AllĂ‚h’ın bir ibĂ‚dethĂ‚ne olarak yarattığı bu cihanda, mĂ‚nevî husûsiyetlerini, kulluk tezĂ‚hurlerini, insanlık şeref ve kıymetlerini kaybeden ulkelerin, cihan haritasından nasıl silindiklerini Ă‚leme ibret olmak uzere beyĂ‚n eden Kur’Ă‚n-ı Kerîm, insanlara irşĂ‚d ışıkları tutarak ebedî saĂ‚det yollarını aydınlatmaktadır.

İnsanın eşref-i mahlûkat olmasından dolayı, onun hakkında diğer varlıklardan farklı olarak, izzet, şeref, haysiyet, hayĂ‚ ve vakĂ‚rını koruyup takviye edecek ilĂ‚hî emirler vĂ‚rid olmuştur. Bunlardan biri de “tesettur”dur. Tesettur, mahlûkat arasında yalnız insana mahsus bir keyfiyettir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi ortecek giysi ve suslenecek elbise bahşettik. TakvĂ‚ elbisesi ise daha hayırlıdır...”(el-A’rĂ‚f, 26)

İnsanoğlu, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’nın lutfettiği insanlık vakar, hayĂ‚ ve ciddiyetini koruyabilmek icin ortunmeye mecburdur. Aksi hĂ‚lde bu insĂ‚nî vasıflar zĂ‚yî edilmiş olur. İnsan, kendisinin dûnundaki mahlûkların seviyesine duşer.

Toplumda hayĂ‚nın kaybolması, fuhuş ve ahlĂ‚ksızlığın yayılıp alenen işlenir hĂ‚le gelmesi de kıyĂ‚met alĂ‚metlerinin belli başlılarındandır. Hadîs-i şerîfte:

“HayĂ‚ îmandandır!”(BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 3) buyrulur. Hazret-i Âdem ile

Hazret-i HavvĂ‚, cennette başka insanlar olmadığı hĂ‚lde birbirlerinden ve diğer mahlûkattan hayĂ‚ ettiler. TelĂ‚ş icinde orada bulunan yapraklarla ortunmeye calıştılar. Bu da gosteriyor ki, maddî olan ortunme ve onun mĂ‚nevî bağlantısı olan edeb ve hayĂ‚, insanoğlunun fıtratında bulunan en mumtaz vasıflarındandır ve takvĂ‚ alĂ‚metidir.

MevlÂn Hazretleri der ki:

“«–ÎmĂ‚n nedir?» diye aklıma sordum. Akıl, kalbimin kulağına eğilip şoyle fısıldadı: «–ÎmĂ‚n, edepten ibĂ‚rettir.»”

İslĂ‚m, insanlık haysiyetine uygun giyinmeye dĂ‚ir bĂ‚zı kĂ‚ideler getirmiştir. Bunlardan biri, kıyĂ‚fetin vucud hatlarını ortaya cıkaracak derecede dar veya şeffaf olmamasıdır. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âişe’nin kardeşi EsmĂ‚’nın ince bir elbise giydiğini gorunce, başını cevirmiş ve şoyle buyurmuştur:

“–Ey EsmĂ‚! Bulûğa erdikten sonra kadınların, -yuzune ve eline işĂ‚ret ederek- şu ve şundan başka bir yerinin gorulmesi doğru olmaz.” (Ebû DĂ‚vûd, LibĂ‚s, 31)

Diğer taraftan, kadının kadınlık, erkeğin erkeklik haysiyetini koruması da zarûrîdir. Bu hususta da Peygamber Efendimiz şoyle buyurmuştur:

“Kadın gibi giyinen erkekler, erkek gibi giyinen kadınlar, AllĂ‚h’ın rahmetinden uzak kalacaklardır.” (Ebû DĂ‚vud, LibĂ‚s, 28)

İslĂ‚m, kadına cok kıymetli bir mevkî bahşetmiştir. Kadınlar da gercek saĂ‚deti Kur’Ă‚n ve Sunnet’in huzurlu iklîminde aramalıdırlar. Maalesef gunumuzde kadınlar ceşitli vaatler ve yaldızlı sozlerle, mutluluğu sokaklarda aramaya itilmektedir. HĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hak, kadını duygu bakımından erkeğe gore daha zengin yaratmıştır. Bu duygu ve his zenginliği, Ă‚ile icinde kadının temel ve fıtrî vazîfesi olan neslin muhĂ‚fazası ve terbiyesinde buyuk bir fayda ve avantaj sağlarken, cemiyet ve iş hayatının kadın fıtratına uymayan zor şartlarında bir dezavantaja donuşup onu yıpratan bir tesir icrĂ‚ edebilmektedir. Bu yuzden kadın, kendisi hakkındaki ilĂ‚hî tanzimin dışına itilirse, onun fıtratına ihĂ‚net edilmiş olur.

Akıllı ve dirĂ‚yetli bir erkek, evine adım atarken aklını, bir ticĂ‚rethĂ‚neye girerken de hissiyĂ‚tını kapı eşiğinde bırakmasını bilir. Kadın ise fıtratına gĂ‚lip olan hissîliği gerektiğinde terk edebilme dirĂ‚yetini kolay kolay gosteremez. Bu hakîkat, cemiyette kadının istismĂ‚rına yol acan başlıca sebeplerden biridir.

CenĂ‚b-ı Hak, kadın ve erkek arasında birbirlerini tamamlayan cok guzel bir vazife taksimi yapmış, her ikisine de ayrı istîdatlar vermiştir. Kadın ve erkek, ancak, mĂ‚nen ve maddeten birbirini tamamladığı zaman yaratılış gĂ‚yesine uygun bir olgunluk meydana gelir; Ă‚ile ve buna bağlı olarak da toplum huzurlu olur.

Ne yazık ki cağımızda kadın ve erkek arasında başlatılan sun’î eşitlik yarışı, kadınların hanımlık ve annelik vazifelerini zedelemiş, Ă‚ilenin huzuru kaybolmuş, toplum hayatı sarsılmış ve cemiyet, Ă‚ile fĂ‚cialarına sahne olmuştur. HĂ‚lbuki kadın ve erkeğin fizikî ve rûhî yaratılışları eşit değildir ki, fiilî veya hukûkî eşitlik îcĂ‚b etsin. Muhim olan, her alanda bir eşitlik değil, haklar ve mukellefiyetler arasındaki adĂ‚let ve dengedir.

AllĂ‚h’ın erkek ve kadına verdiği fıtrî husûsiyetlere zıt bir şekilde denge bozulduğunda Ă‚ile ici catışmalar ve huzursuzluklar, tatmin olmayan insanları, huzur ve saĂ‚deti başka yerlerde aramaya sevk etmekte, sonunda arş-ı Ă‚lĂ‚yı titreten boşanmalarla toplumun en mukaddes yapı taşı olan Ă‚ileler yıkılmaktadır. Boylece, ev icinde Ă‚ile sıcaklığı bulamayan, ornek alacağı ana-babasından kotu muĂ‚meleye mĂ‚ruz kalan cocuklar da, sokakların insafına terk edilmiş olmaktadır. Evden kacarak sokak cocukları arasına katılan cocuklar, kısa zamanda sigara, alkol, tiner, narkotik, fuhuş ve ceşitli suc orgutlerinin ağına duşerek ictimĂ‚î bir fĂ‚ciĂ‚ya zemin hazırlamaktadırlar. Şuphesiz ki bu hĂ‚l, toplum hayatını coraklaştıran korkunc bir ahlĂ‚kî erozyonu da berĂ‚berinde getirmektedir.

Asrımızın en korkunc ve iğrenc cinĂ‚yetlerinden biri de, zarûret olmadan sırf nefsĂ‚nî rahatlık icin cocuk aldırmaktır. Kız cocuklarını diri diri toprağa gomen yarı vahşî cĂ‚hiliye insanlarıyla vahşet yarışına girmişcesine, daha anne karnındaki mĂ‚sum bebekler parcalanarak modern bir cinĂ‚yete kurban edilmektedir. Bu, en başta ilĂ‚hî lutfa nankorluktur. Ayrıca boyle yapanların, hayatın hangi surprizlerine dûcĂ‚r olacakları da mechuldur. Bu cinĂ‚yeti irtikĂ‚b edenler, belki yarın hayatta yapayalnız kaldıklarında elinden tutacak olanın, o cocuk olacağını iyi duşunmelidirler. Veya vaktiyle kendi anne-babaları da onları istemeyip aynı Ă‚kıbeti onlar icin revĂ‚ gorselerdi, bugun hayatta olamayacaklarını hesĂ‚b etmelidirler.

Dîn ve îmandan mahrûmiyet sebebiyle, hayatı sırf ten planında yaşayan, egosunu ve nefsĂ‚nî arzularını tatmin etmekten başka bir duşuncesi olmayan, insanlık şeref ve haysiyetine vedĂ‚ etmiş hodgĂ‚m bir neslin, nasıl felĂ‚ket manzaraları oluşturduğuna dunyĂ‚ tĂ‚rihi sayısız defa şĂ‚hid olmuştur.

Nesillerini muhĂ‚faza duyguları icinde cırpınan bitki ve hayvanlar karşısında, mahlûkatın en şereflisi olan insanların bu hislerden mahrûmiyeti ne acı ve iğrenctir. Yine onların insanlık rutbesine vedĂ‚ edip:

“…Onlar hayvanlar gibidir; hattĂ‚ daha da şaşkındırlar…” (el-A‘rĂ‚f, 179) Ă‚yet-i kerîmesinin şumûlune girmeleri ne hazindir.

Kadının fıtratı istikĂ‚metinde yaşaması, toplumu cennete cevirir. Huzurlu Ă‚ileler, toplumun saĂ‚det kaynağıdır. TĂ‚rih sayfalarına baktığımız zaman goruruz ki, toplumlar hanımlarla Ă‚bĂ‚d olmuş, yine onların elleriyle berbĂ‚d olmuştur. Eğer kadınlara mutluluk icin sokaklar gosterilirse, hayat yolları cam kırıkları ile dolar.

Fısk u fucûrun yayılması, fitne-fesĂ‚dın tasallutu veya maddî-mĂ‚nevî imkĂ‚nsızlıkların icbĂ‚r etmesi gibi sebeplerle iffet ve nĂ‚musunu koruma husûsunda zor duruma duşenlere yardım elini uzatmak da, hem İslĂ‚mî bir mecbûriyet hem de bir insanlık borcudur. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Bir kimse, nĂ‚musu ciğnendiği, ırzına sataşıldığı bir yerde muslumanın yardımına koşmazsa, muhtac olduğu bir anda AllĂ‚h da ona yardım etmez.

Irzına sataşıldığı, nĂ‚musu ciğnendiği bir yerde muslumanın yardımına koşan kimseye de, muhtac olduğu bir anda AllĂ‚h yardım eder.” (Ebû DĂ‚vud, Edeb, 36/4884)

Kadının saĂ‚deti, haysiyetini koruyarak yaşamasında ve Ă‚ilesini muhĂ‚faza etmesindedir. “Cennet annelerin ayağı altındadır.” (Suyûtî, el-CĂ‚miu’s-Sagîr, I, 125) hadîs-i şerîfi, sĂ‚liha bir anne icin ne buyuk bir şehĂ‚det-i Muhammediyye’dir.

Diğer bir hadîs-i şerifte de:

“Dunya gecici bir faydadan ibĂ‚rettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı, sĂ‚liha kadındır.” (Muslim, RadĂ‚‘, 64) buyrulmuştur.

Fazîletli bir anne, ilĂ‚hî kudretten tecellî eden bir rahmet kucağı, Ă‚ilede saĂ‚det kaynağı, zevk ve safĂ‚ ışığı, Ă‚ile fertlerinin şefkat odağıdır. Rabbimizin, RahmĂ‚n ve Rahîm esmĂ‚sının dunyadaki mustesnĂ‚ ve mûtenĂ‚ bir tecellîgĂ‚hıdır. Hayırlı nesillerin yetiştirilmesinde annelerin cok muhim bir yeri vardır. Butun evliyĂ‚ullĂ‚h ve FĂ‚tihler, ilk feyizlerini sĂ‚liha bir anneden emmişlerdir. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde:

“Evinde (yetim) cocuklarının terbiyesiyle meşgul olan Musluman kadın, cennette benimle beraberdir.” (Suyûtî, el-CĂ‚miu’s-Sağîr, I, 104) buyurmuşlardır.

Guclu toplumlar, guclu Ă‚ilelerden meydana gelir. Guclu Ă‚ileler de daha ziyĂ‚de mĂ‚nevî eğitim gormuş; yĂ‚ni nefs engelini aşmış, fazîletli hanımların eseridir. Bunun en guzel numûneleri, hanım sahĂ‚bîlerdir. Onlar cocuklarına canlarıyla, mallarıyla fedĂ‚kĂ‚rlık yapmayı oğretmişlerdir. Yavrularının gonullerini, RasûlullĂ‚h Efendimiz’in muhabbetiyle yoğurmuşlardır.

AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in mĂ‚nevî terbiyesi ile ummete numûne anneler hĂ‚line gelen sahĂ‚bî hanımlar, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’i gormekte geciken veya O’nunla uzun zaman goruşmeyen evlĂ‚dlarını îkĂ‚z ederlerdi. Nitekim Huzeyfe -radıyallĂ‚hu anh-, bir hĂ‚tırasını şoyle anlatmıştır:

Annem bana sordu:

“–Peygamber Efendimiz’le en son ne zaman goruştun?”

Ben de:

“–Birkac gunden beri O’nunla goruşemedim.” dedim.

Bana cok kızdı ve fenĂ‚ bir şekilde azarladı. Ben de:

“–Dur, kızma anneciğim! Hemen RasûlullĂ‚h

-sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına gideyim, O’nunla beraber akşam namazını kılayım, sonra da hem benim hem de senin icin istiğfĂ‚r etmesini O’ndan taleb edeyim.” dedim. (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 30; Ahmed bin Hanbel, Musned, V, 391-2)
İşte evlĂ‚dlarını boyle terbiye eden o anneler; hakkı, hayrı ve hidĂ‚yeti butun cihĂ‚na yayan ornek bir nesli îmĂ‚r etmenin gonul rahatlığıyla Rablerine kavuştular. Bugun de sahĂ‚bî aşk ve heyecĂ‚nıyla evlĂ‚dına AllĂ‚h ve Rasûlu’nu tanıtıp sevdirerek o mubĂ‚rek neslin izinden yurumek, her mu’min ana-babanın vazîfesidir.

Bir milletin istikbĂ‚lini gormek kerĂ‚met değildir. Bunun icin onların genclerine bakmak kĂ‚fîdir. Her devrin gencliği kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan iklîminde yaşar. Her millet, gencliğinin his ve fikir dunyasına gore şekil alır. Eğer bir millette gencler guclerini mĂ‚neviyĂ‚t ve fazîlet yolunda sarf ediyorlarsa, o millette istikbĂ‚l vardır. Bunun en bĂ‚riz misĂ‚li, Canakkale ve İstiklĂ‚l Harbleri’dir. Buna butun dunyĂ‚ şĂ‚hittir ki, sîneleri îmĂ‚n dolu o şanlı neslin sĂ‚hip olduğu metafizik guc, duşmanın maddî gucunu bertaraf etmiştir. Fakat bunların aksine, genclik, butun enerjisini nefsĂ‚niyete, yani kaba kuvvete esir ve rĂ‚m ediyorsa, tarihî misĂ‚llerle sĂ‚bit olduğu gibi, Ă‚kıbet hezîmettir.

Gunumuzde fazîletli bir nesil yetiştirmek icin, mĂ‚nevî eğitim veren muesseselere ve bilhassa Kur’Ă‚n Kurslarına buyuk vazîfeler duşmektedir. ZîrĂ‚ AllĂ‚h’ın kelĂ‚mına karşı gosterilen ihmĂ‚lden daha ziyĂ‚de insanın mĂ‚nevî hayatını karartan başka bir hata yoktur. Bu yuzden insanların coğunlukla maddeye rĂ‚m oldukları zamanımızda Kur’Ă‚n-ı Kerîm eğitimine daha cok ihtimam gostermek zarûrîdir.

Şunu unutmamak gerekir ki, Kur’Ă‚n-ı Kerîm, bir fĂ‚nînin eseri değil, KĂ‚inĂ‚tın HĂ‚lıkı’nın kullarını dunyĂ‚ ve Ă‚hiret saĂ‚detine erdirmek icin lutfettiği en muhim hidĂ‚yet rehberidir. Bu bakımdan mĂ‚nevî eğitim veren muesseselerde bilhassa şu hususlara ehemmiyet verilmelidir:

1. Talebeler her şeyden once AllĂ‚h’ın emĂ‚neti olarak telĂ‚kkî edilmeli, onların duşuncelerinin merkezine AllĂ‚h’ın azamet-i ilĂ‚hiyesi ve kĂ‚inattaki kudret akışlarının tefekkuru telkin edilip Peygamber Efendimiz’in hayranlık verici ahlĂ‚kı yerleştirilmelidir. MĂ‚nevî eğitim ve oğretim, bilginin yanında muhabbetle takviye edilerek, zevk ve lezzet hĂ‚line getirilmelidir. ZîrĂ‚ îmĂ‚nın lezzetini duyabilmek, hizmet icin en buyuk enerji kaynağıdır.

2. Bu muesseseler birer şefkat, fedĂ‚kĂ‚rlık ve hizmet yuvası olmalıdır. O duvarların icinde kuru bilgiler yığınından ziyĂ‚de, aşk ve heyecan dolu bir Kur’Ă‚n hizmeti verilmelidir. Kur’Ă‚n’ın tatbikĂ‚tı ise Sunnet-i Seniyye’nin yaşanmasıdır.

3. Talebeye, nezĂ‚ket, edeb ve guleryuzle yaklaşılmalı, varsa hataları şefkat ve merhametle tashih edilmelidir. Unutmamak gerekir ki bir tĂ‚mircinin sanat ve huneri, tĂ‚mir ettiği eserinde ortaya cıkar.

4. İnsan, şahsiyet ve yuksek karaktere hayranlık ve muhabbet duyar. Hayranlık duyduğu kimseyi taklîde calışır. Kişi, sevdiklerinin cĂ‚zibesi altında kalır. ZîrĂ‚ muhabbet, iki kalb arasında bir cereyan hattı gibidir. Bu bakımdan Kur’Ă‚n hizmetinde bulunanların, ornek davranışlarla olgun bir karakter sergileyip kendilerini sevdirmeleri zarûrîdir. Bunun icin de “yĂ‚r olup bĂ‚r olmama”yı, yĂ‚ni dost olup dostlarının yukunu hafifletmeyi, buna mukĂ‚bil kimseye de yuk olmamayı dustûr edinmelidirler.

5. Kalb temizliğiyle birlikte zĂ‚hirî temizlik ve zarĂ‚fete de dikkat etmeli, kılık-kıyĂ‚fet ve dış gorunuşleriyle de ornek olmalıdırlar. ZîrĂ‚ elbiselerin temizlenmesini emreden ve giyim-kuşamda pejmurdeliği hoş gormeyen Peygamber Efendimiz, sac ve sakalların dağınıklığını da tasvîb etmezlerdi. Nitekim bir seferinde RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- mesciddeyken, sacı sakalı karışmış bir adam cıkagelmişti. RasûlullĂ‚h Efendimiz, eliyle ona sac ve sakalını duzeltmesini işĂ‚ret etti. Adam, bu emri yerine getirdiğinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“Bu hĂ‚l, herhangi birinizin şeytan gibi sacı-başı dağınık dolaşmasından daha guzel değil mi?” (Aliyyu’l-K-arî, MirkĂ‚t, VIII, 261) buyurmuştur.

Bir seferinde de, yine ustu başı dağınık olarak huzûruna gelen bir adama:

“Malın var mı? HĂ‚lin vaktin nasıl?” diye sormuş, adamın maddî durumunun iyi olduğunu bildirmesi uzerine:

“O hĂ‚lde, AllĂ‚h sana mal verince, eseri uzerinde gorunsun!” (NesĂ‚î, Zînet, 54; Ahmed bin Hanbel, IV, 137) diyerek onu îkĂ‚z etmiştir.

6. Kur’Ă‚n ile duygu derinliğine nĂ‚il olabilmek ve Kur’Ă‚n’ın ulvî mĂ‚nĂ‚larını amel-i sĂ‚lihler hĂ‚linde davranışlara aksettirebilmek icin, kalblerin pozitif enerji ile, yĂ‚ni muhabbet ve rûhĂ‚niyetle dolması zarûrîdir. Kur’Ă‚n’dan lĂ‚yıkıyla feyiz-yĂ‚b olabilmek icin, onun kapağı, hurmet, tĂ‚zim ve edeb ile acılmalı, onu insanlara RahmĂ‚n’ın oğrettiği şuuruyla okunmalıdır. ZîrĂ‚ Ă‚yet-i kerîmelerde buyrulur:

“RahmĂ‚n, Kur’Ă‚n’ı oğretti. İnsanı yarattı. Ona beyĂ‚nı oğretti.” (er-RahmĂ‚n, 1-4)

7. Kur’Ă‚n Kursları, oğretimden ziyĂ‚de, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’in azameti karşısında tefekkur, tahassus ve tecessus duygularını derinleştiren bir eğitimi hedeflemelidir. Bilhassa peygamber kıssalarındaki ibret dolu mesajlar, kıyĂ‚mete yakın zuhûr edecek fitneler, kıyĂ‚met alĂ‚metleri ile ilgili haberler, îman-kufur, tĂ‚at-isyĂ‚n, haram-helĂ‚l ve hak ile bĂ‚tılı birbirinden ayıran hukumler işlenerek hayat ve kĂ‚inĂ‚tı Ă‚yetler ışığında mîzĂ‚n edebilme hĂ‚let-i rûhiyesi kazandırılmalıdır.

8. MĂ‚nevî eğitim muesseselerinde vazîfeli olanlar, olgun bir hizmet insanı olmalıdırlar. Bunun icin de, sĂ‚lih amel sĂ‚hibi, merhamet, şefkat, diğergĂ‚mlık gibi ahlĂ‚kî meziyetlerle donanmış kimseler olmalıdırlar. Ayrıca, hangi zumrenin icinde yaşarlarsa yaşasınlar, kendi varlıklarını ve îmanlarını korumayı bilmelidirler. Onlar, fitne ortamında bile etrĂ‚fına musbet tesir eden, fakat menfî tesir almayan, sağlam bir hĂ‚let-i rûhiyeye sĂ‚hip olmalıdırlar. Her hĂ‚lukĂ‚rda kalblerini mal, mulk, mevkî gibi dunyevî menfaat endişelerinden uzak tutmalıdırlar.

9. Talebeyi soğutacak davranışlar olan kaba hitap, adĂ‚letsiz muĂ‚mele, adam kayırma ve şiddetten sakınılmalıdır. Kur’Ă‚n hizmetinde bulunanlar, kendilerinin de “lĂ‚-yus’el” yĂ‚ni sorumsuz olmadıklarını, birgun ilĂ‚hî mîzanda hesap vereceklerini hatırlarından cıkarmamalıdırlar. Bu yuzden de kendilerine emĂ‚net edilen talebelerine karşı emir-komuta munĂ‚sebetiyle, mecbûriyet kabîlinden, heyecansız, samîmiyetsiz ve kuru bilgilerle ders takrir etmekten kacınmalıdırlar. Ayrıca, kazanılan her insanın ecri, kaybedilen her insanın da ağır bir Ă‚hiret vebĂ‚lini mûcib olduğunu unutmamalıdırlar.

10. ÎtidĂ‚le riĂ‚yet edilmelidir. Her şey bir anda verilmeye calışılmamalı, hazmettirerek, alıştırarak ve tedricî bir sûrette tĂ‚lim ve terbiyede bulunulmalıdır. Talebenin anlayış seviyesi ve kĂ‚biliyetleri dikkate alınmalı, ileriki merhalelerde oğrenmesi gereken hususlar başlangıcta ve gerekli altyapı kulturu verilmeden oğretilmeye kalkışılmamalıdır.

11. Mevzûlar bol teşbihlerle, fıkralarla, sual-cevaplarla ve kıssalarla desteklenerek daha kalıcı ve tesirli bir şekilde anlatılmalıdır. Bir eğitimcinin en buyuk mĂ‚rifet ve sanatı, talebenin rûhundan bir damar bulup kalbine nufûz edebilmesidir. ZîrĂ‚ en buyuk fetih, gonullerin fethidir. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri’nin buyurduğu gibi: “Gonul, Celîl ve Ekber olan AllĂ‚h’ın nazargĂ‚hıdır.”

12. Eğitimciler, talebenin hĂ‚lini sîmĂ‚sından anlayacak kĂ‚biliyette olmalıdırlar. Onlara kıymet vermeli, dertleriyle birebir ve ozel olarak ilgilenip problemlerini cozmelidirler. ZîrĂ‚ problemini cozdukleri insanın gonlunu kazanabileceklerini bilmelidirler. Bu yuzden ozel alĂ‚kaya bilhassa ehemmiyet vermelidirler.

13. AllĂ‚h’ın kullarına teşekkurle hizmet, şiĂ‚r edinilmelidir. ZîrĂ‚ onlar vesîlesiyle kendilerine bu hizmet nasîb olmaktadır. Bu yuzden mĂ‚nevî eğitim hizmetinde muhĂ‚taplara karşı tebessum ve teşekkur, bir tabiat-i asliye hĂ‚line gelmelidir.

14. Kalblere îman muhabbetini aşılayacak olanların once kendi kalb Ă‚lemlerini ıslĂ‚h etmeleri zarûrîdir. En zor iş, insan terbiyesidir. Kendisini terbiye edemeyen, ic Ă‚leminden habersiz bir kişi başkasını nasıl terbiye edebilir? Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, kalbî kıvamdan mahrum bir nĂ‚dĂ‚nın hĂ‚lini ne guzel hikĂ‚ye eder:

“Birgun Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-’a yol arkadaşı olan gĂ‚fil biri:

“–Ne olur yĂ‚ ÎsĂ‚! Bildiğin ism-i Ă‚zam’ı bana da oğret de şu curumuş kemikleri diriltip kaldırayım.” dedi.

ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ise cevĂ‚ben:

“–O iş senin kĂ‚rın değildir. İsm-i Ă‚zam’ı okuyup oluyu diriltmek icin yağmurlardan daha temiz bir nefes sĂ‚hibi, kullukta meleklerden daha anlayışlı bir kişi olmak gerek. İsm-i Ă‚zam, pĂ‚k bir lisĂ‚n ve temiz bir kalb ister. Nefsi pĂ‚k olan kimsenin duĂ‚sı makbûl olur… Sende ÎsĂ‚’nın temiz nefesi yokken ism-i a’zamı okumanın sana ne faydası olur ki?!” dedi.

Fakat gĂ‚fil adam ısrĂ‚r edince Hazret-i ÎsĂ‚, bu ahmağın sozlerine ziyĂ‚desiyle taaccub etti ve:

“YĂ‚ Rabbî! Bu esrĂ‚rın hikmeti nedir? Bu ahmağın bu derece cidĂ‚le meyli nedendir? Kendisinin kalbi olu, başkasının cesedini diriltmeye calışıyor. HĂ‚lbuki ona duşen, asıl olu olan kendi kalbini ihyĂ‚ etmek. Kendi kalbini diriltmek icin duĂ‚ edeceğine, başkalarını ihyĂ‚ya calışıyor. Bu ne gaflettir!” diye hayret etti.

Bu misĂ‚lde olduğu gibi, kendi yureğinde hissetmediği icin îmĂ‚nın aşk ve vecdini minik ve mĂ‚sum yureklere hissettiremeyen bir eğitimci ve Kur’Ă‚n’ın engin mĂ‚nĂ‚ kevserinden kendisi tatmadığı icin tattıramayan bir hoca, buyuk bir vebĂ‚l altındadır. Cunku bulunduğu muessese ve tĂ‚lim-terbiyesini ustlendiği talebeler, kendisine AllĂ‚h’ın birer emĂ‚netidir. Talebelere, istenilen rûhĂ‚nî eğitimi veremez ise, kul hakkı terettub edeceği muhakkaktır.

İşte istikbĂ‚lin şeref sayfalarını dolduracak ornek nesiller, butun bu vasıflarla donanmış keyfiyetli bir mĂ‚nevî eğitimin mahsûlu olacaktır. Buna muvaffak olan nesiller, AllĂ‚h’ın lutfu ile yucelmiş ve Ă‚bĂ‚d olmuşlardır. Nitekim dunyĂ‚ tĂ‚rihinin en uzun omurlu devleti olan Osmanlı’nın temelinde Kur’Ă‚n-ı Kerîm’e karşı gosterilen hurmet, tĂ‚zim ve muhabbetin bulunduğu, mĂ‚lum ve meşhurdur.

Cocuklar, anne-babaya ikrĂ‚m edilen ilĂ‚hî emĂ‚netlerdir. İslĂ‚m fıtratı ile anne-babaya teslîm edilen cocukların saf ve berrak kalbleri, temiz bir toprak misĂ‚li işlenmeye hazır ham bir cevherdir. Onun diken veya gul, acı veya tatlı meyve vermesi, uzerine atılan tohumların keyfiyetine bağlıdır.

Anne-babanın evlĂ‚dlarını cehennem ateşinden koruması, dunyĂ‚nın iptilĂ‚ ve musîbetlerinden korumasından daha onemlidir. Cehennem ateşinden korumak da kalblerin AllĂ‚h ve RasûlullĂ‚h muhabbetiyle feyizlenmesine bağlıdır. Yavrularına AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’yı, Peygamber Efendimiz’i sevdiremeyen anne-babalar, onların hem dunyĂ‚ hem de Ă‚hiret felĂ‚ketini hazırlamış olurlar.

Diğer taraftan, cocuğun terbiyesine uc yaşında iken başlanmalı, “daha ufaktır, anlamaz” gibi duşunceler bir kenara bırakılmalıdır. Anne-babalar, evlĂ‚dlarının yanında her fırsatta AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’nın buyukluğunden, her şeyin yaratıcısı olduğundan, butun nîmetleri O’nun bahşettiğinden, O’na şukretmek gerektiğinden, her an ilĂ‚hî bir kameranın altında olduklarından bahsetmeli, kabirde sorulacak suĂ‚lleri ve onlara verilecek cevapları, yĂ‚ni kabir dilini oğretmeli, yavrularının rûhî gelişme cağlarında bu telkinlerin kalıcı izler bırakacağını iyi duşunmelidirler. Bu yaşlarda İslĂ‚mî telkinden gerekli nasîbini alamayan cocukların ileride terbiye edilmesinin daha da zorlaşacağını hesĂ‚ba katmalıdırlar.

Cocuk uşumesin, uykusuz kalmasın diye onu namaza kaldırmamak da, buyuk bir vebĂ‚ldir. Bu tip davranışlar, cocuğa iyilik değil, bilakis kotuluktur. Ana-babalar, cocuklarını guzel bir şekilde terbiye etmek icin onları daha kucuk yaşta, ibĂ‚dete, infĂ‚ka alıştırmalı, onları cevrenin menfî tesirlerinden korumalıdırlar.

Hayırlı bir evlĂ‚d, dunyĂ‚da en kıymetli varlıklarımızdan biri olduğu gibi Ă‚hiret hayĂ‚tımız icin de devĂ‚m eden kıymetlerimiz ve kesilmeyen akarlarımızdır. Bu yuzden, ilĂ‚hî bir lutuf olan evlĂ‚d nîmetini yanlış yerlerde ve dunyevî menfaatler uğruna hebĂ‚ etmek, buyuk bir Ă‚hiret vebĂ‚lidir.

EvlĂ‚dların sırf dunyevî seviyelerine ehemmiyet verip mĂ‚nevî yonlerini ihmĂ‚l etmek, sokakların, kotu arkadaşların ve şer odakların sermĂ‚yeleri olmalarına goz yummak ve gayr-i ahlĂ‚kî yayın ve reklamların heveskĂ‚rları durumuna duşmelerini musĂ‚maha ile karşılamak, bu ilĂ‚hî lutfa karşı en buyuk nankorluktur.

VelhĂ‚sıl, ebedî bir Ă‚hiret saĂ‚deti icin dunyĂ‚ imkĂ‚nlarından bilhassa mal ve evlĂ‚d nîmetlerini, Rabbin rızĂ‚sını tahsîle birer vĂ‚sıta hĂ‚line getirmek zarûrîdir. Bu dunyĂ‚daki son konağımız olan kabrimizin ıssız, tenha ve karanlık kalmaması icin bugunlerimizi iyi değerlendirip arkamızda hayırlı bir nesil bırakabilmeye gayret gostermeliyiz. EvlĂ‚dlarımızı, kalblerimizin ulvî bir sermĂ‚yesi yapalım ki, uzun ve zor seyahatimizde bizler icin birer sadaka-yı cĂ‚riye olsunlar…

Rabbimiz, ihsĂ‚n ettiği nikĂ‚h, Ă‚ile ve evlĂ‚d nîmetlerinin dunyĂ‚ ve Ă‚hiret saĂ‚detine vesîle olmasını nasîb eylesin!..
__________________