birbirine yabancı iki kişi artık birbirine en yakın iki insan oluverir. Ustelik kurdukları yuva da kendilerine, ayrıldıkları baba evinden daha sıcak hĂ‚le gelir. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, zevc ve zevcenin birbiri icin ilĂ‚hî bir lutuf olduğunu şoyle beyĂ‚n buyurur:
“Onun (varlığının ve birliğinin) delillerinden biri de kendilerine meyledip ulfet edesiniz diye kendi cinsinizden size eşler yaratması ve aranızda bir muhabbet ve şefkat kılmasıdır. Şuphesiz ki bunda tefekkur eden bir topluluk icin nice deliller vardır.” (er-Rûm, 21)
Âilede saĂ‚det, eşler arasında karşılıklı bir anlayış ve olgunluğun meyvesi olup hassĂ‚siyetle korunmalıdır. İki taraf aslĂ‚ lĂ‚ubĂ‚lî olmadan, samimiyet icinde yaşamalıdır. Âile hayĂ‚tı icinde vakar ve kibir, tevĂ‚zu ve zillet, samimiyet ve lĂ‚ubĂ‚lîlik arasındaki hassas sınırlara Ă‚zamî derecede dikkat edilmelidir. Ayrıca bu dunyada en fazla nazara gelen şeyin “saĂ‚det” olduğu da unutulmamalıdır. Bu bakımdan Ă‚ilece goruşmelerde hududlara dikkat etmek ve gayr-i mesud insanlardan -onları da incitmeden- uzak durmaya calışmak gereklidir.
Ev, sĂ‚dece barınmaya mahsus bir dort duvardan ibĂ‚ret değildir. Orada yaşanılan hĂ‚llerin mahremiyetine dikkat etmek ve Ă‚ilevî meseleleri umûma ifşĂ‚ etmemek, saĂ‚det ve huzurun devĂ‚mının temel şartlarından biridir.
İslĂ‚m, kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚sıyla doğru anlaşılıp iyi hazmedildiği takdirde Ă‚ile bir “cennet” hĂ‚line gelir. Bundan dolayıdır ki: “Erkeğin cenneti evidir.” buyrulmuş*tur.
***
İnsanın yaratılış gĂ‚yesi, HĂ‚lık’ını bilmek ve tanımaktan ibĂ‚rettir. Bu tanıyışın zihnî merhaleleri aşarak kalbî bir mĂ‚hiyet kazanması, gercek aşk, yĂ‚ni “muhabbetullĂ‚h”tır. MuhabbetullĂ‚h, kalbin en seviyeli faĂ‚liyetidir. Bundan dolayıdır ki, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de “…ÂgĂ‚h olunuz ki kalbler ancak AllĂ‚h’ın zikri ile mutmain olur.” (er-Ra‘d, 28) hukmu yer almıştır. LĂ‚kin kalbin muhabbetullĂ‚ha musĂ‚id bir kıvĂ‚ma ulaşması, ancak belli bĂ‚zı merhaleleri aşması ile mumkundur.
İslĂ‚m’a gore Ă‚ile ve evlĂ‚d muhabbetleri, kalbin ilĂ‚hî muhabbete medĂ‚r olacak bir vasıf kazanabilmesi icin lĂ‚zım gelen ibtidĂ‚î safhalardandır. Mecnûn’un “LeylĂ‚ LeylĂ‚ derken MevlĂ‚’yı buldum.” sozu, bu hikmetin bir başka ifĂ‚desidir.
Mecnûn’un kahramanlığı, sırf bu dunyĂ‚ planında takılı kalmayıp, “aşk-ı mecĂ‚zî”den “aşk-ı hakîkî”ye, yĂ‚ni fĂ‚nî ve beşerî aşktan ilĂ‚hî aşka intikal edebilmesiydi. Onun bidĂ‚yette hayatını adayacak kadar sevdiği LeylĂ‚, nihĂ‚yette ilĂ‚hî muhabbete bir basamak teşkil etti. Mecnûn, aradığı hakîkati ilĂ‚hî muhabbet Ă‚leminde bulunca, hayatındaki LeylĂ‚’nın rolu sona erdi.
Bu bakımdan LeylĂ‚lar ile başlayan muhabbet mĂ‚cerĂ‚sı MevlĂ‚’da sukûn bulursa, muhabbet gercek gĂ‚yesine ulaşmış olur. Bizler de Mecnûn gibi fĂ‚nî muhabbetleri ilĂ‚hî muhabbete basamak yapıp, neyi aradığımızın farkına vardıktan sonra, yĂ‚ni hakîkî ve ilĂ‚hî muhabbetin hazzını tattığımız gun, kalbimizden şu sevinc feryĂ‚dı kopacak:
“Rabbim! Seni uzaklarda ararken kalbimde buldum!..”
Anlaşılacağı uzere kalbin ilĂ‚hî muhabbet tecellîlerine mazhar olmasında beşerî muhabbet temrinleriyle seviye kat etmesinin muhim bir rolu vardır. İşte bu istikĂ‚mette atılacak en buyuk adımlardan biri de nikĂ‚h golgesinde kemĂ‚le eren, meşrû bir muhabbettir. ZîrĂ‚ karşı cinse olan muhabbet, fıtrîdir. Nitekim HavvĂ‚ vĂ‚lidemiz,
Hazret-i Âdem’in kaburga kemiğinden halkolunmuş ve bu vesîle ile aralarında kalbî bir akım hĂ‚sıl olmuştur.
Eşler arasındaki yakınlık, meşrû bir şekilde icrĂ‚ edildiğinde ve Rabbin de takdîr ve murĂ‚d etmesi hĂ‚linde, bu yakınlığın en buyuk meyvesi evlĂ‚d sĂ‚hibi olmaktır. Kalbin ilĂ‚hî muhabbet yolundaki diğer bir beşerî temrini de “evlĂ‚d” iledir. Bir anne-babanın evlĂ‚dına olan duşkunluğu, kendi anne-babasına olan duşkunluğu ile kıyaslanamayacak kadar buyuktur. ZîrĂ‚ Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- ile Hazret-i HavvĂ‚ vĂ‚lidemizin ana-babası olmadığından, muhabbetteki akış, yukarıdan aşağıya, yĂ‚ni ana-babadan evlĂ‚d ve torunlara doğrudur. Cocukların cok sevilmesinin bir hikmeti de budur. Bu şiddetli sevgi, sırf dunyevî, yĂ‚ni nefsĂ‚nî olarak devam ederse, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de mal ve evlĂ‚d gibi nîmetler hakkında buyrulan “fitne” vasfını alır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Biliniz ki, mallarınız ve evlĂ‚dlarınız, birer fitnedir (imtihan konusudur). Buyuk mukĂ‚fĂ‚t ise, (Ă‚hirette) AllĂ‚h nezdindedir.” (el-EnfĂ‚l, 28)
ZîrĂ‚ gĂ‚filĂ‚ne yetiştirilen evlĂ‚dlar, Ă‚ile icin ağır bir vebĂ‚ldir. Şuphesiz ki israf haramdır. İsrafın en kotusu ise insan israfıdır. Bu yuzden evlĂ‚dlarımızı mĂ‚nevî duygularla mucehhez olarak yetiştirme husûsunda Ă‚zamî hassĂ‚siyet gostermek, en buyuk kulluk vazîfelerimizdendir.
Mal ve evlĂ‚da karşı tavırlarımız, rızĂ‚-yı ilĂ‚hî istikĂ‚metinde olup îman lezzetine vesîle olursa o zaman bir “zînet” hĂ‚line gelir. Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de buyrulur:
“Mal-mulk, coluk cocuk… Butun bunlar dunya hayatının zînetleridir. BĂ‚kî kalacak yararlı işler ise Rabbinin katında, hem mukĂ‚fĂ‚t yonunden, hem de umit bağlamak bakımından daha hayırlıdır.” (el-Kehf, 46)
Mal ve evlĂ‚dın bir Ă‚yet-i kerîmede “fitne”, diğerinde “zînet” vasfıyla anılması, cĂ‚lib-i dikkattir. Bunların fitne olması; kalbe koklu bir şekilde yerleşip kulu Rabbinden gĂ‚fil bırakması tehlikesine binĂ‚endir. Zînet olması ise, rızĂ‚-yı ilĂ‚hîye gore istikĂ‚metlendirildiği takdirde kalbdeki îmĂ‚nı seviyelendiren ve bir sadaka-yı cĂ‚riye olarak kulun oldukten sonra da ecrinin devĂ‚mına vesîle olan en onemli iki vĂ‚sıta olmalarından dolayıdır.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, cennetteki sĂ‚lih kulunun derecesini yukseltir de, hayrete duşen kul:
«–YĂ‚ Rabbî, bu terfî bana hangi sebeple verildi?» diye sorar.
AllÂh TeÂl da:
«–Cocuğunun sana yaptığı istiğfĂ‚r ve duĂ‚ sebebiyle…» buyurur.” (Ahmed bin Hanbel, II, 509; İbn-i MĂ‚ce, Edeb, 1)
Diğer bir hadîs-i şerîfte de şoyle buyrulur:
“İnsan olunce, butun amellerinin sevĂ‚bı kesilir. Ancak şu uc şey mustesnĂ‚:
Sadaka-yı cĂ‚riye, kendisinden istifĂ‚de edilen ilim, ardından duĂ‚ eden sĂ‚lih bir evlĂ‚d…” (Muslim, Vasiyet, 14; Tirmizî, AhkĂ‚m, 36)
Anne-babanın en muhim vazifesi, İslĂ‚m fıtratı ile teslim edilen yavruyu hayırla donatmak ve onu hayırlı bir evlĂ‚d olarak yetiştirmektir. Hayırlı evlĂ‚da sĂ‚hip olmak, dunyĂ‚da da Ă‚hirette de huzur ve saĂ‚det vesîlesidir. Bu tĂ‚lim ve terbiyenin verilebileceği en hayırlı iklim de Ă‚ile ortamıdır.
Cocuk, hakka ve hayra yonelmenin îcaplarını ilk olarak Ă‚ile muessesesinde oğrenir. Sonra buna toplumdaki diğer tesirler eklenir. LĂ‚kin Ă‚ileden aldığı tesir temeldir. Bu yuzden anne-babanın, evlĂ‚dını guzel bir şekilde yetiştirmesi, yĂ‚ni hayır-hasenĂ‚t ile donatması, kendileri icin bir Ă‚hiret mesûliyetidir. Bu, aynı zamanda evlĂ‚dın ana-babası uzerindeki en muhim hakkıdır. Bu bakımdan ebeveynin, cocuklarının terbiyesinde buyuk bir titizlik, îtinĂ‚ ve hassĂ‚siyet gostermeleri îcĂ‚b eder. Cocuk yetiştirme konusunda anne ve babanın bilhassa dikkat etmesi gereken başlıca hususlar şunlardır:
a. Cocuğa rûhĂ‚niyet telkîn edecek guzel bir isim konulmalıdır.
b. Feyizli bir ortamda inkişĂ‚f etmeleri icin, yedirilen lokmaların helĂ‚lliğine dikkat edilmelidir.
c. Cocuklarda taklid meyli hĂ‚kim olduğu icin onlara ornek olacak bir davranış guzelliği sergilenmelidir. ZîrĂ‚ munĂ‚kaşalı ve kavgalı ortamlardan in’ikĂ‚s alan cocuk huysuzlaşıp hırcınlaşır.
d. Cocukların davranışları dĂ‚imĂ‚ kontrol edilip goz onunde yapamadıkları kabahatleri gizli ve tenhĂ‚ yerlerde işlemelerine meydan verilmemelidir. ZîrĂ‚ bu durumda karakterleri zaafa uğrar, cift şahsiyetli olurlar. Bu hĂ‚lin ilk tezĂ‚hurleri de yalan ve riyĂ‚dır.
e. Cocukların guzel işleri takdir edilip mukĂ‚fatlandırılmalı, hatĂ‚ları ise gormezden gelinmemelidir. Cunku musbet davranışlar mukĂ‚fĂ‚t ile pekiştirilerek cocuğun şahsiyetinde kalıcı bir yer edinir. Buna mukĂ‚bil, vaktinde îkaz edilmeyen kusurlar da tekrarlana tekrarlana şahsiyetin bir parcası hĂ‚line gelir. Bu yuzden bilhassa kız cocuklarının kucuk yaşlardaki kıyĂ‚fet yanlışlıkları musĂ‚maha ile karşılanmamalıdır. ZîrĂ‚ insanın alıştığı şeyler, zamanla geri donulemeyen tiryĂ‚kilikler hĂ‚line gelebilir.
f. Sık sık cezĂ‚ vererek cocuk arsız hĂ‚le de getirilmemelidir.
g. Emir, yasak ve kĂ‚ideler telkin edilirken onların kavrayabileceği bir şekilde gerekceleri de îzĂ‚h edilerek iknĂ‚ edilmelidir.
h. ÂdĂ‚b-ı muĂ‚şeret ve ahlĂ‚k kĂ‚ideleri oğretilmeli, bilhassa varlıklı Ă‚ileler, cocuklarının, akranlarına kaba ve kibirli davranmalarına mĂ‚nî olmalıdırlar. ZîrĂ‚ bunlar zamanla huy hĂ‚line gelir. Onlara, tevĂ‚zû telkin edilmeli, anlayacakları bir dil ile Kasas Sûresi’ndeki “KĂ‚rûn” kıssası anlatılmalıdır.
ı. Cocukların meşrû sınırlar dĂ‚hilinde cocukluklarını yaşamalarına imkĂ‚n tanınmalıdır. Fakat ne fazla serbest bırakılmalı, ne de haddinden fazla baskı yapılmalıdır. ZîrĂ‚ fazla rahatlık, nefsĂ‚niyeti azdırır, tembelliğe sebep olur; fazla baskı da cocuğun ezik ve silik bir karakter sĂ‚hibi olmasına sebebiyet verir. Bu yuzden olculu bir uslûb ile vakitlerini fazîletli birer insan olmalarına vesîle olacak davranışlarla doldurmaya gayret edilmelidir.
i. Kendilerine CenĂ‚b-ı Hakk’ın nîmetleri hatırlatılıp hamd ve şukre alıştırılmalıdır. Peygamber Efendimiz’in hayatından misĂ‚ller verilerek, ic Ă‚lemlerinin rûhĂ‚niyet iklîminde yoğrulmasına gayret edilmelidir.
j. Daha kucuk yaşlarında iken ibĂ‚det ve hizmete alıştırılmalı, ibĂ‚det mes’ûliyeti ve hizmetin ehemmiyeti telkin edilmelidir.
Asil bir nesil yetiştirmek, insanlık muktezĂ‚sı olan ulvî bir duygudur. EvlĂ‚dların yetiştirilmesi husûsunda cekilen mihnet ve meşakkatler, gunahların affına vesîle olur. Cocukların iyi terbiye edilmesi husûsunda AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Hicbir baba cocuğuna guzel ahlĂ‚ktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33)
Bu bakımdan cocuklarımızı bir ibĂ‚det vecdiyle yetiştirmeliyiz. Onların rûhĂ‚nî hayatları husûsunda hicbir gayret ve himmeti esirgememeliyiz.
CenĂ‚b-ı Hak Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de:
“Âilene namaz kılmayı emret, kendin de namaza dort elle sarıl!..” (TĂ‚hĂ‚, 132) buyurmaktadır. Âyet-i kerîme muktezĂ‚sınca cocuklarımıza ibĂ‚det etmenin şuurunu kazandırmalı ve onları ibĂ‚dete alıştırmalıyız.
Yine cocuklarımızı havĂ‚îlikten, haşarılıktan, luzumsuz gezintilerden, eve gec gelmelerden, kotu arkadaşlardan, velhĂ‚sıl mĂ‚nevî dunyĂ‚larını zaafa uğratacak her turlu menfîlikten korumalıyız.
Yavrularımız arasında adĂ‚lete riĂ‚yet edip hasedleşmelerine meydan vermemeliyiz. Vakitleri geldiğinde -imkĂ‚nlar musĂ‚id olduğu takdirde- onları evlendirmeliyiz. Damat veya gelin alırken de mal, mulk, mevkî gibi fĂ‚nî, dunyevî ve izĂ‚fî kıymetlerden ziyĂ‚de; îmĂ‚n, guzel ahlĂ‚k ve rûhĂ‚nî hayĂ‚tı gozetmeliyiz. ZîrĂ‚ îmĂ‚nî ve ahlĂ‚kî duyguları itibĂ‚riyle birleşmeyen eşlerin sonu, ya hazin ayrılıklar veya mezara kadar suren ıztıraplar olur.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Kendinizi ve Ă‚ilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrîm, 6)
AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bu
Ă‚yet-i kerîmedeki ilĂ‚hî emri şoyle tefsîr buyurmuşlardır:
“Onlara, AllĂ‚h’a kul olmayı, tĂ‚at ve itaati emreder; yine onları AllĂ‚h’a isyan etmekten ve gunahlardan nehyederseniz, işte bu, onları korumak demektir.” (Âlûsî, Tefsîr, XXVIII, 156)
CenĂ‚b-ı Hak bizlere, “gozumuzun nûru olacak” bir zurriyete nĂ‚il olabilmemiz icin de şoyle duĂ‚ tĂ‚liminde bulunmaktadır:
“Rabbimiz! Bize gozumuzu aydınlatacak eşler ve zurriyetler bağışla ve bizi takvĂ‚ sĂ‚hiplerine onder kıl!” (el-FurkĂ‚n, 74)
***
Diğer taraftan, CenĂ‚b-ı Hakk’ın kendilerine evlĂ‚d takdir etmediği Ă‚ileler de rızĂ‚ hĂ‚linde yaşamalı ve:
“...Ho*şu*nu*za git*me*yen bir şey co*ğu ke*re si*zin icin ha*yır*lı ola*bi*lir. Yi*ne sev*di*ği*niz bir şey de coğu ke*re hak*kı*nız*da şer ola*bi*lir. Al*lĂ‚h bi*lir, siz bilemezsiniz.” (el-Ba*ka*ra, 216) Ă‚yet-i kerîmesindeki hikmeti tefekkur etmelidirler.
Yine bu durumda olanlar, imkĂ‚nları nisbetinde, kimsesiz, fakir ve bilhassa oksuz ve yetim cocukların elinden tutarak hem kendilerine bir tesellî yolu aramalı, hem de onları cemiyetin istismĂ‚r ettiği mazlumlar durumuna duşmekten kurtarmaya calışmalıdırlar. AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in şu hadîs-i şerîfini de dustûr edinmelidirler:
“Kendi yetimini veya başkasına Ă‚it bir yetimi himĂ‚ye eden kimseyle ben, cennette şoyle yanyana bulunacağız.”
Hadîsi rivĂ‚yet eden MĂ‚lik bin Enes -radıyallĂ‚hu anh-, Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi işĂ‚ret parmağıyla orta parmağını gosterdi. (Muslim, Zuhd, 42)
Bu ictimĂ‚î ibĂ‚det, butun mu’minlere şĂ‚mil bir vazîfedir. ZîrĂ‚ mu’min, kendi cocukları gibi başkalarının cocuklarını da duşunen, diğergĂ‚m bir gonul ufkuna sĂ‚hip insandır. RûhĂ‚nî bir Ă‚ile iklîminde yetiştirilen sĂ‚lih evlĂ‚dların, anne-baba icin sadakayı cĂ‚riye olacağı mutlaktır. Yetimleri himĂ‚ye edenlerin de AllĂ‚h Rasûlu’nun teveccuhunu kazanacağı muhakkaktır.
Nitekim RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ashĂ‚bına sık sık; “Bugun bir yetim başı okşadınız mı?” diye sorarlardı.
***
Son gunlerde, ayakkabı boyacısı kucuk cocuklarla yapılmış olan bir ankette, 9 yaşındaki ucuncu sınıf oğrencisi A. G.’nin lisĂ‚n-ı hĂ‚l ile haykırdığı; “acıyın bize” feryĂ‚dı, her duygulu mu’mini, boyle ictimĂ‚î mes’ûliyetler husûsunda bir vicdan muhĂ‚sebesine sevk edecek turdendir.
Her kelimesi cocukluğun sĂ‚fiyetini ve mĂ‚sumluğunu sergileyen sozlerinde diyor ki boyacı cocuk:
“Ben cennete gitmek istiyorum. Orada kuşlar, kelebekler, mis gibi kokan guzel renkli cicekler var. Orada elma, portakal, muz, kivi, her turlu meyveden yemek istiyorum.
Benim bisikletimin olmasını istiyorum, guzel masallar okumak istiyorum ve boyacılık işini artık hic yapmak istemiyorum. Oturup dinlenmek, orada guzelce yatıp uyumak istiyorum.
Kitaplar okumak istiyorum. Okulumu bitirirsem doktor olmak istiyorum. Hastaları iyi yapmak istiyorum.
Dışarda kar yağıyor, uşuyorum!..”
Toplumdaki bu sessiz feryatlar, merhametsizliğin ve sefĂ‚letin anaforunda hayat mucĂ‚delesiyle karşı karşıya bırakılıp yalnızlığa terk edilen mĂ‚sum yavruların ıztırĂ‚bını ve bizim onlara karşı mes’ûliyetimizi ne kadar acı bir sûrette ifĂ‚de etmektedir!..
Bizler, onların maddî ihtiyaclarını karşılama mecbûriyetiyle berĂ‚ber, onların dînî ve ahlĂ‚kî terbiyelerinden de Hak katında mes’ûl durumdayız. Toplumumuz, boyle garip ve mahrumların rûhî aclığını da giderip onların gonul ıztıraplarını tesellî edecek, onlara cennetin yolunu gosterecek gonul insanlarına ne kadar muhtac!
Unutmayalım ki, cemiyetten yukselen “acıyın bize” feryatlarını duymayanlar, hayatın şaşkın yolcularıdır. Merhamet ve hizmet aşkını butun fĂ‚nî sevdĂ‚ların uzerine yukseltemez isek, kendimize yazık etmiş oluruz.
İnsanların nefsĂ‚nî arzularını putlaştırdığı, cemiyet yaralarının vurdumduymazlıkla geciştirildiği bir zamanda, şahsî menfaat ve endişelerini aşarak, kendisini toplumun ıztırĂ‚bından mes’ûl hisseden, yetimleri, mazlumları ve kimsesiz mĂ‚sumları kendi yavrusu gibi bağrına basabilen mu’minlere ne mutlu!
Rabbimiz bizlere takvĂ‚ uzere bir Ă‚ile hayatı, cevremize merhamet ve şefkat dolu bir gonul nasîb eylesin!
__________________
Neslin Korunması-1
Dini Bilgiler0 Mesaj
●18 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Neslin Korunması-1